=

3 Haziran 2011
Sayı: SİKB 2011/21

 Kızıl Bayrak'tan
Kitle hareketinde militanlaşma eğilimi
AKP eliyle gerçek olan asalak burjuvazinin hayalleridir
Kürt halkı baskı ve inkara karşı
direnişini sürdürüyor!
Her yer Hopa!
İzmir’de seçim paneli 
İstanbul’da yaygın seçim faaliyeti
Aydınlı’da işçilerin birliği, halkların kardeşliği gecesi
Legrand’da sendikaya rağmen direniş 
Ontex/Canbebe direnişinde 100. gün deklarasyonu
Boykot çağrısı büyüyor...
İşçilerden düzen partilerine oy yok!
Ortadoğu’da halk isyanları emperyalist kıskaç altında
Filistin’de siyonist
abluka parçalanıyor!
Bir köprü kadar uzaktı ve isyan ateşi Cebelitarık’tan geçti
Yunanistan’da kriz derinleşiyor
Avrupa’da sınıf mücadeleleri - Volkan Yaraşır
Almanya’da nükleer
santraller kapatılacak
Douwe Egberts’de greve doğru
“Bologna Süreci”ne de devlet terörüne de teslim olmayacağız!...
Gençlik Yükseköğretim Kongresi’ni sokaklarda karşıladı.
Petrol-İş Sendikası Genel Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri Nimetullah Sözen ile Kamu TİS süreci
üzerine. konuştuk.
Sağlıkçılar çok ses çıkaracak
AKP’den Alevilere seçim oyunu
“Onurumuzu savunuyoruz”
Kayıplar mücadelesinde 16 yıl
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Petrol-İş Sendikası Genel Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri Nimetullah Sözen ile Kamu TİS süreci üzerine...

250 bin işçiyle sokağa
çıkmak gerek”

- 250 bini aşkın işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme süreci büyük bir sessizlikle ilerliyor. TİS görüşmelerinde süreç ne aşamada?

- Kamu sözleşmeleri her dönem iki yılda bir, 1 Ocak’tan başlar, Mart-Nisan aylarına kadar, kamuda örgütlü işçi sendikalarının yetki başvurusunda bulunması aşamasıyla devam eder. Ardından taraflar arasındaki görüşmelere başlanır. Taraf sendika, Kamu İşverenleri Sendikası ve işveren temsilcileri bu sözleşmeleri yürütürler. Ancak, ücret konusunu Türk-İş ve hükümet çerçeve anlaşmasıyla belirlerler. Bu da sözleşmenin 3. veya 4. aylarına denk gelir. Bu aylarda ilgili bakan veya başbakanla biraraya gelinir. Bu konunun karara bağlandığı bir çerçeve protokolü imzalanır ve bu protokol bütün tarafları bağlar. Ücret konusu tartışılmaz. Diğer sosyal konular, iradi ve işyeri çalışma koşulları vb. konusundaki görüşmeler ilgili sendika ve işveren temsilcileriyle birlikte yürütülür.

Kamu sözleşmelerinde ücret konusunu özellikle 1986-1988 yıllarından başlayarak Türk-İş ve hükümet belirledi. Hükümetle yapılan görüşmeler öncesinde ise içerisinde Türk-İş’e bağlı sendikaların bulunduğu bir koordinasyon kurulu oluşturulur. Bu koordinasyon kurulu üzerinde görüşmeler devam eder. Türk-İş yönetimi hükümetle görüşür. Bu görüşmelerin sonucunu koordinasyon kuruluna aktarır. Koordinasyon kurulu kendi düşüncelerini ve sendikalardan gelen önerileri Türk-İş’e iletir. Bu dönem ne yazık ki bunlar olmadı. Olacağını da sanmıyorum. Olsa bile işçilerin lehine sonuçlanmayacağını ve oldu bittiye getirileceğini düşünüyorum. Çünkü geçmiş dönemlerde çerçeve protokolü imzalanmadan önce taraflar bunu birkaç görüşmeyle sürdürüyorlardı. Hükümetten aldıkları ilk teklifleri kendi tabanlarıyla paylaşıyorlardı. Bir mutabakat sağlandıktan sonra nihai protokol imzalanırdı.

250 bin işçiyle sokağa çıkmak gerek”

- Görüşmelerdeki son tablo nedir?

- Seçime günler kala diyelim ki hükümet ve Türk-İş biraraya geldi ve bir rakam açıkladı. Bu bir dayatmadır ve kabul edilebilir bir durum değildir. Bizim endişemiz, korkumuz bu yöndedir. Sessizlik ve uzlaşma bizi ürkütüyor. Hiçbir bilgi verilmiyor. Bir görüşme var mıdır yok mudur, bunların hiçbiri kamuoyu önünde tartışılmıyor. Öneriler zaten dikkate alınmamış durumda. Türk-İş’in nasıl bir teklifle hükümete gideceği bile tam olarak bilinmiyor. 250 bin kamu işçisi hiçbir konuda bilgi sahibi değil. İktidara yakın olan, Türk-İş’e yakın olanlara bir bilgi akışı var mı yok mu onu da bilmiyoruz. Türk-İş’in bu davranışını ve sessizliğini kesinlikle reddediyoruz, protesto ediyoruz. Seçime gidilen bir süreçte 250 bin işçinin toplu sözleşmesi duruyor. Bununla ilgili hiçbir şey söylenmiyor. Ben günlerce, aylarca bir bakanın ne söyleyeceğini beklemek zorunda mıyım? Siz ne güne duruyorsunuz? 250 bin işçi, sizin hükümetle olan yakınlığınızı benimsemek veya kabul etmek zorunda değildir. Sanki hükümetle bir anlaşma yapılmış, hükümet rahatsız edilmiyor. Eylem kararı alınmıyor. Birileri sizi ciddiye almıyorsa, sizinle görüşmüyor ve konuşmuyorsa siz de gereğini yaparsınız. 250 bin işçiyle sokağa çıkarsınız. Üretime yönelik bir şey yapılmasa bile çıkarsınız Ankara’da, İstanbul’da işçiyi yürütürsünüz. Bu insanları ayağa kaldırırsınız. Şu anda bunların hiçbiri yapılmıyor ve büyük bir sessizlik var. Süreci atlatmaya çalışıyorlar veya oldu bittiye getirmeye çalışıyorlar. Bunu da önümüzdeki 10 gün içerisinde göreceğiz. İşçiler şu anda bunu soruyor. Tabanımız bizi zorluyor. Türk-İş neden sessiz kalıyor? Neden seçimden önce tavır koymuyor? Hükümetle bir pazarlık mı var? diye soruyor. İşçiler bizi de eleştiriyor. Petrol-İş olarak örgütlü olduğumuz TPAO, Makine Kimya, BOTAŞ ve Eti Bor’da 6 bin üyemizle bir saatlik iş bırakma eylemi yaptık. Bu eylemle, hem hükümeti hem de Türk-İş’i uyardık. Sessizliğin bozulmasını ve gereğinin yapılmasını istedik.

Bir bütün olarak mevcut anlayışı sorgulamak gerek”

- Türk-İş’in bu anlayışına karşı çıkan, mücadele edilmesi gerektiğini düşünen cephenin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu sessizliğin sorumlusu sadece Türk-İş değil. Türk-İş’i Türk-İş yapan 33 sendika var. Üst yapımız var ama bunun da altı var. Bunun altındaki diğer sendikalar ne yapıyor? Türk-İş’e nasıl bir baskı yapıyorlar? Böyle bir tavır var mı? Bunu göremiyoruz. Bu sendikaların hepsi kamuda örgütlü değil. Bundan 10 sene önce kamuda örgütlü 800 bin işçi vardı. Örneğin biz yüzde 73 kamuda, yüzde 27 oranında ise özel sektörde örgütlüydük. Şimdi yüzde 70 özel sektörde, yüzde 30 kamuda örgütlüyüz.

Burada bence sendikaların da büyük bir hatası var. Bu merkezi oluşturan mevcut sendikal anlayıştır. Bu durumu 3-5 kişiye bağlamak doğru değildir. Türk-İş’in 5 yöneticisini değil, bir bütün olarak mevcut anlayışı sorgulamak gerekiyor. Bu yöneticileri harekete geçirecek olan 2-3’ü Kıbrıs’ta olmak üzere 33 tane sendikadır. Peki bu koordinasyon kurulu ne yapıyor? Biz de bu kurulun içerisindeyiz. Bizim dışımızda da sendikalar var. Bunlarda da bir ses seda yok. Diyelim ki Türk-İş ayak diretiyor ve hükümeti zorlamak istemiyor. O zaman sen zorlayacaksın, ben zorlayacağım. Petrol-İş’in kamuda 6 bin üyesi kalmış. Diğer tarafta ise 250 bin kişi var. Siz 250 binle eylem yaptığınızda Türkiye’de ses getirirsiniz, Türkiye’yi ayağa kaldırırsınız. Seçim döneminde tüm muhalif güçler sizi destekler. Bu bir fırsattır ve değerlendirilmiyor. Bu nereye kadar gider bilemiyoruz.

Devlet sömürü mekanizması haline geldi”

- İşçilerin sorunları ve talepleri neler?

- Kamu işçilerinin bir dizi sıkıntıları var. Başta ücret dengesizliği ve düşük ücret sorunu geliyor. Kamuda ücretler eridi. Hükümetlerin ve özellikle AKP hükümetinin 8,5 yıllık iktidarlığı sürecinde yeniden yapılandırma söylemleri adı altında, kamuda çalışan işçilerin ücret ortalaması aşağıya çekilmek istendi. Eski işçilerin yüzde 80’i emekli edildi. Emekli edilen işçilerin yerine, yüzde 10 oranında işçi alındı. Yeni işe giren arkadaşlarla diğerleri arasında ücret dengesizliği var ve ücret ortalamasında büyük bir düşüş sözkonusu. Kamuda emeklilik furyası yaşanırken iş yükü de ağırlaşıyor. 3-4 kişinin işini bir kişi yapmaya çalışıyor. Sosyal konularda da ciddi sıkıntılar var. Önceden, işçilerin parasıyla kurulmuş sosyal tesisler vardı ve işçiler bu tesislerden yararlanıyorlardı. Bunların hepsi özelleştirildi ve taşerona devredildi. Kamudaki taşeronlaştırma uygulaması ise işçinin asıl işini elinden alıyor. İşçinin teknik anlamdaki ağırlığı yavaş yavaş etkisizleştiriliyor. Taşeronlaştırma ve işini kaybetme korkusu beraberinde ucuz işçiliği ve esnek çalışmayı getiriyor. Performans değerlendirmesi de daha çok yandaş kitleyi de yaratma durumunu getiriyor. İşçinin işverene yakın durması sonucunu yaratıyor. Bu sıkıntılar giderek birikiyor.

Bu hükümette emeğe, işçiye saldırı sözkonusu. Geçmişte birçok işyerinde 3 vardiya vardı. Şimdi her yerde iki vardiyaya dönüldü. Artık 8 saat çalışma hayal oldu. Chicago’da işçiler 15-16 saat çalıştıkları için 8 saat çalışma talebiyle direndiler. Sözümona “çağdaş bir dönemde” siz 12 saat çalışıyorsunuz. Emek alanındaki sıkıntılar hiç bitmedi ama özellikle son 10-15 yıldır sosyal güvenlik, emeklilik vb. birçok alandaki düzenlemeler işçileri bitirme noktasına getirdi. İnsanlar, en azından işini kaybetme korkusuyla yaşamıyordu. Bugün ise bu korkuyu yaşıyor. Devlet insanların emeği üzerinde, sömürüsü üzerinde en büyük araç olmuştur. Özel sektörün, sermayenin mantığını biliyoruz ama sosyal devlet, devlet olmaktan çıktı. Tam anlamıyla bir sömürü mekanizması haline geldi. Enerji, petrol, sağlık, kimyada devlete bağlı tüm kurumların özelleştirildiğini görüyoruz. Devlet taşeron patronu olmuştur. Bu durum, özellikle örgütlü ve sendikalı işçileri ürkütüyor. Milyonlarca insanın işsiz olduğu bir ülkede iş bulanlar ise geleceğinin ne olacağını düşünmüyor. Bunun öncülüğünü devletin, sistemin, hükümetlerin kendisi yapıyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul