08 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/02

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişi kritik bir döneme giriyor
2009’da sınıf hareketi...
Zamlara ve sosyal yıkım saldırılarına
karşı mücadeleye!
Polis terörü ve cinayetleri protesto ediliyor.
“Polis cinayetlerine ve terörüne son!”.
TEKEL işçisinden
“direnişe devam” kararı.
TEKEL Direnişiyle Dayanışma Komitesi kuruldu!.
4 / C mağduru bir TEKEL işçisiyle konuştuk.
Esenyurt’ta işçiler mücadele ve örgütlenmeyi tartıştı
Sınıf hareketinden.
TKİP III. Kongresi
Açılış Konuşması…
Kapitalizmin küresel krizinin dalgaları 2010’da da yayılmaya
devam edecek.
Gençlik 2010’da düzen karşıtı
mücadeleyi büyütmelidir!
Ekim Gençliği’nden
polis terörü karşıtı çalışmalar.
Emekçi Kadın Komisyonları’ndan çağrı
2009 yılında emekçi kadınlar için yoksulluk, yıkım ve şiddet vardı
Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları’nın TMMOB’daki seçim sürecine dair açıklaması
Emperyalist savaş makinesi namluları Yemen halkına çevirdi!
Kitle hareketi İran’daki Mollalar rejimini sarsıyor..
2010’a girerken - M. Can Yüce
Edirne’de polis terörü ve linç girişimi
Silahı tutan bilek değil yürektir!..
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TKİP III. Kongresi Açılış Konuşması...

Sınıfın ve devrimin partisi olabilmek!

 

I. Bölüm

(EKİM / Sayı:262 Ocak 2010) 7 Kasım 2009’da kamuoyuna ilan edilen TKİP III. Kongresi resmi çalışmalarına Cihan yoldaşın burada elden geçirilmiş kayıtları sunulan açılış konuşması ile başladı. Konuşmanın parti güvenliğini ilgilendiren bölümlerine doğal olarak yer verilmedi. Metnin başlığı ve ara başlıkları ise buradaki yayın esnasında konuldu...

III. Parti Kongresi’nin toplanma süreci üzerine

Konuşmama kongremizin hazırlık sürecine, bileşimine ve temsil düzeyine ilişkin daha çok da teknik nitelikte sayılabilecek bazı sorunlarla başlamak istiyorum...

(Yayınlanamaz bölümler...-Red.)

Kongremizin temsil düzeyinin yeterince güçlü olduğunu vurguladım. Deneyimlerimizin toplamı üzerinden bakıldığında, bu denli bir geniş temsil hem riskli ve hem de sanılabileceğinin aksine amaca çok da uygun değil. Partinin genel güvenliğinden iç illegalitenin bazı hassasiyetlerine kadar çeşitli sorunlara yol açabilecek bir durum bu. Örgütsel demokrasi kuşkusuz güzel ve arzu edilir bir uygulama. Ama polis rejimi koşullarında varlığını sürdüren bir yeraltı örgütünde bunun ölçüsünü iyi tutturabilmek de temel önemde bir sorun. Ölçüyü kaçırdınız mı, işi demokrasicilik oyununa vardırdınız mı, bu telafisi zor sorunlara, hatta bazen gerçek bir örgütsel yıkıma da yolaçabilir. Devrimci bir yeraltı örgütünde güvenlik temel önemdedir; bu nedenledir ki, örgütsel demokrasiyle karşı karşıya geldiği her durumda, tereddütsüz biçimde örgütsel güvenlikten yana tercih yapmak gerekir.

Bu arada örgütsel demokrasinin parti güvenliğini zora sokmayan yol ve yöntemlerini de bulmak ve daha da geliştirmek durumundayız. Ben, özellikle de 20. yüzyıl sosyalizminin deneyimlerini bir parça incelemiş ve anlamaya çalışmış biri olarak, gerçekte parti içi demokrasiyi fazlasıyla önemsiyorum. Bu hassasiyet partimizde de yeterince vardır ve başlangıçtan bugüne örgütsel yaşam deneyimimiz bunun bir kanıtıdır. Parti içi demokrasiyi önemsemek ama onu salt bir seçim uygulamasına, kongre ya da konferanslarda biçimsel temsil hak ve olanağına da indirgememek gerekir, sorun bu. Parti içi demokrasinin bir dizi değişik yol ve yöntemi, kadroları partinin tüm süreçlerini katabilmenin çok çeşitli biçim, araç ve yöntemleri vardır. Bunları arayıp bulmak, demokratik uygulamaları, partinin iç demokratik yaşamını bunlar üzerinden sürdürebilmektir önemli olan.

Örgütsel demokrasinin partimizde genişçe bir uygulama alanı var dedim. Parti önden sunulmuş gündem üzerine özgürce yapılmış tartışmaların ardından seçilmiş delegelerle kongresini topluyor, bu bile yeterlidir bunu göstermeye. Örgütlü bir yapımız ve buna yön veren bir parti tüzüğümüz var. Tüzüğümüzde üyelerin hak ve görevlerinden hiyerarşik yapılanması içerisinde parti organlarının görev ve yetkilerine kadar herşey yeterli açıklıkta ve kesinlikte tanımlanmıştır. Kongremizin oluşumu da bunun ürünü olmuştur: Tam da tüzüğümüzde öngörüldüğü gibi, kongre kararı kongre gündemi eşliğinde tüm partiye önden zamanında sunuluyor. Bunu kongrede temsil esaslarının saptanması tamamlıyor. Bu temelde temsil yetkisi olan organlar toplanıyor, özgür tartışmaların ardından adaylar ortaya çıkıyor, seçimler yapılıyor ve delegeler gönderiliyor. Bunun, hele de zor koşullarda mücadele eden bir yeraltı örgütü için, ideal değilse bile önemli bir demokratik işleyiş örneği olduğundan kuşku duymamak gerekir.

Resmi oturumları önceleyen tartışmalarımız esnasında da bir vesileyle ifade etmiştim; MK, III. Parti Kongresi delege seçimlerini şu veya bu doğrultuda etkilemek için herhangi bir çaba sarfetmedi. Ama edebilirdi de. Devrimci bir yeraltı partisi duruma göre bunu yapabilmelidir. Devrimci bir parti demokrasiyi biçimsel bir oyuna çevirmiyorsa, devrim iradesini ciddiyetle temsil etmek iddiasındaysa ve elbette devrimin çıkarlarını herşeyin üzerinde tutuyorsa, bu durumda, yerine göre partinin genel çıkarlarını gözeten belli müdahaleler yapabilir, yapmalıdır da. Diyelim ki, belli kişilerin delege olarak seçilmesi ya da tersinden seçilmemesi yolunda etkileyici yönlendirmelerde de bulunabilmelidir. Bunun sakıncalı olduğu ya da meşru sayılamayacağı tek durum, partide görüş ayrılıklarının yaşandığı ve bunun da kongre yoluyla bir sonuca bağlanmaya çalışıldığı koşullardır. Bu gibi durumlarda partide ciddi görüş ayrılıkları ve dolayısıyla taraflar vardır, sorunu ise parti kongresi çözecektir. Böyle durumlarda MK’dan gelecek yönlendirici müdahaleler meşru değildir, parti tüzüğünün çiğnenmesi anlamına gelir.

Ama kendi içinde ideolojik birliği olan ve dolayısıyla kongresinde görüş ayrılıkları kapsamında çözüme bağlanacak temel önemde sorunları bulunmayan bir parti, eğer salt kendi gelişme sürecinin yeni sorunlarını çözmek üzere bir kongre topluyorsa, böyle bir kongrenin verimliliğini, güvenliğini, partinin başka bazı bakımlardan ihtiyaçlarını ve çıkarlarını gözeterek, bazı yönlendirici müdahaleler yapabilir. Bu da Merkez Komitesi’nin önderlik misyonunun bir parçasıdır, böyle sayılmalı, böyle anlaşılmalıdır.

Ama biz III. Kongre seçimleri sürecinde böyle müdahalelerde bulunmadık, buna da özel bir dikkat gösterdik, sözümü asıl buraya bağlıyorum. Partide demokratik geleneklerin yerleşmesini önemsiyoruz ve bunun gerektirdiği büyük bir özen içindeyiz. Bu gelenekler yerleşsin, derinlemesine sindirilsin, bir kültür haline gelsin, böylece partide bu konuda da yeterli bir iç güven ve rahatlık oluşsun istiyoruz. Şu an öncelikli sorunumuz ve kaygımız bu. Ve biz bunda başarılı olduğumuz ölçüde, gelecekte durumun özellikle gerektirdiği hallerde, böyle müdahaleleri daha rahat yapabiliriz. Parti de bunu büyük bir olgunluk ve sükunetle karşılar, bundan dolayı herhangi bir sorun yaşanmaz.

 

III. Parti Kongresi’nin gündemi üzerine

Kongremizin çalışma gündemine geçiyorum. Önümüzde MK tarafından tüm partiye sunulmuş III. Parti Kongresi Gündem Taslağı başlıklı kapsamlı bir çalışma gündemi var. Bu gündemin oluşturulma mantığı üzerinde biraz durmak istiyorum.

Devrimci bir parti, toplanmakta olan kongresinin gündemini iki farklı yöntemsel yaklaşımla saptayabilir. Bunlardan ilki ve genellikle alışılmış olanı, gündemdeki sorunların dönemsel siyasal süreçler üzerinden saptanmasıdır. Siyasal yaşamın sıcak akışından hareketle sorunlar saptanır, bunlar tahlil edilip açıklığa kavuşturulur ve bundan hareketle partinin dönemsel görevlerinin çerçevesi ortaya konulur. Toplanan her yeni parti kongresinin esas işlevi ve dolayısıyla başarısı da buradan gidilerek belirlenir ve değerlendirilir.

Dönemi değerlendirmek ve buna bağlı olarak partinin görevlerine açıklık getirmek, elbette her devrimci parti kongresinin değişmez gündemi ve dolayısıyla önemli bir görevidir. Nitekim bizim gündemimizde de sorunun bu yanı yeterli biçimde yer almaktadır, dolayısıyla kongremizin de tabii ki böyle bir görevi vardır. Ama partileşme sürecine ilkesel ve tarihsel açıdan baktığımızda, daha esaslı olan ve güncel olanı tamamlayan, ona anlamlı bir stratejik çerçeve de sağlayan bir başka yöntem daha var. Bu, devrimci sınıf partisinin inşasını stratejik bir süreç olarak kavramaya ve partinin dönemsel sorunlarını ve görevlerini de bu stratejik kavrayış içinde ele almaya dayalı bir yöntemdir. Bu açıdan bakıldığında biz hala da partileşme süreci içindeyiz ve bunu da her vesileyle ifade ediyor, döne döne vurguluyoruz. Partiyi konu alan değerlendirmelerimizde var bu yaklaşım. Yakın yıllarda II. Parti Kongresi’nin gerekçeli gündeminde buna gereğince yer ayrılmıştır. Ve son olarak da III. Parti Kongresi Gündem Taslağı’nda bunun üzerinde durulmuştur.

Biz daha baştan partiyi marksist bir bakışaçısıyla, sosyalizmin ve sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliği olarak tanımlamış bir çıkışın ürünüyüz. Halkçılıktan kopuşumuzda bu bakışaçısı temel önemde bir rol oynamıştır. Ve eğer, sosyalizm ile sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliğini partimizin politik-örgütsel varlığında henüz gereğince somutlayamamışsak, bu anlamda sosyalizm ile sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliğini gerçekleştirememişsek, bu temel önemde olgu, bizim partileşme sürecimizin bu anlamda hala da devam ettiği anlamına gelir. Sorunun bu yanı üzerinde ısrarla duruyoruz, zira bunun saflarımızda çok iyi kavranması gerekir. Gelişme sürecimizin gereklerini ve sorunlarını doğru ve tüm kapsamı ile anlayabilmek ancak bununla olanaklı olabilir.

Devrimci sınıf partisinin inşası uzun yılları kapsayan stratejik bir süreçtir. Önümüzdeki III. Parti Kongresi Gündem Taslağı’nda, Lenin’e atıfla partileşme sürecinin stratejik aşamalarından sözedilmektedir. Bu açıklayıcı bir yaklaşım olduğu için özellikle önplana çıkarılmıştır. Parti’nin sağlam bir teorik temele, buna bağlı olarak ideolojik-programatik bir çizgiye oturması, kadrosal birikim bakımından belirli bir düzeye ulaşması, sınıf hareketiyle devrimci birleşmede ilk önemli mevzilerini elde etmesi, devrimci bir moral değerler sistemi oluşturması, her açıdan devrimci bir gelenek yaratması, bunlar temelinde devrimci siyasal kimliğini çok yönlü olarak geliştirmesi vb., bütün bunlar partileşme sürecinin ilk aşamasının esaslı adımlarıdır. Parti bütün bunlarla sağlam temellere dayalı bir kimlik kazanır ve siyasal sahnede bir yer edinir, giderek bir taraf haline gelir. Fakat siz bu anlamda, dolayısıyla kelimenin gerçek anlamında, devrimci sınıf partisi olmayı başardığınızda, gerçekte sadece bir ilk gelişme aşamasına ulaşmış oluyorsunuz. Evet, bu stratejik bir gelişme aşamasıdır ve tarihi önemdedir. Ama yine de henüz gelişme sürecinizin yalnızca bir ilk aşamasıdır. Lenin bunu, “sınıfın öncüsünü komünizme kazanmak” olarak tanımlar.

Bunu bir ikinci aşama tamamlamalıdır, ki devrimin zaferinin gerçek güvencesi de bu olacaktır. Bu ikinci aşama, devrimci sınıf adına toplumda etkin bir konum kazanmak, tüm öteki emeçi sınıf ve katmanları, işçi sınıfının ezilen müttefiklerini devrimci sınıf önderliği altında birleştirmeyi başarabilmek, iktidarı alma mücadelesini örgütleyebilmek ve böylece devrimin zaferine doğru yürüyebilmek demektir. Bu, sınıfın geniş katmanlarıyla birlikte ezilen ve sömürülen müttefiklerini de devrimci sınıf önderliği altında birleştirebilmek sürecidir. Bu, ilkinden de önemli, stratejik nitelikte ve her bakımdan daha zorlu ve karmaşık bir tarihi süreçtir.

Biz hala partileşme sürecinin ilk aşamasındayız; ve doğrusunu söylemek gerekirse, bu ilk aşamanın da henüz ilk adımlarındayız. Hatırlayacağınız gibi bu, kongre gündemi metninde de tam da aynı açıklıkta vurgulanıyor. Biz hala ideolojik ve örgütsel kimliğini geliştirme çabası içinde olan, sınıfın en ileri unsurlarıyla birleşmeye çalışan, örgütlenmesini sınıf zeminine oturtmaya ve kadrosunun esas ağırlığını sınıf bilinçli proleterlerden oluşturmaya çalışan bir partiyiz. Bu anlamda, partinin gerçek bir kuruluşu anlamında, hala da bir parti inşa süreci içindeyiz. İnşa sürecini yeni bir düzeyde geliştirip sürdüren, buna ihtiyacı olan bir partiyiz.

Sorunu bu bakışaçısıyla ele almamız gerektiğini düşünüyor ve bunu çok önemsiyorum. Zira ancak bu taktirde, sorunlarımızı doğru bir biçimde anlayabiliriz. Ancak böylece, gelişim süreci içinde partimizi bekleyen görev ve sorumlulukları doğru bir biçimde ortaya koymayı ve adım adım çözmeyi başarabiliriz.

Dünkü bir tartışmada, Rus­-Japon savaşı esnasında Lenin’in tutumuna değinmiş oldum. Bu gerçekten çok açıklayıcı bir örnektir, bu nedenle de ben yeri geldikçe anmayı önemli bulurum. Rusya tüm toplumu sarsan büyük bir siyasal olay ile yüzyüze; ülke Japonya ile sıcak savaşın içerisinde. Bu fiilen aylar boyu, resmen bir yılı aşkın bir süre devam eden bir büyük savaş. Ama devrimci bir partinin lideri bu konuda bir kez olsun kalem oynatma ihtiyacı duymayabiliyor. Bu sarsıcı önemli olay hakkında oturup tek bir yazı bile yazmayabiliyor. Ne yapıyor peki? Kendini tümüyle devrimci partinin inşası sorunlarına, parti tabanını kendi çizgisine kazanmaya, bu çerçevede menşeviklerle parti sorunları üzerine polemikler yürütmeye veriyor. Zamanını, dikkatini, enerjisini bu işe yoğunlaştırıyor ve ifade uygunsa gözü başka birşey görmüyor. Partiyi kendi çizgisine kazanmaya, kendi kadrosunu oluşturmaya, partide doğru bir örgüt anlayışını hakim kılmaya çalışıyor. Yani özetle, geleceğin olaylarına devrimci partiyi hazırlamaya bakıyor. Öyle ya, eğer ortada ilkesel ve ideolojik açıklığa sahip ve sağlam örgütsel temellere oturmuş bir devrimci parti yoksa, devrimci açıdan bakıldığında öteki herşey zaten tüm anlamını yitirmez mi? Bu durumda Rus-Japon savaşının siyasal anlamı ve sonuçları üzerine en mükemmel değerlendirmeler yapsanız ne olur ki? Devrimci öncü, devrimci liderlik açısından önemli olan, bu türden siyasal gelişmelerin de hızlandırdığı devrimci süreçlere öznel devrimci hazırlıktır. Lenin’in davranışını belirleyen de bu olmuştur. Tam da bu sayededir ki, Bolşevik Partisi büyük devrimci kaynaşmalar dönemine en iyi biçimde hazırlanabilmiş, bu günler gelip çattığında ise rolünü etkin ve başarılı bir tarzda oynayabilmiştir.

Alman devriminde, tam tersinden olmak üzere, bu aynı durumun bir başka klasik örneğini görüyoruz. Dört yıllık emperyalist savaş Almanya’da da devrime yolaçtı. 1918 Kasım’ından itibaren Alman işçi sınıfı kurulu düzeni temellerinden sarsabilecek bir devrimci politik inisiyatif gösterdi. Ama ortada buna önderlik edecek, böylece bu ayağa kalkışı devrimci iktidar mücadelesiyle taçlandıracak bir devrimci öncü parti yoktu. Bu olmadığı içindir ki, savaşın yıkımıyla temellerinden sarsılmış durumdaki kurulu burjuva düzeni, buna rağmen kendini savunmayı, devrimi bloke etmeyi ve sonunda da karşı­devrimi egemen kılmayı başarabildi.

Öncü devrimci partinin tarihsel önemdeki rolü, bu iki farklı tarihsel örnek üzerinden çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Partimize bu bilinç egemen olduğu içindir ki, biz, devrimci iktidar iddiasını ve perspektifini çoktan yitirmiş halde gündelik olayların ardından sürüklenen tasfiyeci Türkiye solunun davranış çizgisinin tümüyle dışında duruyoruz. Kendiliğindenci ve tasfiyeci solun devrimci öncü partiyi stratejik bir bakışaçısıyla hazırlama görevinin gereklerinden tümüyle uzak sürüklenmelerinin ne bir değeri ne de bir geleceği var. Aslolan her zaman niteliktir; aslolan stratejik bakışı hiçbir durumda yitirmemek, öncü devrimci parti sorununa da buradan bakabilmektir. Böyle bir partinin stratejik inşa sürecini bilinçli bir biçimde örüp ilerletebilmektir.

Bu kuşkusuz hiçbir biçimde güncel mücadeleyi, bunun gereği olan görevleri küçümsemek demek de değildir. Devrimci parti ancak sınıflar mücadelesinin sıcak pratiği içinde inşa edilebileceğine göre, böyle bir küçümseme zaten sözkonusu olamaz. Partimizin pratiği bunun da yeterince açık ve somut bir örneğidir. Güç ve olanaklarımızla kıyaslandığında tempolu bir çalışma ve zorlu bir mücadele içinde bulunuyoruz. Sınıflar mücadelesinin tüm temel gündemleriyle yakından ilgiliyiz. Siyasi yaşamın tam olarak içerisindeyiz. Parti inşa sürecinin sorunlarını tam da gündelik olarak akan zorlu siyasal yaşam içerisinde çözmeye çalışıyoruz. Ama biz, nerede hareket orada bereket, kısa günün karıyla ne edip edip güç olma biçiminde kendini gösteren, stratejik hedef ve öncelik bakışından ve bilincinden yoksun, yönsüz pragmatist küçük-burjuva dargörüşlülüğüne de düşmüyoruz. Böyle ömürsüz heveslerimiz olmadığı gibi geleneksel Türkiye solunun bu türden eğilimlerine de zerre kadar prim vermiyoruz.

Partimizin bir stratejik inşa planı var ve bizler gündelik siyasal çalışmamıza ve mücadelemize her zaman bunun üzerinden bakmalıyız, gelişme sürecimizin sorunlarını hep buradan giderek ele almalı, irdelemeli, tartışmalı ve gereklerini yerine getirmeliyiz. İdeolojik gelişme, politika, örgüt, illegalite, kadro, devrimci kimlik, devrimci değerler sistemi, eğitim ve donanım, vb. açılardan parti ne durumdadır diye sürekli biçimde sormalı ve her zaman bu soruların gerçeğe uygun yanıtlarını bularak, bu alanlardaki yetersizliklerimizi, zaaflarımızı saptayarak ve elbette ki bunlarla sistemli biçimde uğraşarak, devrimci partiyi sağlam bir biçimde inşa etmeye bakmalıyız. Komünist devrimciler olarak yapmamız gereken budur, bu bakışaçısından ve davranış biçiminden hiçbir biçimde şaşmamaktır.

Devrimler karmaşık toplumsal süreçlerin ürünüdürler; nesnel çelişkilerin, bunun ürünü dinamiklerin derinden derine işlemesinin sonucu olarak olgunlaşır ve patlak verirler. Bu bizim irademizi aşan süreçlerin ürünü oldukları anlamına gelir. Bize düşense devrimi hazırlıklı bir biçimde karşılamaktır, her alanda ve her açıdan buna hazırlanmaktır. Biz bunun çok yönlü ve temel önemdeki gereklerini gözetmeye ve gerçekleştirmeye bakarız. Gelmesi kaçınılmaz olan devrimi bilinçli ve örgütlü bir hazırlıkla karşılama değişmez kaygısıyla hareket ederiz. Devrim sürecinin nesnel akışı bizim dışımızdadır, biz öznel hazırlığa, kendi hazırlığımıza, bu nesnel süreçleri başarılı bir hazırlıkla karşılamaya bakarız. Biz öznel etkeniz, bunun gereklerini en tam ve sağlam bir biçimde yerine getirmeye bakarız. Nesnel koşullar bizim dışımızdadır; ve elbette biz, öznel gelişmemizi o nesnelliğin içerisinde yaşayacağız. Ama biz kendi işimize bakacağız, biz en iyi biçimde hazırlanmaya bakacağız. Bunu ne kadar derinden kavrarsak, bilinçli örgütlü bir hazırlığı ne kadar önemsersek, nesnel süreçlerin karşımıza çıkartacağı olanakları değerlendirebilmek şansına ve olanağına da o ölçüde sahip olmuş oluruz. Özetle biz, kendiliğinden sürecin bilinçli örgütlü ifadesiyiz, devrimci bir parti olarak. Devrimci sınıf partisinin inşasının sorunlarına ve süreçlerine ilkelere dayalı stratejik bir bakışımız var. Gelişme sürecimize ve sorunlarımıza hep buradan bakarak yolumuzu yürümeye çalışıyoruz. Devrimin zaferine götürecek biricik olanaklı yolun bu olduğu bilinci ile hareket ediyoruz.

Bütün bunları Türkiye sol hareketinin kendiliğindenciliği konusunda açık bilinci olan bir partinin mensubu olarak söylüyorum. Türkiye sol hareketinde devrimci öncü partinin inşası konusunda tam bir kendiliğindencilik vardır. Kırk yıllık partiler vardır, hala bir programları bile yoktur. Kırk yıllık örgütler vardır, henüz parti bile değildirler, parti olmak bir yana bu sorunu nasıl çözecekleri konusunda bir bakışları bile yoktur. Bugünün Türkiye’sinde şekilsiz bazı çevreler vardır, açık politik bir çizgi bir yana politik bir isimlendirmeden bile yoksundurlar, parti inşası diye bir sorunları ise hepten yoktur. Bu tablo Türkiye sol hareketinin kendiliğindenci geleneğini ortaya koymaktadır. Devrim ve iktidar perspektifinden yoksunluğun en dolaysız ve tartışmasız göstergeleridir bütün bunlar. Ve bu, zaman içinde kaçınılmaz bir biçimde çözülüşe ve tükenişe götürmektedir. Dünden bugüne birçok somut örnek üzerinden görüp izliyoruz bunu.

 

TKİP’nin tarihi sorumluluğu

Sol hareketin bugünkü tablosu içinde partimizin tuttuğu kendine özgü yeri ve bunun ona yüklediği tarihi değerde sorumlulukları önemle gözönünde bulundurmalıyız. Türkiye’de ‘60’lı yıllarda başgösteren güçlü bir sosyal mücadele süreci ve bunun içerisinde, sol hareketin yeni temeller üzerinde bir oluşumu ve zaman içerisinde gelişip serpilmesi var. Büyük çalkantılar içinde geçen, devrimci yükselişler ve karşı devrimci bastırmalar halinde seyreden bu tarihi dönem yaklaşık yarım yüzyılı bulmaktadır. Bu yarım yüzyıllık süreçten bugüne kalan sol hareket, onu oluşturan sol akımlar tablosu üzerinden dönüp TKİP’ye bakınız, böylece sol içinde tuttuğumuz kendine özgü yeri çok daha iyi anlar, tam olarak yerli yerine oturtursunuz.

TKİP’nin bir gelişme süreci, bugün ulaştığı bir gelişme aşaması var. TKİP’nin sağlam bir teorik temeli, açık bir ideolojik çizgisi, bunların ürünü bir programı var. TKİP’nin hemen tüm taktik sorunlarda ilkesel ve ideolojik bir açıklığı, tutarlılığı ve kararlılığı var. TKİP bugünün Türkiye’sinde devrimci örgüt konusunda tek tutarlı, ısrarlı ve kararlı partidir. TKİP’nin çok belirgin bir sınıf yönelimi var, gelinen yerde artık sınıfla anılabilen bir partidir. TKİP’nin önemli bir kadrosal birikimi ve militan sempatizan çeperi var. TKİP’nin şimdiden belirginleşmiş devrimci direnişçi gelenekleri var...

Herkesin elindekini tükettiği, maddi ya da manevi birikimini heba ettiği bir dönemde, biz politik ve moral değil ama maddi anlamda, ifade uygunsa yoktan var etmiş bir hareketiz. Tabii ki bir birikimin içinden geliyorduk; onun ideolojik, politik ve moral kazanımlarından besleniyorduk. Her zaman söyleyegeldik; boşluktan doğum olmaz, hiçbir şey yoktan varedilemez. Biz de elbette geçmiş devrimci birikimin içinden geliyorduk, sonuçta onun bir ürünü idik. Ama örgütsel ve kadrosal açıdan hemen hemen hiçbir şeyimiz yoktu. Denebilir ki bu alanda işe sıfırdan başladık. Oysa bugün, Türkiye sol hareketi içerisinde çok belirgin yer tutan bir partiyiz. Politik ve örgütsel bir varlığı ve kapasitesi olan, politik ve moral gücü olan, kafası açık, doğrultusu açık, bu çerçevede ideolojik ve ruhsal bir birliği olan, bir dizi imkan ve kazanım yaratmış bir partiyiz artık.

Bütün bu üstünlüklerin partimize yüklediği büyük sorumluluklar var, bütün bunları sıralarken asıl buraya gelmek istiyorum. Partimizin Kuruluş Bildirisi’nde, TKİP’nin kuruluşu, bu ülkede devrim ve sosyalizm davası uğruna emek vermiş, büyük fedakarlıklara katlanmış, ağır bedeller ödemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır, denilmiştir. Bu çok sade bir paragraftır o bildiride, ama partimiz için çok derin bir anlamı ve çok özel bir önemi vardır. Bu ülkede devrim ve sosyalizm uğruna harcanmış onca emeğin, yapılmış onca fedakarlığın boşa gitmemesinin, hiç değilse içinde bulunduğumuz bu tarihi evredeki tek güvencesi, kesin olarak TKİP’dir. Buna bugünün Türkiye’sinden başkaca bir örnek göstermek mümkün değildir.

TKİP bu açıdan çok büyük bir sorumlulukla yüzyüzedir. Bu sorumluluğun bilincinde olmalı ve buradan gelen bir sorumluluk ve misyon duygusuyla hareket edebilmelidir.

 

Devrimci stratejik bakış her şeyin temelidir

Devrim bilinci ve devrimci iktidar perspektifi açık ve net olan bir partiyiz. Türkiye devriminin sorunlarına bir bakışımız var. Devrimde farklı sınıfların yerine ve rolüne bir bakışımız, bu çerçevede şekillenen bir politik yönelimimiz, bununla uyumlu bir gündelik siyasal yaşamımız var. Türkiye işçi sınıfını burjuvazinin karşısına bağımsız örgütlü bir güç olarak çıkarabilmeyi, kurulu toplumsal düzeni yıkabilmenin, devrimci iktidarı kurabilmenin, sosyalizme ve komünizme yürüyebilmenin olmazsa olmaz koşulu sayıyoruz. Programımız bunu söylüyor, stratejik yönelimimiz bu eksene oturuyor ve gündelik çalışmamızın ağırlık merkezini bu oluşturuyor. Bu, proletarya devrimi perspektifi içerisinde temel ve güncel sorunlara stratejik bir bakıştır. Stratejik doğrultumuz ile gündelik uğraşımız arasında kopmaz bir diyalektik organik bağ ve bütünlük buradan gelmektedir. Partimizin taktik pratik yönelimiyle temel stratejik hedefleri arasındaki uyumun ve bütünlüğün temelinde bu bakışaçısı vardır.

İşte bu, bu partinin ideolojik açıklığının ve tutarlılığının, devrimi ciddiye almasının ve devrimin sorunlarını toplumun nesnel gerçekliği üzerinden kavrayabilmesinin, devrimci taktik yönelimini ve politikasını bu temel üzerinde kurabilmesinin en somut, en dolaysız, en çarpıcı bir göstergesidir. Her zaman söylüyoruz; gündelik yaşamda hiçbir şey gösteremezsiniz ki, programımızda bunun genel bir ifadesi olmaya görsün. Ya da tersinden, gündelik yaşamda hiçbir sorun gösteremezsiniz ki, programımızın şu veya bu bölümünün ya da maddesinin somut bir izdüşümünü yansıtmıyor olsun. Bu, partimizin teorik, programatik ve stratejik açıklıklara dayalı devrimci konum ve kimliğinin açık bir göstergesidir.

Reformizmin en temel karakteristiği, belki de Bernstein’ın o ünlü vecizesiyle tanımlanabilir; “Hareket herşeydir, nihayi amaçsa hiçbir şey!” Önemli olan gündelik mücadele içerisinde işçi sınıfının çıkarlarını koruyabilmektir, bu doğrultuda bir takım küçük ve sınırlı kazanımlar elde edebilmektir, burjuva toplum zemininde işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, hak ve özgürlüklerini geliştirebilmektir, demek istemiştir, kötü ünlü revizyonist bu kötü ünlü vecizesiyle. İşte bu klasik sosyal-demokrasinin bakışaçısıdır, bu dört dörtlük reformizmdir. Bu nihai hedeflerin ve stratejik doğrultunun bir yana bırakılmasıdır. Devrimin değil reformun esas alınmasıdır. Bu, kurulu düzeni yıkmaya değil ama onu kendi temelleri üzerinde düzeltmeye, reforme etmeye, demokratikleştirmeye dayalı bir bakış açısıdır.

Biz komünist devrimciler ise sorunu nihai amaçlar temelinde, stratejik bir açıdan ve devrimci bir perspektif içinde ele alıyor, ortaya koyuyoruz. Bizim stratejik hedefimiz toplumsal devrimdir, kurulu düzeni temellerinden yıkmaktır. Biz sorunlara proletarya devrimi üzerinden bakıyoruz; egemen burjuva sınıfını devirmeyi, işçi sınıfının devrimci iktidarını kurmayı esas alıyor, şaşmaz hedefimiz olarak saptıyoruz. Bizim stratejik hareket noktamız budur, tüm sorunlara burada bakarız, tüm sorunları bu bakış açısı içerisinde değerlendirir, yerli yerine oturturuz. Gündelik siyasal yaşamımızı ve çalışmamızı da bu bakış açısı üzerinden kurarız. Biz kuşkusuz işçi sınıfının ve emekçilerin kısa dönemli çıkarlarına ve gündelik ihtiyaçlarına gerekli ilgiyi tam olarak gösteririz. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını düzeltmek için gündelik bir uğraş veririz. Ama bunu, hep ve şaşmaz bir biçimde, devrimci stratejik bakış açısı ile yaparız. Gündelik mücadeleyi stratejik hedefe bağlarız. Her türden gündelik uğraşı bunun ışığında ve buna hizmet edecek tarzda ele alır, bu temel üzerinde sürdürürüz. Reformist çizgiyle devrimci çizgi arasındaki ilkesel nitelikteki temel ayrım noktası işte buradadır.

Dolayısıyla, çeşitli politika sorunlarına bakarken, şu veya bu taktik sorunu ele alırken, ölçü hep bu olmalıdır. Taktik ya da gündelik sorunlar kesin bir biçimde stratejik doğrultu ve amaçla bağı, buna bağımlılığı içinde ele alınmalıdır. Bu bakış açısı TKİP’nin politik sorunları ele alışının vazgeçilmez temeldir. Bunu dünden bugüne partimizin gelişmelere ve sorunlara bakışı üzerinden somut olarak da görebilirsiniz.

(...)

Geleneksel sol böyle bir bakıştan yoksundur, zira o ilkesizdir ve kendiliğindencidir. Çünkü gelinen yerde devrim pusulasını yitirmiştir, devrimci stratejik bakış ve doğrultudan kopmuştur. Çünkü devrim iradesi kırılmış, devrimci stratejik çizgi terkedilmiştir. İlkesel esasları ve ayrımları bir yana bırakarak gündelik başarılar elde etmek artık esas kaygı halini almıştır. Tasfiyeci sürüklenmelerin solu getirdiği nokta budur.

İlkeleri bir yana bırakıp sözde büyük birlikler kurarsınız, ÖDP örneğinde olduğu gibi. Ama aradan beş-on sene geçer, görkemli bir iflasla yüzyüze kalırsınız. Büyük iddialarla ama ilkeler bir yana bırakılarak bir araya getirilmiş bütün parçalar zaman içinde ayrışıp dağılır. Dahası başlangıçta bütünsel varlığı olan bazıları bu iflasın ardından kendi içerisinde ayrıca parçalanır. Büyük birlik iddiası bir görkemli iflasla sonuçlanır, geride alabildiğine küçülmüş parçalar bırakarak... Yaşanan liberal birlik politikasının iflasıdır. İlkeleri bir yana bırakarak onlarca grubu kendi içinde birleştirseniz bile, bir adım ileriye gidemezsiniz. Reformistler, mevcut grup ve çevreleri ilkesiz bir zeminde birbirine eklemleyerek sözümona güç olma yolunu seçtiler. Bununla toplumda sol sinerjiler yaratmayı umdular. Oysa sonuç görkemli bir iflastan başka bir şey olmadı. Sonuçta eldekini bile koruyamadılar.

(Devam edecek...)
(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)