1 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/25

 Kızıl Bayrak'tan
Düzenin siyasal krizi ve olasılıklar
Emperyalist/siyonist güçlerin yanında saf tuttular!
Bir elinde anayasa
diğerinde polis copu
Dicle tepkisi sokakta
AKP hükümeti baskı ve terörü tırmandırıyor
“İşkence sokağa taşındı”
İşkenceciye ve katillere
yüksek tolerans!
Sivas Katliamı lanetlendi
Alaattin Karadağ cinayeti davasında 4. duruşma
Birleşik Metal’de gerilimli
genel kurul
Düzenin apolitizmine karşı devrimci politizasyon
“Ortak bir platform oluşturacağız”
Ontex önünde dayanışma etkinliği
Casper’da dayanışma etkinliği.
Sağlık emekçileri uyardı
Yunanistan’da emekçiler kararlı
Emekçiler IMF anlaşmasını
çöpe attı
ABD Afganistan’dan çekiliyor(!)...
I. Dünya Emekçi Kadın Konferansı’nın deneyimleri paylaşılıyor...
Burdur Cezaevi’ndeki katliam girişiminin 12. yıl dönümünde Veli Saçılık ile konuştuk.
İzmir’de 15-16 Haziran paneli
“Şirket Hikayeleri” adlı tiyatro oyununun oyuncuları ile konuştuk
Eti Gümüş'ten ÇMO'ya dava!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin siyasal krizi ve olasılıklar

12 Haziran seçimleri öncesinde siyasal-toplumsal yaşama hakim gerilimli ve çatışmalı havanın, seçimlerin ardından yerini nispeten ılımlı bir iklime bırakacağı varsayımı şu an tümüyle çökmüştür. Siyasal iklim yumuşama bir yana fırtınalı bir görünüm kazanmış durumdadır. Ortaya çıkan manzara her şeyiyle derin bir siyasal kriz halidir. Burjuva siyasal yaşamı kilitleyen, kurumlarının meşruluğunu tartışmalı kılan, egemenleri her bakımdan büyük açmazlar içerisine sokan, nefessiz bırakan bir krizdir bu. O nedenledir ki emperyalistler ve tekelci burjuvazi düzenin bekası adına peşi sıra açıklamalarda bulunmakta, duruma müdahale ederek burjuva siyasal sisteme yeniden işlerlik kazandırmaya çalışmaktadırlar.

Yaşanmakta olan siyasal krizin iki temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve önde geleni düzenin Kürt sorunundaki politikasındaki iflas ile bunun ortaya çıkmasına neden olan Kürt halkının büyük mücadele gücüdür. Kürt halkı baskı ve katliamlara göğüs gererek AKP’nin Kürt sorununu hasıraltı etme ve çözüm beklentilerini seçim sonrasına öteleme politikasına engel olmuş ve sorunu tüm ağırlığı ve kapsamıyla düzen güçlerinin önüne koymuştur. Düzen cephesinin Kürt halkının beklentilerini asgari düzeyde dahi karşılama olanağına sahip olmaması nedeniyle ise, baskı ve terör ile birlikte seçimler bir cezalandırma ve terbiye aracı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Fakat tüm bunlar en nihayetinde ters tepti.

Bu aşamada Öcalan’ın 15 Haziran tarihini bir milat olarak vermesi ile gözler seçimlerin sonrasına çevrilirken, seçimlerin ardından düzen güçlerinin asıl kaygısının, Kürt halkının mücadele gücü ve iradesini kırmak olduğu Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesiyle anlaşıldı. Fakat Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ile KCK davasında tutuklu olan diğer vekillerin tahliye edilmemeleri, Kürt hareketinde bir kırılmaya yol açmak bir yana tersine, meclis boykotu ve militan kitle eylemleriyle ileri bir çıkışa dayanak oldu. Bu ölçüde de Kürt hareketinin düzenden kopuş süreci daha da derinleşti. Öyle ki burjuva parlamentosunun “yemin töreni” için toplandığı saatlerde, Kürt halkının seçtiği milletvekilleri de Diyarbakır’da toplanıyordu. Fiili bir Kürt meclisini tohum halinde barındıran bu çıkış, düzenin ırkçı-inkarcı siyasal çerçevesinin fiilen aşıldığını, dahası bu çizgide ısrar ettiği koşullarda burjuva siyasal rejimi ağır bir iflasın beklediğini ortaya koymaktadır.

Düzen güçleri şimdilerde içerisine düştükleri bu açmazdan kurtulmanın hesabını yapıyorlar. Fakat attıkları her adımın Kürt halkının mücadale gücü ve inancını daha da güçlendirmesinden korkuyorlar. Bunun için de açmazdan kurtulmak için manevra arayışları devam ediyor. Bu amaçla bir yandan son MGK toplantısıyla yapıldğı gibi aba altından sopa gösteriyorlar, diğer yandan ise Öcalan ile yaptıkları görüşmelerden bir çıkış yolu bulabilmeyi umuyorlar. Şu haliyle Dicle ve tutuklu milletvekillerine meclis yolunu açmaları halinde bu durumun Kürt halkının mücadele gücü ve inancını daha da güçlendirmesi kaçınılmazdır. Ancak bu türden bir manevra yapamamanın sonucu ise Kürt halkının düzen dışı yönelimlerini güçlendirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Bu ihtimal ise düzen güçlerinin kabusu olmaktadır. Kürt hareketinin herhangi bir kazanım elde etmeden meclis boykotundan geri adım atması onları bu açmazdan kurtaracak yegane gelişme olur ki, bu ise şu koşullarda pek olası görünmemektedir.

İşte düzen cephesi Kürt sorununda baltayı bu biçimde taşa vurmuşken üstüne kendi içerisinden bir kriz dinamiğiyle yüzyüze kaldı. Öyle ki CHP ve MHP’nin Ergenekon operasyonlarını siyasal bakımdan zayıflatmak ve böylelikle düzen içi iktidar mücadelesinde siyasal-moral planda güç kazanmak üzere bazı Ergenekon tutuklularını meclise taşıma hamlesine, AKP cephesi Kürt hareketine yaptığı gibi yargı silahını kullanarak yanıt verdi. CHP ve MHP listelerinden seçilen üç milletvekilinin tahliye talepleri reddedildi. Bunun üzerine ise Kürt hareketinin meclisi boykot etmesinin yarattığı siyasal basıncın da etkisiyle CHP’nin “yemin etmeme” tutumu geldi. Meclis böylelikle düzen içi iktidar mücadelesinin çok özel bir sahası haline gelirken, bu ise bujuva siyasal yaşamın tam anlamıyla kilitlenmesine ve derin bir krizle yüzyüze kalmasına yol açtı.

Böylelikle de dinci-gerici parti hiç ummadığı biçimde iç iktidar mücadelesinde sıkıştı. Çok yönlü operasyon ve sistematik müdahalelerle ordu merkezli güçlerin direncini büyük ölçüde kırmış ve bu gücünü 12 Haziran seçimleriyle de pekiştirmiş olmanın rahatlığına sahipken, şu durumda büyük bir açmazla yüzyüze kalmış oldu. Çünkü CHP’nin aldığı “yemin etmeme tutumu” bir yandan burjuva siyasal yaşamı kilitlemekte, diğer yandan siyasal meşruiyetine gölge düşürmektedir. Bu koşullarda ise alınan tutumda bir geri adım ise bir yandan CHP’ye seçim yenilgisini unutturarak saflarını toparlamasına yardımcı olacaktır. Diğer yandan ise Ergenekon’dan tutuklu milletvekillerinin meclise girişinin gerçek bir siyasal zafer haline getirerek iç iktidar mücadelesinin mağlubu olan güçleri ayağa kaldıracak bir siyasal-moral güç sağlayacaktır.

Dinci-gerici parti bu açmazdan kurtulmak için ya daha sonra yeniden saldırmak üzere geri adım atacaktır ya da esnemekten kaçınarak CHP’yi dize getirme yoluna gidecektir. Şu durumda ilk ihtimal çok daha gerçekçidir. Zira ikinci bir ihtimal ateşle oynamak anlamına gelir ki, Kürt dinamiği ile birlikte kurulu düzenin bekasını tehlikeye düşürür bu. Bunun için emperyalistler ve tekelci burjuvazi böyle bir tehlikenin ortaya çıkmasına izin vermeyecektir.

Çünkü seçimlerden önce işaretleri verildiği üzere, bölgesel stratejiler doğrultusunda AKP’yi daha etkin ve aktif biçimde kullanma hesapları yapmaktadırlar. Öyle ki burjuva siyasal sistemi kilitleyen krizle aynı günlerde, ABD-İsrail-Türkiye ilişkilerindeki “ısınma” gündemdeydi. Suriye’ye askeri müdahale ihtimalinin yüksek sesle ifade edilmesi, İsrail ile ilişkilerdeki soğuklukları aşmak üzere karşılıklı jestlerin yapılması vb. gibi gelişmelerle birarada emperyalist merkezlerdeki medyada bu ısınma ve olası sonuçları genişçe yer buldu. Dolayısıyla tüm somut olgulardan da açıkça görüldüğü üzere, içeride yaşadığı sıkışmayla da birlikte sırtını daha fazla emperyalizme yaslayan dinci-gerici parti Ortadoğu’da aktif taşeronluk çizgisini derinleştirecektir. Bu ölçüde de emperyalistler iç siyasal yaşamda AKP’yi ve kurulu düzeni çok yönlü açmaza düşüren gelişmelere daha yakından müdahale etme ihtiyacı duymaktadır.

Böylelikle birtakım riskleri ve kayıpları göze alarak krizin düzen içi iktidar mücadelesine ait olan kaynağını aşmakta pek zorlanmayabilirler. Fakat Kürt hareketi sözkonusu olduğunda aynı rahatlığı bulamayacaklardır. Çünkü bu bakımdan kontrol edilmesi son derece zor emekçi bir kitle hareketi ve onun ileri talepleri sözkonusudur. Bu ölçüde de hareket içerisindeki güçlü devrimci dinamiklerin denetim altına alınması ve bir biçimde ezilmesi bir ihtiyaç haline gelmektedir.

İşte bu koşullarda devrimci ve ilerici güçler payına yapılması gereken, yaşanan çok yönlü siyasal krizi devrimci bir doğrultuda derinleştirmektir. Bunun somut gereği ise Kürt hareketinin bugün girdiği yolda kararlılıkla ilerlemesi ile birlikte, devrimci bir iktidar perspektifiyle işçi sınıfını siyasal-toplumsal bir ağırlık merkezi olarak önce çıkarabilmektir. İşçi sınıfının bugünkü geriliği bu yönde süreci derinleştirmenin önündeki en büyük engeldir. Fakat mevcut koşullar sıçramalı bir gelişmenin imkanlarını da içerisinde barındırmaktadır. Önemli olan bu koşullarda ihtiyaç olanı karşılamak üzere harekete geçmektir. Bu amaçla bir yandan örgütlü siyasal güçlerle sokak mücadelesini büyütmeli, diğer yandan da işçi sınıfı ve emekçileri siyasal mücadele sahnesine çekecek bir siyasal seferberlik içerisine girilmelidir.