8 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/26

 Kızıl Bayrak'tan
İçeride efelik taslayanlar dışarıda uşaklıkta sınır tanımıyor...
Emperyalizmin uşaklarından
halklara dost olmaz!...
Düzenin siyasal krizi ve Kürt sorunu
Katil devlet 18 yıl sonra yine işbaşındaydı!
Madımak'ta insanlık 2. kez utandı
Katliam ülkenin dört bir yanında lanetlendi...
BDSP’nin 2 Temmuz anmalarından
PTT direnişi büyüyor
“Direniyorum öyleyse varım!”
KESK Genel Kurulu sona erdi
Demokratik ve mücadeleci bir sendikal haraket için
On sendikadan güç birliği!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat…
Suriye’de durum
karmaşıklığını koruyor
Lübnan direnişini silahsızlandırma
planı tutmayacak!
“Sosyalist Enternasyonal” Atina’da toplandı
Emekçiler ‘grev’ dedi
İşte kapitalizmin futbolu: Para-mafya-şike!
Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı
Çorum’u devlet hazırladı itirafı
Nükleer santraller ölümdür,
­izin vermeyelim!
Rakamlar kadının ezilmişliğine
Zilan: Kürt halkının
mücadele ateşi!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Direniyorum öyleyse varım!”

Tuzla Deri Sanayi Sitesi’nde bulunan Kubatoğlu/Fıratpen fabrikası önündeki direnişini sürdüren Cafer Timtik, eylemli bir süreci de yoğunlaştırıyor. Kaleme aldığı bir mektupla direniş süreci hakkında bilgilendirmede bulunan Kubatoğlu/Fıratpen işçisi, “Direniyorum öyleyse varım!” diyor.


Merhaba,

Ben Cafer Timtik.

Tuzla Deri Sanayi Sitesinde yer alan Kubatoğlu -Fıratpen fabrikasında çalışırken haksızlıklara karşı koyduğum için işten atıldım. Bu mektupla neden başka bir iş aramak yerine kapı önünde direndiğimi anlatmak istiyorum. Çünkü bugün biz işçilere söylenen bu; haksızlığa uğradın mı başka yere git, mahkemede hakkını ara! İnsanlar başka yerin daha iyi olması hayaliyle boşa kürek sallayıp duruyor. Çünkü hiçbir işyerinde patronlar işçilerin koşullarını yüksek tutarak kar elde edemez. Ancak bir öncekinden iyi bir sonrakinden kötü koşullar arasında dolanıp duruyoruz. Bugün dönüp baktığımda ilk çalıştığım fabrikanın bu fabrikadan çok iyi olduğunu görüyorum. Yemekleri iyiydi, maaşlar ve sigorta düzgün yatırılıyordu. Ama bu iyilik benim sömürüldüğüm patronun benim hakkımı yediği gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu gerçeğin üzerine bu fabrikadan çıkarken başka bir yere gitmeden burada bir şeyleri değiştirmeye karar verdim. Ancak bu yola alışılageleni değiştirme şansımız olduğunu düşünüyorum. Böyle bir yolla hak almanın tüm işçiler için anlam kazanacağını düşünüyorum.

Kubatoğlu’nda direnişe gelinmesini önceleyen süreci kısaca anlatmam gerekirse söze önemli gördüğüm sigorta sorunundan başlamak isterim. 7 ay çalıştığım sürenin 4 ayı sigortasız geçti. Öğrendim ki bu fabrikanın rutini buymuş! Sigortasız çalışmayı bitirdiğini söyleyenlerle kol kola patronlar hala sigortasız işçi çalıştırıyor. Hem de iş kazalarının çok yaşandığı böylesi sektörlerde bile. 4 ayın sonunda sigortamın yapılması ise kolumun kırılması sonrasında kavga dövüş verildi. İşte Kubatoğlu fabrikasında haksızlıklar ve buna karşı tepkimin ilk başlangıcı buydu.

Çalışma koşullarının olabilecek en kötü halleriyle burada karşılaştım. Düşük ücretlerin standart olduğu Tuzla havzasında artık işçiler bu durumu kabullenmektedir. Fakat bu fabrikada aldığımız iki kuruş para da bölünüp yarısı elden yarısı bankadan verilmektedir. Nasıl olsa devlet bu konuda patronlara yeterince açık kapı bırakıyor. Böylece sömürünün yükü iki kat artıyor. Ücretlerle ilgili en büyük sorunumuzsa fazla mesai ücretlerinde ortaya çıkıyor. Fazla mesaiye ne kadar kalırsan kal aldığın ücret çalışma saatine denk olmuyor. Hesap kitap bir türlü tutmuyor. Fazla mesai ücreti değil %50 zamlı, normal mesai ücretinin dahi altında kalıyor. İşte bu kadar açıktan ve pervasızca emeğimizin karşılığı gasp ediliyor. Ki bu fabrikada fazla mesai, yeri geldiğinde sabahlamalar zorunludur. Bu çalıştığım 7 ay içerisinde mesaisiz yada sabahlamasız hafta geçirdiğim neredeyse hiç olmadı. Üstüne üstlük fazla mesailerde yemek yerine ekmek arası veriliyor. 3 çeşit yemek bile fazla görülüyor.

Fabrikada çalıştığım süreçte öğrendiğim diğer bir durumsa fabrikanın üretim yapısıydı. Kubatoğlu fabrikası Fıratpen’in ana üreticilerinden biri. Bundan dolayı esasen siparişe dayalı olarak çalışıyor. Fakat bu iş yapmadığı anlamına gelmesin. Onlarca ülkeye ithalat yapan, kendi satış ofisleri olan ve Anadolu yakasında birçok bayiinin sipariş verdiği bir fabrika. Gün içinde hem Kubatoğlu’nun hem diğer şirketlerin kamyonları gelip mal alıyor. Fakat patron siparişler azaldığında “gereksiz yüklerinden” kurtulmayı ihmal etmiyor. Sipariş azaldığında işçi çıkarırken sipariş geldiğinde işçi alımı başlıyor. Böylece ucuz iş gücü masraf olmaktan çıkıyor. Dönemsel olarak bu siparişlerin düzeni değiştiği için işçi çıkarmalar da dönemsel olarak değişiyor. Ben girdikten sonra böyle bir sipariş düşüşü yaşanmış ve 6 işçi çıkarılmıştı. Ve Mayıs’ın sonuna gelindiğinde yine siparişlerin azaldığı açıklanarak 21 kişinin çıkarılacağı söylendi. İlk dört kişi olarak ben ve engelli işçi kontenjanından giren 3 işçi sıralandık. Bu artık bardağı taşıran son damlaydı. Önümde duran iki yol vardı. Ya ceketimi alıp başka bir fabrikaya gidecektim ya da burada sonuna kadar hakkımızı savunacaktım. Bu olayın yaşandığı sürecin birkaç gün öncesinde akşam servislerin kalkmasını bekliyorduk. Bizim fabrikada servis kalkış saatleri yeri geldiğinde yarım saati aşıyordu. Yan fabrikada çalışan birkaç işçiyle sohbet etmeye başladık. Birisi bana “sizin fabrikaya beni işe aldırabilir misin?” dedi. İşte bu olay bana aslında ne kadar çaresiz sürüklendiğimizi gösterdi.

Şimdi fabrikada yaşanan bu yoğun saldırılar karşısında bir set çekmeye çalışıyoruz. Kapı önündeki direniş keyfi işten çıkarmaları biraz da olsun kırdı. Ama içerideki çalışma koşulları hala aynı. Şimdi buna karşı mücadeleyi büyütmeye çalışıyoruz. Fazla mesailerin hak edilen ücretten ödenmesini, fazla mesaide düzgün yemek verilmesini, ücretlerin yükseltilmesini sağlamak için direniyorum. Bu da direnişin sahiplenilmesi ve fabrikada birliğin sağlanmasıyla kazanılacak bir mücadele süreci gerektirir.

Patronun karşısına işçiler olarak birlikte yaratılmış bir mücadeleyle çıkma şansım olmadığına göre yapabileceğim tek şey ilk adım olarak direnişi seçmekti. Daha önce Tuzla tersanelerinde BETESAN işçisi Zeynel’in tek başına direnişe geçmesi ve bizim fabrikanın iki sokak ötesinde sendika hakkı için direnen Kampana Deri işçilerinin olması benim de direnişi seçmemin diğer bir sebebidir. Ben çalışırken Kampana Deri direnişine mümkün olduğunca işçi arkadaşlarımla gitmeye çalışıyordum. Onların mücadelesinin bize de umut verdiğini biliyordum. Şimdi aynı sorumlulukla ben de direnişteyim. Tuzla Havzasında işçi direnişleriyle örgütsüz fabrikalardaki işçilere tek başına da olsan bir yol var demek gerekiyor. Şimdi havzada iki direnişle bu ses dünden daha güçlü yükseliyor.

Bu örneklerle bu bölgedeki işçilerin mücadelesinin bir parçası olan bir direnişi başlatmış bulunuyorum. Çünkü Tuzla Deri sanayide olsun Mermerciler’de olsun yan sanayide olsun koşullar hep birbirine benzerdir. Ve hepsinde işçilerin örgütsüzlüğü sayesinde patronlar pervasızca hareket etmektedir. Direnişler arttıkça, işçiler haklarını savundukça bu cendere kırılacaktır. Bunun için direniş tek başına Kubatoğlu-Fıratpen işçisinin değil bölgedeki tüm işçilerin haklarını savunmak için de bir halkadır. Zaten direnişimle birlikte diğer direnişlerle ortak hareket edebilmek için de çalışmalara başladım. İlk olarak Ontex ve PTT işçilerinin her cumartesi Taksim’de yaptıkları eylemlere katılmaya başladım. Diğer yandan uzun süredir var olan diğer direnişlerle görüşmeye onlarla yan yana gelmeye çalıştım. Bu süreçte diğer direnişçi işçilerle birlikte bir platform tartışmalarının zeminini hazırladık. Şimdi İstanbul merkezli bir direniş birliği yaratma noktasında yol kat ediyoruz. Direnişe çıktığım ilk günden itibaren ifade ettiğim temel mesele buydu. İşçiler olarak kendi direnişlerimize sahip çıkmak demek kendi haklarımız için mücadele etmek demektir. Bireysel çözümlerle ancak gerçeklerden kaçılır. Bunun için hem olduğumuz fabrikada, işçi havzasında hem de işçilerin olduğu her yerde mücadeleyi ortaklaştırmakla yüz yüzeyiz. Dün mücadelede 15-16 Haziran direnişleri vardı. Kavel kablo direnişleri vardı. Bugün o mücadele kendini TEKEL direnişlerinde, Metal İşçilerinin Grev iradesinde gösteriyor. Emine Arslan’dan Türkan Albayrak’a Zeynel Kızılaslan’dansa bana tek kişilik direnişlerde ışık taşımaya devam ediyor. Bu mektupla birlikte direniş kararlılığını dostun düşmanın önünde bir kez daha ifade etmek istedim. Direniyorum öyleyse varım!

Dostça selamlar…