05 Şubat 2010
Sayı: SİKB 2010/06

 Kızıl Bayrak'tan
4 Şubat dayanışma grevinin gösterdikleri...
Tayyip Erdoğan
sömürücü sınıfların temsilcisidir!
Genel grev-genel direnişi
örgütleyelim!
İstanbul ve Ankara’da 4 Şubat
İzmir’de hayat
TEKEL işçileri için durdu!
TEKEL direnişine Adana, Bursa ve Eskişehir’den destek
On binler TEKEL için alanlara çıktı
TEKEL direnişiyle
dayanışma eylemleri
Entes direnişiyle dayanışma gecesi mücadele kürsüsü oldu
Entes direnişi güncesi
İşçi ve emekçi hareketinden...
Sol hareket üzerine
değerlendirmeler
Kampanya sona erdi,
mücadele sürecek!
Emeğimiz, onurumuz, haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye!
Selam olsun TEKEL’in
direnen işçi kadınlarına!
Kadına yönelik şiddet yasalarla da
teşvik ediliyor
Davos ve kapitalist sistemin iflası
Honduras’ta askeri cuntaya
“sivil” kılıf
Savaş aygıtının başaramadığını
rüşvet de başaramayacak!
TEKEL direnişinin ateşi yurtdışında
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri
TEKEL işçilerinin direnişi - M. Can Yüce
Düzen cephesi zindanlarda
her yönden saldırıyor!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Davos ve kapitalist sistemin iflası

Dünya Ekonomik Forumu’nun “Davos Zirvesi” 40. yıl toplantısı 27-31 Ocak tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kasabasında yapıldı. 90 ülkeden 2500 kişinin katıldığı zirveye, bir sonraki kriz tehlikesi damgasını vurdu ve ikinci bir kriz dalgasının beklendiği itiraf edildi. Dile getirilen bir başka gerçek ise ekonomik krize parelel olarak siyasal bir krizin de yaşanmakta olduğunun itiraf edilmesiydi. Bankacılık sisteminde yapılması gereken reformlar ise hararetli tartışmaların bir başka konusunu oluşturdu.

2009 yılındaki Davos zirvesi küresel krizin en şiddetlendiği döneme denk gelmişti. Bu yılki zirvenin konusu da, küresel ekonomik krizin verdiği zararın telafi yollarının aranacağı “Dünyanın durumunu iyileştirme: Yeniden düşünme, Yeniden Tasarlama, Yeniden İnşa etme” olarak saptanmıştı. “Dünyanın durumunu iyileştirme” konusunda 1000’den fazla uzmanın 70 komisyonda görev aldığı belirtilmiş ve bu uzmaların “dünyanın durumunu iyileştireceği” mutlu haberi verilmişti. Bunun için de bu yılki Davos Zirvesi, ekonomi ve siyaset açısından en önde gelen “beyin fırtınası” buluşması olarak kabul edilmişti.

Zirvenin yukarıda belirtilen ana gündemin temel konu başlıkları arasında “Ekonomik ve sosyal refah, küresel riskleri azaltma ve sistemik soruna yönelme, sürdürülebilirliğin sağlanması, değerler çerçevesi oluşturmak, etkin kurumlar inşa etmek ve terörizm” gibi gündemler yer alıyordu.

Küresel ekonomik krizin verdiği zararların telafi yollarının arandığı ve krizi aşmanın yollarının aranıp tartışıldığı zirvede, açılış konuşmasını yapan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, sistem adına kapitalizmin gerçeğine ve karanlık geleceğine dair acı gerçekleri dile getirdi. Sarkozy, küresel krizin küreselleşme krizi olduğunu, kapitalist ekonomi sistemine ahlak kavramının yeniden hakim olması gerektiğini vurguladı ve “Konu kapitalizmi lağvetmek değil. Ancak ne tür bir kapitalizm istediğimize karar vermemiz gerekir. Şu anda kapitalizmde bir sapkınlık yaşanıyor. Kapitalizm değerler üzerine kuruludur. Finans kapitalizm ise, kapitalizmin değerlerini ayaklar altına alan bir sapıklıktır“ biçiminde “öfke“ ve kaygılarını dile getirdi ve “ahlaki kapitalizm” önerdi.

Sarkozy’nin değerler üzerine kurulduğunu, ama bunun ahlaki olması gerektiğini önerdiği kapitalizm, sadece ve sadece paranın değeri üzerine kurulmuştur. Tam da bunun içindir ki bizzat düzen sözcüleri, dünyada 3 milyar insanın günde 2 dolardan daha az bir parayla yaşamak zorunda olduğunu, 1 milyara yakın insanın beslenme imkanından yoksun olduğunu, açlıktan ve önlenebilir hastalıklardan dolayı milyonlarca insanın öldüğünü, ülkeler ve bölgeler arası uçurumun derinleştiğini, işsizliğin yüz milyonlarca insanın kabusu haline geldiğini dile getirmek zorunda kalıyorlar. BM çalışma örgütünün kendi rakamlarına göre sadece geçen yıl 27 milyon kişinin işini kaybettiğini, bunların yarısının zengin ülkelerde olduğunu, bu sayıya bu yıl 3 milyon kişinin daha ekleneceğini açıklamış bulunmaktadırlar. Kapitalizmin tek değer yasası para olduğu içindir ki milyarlarca işçi ve emekçi sosyal yıkımın ve büyük acıların pençesinde kıvranmaktadır. Bunlardan da öte, kapitalizmin üzerine oturup yükseldiği değer, bugün gezegenimizin ve insanlığın karşı karşıya kaldığı büyük tehlikenin de biricik kaynağıdır.

Krizden çıkmaya ilişkin boş beklentiler...

Her ne kadar dünya ekonomisinin toparlanacağı ve yavaş da olsa ekonomideki büyümenin kriz öncesi döneme göre daha büyük seyredeceği iyimserliği dile getirilse de, zirvede üzerinde birleşilen temel konunun 2010 yılından itibaren de belirsizliklerin süreceği ve dalgalanmaların yaşanabileceği olgusu oldu. Öngörülen ve beklenen bir başka temel önemde gerçek ise “yeni bir krizin eşiğinde olunduğu ve ikinci dalganın gelme riski bulunduğu” dolaysıyla bunu engellemenin küresel çapta ortak bir politika saptanması ve “adil dağılımın” gerçekleşmesi olarak önerilmesidir. Krizi önleme çerçevesinde Davos’a damgasını vuran bir diğer konu da bankacılığa ilişkin yeni politikaların saptanması ihtiyacının dile getirilmesiydi. Bu çerçevede Obama’nın finans piyasası patronlarına ilan ettiği “savaş” bankalara karşı daha katı düzenlemeler ön görüyordu. Bu, Amerika bankaları tarafından büyük bir dirençle karşılandı ve Davos’ta lobi faaliyetine konu edildi. Aralarında Deutsche Bank Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Uluslararası Bankalar Birliği Başkanı da olan Ackermann’ın da bulunduğu çok sayıda bankacı, sektöre çok sıkı düzenlemeler getirilmemesi için yoğun kulis faaliyeti yürüttüler. “Sürekli yeni düzenlemeler, yeni vergiler getirilmesinin akılcı olmadığını, bunun güvensizliği arttıracak ve mali sektörün istikrara kavuşmasını engelleyecek” bir rol aynayacağı temasını ısrarla işlediler. Ancak zirve, bankacılar arasında da büyük görüş ayrılıklarına sahne oldu. Hükümetler de kendi aralarında fikir birliği sağlamış değiller. Temel konu ve soru, “Bankacılık sektörüne dair dünya çapında kurallar konması gerekiyor mu, ya da her devletin kendi başına bir şeyler yapması yeterli mi?” olgusudur. Bu eksendeki hararetli tartışmaya Nobel ekonomi ödülü sahibi Stieglitz, “İşe ulusal düzlemde başlamalıyız, her devlet, vatandaşını ve ekonomisini korumakta sorumludur” diyerek tartışmaya son getirmiş oluyordu. Yani bu, küresel krizde herkes kendi başının çaresine baksın, herkes kendini kurtarmaya çalışsın demek oluyordu.

Davos’taki leş kargaları birçok konuda uzlaşamdılar ama “ikinci krizin eşiğinde olunduğu, yeni dalganın özellikle ABD ve Avrupa’yı vuracağı” hatta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ABD ve Avrupa’yı kurtarabileceği rüyasını bile görebildiler. Doğal olarak krzin tüm yükünü işçi ve emekçilere devlet terörü eşliğinde nasıl fatura edebilecekleri konusunda birleştiler. Tarih ve bilim, asalak burjuva sınıfın kendi çıkar ve ihtiyaçları çerçevesinde sürekli bir çelişki ve çatışma içinde olduklarını, kokuşmuş ve artık insanlığın gelişmesi önünde engele dönüşmüş olan asalak düzenlerini korumak için işçilere, emekçilere ve ezilen halklara karşı tam bir kenetlenme içinde olduklarını kanıtlamaktadır. Ekonomik krizin siyasal krize dönüştüğü, sosyal patlama korkusunun dile getirilmesi ve buna uygun her türlü önlemin alınması zorunluluğu onların üzerinde birleştikleri en temel olgudur.

2010’un ilk ayında toplanan Davos zirvesi, daha önceleri 2010’da aşılacağı iddia edilen krize ilişkin yeni durumu “belirsizliğin 2010’da da süreceği ve dalgalanmaların devam edeceği” olarak formüle etmekle kalmamış, krizin ikinci aşamasında olunduğu da ilan etmiş bulunuyor. Dün 2010’da aşılacağı iyimserliği pompalanıyordu, bugün ise 2010, yeni kriz dalgasının başlangıcı olarak sunuluyor.

Sorun, basitçe düzen temsilcilerinin iyimserliklerinin abartılı olmasıyla ya da aşılacağına ilişkin öngörülen sürenin tutturulmamasıyla açıklanamayacağı gibi bir çelişki olarak da görülemez. Sorun kapitalist ekonominin işleyişinin bir sonucudur. Krizin faturası işçi sınıfı ve emekçilere fatura edilmeksizin, üretici güçlerin ve birikmiş zenginliğin geniş çaplı tahribi olmaksızın krizden kurtulmak sanıldığı kadar kolay görülmemektedir.

Bugün dünyamızın geldiği durumun ve yaşanan her türlü sorunun kaynağı ve sorumlusu olanlar, mevcut durumdan duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar ve kendileri dışında sorumlu arıyorlar. Dahası sözüm ona insanlığın ve dünyanın durumunu iyileştirme kaygısı ve sorunlara çözüm bulma amaçı taşıdıkları iddiasında bulunuyorlar. Elbetteki onların çözüm arayışları ve kaygıları kokuşmuş düzenlerini korumak ve onu tehdit eden her tür dinamiği tasfiye etmektir. Onların kaygıları arasında ezilen insanlığa yer yoktur. Tersine Davos’ta toplanan emperyalist tekeller, geniş çaplı sosyal saldırılar, sömürünün yoğunlaştırılması ve emekçilerin kazanılmış sosyal haklarının gaspedilmesi yoluyla krizdenkurtulmanın yollarını aramaktadırlar. Krizin ağır faturasını emekçilere ödetmek sermaye dünyası için temel, hatta zorunlu bir yoldur. Davos zirvesinde tartışılıp karara bağlanan en temel noktalardan biri de budur. Bu olgu, sosyal yıkımın ağırlaşması, işsizlik, yoksulluk ve açlığın derinleşmesi demektir. Dolayısıyla bu tutulacak yolun sosyal dengeleri altüst edeceği, tüm sorunları görülmemiş düzeyde ağırlaştıracağı ve sınıf çelişkilerini keskinleştireceği gibi kaçınılmaz sonuçlara yol açacaktır. Zirve de artık daha açıkça sözedilen politik istikrarsızlığın “sosyal patlama ve terörizm tehdidine” yol açacağı, bunun ciddi güvenlik önlemleri gerektirdiği propagandası, burjuvazinin krize siyasal cepheden de önde hazırlığı anlamına gelmektedir.

Davos’ta dile getirilen siyasal kriz elbetteki sosyal mücadelelerin ve sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi olgusuyla sınırlı değildir. Bunun bir öteki boyutu ise militarizmin yeni bir düzeyde tırmanması, emperyalistler arası mücadelenin şiddetlenmesi olarak yaşanmaktadır. Tüm bunlar bir arada emperyalist saldırganlığın ve kapitalist sömürünün dizginlerinden boşalacağı, emekçilere ve ezilen halklara büyük sosyal yıkımların ve daha ağır acıların yaşatılacağı anlamına gelmektedir. Davos gibi emperyalist zirveler bu gibi sorunların ve saldırıların dolaysız sorumluluğunu taşımaktadırlar ve insanlığa yaşatılan her türlü belaların suçluları durumundadırlar.

Kapitalizmin ağır ve derin bunalımları geniş çaplı iflaslar zincirinden ekonominin askerileşmesine ve yıkıcı savaşlara kadar, sosyal, siyasal faturası ağır olan bir dizi sonuçlara yol açmaktadır. Ama kapitalizmin bunalımı elbette sadece bu felaketli sonuçlara değil, aynı zamanda devrimlere de kapı aralamaktadır. Komünistler olarak gelmesi kaçınılmaz olan yeni devrimler dönemine kendi coğrafyamızda her açıdan hazırlanmak, dünya devrimine en anlamlı katkı olacaktır. Kapitalizmin çürümüş ruhu olan Davos’lar böyle toprağa gömülecektir.


 

Basel’de Davos Zirvesi’ne karşı yürüyüş

Her yıl geleneksel olarak Ocak ayında düzenlenen “Davos Zirvesi” bu yıl da 27-30 Ocak tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kasabasında toplandı. Zirveye paralel olarak gelenekselleşen zirve karşıtı gösteriler bu yıl da yapıldı.

Protesto gösterileri için yapılan önçalışmalarda çeşitli kentlerde platformlar kuruldu, bir dizi kültürel etkinliğin yanısıra toplantılar örgütlendi. Kurulan platformlar arasında sürekli bir iletişim ve fikir alışverişinde bulunuldu, bazı gösterileri ortaklaştırma kararı alındı.

Ortak afiş, ortak çağrı, pul ve bildiriler hazırlandı ve bunlar yaygın olarak kullanıldı. Gösterilerin ilki Luzer’de gerçekleşti. Ayrıca protestolar, Fransız kantonlarının bazı kentlerinde yasaklanmasına rağmen Cenevre’de gösteri düzenlendi.

30 Ocak günü saat 13.00’te Basel’de protesto gösterileri gerçekleştirildi. Yürüyüşte “Kapitalizmi yıkmak için mücadeleyi sokağa taşıyalım”, “Kapitalist sömürü ve baskının olmadığı bir dünya için mücadeleye” şiarının yer aldığı ortak pankartlar taşındı. Kentin merkezi ve kalabalık caddelerinde gerekleştirilen yürüyüşe anti-kapitalist slogan ve şiarlar damgasını vurdu.

TKİP yürüyüşe Almanca “Kapitalist sömürüye, sosyal hak gasplarına, işsizliğe, ırkçılık ve savaşa karşı sosyalizm için mücadeleye” şiarının yer aldığı pankartla katıldı.

Yürüyüşte ayrıca BİR-KAR’ın TEKEL işçileriyle dayanışmak amacıyla hazırladığı bildiriler dağıtıldı.

Gençliğin ağırlıkta olduğu yürüyüşe 500`ü aşkın kişi katıldı.

TKİP Basel taraftarları