02 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/38

  Kızıl Bayrak'tan
  İMF-DB zirvesi ve emek örgütlerinin tutumu
  Keskinleşen emperyalist rekabet ve sonuçsuz kalan işbirliği arayışları
G-20 Zirvesi gerçekleşti...
Sermaye devleti “Alevi açılımı” adı altında Alevi işçi-emekçilerini aldatmaya çalışı
Emperyalist haydutlardan hesap sormak için sokağa, eyleme!
  Devlet emperyalist haydutları baskı ve terörle korumaya hazırlanıyor...
  Haydutlar zirvesine karşı sokaklar ısınıyor!
  Entes direniş güncesinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Üniversitelerde devrimci faaliyetlerden....
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4
  10. Ulaşım Şurası İstanbul’da toplandı...
  Güven Elektrik’teki sendikal örgütlenme deneyimi üzerine…
  Ulucanlar direnişinin 10. yılında 10 kızıl yıldızımızı selamladık!..
  “Zere ve hasta tutsaklara özgürlük!” eylemleri sürüyor...
  Barack Obama
siyonist şeflerle aynı safta!
  Honduras halkı askeri
diktatörlüğe meydan okuyor!
  Sermayenin saldırılarına karşı
her yerde eylem ve direniş!
  Şovenizm ve demokrasi kültürü
M. Can Yüce
  Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Şovenizm ve demokrasi kültürü

M. Can Yüce

Türkiye’de çok yönlü gelişmeler yaşanmaktadır. Birkaç aydır “Demokratik Açılım Süreci” ile oturup kalkıyoruz. Son dönemde bu sürecin hızında önemli bir gerileme olmakla, hatta tersi yöndeki gelişmeler artmakla birlikte değişmeyen şeyler de var. Egemenlik düşüncesi ve kültürü, bunun en uç biçimi şovenizm gibi…


Egemenlik duygusu ve kültürü, şovenizm, sanılanın ötesinde toplumun en derinlerine nüfuz etmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz bu, boşuna ve nedensiz değildir. Her gün yeniden üretilmekte ve beyin ve yüreklere işlenmektedir, hem de eylemli olarak… Çatışmalarda yaşamını kaybeden askerlerin cenaze törenleri, her türlü spor karşılaşması, özellikle futbol karşılaşmaları bu yeniden üretimin etkin platformları olmaktadır. Eğitim sistemi, ilkokullarda her gün tekrarlanan ırkçı şoven ant ve marşlar ile ırkçı şoven düşünce ve kültür, bir kişilik ve yaşam tarzına dönüştürülmektedir. Günlük politikada bu özellikler, politik bir forma sokulmakta ve günlük davranışlara dönüştürülmektedir…


Son olarak bu hafta sonu Bursa’da oynanan maçta Diyarbakırspor aleyhinde bağırılan sloganlar, ırkçı şovenizmin ne kadar örgütlü olarak topluma enjekte edildiğini bir kez daha göstermiştir. Bu yaklaşımın egemen bir kültür olduğunu ve resmi çizginin eğitim, kültür ve sömürge politikasının bir sonucu olduğunu vurgulamakta yarar var. Ancak bu durum, salt bu temellerle açıklanamaz. Bu temeller üzerinden daha özel bir örgütlenme tarafından günlük olarak geliştirildiğini ve günlük politika ve gelişmeleri etkilemek için yeniden büyütülerek tekrarlandığını vurgulamak durumundayız. Açıkça Kürt düşmanlığı, Kürt boğazlamasına doğru götürülmektedir. Bunun ayak sesleri öteden beri geliyordu… Bu özel örgütlenmenin devletten bağımız olduğunu düşünmek, sadece MHP ve onun eksenindeki güçlerle açıklamak büyük yanılgı olur. Demokratik Açılım süreci denilen ve daha içeriği konusunda resmi çizgiyi güçlü bir tarzda vurgulamanın ötesinde herhangi bir ipucu açığa çıkmamış sürecin bu gerçekliğine rağmen en bayağı bir “tavizin” verilmesi olasılığı dahi bu yapıyı zıvanadan çıkarmaya yetmiştir. “Taviz” olasılığının önüne geçmek için MHP ve CHP’nin ortaya koyduğu saldırgan tavır, Kürt halkı karşısında resmi çizgi ve yapının hangi güç ve katılıkta olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur!


Aslında “açılımın” “öncüsü” AKP de bu genel resmi çizgi ve egemen politik kültürün dışında ve ötesinde bir yerde değildir. Zaten her fırsatta bunun içinde olduğunu vurgulamaktadır. Tek dil, tek devlet ve tek millet vurguları bunun içindir. Açılımla yapmaya çalıştıkları, bir-iki kırıntıyla Kürtler’i devlete bağlama hesaplarından başka bir şey değildir. Aslında eskisi gibi ve eski yöntemlerle, eski katılıkla Kürtler’i yönetemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Bu, bugüne kadar sayısız kez ortaya çıkmıştır.


Ama öte yandan resmi çizgide açılacak en küçük ve sıradan bir deliğin nerede duracağını bilmeyen, dahası bunu sonun başlangıcı olarak algılayan katı resmi çizgi temsilcileri, herhangi bir esnemeye yanaşmamaktadırlar. Bu tür girişimlerin önüne büyük barikatlar örmeye çalışmaktadırlar. Bu çalışmanın Türk toplumu içinde resmi çizgi, egemen kültür ve kişiliği derinleştirici bir işlev gördüğünü günlük olarak gözlemek mümkündür. Günlük politikada yaşanan bu bağlamdaki tartışmaları, salt dar politik hesaplarla açıklamak yine başka bir yanılgı olur. Bu çatışma, resmi çizgi ve yapıyı olduğu gibi sürdürme, bunu varlık-yokluk sorunu olarak algılama durumundan kaynaklanmaktadır.


Bütün bunların ortaya çıkardığı, en genel ve ortalama bakış açısı ve duygu, egemenlik kültürü ve davranışıdır. TC’nin sömürgeci egemenliğini, ezenin “üstünlüğünü bir hak, tartışmasız bir ayrıcalık, dokunulmaz bir tabu” olarak algılama durumunun dışında, onun etkisinde olmayan, devrimci sol hareketin dışında, var mı?


Temel soru budur?


Daha da trajik olanı ise şudur: İmralı süreciyle birlikte bu egemen bakış açısı ve kültürün PKK ve onun eliyle onların etkisindeki Kürtler tarafından kabul edilmiş olması, politik davranış ve eylemlerini bu bağlama oturtmuş olmalarıdır! Egemen bakış açısını ve ezenin bütün ayrıcalıklarını ön koşulsuz olarak kabul etmeleri ve “uzlaşmayı” bu zemin üzerinden tartışmaları, ırkçı şoven kültürü daha da azdırıyor, onların kendilerine olan güvenlerini derinleştiriyor. Bu durumun kendisini en liberal ve demokrat olarak tanımlayan çevre ve kişilerin de egemen zemin üzerinde düşünce üretmelerine ve davranmalarına yol veriyor… Sonuçta ortaya çıkan tablo, mücadelenin bugüne kadar egemen kültür ve çizgiye vurduğu darbe ve onun ortaya çıkardığı sonuçların boşa gitmesinden başka bir şey değildir.


Evet, Kürt sorunu tartışılıyor, resmi çizgi ile alınacak yolun kalmadığı da egemenler cephesinde artık itiraf ediliyor. Daha doğrusu daha önce cılız bir biçimde telaffuz edilen bu gerçeklik, bugün, daha yaygın ve net bir biçimde ifade ediliyor. Ancak bu zeminde yapılan tartışmalar, bu tartışmaların her “iki” egemen cepheleri egemen çizgi ve kültürün dışına çıkmıyor. Bu tartışmalar, o zemin üzerinde, ayrıcalıkların dokunulmazlığı bağlamında kimi kırıntı hak taleplerinin dışına taşmıyor. 


Devlet ve resmi çizgi temsilcileri ne yaptığını, nasıl durduklarını biliyor… Saldırganlıklarından bir milim dahi geri adım atmadıkları gibi, egemenlik konumu, kültürü ve anlayışından da bir milim şaşmıyorlar. Son olarak DTP’li vekillerden bazılarının polis zoruyla mahkemeye götürülmeleri yönündeki karar, TC ve resmi çizginin nerede durduğunu, hem de “açılım” laflarının havada uçuştuğu bir dönemde, net olarak göstermektedir.


Bu, aslında bir kez daha İmralı çizgisinin, onun yürütücüleri PKK ve DTP’nin ideolojik ve politik olarak iflaslarının bir kez daha belgelenmesi değilse nedir? Bu konuyu başka bir yazıya bırakarak vurgulanması gereken başka bir noktaya dikkatleri çekmek istiyoruz.


Tüm tartışmalara ve açılım laflarına rağmen üzerinde hareket edilen zemin, egemen çizgi ve egemen kültürdür! Bu, ırkçı şovenizmin ortalama, “normal” düzeyidir! Buradan en sıradan bir reform veya reform kırıntısının çıkması bile olanaksız gibidir! “Türk tarafı” kendi ayrıcalıklarını dokunulmaz ve tartışma dışı görüyor. “Kürt tarafı” da bu “dokunulmazlığa” dokunmamayı bir ön kabul olarak görmekte ve programı ile günlük siyasetini bu temele dayandırmaktadır. Bu durum, hiç kuşkusuz ırkçı şovenizme güç veriyor, onun saldırganlıklarını, hem de ağzı salyalı sokaklara taşma olasılığını tetikliyor! Bu, Kürtler açısından kendi cellâdına koşma, boynunu şuursuzca uzatma durumundan başka bir şey değildir. Bu çizgilerini sürdürdükleri sürece büyük felaketler kendilerini bekliyor.


Bu durum Türkiye açısından demokrasiye değil, daha kanlı faşizme, gemi azıya almış ırkçı şovenizme götürüyor.


Demokrasi ve özgürlük mü?


O zaman Kürt halkının bağımsızlık dahil, kendi kaderini belirleme hakkını, demokrat olmanın, Türkiye’de demokrasinin gelişebilmesinin temel koşulu olarak kabul etmekten geçer! Bu, aynı zamanda ırkçı şovenizm karşısında tek samimi ve tutarlı duruş da olacaktır! Bu temel ölçünün dışındaki her söz ve davranış, olsa olsa demokrasicilik komedyasının bayatlamış bir görüntüsünden başka bir şey olmayacaktır. 


Kürtler açısından mı? Eşitlik ve bağımsızlık bilincini bir davranış ve hareket tarzı haline getirmeden saygın bir taraf konumuna, eşit ve özgür bir muhatap düzeyine gelebilmek mümkün değildir.


Bunun da devrimci bir çizgi ve duruş anlamına geldiğini söylemek, bilinen bir gerçeği tekrar vurgulamak demektir!

29 Eylül 2009

 

 

Diyarbakır’da binlerce kayıp yakını yürüdü

 

Diyarbakır’da 25 Eylül günü Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEYA-DER) tarafından çatışmalarda, faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitiren ve kaybedilen kişilerin yakınlarının katılımıyla binlerce kişilik bir yürüyüş gerçekleştirildi.


Yürüyüşte taşınan binlerce fotoğraf, kirli savaşın bilançosunu gözler önüne serdi. “Çocuklarını savaşta yitirenlerin aileleri Kürt sorununun diyalogla çözülmesi için Diyarbakır’da yürüyorlar” sloganıyla DTP Diyarbakır İl Örgütü’nden Koşuyolu Parkı’na yapılan yürüyüşte “Şehîdên Kurdistanê namirin!”, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın!”, “Şerefli bir ölüm, yaşamının en güzel ifadesidir”, “Malbatan di şer de xizmen xwe winda kirine; pirsgireka Kurd çareser bikin” pankartları taşındı.


Eylemde söz alan DTP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan yaptığı açıklamada “Eğer Kürt sorunu demokratik yollarla çözülecekse, faili meçhuller, kayıpların sorumluları biran önce açığa çıkarmalıdır” dedi.