23 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/41

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi Türk sermaye devleti, ABD emperyalizminin planları doğrultusunda bölgede aktif saldırganlık rolüne hazırlanıyor
  "Barış grubu" tasfiye sürecinin parçasıdır
Üniformalı bilirkişiler aklıyor
Kıdem tazminatına göz diken ve çanak tutan asalaklara karşı işçi-emekçi barikatlarına
Kadıköy'de binler sağlık hakkı için alanlara çıktı
  İşçi ve emekçi eylemlerinden
  İşçilerle konuştuk...
  Metal işçilerinin boynunda 50 yıldır asılı duran pranga MESS
  25 Kasım uyarı grevi tabanda adım adım örgütlenmelidir
  Gençlikten...
  Mesleki dönüşüm projesi ile avukatlar derin bir sömürü ile karşı karşıya!
  Kızıl Bayrak'a yönelik faşist saldırı İBB önünde protesto edildi
  İMF ve Dünya Bankası İstanbul toplantısı üzerine Korkut Boratav'la konuştuk
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden
  BM Tarım örgütüü Raporu dünyadaki açlığı belgeledi
  Katliamcı düzen zindanlarıyla birlikte er ya da geç yıkılacaktır..
  Hasta tutsaklar için eylemler sürüyor
  Yerel işçi bültenlerinden...
  Bir kez daha 10 yıl önce ve 10 yıl sonra - M. Can Yüce
  Devrimci ve Demokratik Yapılar Arasında Diyalog ve Çözüm Platformu'ndan açıklama
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İMF-Dünya Bankası İstanbul toplantısı üzerine Korkut Boratav’la konuştuk...

“Kapitalizmin yarattığı krizin gerçek nedenlerini perdeleyerek, krizin sosyal sonuçlarını önlemeye çalışıyorlar!”

Dünya kapitalizminin yaşadığı kriz, emperyalist ülkeleri krizden çıkış yollarını aramaya itmiş görünüyor. Emperyalist-kapitalist sistemin krizden çıkmak için öngördüğü ve uyguladığı her politika, krizin faturasını dünya halklarının, işçi sınıfı ve emekçilerin üzerine yıkmaktadır. Kriz ekonomik alanda patlak vermiştir ancak etkileri daha ötesinde sosyal ve politik boyutlarda kendisini göstermektedir. Eylül ayında Pittsburgh’da toplanan G-20 zirvesini de bu anlamda değerlendirmek gerekiyor.

Zira, zirve üzerine yapılan yorumlara göre G-20, bundan sonra küresel ekonominin en üst düzey mercii olacak. G-20, G-8 ülkelerinden bile daha önemli bir konuma gelecek. Alınan kararlar gereği daha çok siyasi bir yapı olan G-8 artık G-20’den ayrı toplanamayacak. G-8 ülkeleri, bundan böyle her G-20 toplantısından bir gün önce biraraya gelecek vb.

Bu kararların uygulanması durumunda, dünya ekonomisinin geleceği için alınacak kararlarda bundan böyle sadece ABD, İngiltere, Almanya, Japonya gibi büyük emperyalist devletlerin değil, Brezilya, Hindistan, Çin gibi ülkelerin de söz sahibi olacağı söyleniyor. Emperyalistler arası çıkar çatışmalarının giderek arttığı bir dönemde bu kararın bir gerçekliği olabilir mi? Bu karar ABD emperyalizminin merkezinde patlak veren krizin, bağımlı ülkelere fatura edilmesi anlamına gelmiyor mu?

Korkut Boratav: G-20 grubunun dünya ekonomisinin “ıslahatı” çabalarının merkezine taşıyan değişimin ardındaki temel etkenin Çin olgusu olduğunu düşünüyorum. Amerikan hegemonyasına dayalı emperyalist sistem, doların dünya ekonomisinin rezerv parası olmasına dayanır. Bu durumun Çin tarafından ciddiyetle sorgulanması; üstelik Çin’in elinde doları fiilen çökertecek parasal bir gücün birikmiş olması, bu ülkeyi dışlayan politika önerilerinin geçersiz olacağını ABD ve Avrupa liderlerine gösterdi. Kriz sonrasında uluslararası finansal mimarinin yeni baştan (ve dolar’ın kaderini belirleyecek biçimde) inşası gündeme geldiğinde, Çin’i dışta tutmak artık imkânsızdır. Bu orta vadeli bir sorunla ilgilidir. Bir de Çin’in konjonktürel olarak artan önemi vardır: Uluslararası bunalım ortamında Çin’in, iç talebi pompalayarak büyüyebileceği; ve Batı’dan ithalatını artırarak dünya ekonomisinin genişleme ivmesine geçişte öncü rol oynayacağı algılandı. Emperyalist metropoller 2007-2009 içinde küçülmüş; Çin ise aynı yıllarda toplam olarak yüzde 34 büyümüş olacaktır. 2010 ve sonrasında da metropol ekonomileri sonu belirsiz bir durgunlaşma sürecine savrulurken, Çin’in hızlı büyümesinin süregeleceği öngörülüyor. Ancak, bu türden bir ayrışmanın stratejik sonuçları da vardır: Çin ile metropol ekonomileri arasındaki büyüme farkı 2012’ye kadar sürerse bu ülke dünya ekonomisinin ikinci büyük ekonomisi konumuna yerleşecek; ABD ile arasındaki büyüklük farkı daralmış olacaktır. Büyüklük, dünyaya hükmedebilmenin bir ön-koşuludur. Ve ABD emperyalizminin kuramcılarından biri olan Paul Kennedy, bu tür bir “fark daralması”nın, ABD’nin hegemonik konumuna son vereceğini öngörerek hayıflanıyor. Bu nedenlerle emperyalizmin yönetimine Çin’i katma projesi, bu ülkeyi ABD’nin hegemonik konumuna karşı çıkmamaya ikna çabasının bir parçasıdır. Bulunan formül, birkaç yıl önce en büyük Üçüncü Dünya ülkelerinin G-8 grubuna eklenmesiyle oluşturulan G-20 grubuna dünya ekonomisini düzenleme (ve bu hedefe giden pazarlık-müzakere sürecini yürütme) görevinin verilmesi; grubun fiili sekreteryasının da IMF’ye devredilmesi oldu.

Bu kararın alınmasının arka planındaki hedef tutacak mı? Türkiye gibi aslında “esamesi okunmayan” ülkeleri içeren bir gruplaşma, Çin’in ağırlığının hafiflemesine mi yol açacaktır? Yoksa, tam aksine, bazı konularda etkili bir alt-grup oluşturmaya başlayan BRIC ülkeleri (Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin), ABD-AB’nin hesaplarını bozabilecek midir? Bu dörtlüye, bazen kişilikli bir Üçüncü Dünya ülkesi olarak Güney Afrika da katılıyor. Fazla iyimser olmamak gerekiyor. Zira, sözü geçen beş ülke, neoliberal modelin bazı öğelerini geçmiş yıllarda benimsemiş; uygulamışlardır. Ancak, özellikle metropol-çevre ilişkilerinin değerlendirilmesinde neoliberal ideolojiye tamamen teslim olmadan… Dolayısıyla, dünya ekonomisinin geleceği tartışılırken, Çin etkili ittifaklar oluşturabilirse, ABD-Avrupa’nın G-20 grubuna ilişkin hesapları tutmayabilir.

Olaylar böyle gelişme eğilimi gösterirse, ABD-Avrupa elbette etkili bir tepki gösterebilecektir. Muhtemelen, G-20’yi tekrar göstermelik bir konuma sokarlar; büyük kararların kilit ülkeler arasında ve kapalı kapılar ardında müzakere edileceği farklı bir sürece geçmeyi kararlaştırırlar. Bu durumda da, eski G-7 grubuna dönüş mümkün değildir. Azami bir liste yapılacaksa, ABD, Britanya, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve (Körfez’in petrol ihracatçılarını temsilen) Suudi Arabistan’dan oluşan yeni bir G-7 grubu önem kazanacaktır.

- İMF-Dünya Bankası toplantısı daha çok G-20 zirvesinde alınan kararları benimsedi. Bu anlamda G-20 zirvesinden çıkan sonuçların dünya halklarına, işçi ve emekçilerine faturası ya da etkisi sizce hangi boyutlarda ve nasıl olacak?

Korkut Boratav: Olası bir dönüşüme ilişkin olarak yukarıda sözünü ettiğim öngörüler, ABD’nin hegemonyasının zayıflamasına yol açtığı ölçüde, dünya halklarının lehine bir açılım anlamına gelir. Dikkat ediniz: Emperyalizmin son bulmasından değil, sistemin hegemonyasının ABD’den farklı bir hegemonik bloka, olası bir koalisyona kaymasından söz ediyorum. Emperyalizm, kapitalizmin bünyesinden türemiştir. Metropollerde kapitalizm tarihe karışmadıkça, emperyalizm de var olacaktır. Olası yeni bir hegemonik blok da kapitalist ülkelerden oluşacaktır; ancak, örneğin bir “devlet kapitalizmi” özelliği taşıyan Çin’in böyle bir blokta yer alması, emperyalizmin geleneksel yöntemlerinin önemini azaltabilir. Dolayısıyla, dünya halklarının kendi kaderlerine hakimiyet bakımından hareket serbestileri genişleyebilir. Bu da, halk sınıflarını kaderinin ülkeler düzlemindeki sınıf mücadelelerine bağlı hale gelmesi demektir. Bu tür bir dönüşümün olası sonuçları üzerinde bir genelleme yapamayız; ama ABD emperyalizminin hegemonyasına dayanan bugünkü ortamdan “daha kötü” olması herhalde söz konusu değildir.

- İMF-Dünya Bankası toplantılarında, emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu çevre tahribatı, yoksulluk, işsizlik vb. konuların da konuşulduğu yansıdı. Toplantılarda İMF Başkanı Strauss-Kahn, bir yandan dünya ekonomisinde “iyileşmeler”in başladığını ve 2010 yılında artı büyümelerin olacağını ifade ederken, diğer yandan da 2010’da pek çok ülkede işsizliğin artacağını, 90 milyon insanın ağır yoksullukla karşı karşıya kalacağını, bunun bazı ülkelerde savaşa neden olabileceğini söyledi. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick de benzer açıklamalar yaptı. Kapitalist sistemden kaynaklı bu sorunların, yine emperyalist-kapitalist sistem tarafından ortadan kaldırılabilmesi sizce mümkün mü?

Korkut Boratav: IMF ve Dünya Bankası, ABD’nin hegemonyasına dayalı emperyalist sistemin üst-organlarıdır. Bu türden bir işlev ve görev, kaba yöntemlerle yürütülemez. En aşırı ve katı neoliberal reçeteleri çevre ekonomilerine taşıdıkları tarihlerde dahi, kullandıkları söylem, yumuşak ve ılımlıdır. Bir yandan sermayenin ve emperyalizmin hegemonyasını güçlendiren yöntemleri uygularken, bir yandan da bu reçetelerin büyüme hızlarını, dolayısıyla halkın refahını yükseltme; bölüşüm ilişkilerinde eşitsizlikleri azaltma sonuçlarını vereceğini ısrarla savundular; mazlum ülkelerdeki kamuoylarını ikna çabalarını kesintisiz sürdürdüler. Şimdi de kapitalizmin yarattığı krizin gerçek nedenlerini perdeleterek, krizin sosyal sonuçlarını “eleştirel” görünüşlü bir söylemle anlatarak aynı işi yapıyorlar.

- İMF-Dünya Bankası toplantısının gerçekleştiği tarihlerde İstanbul sokakları da antiemperyalistlerin, sendikaların, kitle örgütlerinin eylemlerine sahne oldu. Düzen cephesi, antiemperyalistlerin eylemlerine azgınca saldırdı ve karalamaya çalıştı. Haklı ve meşru bir tepkinin sonucu olan eylemlere yönelik saldırı ve karalamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Korkut Boratav: İMF-Dünya Bankası toplantısına karşı bu tür eylemler yapılmasaydı, Türkiye için bir yüz karası olurdu. Direnme ve protesto eylemlerinin, egemen sınıfın sözcüleri ve iktidar tarafından alkışlanması elbette beklenemezdi.