25 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/44

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme ve gericiliğe karşı
direnen halklar kazanacak!
Faşist kudurganlığa karşı omuz omuza!
Ülke çapında haydutluk
Gözaltı terörü protesto edildi
“İmamın ordusu” palazlanıyor!
Türk-İş’te genel kurul: Hedefler ve hesaplar
Güç Birliği Ankara’da toplandı
Art Aksesuar’da direniş kazandı
“Razı değiliz, köle olmayacağız!”
İki büyük hastanede GöREV…
DİSK İSİG Uzmanı Tevfik Güneş: “Kapitalist sistem işçi sağlığının düşmanıdır”
Kürt sorununun tarihsel temelleri ve toplumsal içeriği
Alaattin Karadağ yoldaş katledildiği yerde anıldı
Alaattin yoldaş mezarı başında anıldı…..
“Parti ve devrim” etkinlikleri
Mısır’da isyan yeniden!..
“Tek gücümüz eylem yapmak”
AB’nin periferisinde pro-faşist ve teknokrat hükümetlere…
Neo-Nazi karşıtı gösteri
Petrol-İş Kadın Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile 25 Kasım ve üzerine...
Burjuvazinin deprem
fırsatçılığı
Güvencesiz öğretmenler Ankara'da buluştu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorununun tarihsel temelleri ve toplumsal içeriği

Bu metin, EKİM 1. Genel Konferansı’nın (Şubat 1991) “Kürt Ulusal Sorunu” başlıklı temel değerlendirmesinin ilk üç bölümüdür (değerlendirmenin toplamı on bölümdür). Metnin, gündemdeki Kürt Sorunu ve Dersim tartışmaları ışığında, özel bir ilgiyle karşılanacağı inancındayız. İlgi duyan okurlar değerlendirmenin tamamına metnin sonunda verilen kaynaklardan ulaşabilirler...

I

Emperyalizmin Ortadoğu’daki temel dayanaklarından birini oluşturan Türkiye Cumhuriyeti (TC) çok uluslu, gerici-sömürgeci bir devlettir. Bünyesinde bu devlete egemen ulusal kimliğini veren Türklerin yanısıra, sömürge bir ulus olarak Kürtler, azınlık milliyetler olarak Araplar, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, Gürcüler, Lazlar vb. yaşamaktadırlar. Kürt ulusu, modern temeller üzerinde yeniden kuruluşu döneminde bu devletin bünyesine zorla alınmış ve bugüne dek zora dayalı olarak bu bünye içinde tutulmuştur. Kendi kaderini tayin hakkından ve tüm temel ulusal haklarından yoksun bırakılmanın ötesinde, resmi ideoloji tarafından ulusal varlığı bile inkar edilmiş, inkar edilen bu kimlik sistemli baskı ve asimilasyon politikaları ile yokedilmek istenmiştir.

Aynı şekilde TC sınırları içinde yaşayan azınlık milliyetler de tüm temel ulusal demokratik haklardan yoksundurlar ve ulusal baskı altında yaşamaktadırlar. İçlerinden Ermenilere ve Rumlara “Hristiyan azınlıklar” olarak Lozan Antlaşması çerçevesinde tanınan sınırlı bazı kültürel haklar ise uygulamada sık sık çiğnenmektedir.

Öte yandan Türk burjuvazisi Kıbrıs’ın bir bölümünü işgal ve fiilen ilhak etmiştir. Kıbrıs’ın Rum halkı işgal bölgelerinden zorla kovulmuştur. Bunun yanısıra, TC devleti, sömürgeci ve yayılmacı karakterinin bir ifadesi olarak, Güney Kürdistan (Irak Kürdistanı) ve Oniki Adalar üzerinde “tarihsel hak” iddiaları ve emelleri taşımaktadır. Hemen bütün komşularıyla gerici çıkar çelişmeleri üzerinde yükselen sürtüşmeleri vardır. Bunlar özellikle Yunan ve Bulgar halklarına karşı gerici-şoven bir propagandaya konu edilmektedir.

Tüm bunlar bir arada, Türkiye’de, Türk burjuvazisinin gerici ve sömürgeci sınıf egemenliğinden, emperyalist-yayılmacı eğilimlerinden kaynaklanan kapsamlı bir ulusal sorunun varlığını gösterir. Komünistler ulusal sorunu tüm bu kapsamı içinde ve bunun gerektirdiği görevler çerçevesinde ele almalıdırlar. Bununla birlikte, Türkiye’de ulusal sorunun eksenini ve asıl kapsamını, Kürt sorunu oluşturmaktadır. Kürt ulusal sorunu, azınlık milliyetler sorunuyla kıyaslanamayacak bir niteliğe, kapsama ve öneme sahiptir.

Kürtler bölünmüş bir ulus, Kürdistan bölünmüş bir ülkedir. Kürtler ve Kürdistan, birbirine komşu dört gerici burjuva devletin sömürgeci boyunduruğu altındadır. Yalnızca Türkiye’de değil, sömürgeci diğer üç devlet olan, İran, Irak ve Suriye’de de, Kürtler tüm temel ulusal haklardan yoksundurlar ve ağır bir ulusal baskı altında yaşamaktadırlar. Ulusal istemleri ve ulusal özgürlük mücadeleleri en vahşi yöntemlerle bastırılmakta, ulusal kimlikleri sistemli ve zora dayalı asimilasyon politikalarıyla yokedilmek istenmektedir. Birbirleriyle bir dizi gerici çelişki ve çatışma içinde olan bu dört sömürgeci devlet, bölünmüş Kürdistan’ı egemenlikleri altında tutmak noktasında temelde bir işbirliği ve dayanışma içindedirler. Bu alanda bugüne kadar emperyalizmin de tam desteğini almışlardır.

Resmi ideoloji ve politika çerçevesinde 70 yıldır yok sayıldıkları Türkiye’de, Kürtler toplam nüfusun yaklaşık olarak dörtte birini oluşturmaktadırlar. Türkiye Kürdistanı ise Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yaklaşık olarak üçte birini kaplamaktadır. Türkiye Kürdistanı, nüfus ve toprak olarak, tüm Kürdistan’ın ve tüm Kürtlerin hemen hemen yarısını kapsamaktadır.

Kürdistan üzerinde sömürgeci egemenlik ve bu egemenliğe karşı bir ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinde ifadesini bulan Kürt ulusal sorunu, bugün artık Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın siyasal gündemindedir. Çözüm istemekte, Kürt halkının özgücüne ve büyük fedakarlıklarına dayalı olarak çözümünü dayatmaktadır. Bölünmüşlüğün getirdiği tarihsel ve siyasal bir sonuç olarak bu mücadele, her bir sömürgeci devletin bünyesinde kendine özgü koşullarda, farklı nitelikte önderlikler altında, farklı toplumsal içerik ve dayanaklarla gelişmektedir. Bu farklılık doğal olarak ulusal hareketlerin gelişme seyrine ve düzeylerine de yansımakta, eşitsiz bir gelişme yaşanmaktadır.

Türkiye Kürdistanı’nda biraz gecikerek, fakat bu kez modern temeller üzerinde ve derin bir halkçı içerikle siyasal sahneye çıkan devrimci Kürt ulusal hareketi, Kürt sorununa ve Kürtlerin özgürlük mücadelesine yeni boyutlar ile, görülmemiş bir güç ve ivme kazandırmış bulunuyor. Kürt sorununun odağı artık Kürdistan’ın bu parçasına kaymıştır. Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin kalbi artık Kürdistan’ın bu parçasında atmaktadır. Türkiye Kürdistanı’nda Kürt ulusal hareketi bağımsız devrimci bir halk hareketi niteliği kazanmıştır. Esas gücünü başlangıçta yoksul köylü yığınlarının oluşturduğu ve gelinen aşamada kent alt tabakalarının desteğini ve katılımını sağlamış bulunan bu hareket, haklı ulusal istemlerini devrimci bir tarzda ifade etmekte, Partiye Kerkeren Kürdistan (PKK) şahsında devrimci bir ulusal önderlik altında gelişmektedir. Kürt halk yığınlarının ulusal uyanışında ve sömürgeci köleliğe karşı ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinde ifadesini bulan bu devrimci süreç, Kürdistan’ın geleneksel yapısı ve ilişkilerinde köklü bir değişimin ve dönüşümün yolunu açmakla kalmamakta, bir bütün olarak Türkiye toplumunu da sarsmaktadır. Türk burjuvazisinin geleneksel inkar ve yoketme politikası, bu politikanın ideolojik dayanağı olan Kemalizm, Kürdistan’da gelişen hareketten öldürücü bir darbe yemiş ve çökmüştür. Sömürgeci burjuvazi Kürt sorunu karşısında ideolojik-politik ve askeri bir çıkmaz içindedir. Bugüne kadar resmi ideoloji ve politikanın kabulleriyle uyuşturulmuş Türk halk yığınları, içiçe yaşadıkları halde varlığı yıllardır yok sayılan bir ulusun halk yığınlarının toplu ayağa kalkışı ile sarsılmakta, bu konuya ilişkin geleneksel yargıları altüst olmaktadır. Aynı sarsıntıyı Türkiye devrimci hareketi de yaşamakta, Kemalizmin dolaylı ideolojik etkisi ve marksist teorinin çarpık kavranışı üzerine oturan “ulusal sorun”a ilişkin teori ve politikalar, birbiri peşisıra gözden geçirilmekte, yenilenmektedir.

Türkiye Kürdistanı’nda gelişen ve Kürdistan’ın öteki parçaları üzerinde devrimci bir etkide bulunan devrimci süreç, emperyalist metropolleri de yeni tutum, politika ve uygulamalara yöneltmiş bulunmaktadır. Kuzey Afrika şeridi de içinde tüm Ortadoğu’yu bir “istikrarsızlık kuşağı” olarak niteleyen emperyalist strateji, Kürt sorununun taşıdığı devrimci olanakların ve bunun bölgedeki gerici statüko için ifade ettiği tehlikenin bilinciyle hareket etmektedir.

Kürt sorunu Türkiye devriminin temel sorunlarından biridir ve hayati önemdedir. Komünistlerin bu sorun karşısında takınacakları doğru tavır ile Türkiye devriminin gelişme seyri ve geleceği birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Devrimci proletaryanın sınıf bakışaçısından ele alındığında, Kürt sorununun özel önemi nereden gelmektedir?

Her şeyden önce, bu, yüzyıllardır ezilmiş, hakları çiğnenmiş, son 70 yıldır varlığı bile resmen inkar edilmiş, resmen yok sayılan ulusal kimliğin fiilen de yokedilmesi için en vahşi baskı ve uygulamalara maruz bırakılmış bir ulusun meşru ulusal hakları sorunudur. Ulusal özgürlüğünü elde etmek, kendi kaderini bizzat tayin etmek Kürt ulusunun en doğal hakkıdır.

İkinci olarak Kürt sorunu, tüm Türkiye’de siyasal özgürlük mücadelesinin kilit sorunudur. Kürt ulusunun ulusal özgürlük mücadelesi karşısında tutarlı bir tutum takınamayan devrimci bir işçi hareketi, siyasal özgürlükler mücadelesinde ciddi hiçbir ilerleme sağlayamaz.

Üçüncü olarak, burjuvaziyi devirmek ve siyasal iktidarı ele geçirmek tarihsel göreviyle karşı karşıya bulunan Türkiye işçi sınıfı için, Kürt sorunu önemli bir dayanak, Kürt devrimci ulusal hareketi temel bir müttefiktir.

Son olarak, Kürt sorunu, parçalanmış Kürdistan olgusundan kaynaklanan bölgesel niteliği nedeniyle, bölgedeki devrimci süreçler arasında dolaysız bir köprü kurmak için de önemli bir olanaktır.

Tüm bu faktörler bir arada, devrimci proletarya hareketinin Kürt sorunu karşısında takınacağı ilkelere dayalı tutumun, izleyeceği politikanın stratejik önemine işaret eder. Bu ise yalnızca genel olarak ulusal soruna ilişkin marksist-leninist teorinin doğru bir kavranışını değil, aynı zamanda bunun, içinden geçmekte olduğumuz tarihsel aşamada sorunun ortaya çıkış biçimine doğru bir uygulanışını da gerektirir.

 

II

Türk burjuvazisi, Kürdistan üzerinde modern kapitalist ilişkilere dayalı olarak yeniden kurup pekiştirdiği sömürgeci egemenliğini, tarihsel mirasçısı olduğu feodal-sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun İran Safevi devleti ile çatışmalar içinde Kürdistan’ın bir bölümü üzerinde egemenliğini kurması ise 16. yüzyılın başlarına rastlar (1514). Feodal Kürt beyliklerinin önemli bir bölümü, Şii Safevi devletinin baskısından korunmak amacıyla ve içişlerinde geniş bir serbestlik koşuluyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal himayesini (üst egemenliğini) gönüllü olarak kabul ettiler. 19. yüzyılın başlarına kadar değişmeden süren bu kendine özgü siyasal statü sayesinde, Osmanlı egemenliğindeki Kürdistan Osmanlı tımar sisteminin dışında kaldı. Feodal Kürt beylikleri ve aşiret reisleri, merkezi devlete karşı vergi ve savaş sırasında askeri yükümlülükler karşılığında, bir tür özerk “hükümetler” olarak kendi bölgelerine hükmettiler. Kürt köylülüğünün artık-ürününe dilediğince el koydular.

İmparatorluktaki gerileme, çözülme ve çürümenin önünü almak üzere ve Batıdaki modern gelişmelerin etkisi altında girişilen askeri ve idari reformlar, Kürt beyliklerinin geleneksel özerk siyasal statülerinde değişikliği de gündeme getirdi. Bu çerçevede, Kürdistan’ı daha sıkı siyasi ve iktisadi bağlarla merkezi feodal devlete bağlama doğrultusundaki ilk girişimler, birbirini izleyerek tüm yüzyılı kaplayan bir dizi Kürt ayaklanmasının da önünü açmış oldu. Bu gelişmenin başlangıcı, bugün hala çözüme kavuşmamış “Kürt sorunu”nun modern siyasal tarihe girişini de işaretler.

19. yüzyıla girildiğinde, Kürdistan’ın feodal beyliklere ve aşiret yapısına dayalı kapalı, durgun ve bölünmüş geleneksel toplumsal düzeninde henüz önemli bir değişiklik yoktu. Kürdistan toprakları üzerinde bütün bir yüzyıla yayılarak yaşanan imparatorluklar arası savaşların, merkezi devlet müdahalelerinin ve buna karşı direniş ve ayaklanmaların ekonomik yaşam üzerinde etkisi ise, doğal olarak yıkıcı olmuştu. Kapitalizmin geleneksel Kürt toplumuna sınırlı bir meta dolaşımı ve para ilişkilerinin gelişmesi biçiminde ilk etkileri, aynı yüzyılın ortalarına rastlar. Bunun ise, kapalı ekonomiyi bir ölçüde etkilemiş ve bölgeler arası ilişkiyi bir ölçüde canlandırmış olmakla birlikte, geleneksel yapı üzerinde o gün için kayda değer bir etkide bulunduğu söylenemez.

Bu olgu, bütün bir yüzyıla yayılan Kürt ayaklanmalarının kendine özgü niteliğini ve toplumsal karakterini kavramak bakımından önemlidir. Bu yüzyılda Kürdistan’da modern bir ulusal uyanışın ve burjuva bir kurtuluş hareketinin iktisadi-toplumsal koşulları mevcut değildir. Bu nokta açık olmakla birlikte, feodal öğelerin önderliği altında başgösteren ve geniş bir kitle katılımı sağlayan bu ayaklanmaların, her seferinde Kürdistan’ın siyasal birliği ve bağımsızlığı amacına yöneldiği, çoğu kere Osmanlı ve İran egemenliğinden kurtulmayı bir arada hedeflediği de, tarihsel bir gerçektir. Bu, henüz son derece geri ve ilkel biçimiyle de olsa bu ayaklanmaların taşıdığı ulusal renge bir göstergedir. Yalnızca ayaklanmaların yöneldiği siyasal hedefler değil, bizzat bu ayaklanmalara yolaçan nedenler de bunun kanıtıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun açık amacı, o güne kadar kendine son derece gevşek ilişkilerle bağlı Kürdistan üzerinde tam bir egemenlik kurmak, onu tümden sömürgeleştirmektir. Özerk eyalet sistemine son verilerek merkezileştirilmiş ve merkezden atama valilerce yönetilen vilayet sistemine geçiş, aşiretlerin ve köylülerin doğrudan vergilendirilmesi sistemine geçiş, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri üzerinde doğrudan devlet denetimi gibi, Tanzimat sonrasında gerçekleştirilmesi nihayet başarılan değişiklikler, bu amacın ifadesidir. Bunun belli sınırlar içinde Kürt feodal beyliklerinin sınıf çıkarlarıyla açıkça çatıştığı bir gerçek olmakla birlikte, sorun çok daha kapsamlıdır. Aynı dönemin Osmanlı devlet belgelerinde de açıklıkla ifade edildiği gibi, asıl sorun, “Kürdistan’ın yeniden fethi” ve “Kürtler üzerinde” tam denetim kurmaktır. Bu amaca Kürdistan üzerinde yoğunlaşan ve dayanılmaz hale gelen bir baskı, sömürü ve talan eşlik etmiştir. Bunun acısını asıl çeken de Kürt köylü yığınları olmuştur. Kürdistan toprakları üzerinde cereyan eden imparatorluklar arası savaşların doğrudan ve dolaylı etkileri köylü yığınları için yaşamı daha da ağırlaştırmıştır. Ayaklanmaların genellikle bu tür savaşları izlemiş olması bu açıdan bir rastlantı değildir.  Zaman zaman, farklı dinsel ve etnik topluluklara bağlı köylülerin birlikte ve bizzat kendi inisiyatifleriyle ayaklanmaları da bu çerçevede dikkate değerdir.

Bu koşullar altında, kuşkusuz kendi çıkarlarının zedelenmesinin de verdiği itkiyle, feodal ögeler bu hoşnutsuzlukları ayaklanmalara dönüştürebilmişlerdir. Yabancı egemenliğin reddi, bu egemenlikten kurtulmak isteği, bu isteğin Osmanlı ve İran egemenliğini birarada hedeflemesi, ayaklanmaların siyasal bakımdan daha 17. yüzyılda (1639) bölünmüş Kürdistan’ın her iki parçasına da yayılabilmesi, Kürt toplumunun siyasal birliği ve bağımsızlığı hedefi, tüm bunlar, zayıf, bulanık ve henüz ilkel biçimiyle de olsa, bu ayaklanmaların taşıdığı ulusal renge göstergedir. Kaldı ki, 19. yüzyılın uluslararası siyasal ve diplomatik literatürüne de, sorun, hep “Kürt sorunu” olarak geçmiştir. Kürdistan, bu bölgeye ilgileri 19. yüzyıl boyunca gitgide güçlenen İngiltere ile Çarlık Rusyası arasında temel bir rekabet alanıdır. Bu iki sömürgeci-yayılmacı devlet, Osmanlı ve İran devletleri üzerindeki nüfuzlarını güçlendirmek için “Kürt sorunu”ndan sürekli bir biçimde yararlanmaya çalışmışlardır. İngiltere Osmanlı devletinin, Çarlık Rusyası ise İran devletinin destekçisi ve koruyucusu konumundadır, bütün bu yüzyıl boyunca.

Modern önderlik ögelerinden ve modern anlamda bir ulusal ideolojiden yoksun olan 19. yüzyıl Kürt ayaklanmaları, bir bakıma eşitsiz gelişmenin ürünüdürler ve dış dinamikle yüklüdürler. Bir iç ulusal uyanışın değil, Kürdistan’a yönelen bir dış egemenlik girişimine tepkinin ürünü ve ifadesidirler. Batı Avrupa’da ulusal uyanış, ulusal kurtuluş hareketleri ve ulusal devletlerin kuruluş çağı olan 19. yüzyılda ise, bu tür bir tepki, çağın ve Osmanlı Avrupası’nda cereyan eden ulusal amaçlara yönelik siyasal kaynaşmaların etkisi altında, Kürt toplumunun siyasal birlik amacına yönelebilmiştir. Paradoks gibi görünen, feodal önderlik öğelerinin “ulusal” istemlerin taşıyıcısı olma olgusu, çağın bu eşitsiz gelişme diyalektiği içinde kavranabilir ancak. Fakat modern temellerden ve önderlik öğelerinden yoksunluk, ulusal istemlerin bu ilkel ve gevşek zemini, feodal düzenin parçalayıcı dinamikleri, ayaklanmaların nispeten kolay bir biçimde yenilgiye uğratılmasının ya da denetim altına alınmasının da temel nedenidir. Osmanlı ve İran devletlerinin işbirliği ile o çağın büyük devletlerinin ayaklanmalar karşısında bunlara desteği, öteki belli başlı nedenlerdir.

Yüzyılın sonuna doğru ayaklanmaların da sonu geldi ve Osmanlı İmparatorluğu Kürdistan üzerinde tam denetimini kurdu. Bu yalnızca idari ve siyasal değil, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine elkoymada ifadesini bulan bir iktisadi egemenlikti de artık. Kürt köylülüğü ise, çifte vergi yoluyla, hem kendi feodal beylerinin, hem de merkezi devletin çifte sömürüsü altına girmiş oldu.

20. yüzyıla geçiş, Kürdistan tarihinde yeni bir dönemdir. Feodal-sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine Kürt feodal sınıflarından işbirlikçi öğeler ve güçler (Hamidiye Alayları) yaratarak Kürdistan üzerindeki denetimini kuvvetlendirdiği dönem, onun Osmanlı Avrupası’nda ulusal hareketlerin darbeleri altında çözüldüğü, emperyalist rekabetin şiddetlenen bir alanı haline geldiği ve emperyalist egemenlik altında yarı-sömürgeleştiği bir dönemdir. Bu, imparatorluk için bir çürüme ve çözülme dönemidir. Birinci emperyalist paylaşım savaşına konu temel paylaşım alanlarından biri de Osmanlı İmparatorluğu’nun etkinlik alanlarıdır. Keşfedilen yeraltı zenginlikleri ve özellikle petrolden dolayı, Kürdistan bu alanlar içinde başta gelenlerden biridir. Bu paylaşım mücadelesinde Alman emperyalizminin saflarında yeralan komprador-feodal Türk egemen sınıflarının hedefleri arasında, imparatorluğun egemenlik alanlarını elde tutmak çerçevesinde, Kürdistan üzerindeki  sömürgeci egemenliklerini İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı korumak isteği de vardı.

İttihat ve Terakki’de temsil edilen Türk burjuvazisi, savaş esnasında, büyük Ermeni jenosidini gerçekleştirdi. Böylece “Ermeni sorunu”nu kendi sonraki şanına yaraşır bir tarzda çözmüş oldu. Savaşı kaybeden imparatorluk çöktü ve galipler tarafından paylaşıma tabi tutuldu.

Kendi öz ulusal pazarı olan Anadolu’nun sömürgeleştirilmesine karşı kemalistler önderliğinde bir kurtuluş savaşı yürüten Türk tefeci-ticaret burjuvazisi, uğruna mücadele ettiği Misak-ı Milli sınırları içine Batı Kürdistan’ı da almak suretiyle, bu mücadeleye aynı zamanda Kürdistan’ı elde tutmak boyutunu eklemiş oldu. Mücadelesine Ermenilere ve Yunanlılara karşı müslüman öğelerin birliği görünümü kazandırmayı başaran Türk burjuvazisi, bu sayede ve ulusal eşitlik haklarının tanınacağı vaatleriyle, Kürtlerin desteğini de kazandı. Savaş süresi içinde Büyük Millet Meclisi’ni “Türklerin ve Kürtlerin” meclisi saymayı, Lozan Barış görüşmelerini “Türkler ve Kürtler adına” sürdürmeyi siyasal açıdan gerekli gören Türk burjuvazisi, zaferin hemen ardından, tarihsel bir ikiyüzlülükle, Türk ulusal egemenliğine dayalı bir devlet kurdu ve Kürdistan’ın Osmanlı’dan kalma sömürge statüsünü korumak istedi. Bu arada, Lozan Antlaşması çerçevesinde, Kürdistan, Kasr-ı şirin’den (1639) sonra ikinci büyük tarihsel bölünmesini yaşadı. Büyük petrol kaynaklarını barındıran önemli bir bölge (Irak Kürdistanı) İngiliz emperyalizminin, bugünkü Suriye toprakları içinde kalan daha küçük bir parçası ise Fransız emperyalizminin egemenliğine geçti. 5 Haziran 1926 tarihli Musul Antlaşması ise, Kürdistan’ın bu tarihsel paylaşımını hukuksal yönden de kesin bir sonuca bağlamış oldu.

20. yüzyılın başlarında ulusal uyanış ve hareketlerle çalkalanan Osmanlı İmparatorluğu’nda, Kürtlerin özgürlük mücadeleleri bakımından en önemli gelişme, feodal kökenli bir burjuva aydın tabakanın gelişmesi ve bu tabakanın Kürt sorununa modern ideolojik öğeler taşımış olmasıydı. İlk Kürtçe gazetelerini 1898’de yayınlayan bu aristokrat aydınlar, 1908 sonrasında bir dizi yeni örgüt ve yayınla Kürt ulusal davasını geliştirmeye çalıştılar. Aynı dönemde, emperyalizme bağımlılık ilişkileri içinde İmparatorluğun genel planda yaşamakta olduğu kapitalist gelişmenin etkileri Kürdistan’a da artık daha geniş ölçüde yansımış olmakla birlikte, feodal beylik ve aşiret düzeni hala sağlam temellerini koruyordu ve modern anlamıyla bir Kürt burjuva sınıfı henüz yoktu. Fakat bu geri toplumsal temele rağmen, İmparatorluktaki ulusal kaynaşmaların, özellikle de Ermeni ve Türk milliyetçiliğinin etkisiyle, Kürtler arasında da Kürt aydınlarının taşıyıcılığını yaptığı bir ulusal bilinç gelişmeye başlamıştı. Kürtlerin ulusal eşitlik ve bağımsızlık konusunda formüle edilmiş istemleri vardı. Daha 1920’lerin başında Koçgiri bölgesi Kürtleri ile Güney Kürdistan Kürtleri devlet bağımsızlığı için başkaldırdılar. Birincisi kemalistler, ikincisi İngiliz Kraliyet kuvvetleri tarafından zorla ezildi.

Kemalistlerin önderliğindeki Türk burjuvazisi bir Türk Cumhuriyeti ilan etti ve Kürtlerin ulusal haklarını reddederek Kürdistan’ın sömürge statüsünü yeni bir temel üzerinde sürdürmek istedi.  Bunu kabul etmeyen Kürtler 1925-40 arasında bir dizi ayaklanmaya girişerek ulusal özgürlük mücadelesi yürüttüler. Bu özgürlük mücadelelerini Kemalist burjuvazi her defasında kanlı bir kırımla ve Kürtlerin toplu sürgünüyle cevapladı. Ve daha işin başında, Kürtlerin bir ulus ve Kürdistan’ın bir ülke olarak varlığını bile tümüyle redderek, mücadelenin darbeleri altında bugün artık çökmüş bulunan aşırı gerici şoven resmi ideoloji ve politikaların temellerini attı.

Kürdistan’ın temelde değişmeden kalan feodal-aşiretçi toplumsal zemini üzerinde patlak veren 1925-40 Kürt ayaklanmalarına bir kez daha feodal öğeler önderlik ettiler. 19. yüzyıl Kürt ayaklanmalarından farklı olarak, bu kez, Kürt burjuva aydınlarıyla ittifak halinde. Bu sonuncular harekete modern ulusal bir ideoloji kazandırmak çabası göstermiş olsalar bile, Kürdistan’ın geri toplumsal yapısı temeli üzerinde bu çaba fazla etkili olamadı ve dinsel görünüm özellikle Şeyh Sait ayaklanmasında baskın çıkabildi. Kemalist iktidarın kişiliksiz ve onursuz bir destekçisi olan TKP’nin de katkısıyla, kemalistler bu biçimsel görünümü, Şeyh Sait ayaklanmasının haklı ulusal özünü karalamak ve karartmak için yakın zamana kadar kullanabildiler. Bütün bu dönem boyunca, TKP, resmi politikalarıyla Kürt sorunu karşısında sosyal-şoven bir tavır aldı. Haklı ulusal ayaklanmaların kanlı bir biçimde bastırılışını  destekledi. Bu tutum Kürtlerin haklı ulusal davalarının uluslararası ilerici ve sosyalist güçler tarafından da uzun yıllar doğru anlaşılamamasına yolaçtı. Kuşkusuz buradaki sorumluluk yalnızca TKP’nin değil, aynı zamanda, TKP’nin yanısıra ve ondan bağımsız olarak, kemalist iktidarı destekleyen Sovyetler Birliği hükümetlerinindir de.

Kürdistan’ın feodal-aşiretçi yapısı, Kürt bağımsızlık mücadelelerini ideolojik açıdan geri bir konuma mahkum etmekle kalmadı, uluslaşma sürecinin henüz geri ve ilkel bir düzeyde oluşunu koşullandırarak, Kürtlerin ulusal mücadele birliğinin güçlü ve istikrarlı bir zemine oturmasını olanaksızlaştırdı. Türk burjuvazisi, Kürtlere egemen mezhep ve aşiret bölünmelerinden sonucu etkileyebilecek düzeyde yararlandı. Önderliklerin feodal yapısı hareketi geriliğe, bu toplumsal karakterden kaynaklanan tutarsızlık ve kararsızlıklarla bir dizi zaafa mahkum etti. Fakat tüm bu gerilik öğeleri, 1925-1940 Kürt ayaklanmalarının, özünde Kürt ulusunu kendine zorla boyun eğdirmek ve sömürgeleştirmek isteyen sömürgeci Türk burjuvazisine karşı haklı birer ulusal özgürlük mücadeleleri olduğu gerçeğini değiştirmez.

Toplumsal içeriği yönünden Kürt feodal-burjuva sınıflarının kendi etkinlik alanlarına ve pazarına sahip olmak isteğinin ifadesi olsa bile, siyasal yönden bu mücadeleler meşru ulusal istemlere dayalıdır, yabancı zulmüne ve egemenliğine yönelmiştir. Tersinden bakıldığında, kemalist Türk burjuvazisinin bu hareketlere müdahalesi, ulusal eşitlik ve özgürlük için mücadele eden bir ulusa zorla boyun eğdirmek, Kürdistan pazarını ele geçirmek ve Kürdistan’ı bütünüyle sömürgeleştirmek amacına yöneliktir. Aşırı gerici, şoven ve soykırımcı bir sömürgeci politikanın ifadesidir. Bu politika ve uygulamaları resmiyette dine ve feodal gericiliğe yöneltilmiş olarak gösteren kemalist çabalar, büyük bir tarihsel ikiyüzlülüğün ifadesidirler. Kürt ayaklanmalarının kanlı bir kırımla bastırılışından ve Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’a tam yerleşmesinden, Kürt feodalleri sınıf olarak zarar görmemişler, yalnızca Kürt kimlikleriyle baskı, eziyet ve sürgünün hedefi olmuşlardır. Sömürgeci burjuvazi ayaklanmaları bastırdıktan sonra, tersine Kürdistan’daki feodal-aşiretçi geri yapıyı, bundan beslenen dinsel-feodal kültürü, sömürgeci egemenliğin uygun bir zemini olarak sürekli korumuş ve desteklemiştir.

Bu dönem ayaklanmalarının sonuncusu olan Dersim İsyanı’nın tam bir soykırımla bastırılması, Kürdistan tarihinde bir dönemin bitişini işaretler. 19. yüzyılın başında feodal Osmanlı devletinin II. Mahmut’la başlattığı Kürdistan’ın fethi süreci, 1940’lara varıldığında, Türk burjuvazisinin Kürdistan’da mutlak egemenliğini kurmasıyla son bulmuştur. Bu aynı zamanda Türkiye Kürdistanı’nda beylerden, aşiret reislerinden ve şeyhlerden oluşan feodal öğelerin ulusal harekete önderlik dönemlerinin de kapanışıdır. O güne dek Kürt halkının ulusal özgürlük istemini, elbette kendi sınıf çıkarlarına bağlayarak, harekete geçiren Kürt feodal ve feodal-burjuva sınıflar bundan böyle ulusal hareketteki olumlu rollerini tükettiler. Türk burjuvazisine boyun eğdiler, tümüyle ona bağlandılar. Ulusal kimliklerini bir yana itmenin karşılığında sınıf olarak onun bir parçası haline gelip bütünleştiler ve sömürgeci egemenliğin Kürdistan’daki toplumsal dayanakları oldular.

Kürt feodal ve feodal-burjuva öğeler sömürgeci Türk rejimiyle bütünleşince, ulusal hareketin yeni taşıyıcısı olacak ilerici Kürt aydınları ve onlara toplumsal dayanak oluşturacak modern bir Kürt küçük-burjuvazisi ortaya çıkıncaya kadar, Kürdistan bir suskunluğun içine girdi. Bu aynı zamanda, birikmiş ulusal irade ve enerjinin, 1925-40 dönemi ayaklanmaları içinde ve bu safha için artık tükenmiş olduğunu da gösteriyordu.

 

III

1960 sonrası Kürt ulusal sorununda ve Kürt ulusal hareketinde yeni bir dönemdir. Tıpkı Türkiye sol hareketi için olduğu gibi. Şu farkla ki, ‘60’lı yıllarda, özellikle bu on yılın ikinci diliminde, Türkiye sol hareketi gelişip serpilirken, Kürt ulusal hareketi aynı on yılın sonlarına doğru henüz ancak ilk filizlerini vermektedir. Modern sosyal temellere ve bu temel üzerinde yükselen modern bir ulusal içeriğe dayanan devrimci Kürt ulusal hareketi, ilk şekillenişiyle bu dönemin ürünüdür. Kürt ulusal sorunu ve özgürlük mücadelesi, artık feodal-burjuva sınıfların bir sorunu olmaktan çıkmış, Kürt halk yığınlarının bir sorunu haline gelmiş, onların baskı ve sömürüden kurtulma mücadelesinin bir boyutuna dönüşmüştür. Kürt ulusal hareketinin toplumsal karakteri ve siyasal niteliğindeki bu köklü değişim, elbette Türkiye’de 1950 sonrasında hızlanan genel kapitalist gelişmenin Kürdistan’daki etkileri ve sonuçları temeli üzerinde yükselmektedir.

Kürdistan’daki ulusal ayaklanmaları soykırım uygulamaları ile bastıran, bu ayaklanmalara her defasında önderlik eden üst sınıflara artık tümden boyun eğdiren sömürgeci Türk burjuvazisi, fiziki direncini kırmış bulunduğu Kürt ulusunun bu kez manevi kimliğini yoketmek üzere çok yoğun ve sistemli çabalara girişti. Zor eşliğinde yürüyen kapsamlı bir asimilasyon politikası uyguladı. Kürtleri Türkleştirmek için her türlü iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel önlemi uyguladı. Kürt uluslaşmasının gelişmesinin önünü tıkayan geleneksel aşiretçi ve feodal yapıyı, ilişkileri, kurumları her yolla destekledi. Neticede ve bir dönem için, önemli bir başarı da sağlamış oldu.

Ne var ki, bir dönem için sağlanan bu başarı, Türk burjuvazisini, her sömürgeci uygulamanın tarihsel diyalektiğinin ortaya çıkardığı sonuçlardan kurtaramadı. Adı üzerinde, sömürgeler sömürülmek içindir. Çağdaş dönemde ise bu sömürü ancak kapitalist temeller üzerinde gerçekleşebiliyor. Bu tür bir sömürü süreci, kapitalist ilişkileri genişlemesine ve derinlemesine geliştirmek suretiyle kapalı ekonomiyi ve feodal uyuşukluğu kırar, sömürgecilerin iradesi dışında, modern ilişkiler temeli üzerinde bir uluslaşma sürecini hızlandırır, giderek ulusal uyanışın, istemlerin ve hareketin oluşumuna yolaçar.

1950-80 döneminde, Kürdistan’da kapitalist gelişme büyük bir mesafe katetti, geleneksel feodal yapı parçalandı. Sonuçları ortadadır. Tüm Cumhuriyet dönemi boyunca ulusal kimlikleri acımasız yöntemlerle yokedilmek istenen Kürtler, dün zorla, bugün ise, artık sınıf çıkarları gereği kaderini Türk burjuvazisinin kaderi ile birleştirmiş bulunan üst sınıflar dışında, ulusal hakları için ve milyonlarca insan olarak ayaktadırlar.

Başlangıçta iktisadi olarak henüz son derece cılız olan Türk burjuvazisi, milli baskı politikasının da bir gereği olarak, sınırlı yatırım kaynaklarını Kürdistan dışında değerlendirmeye özen gösterdi. Kürdistan’da az sayıda ve devlet eliyle yapılan yatırımlar yalnızca zengin yeraltı kaynaklarını yağmalamaya yönelikti. Sınırlı altyapı “hizmetleri” ise, esas olarak, sömürgeci siyasal denetim ve kültürel asimilasyon ihtiyaçlarına ve amacına dönüktü. Tüm bunların geleneksel yapı üzerinde çözücü etkisi doğal olarak henüz pek önemsizdi. 1950 sonrası bu açıdan yeni bir dönemi işaretler. Gerek Türk burjuvazisinin kendi iç sermaye birikimi, gerekse emperyalizmin sermaye ihracı, kapitalist gelişmeye Türkiye genelinde büyük bir ivme kazandırdı. Elbette genele göre son derece düşük ölçüde olmak üzere, Kürdistan da bundan payını aldı. Kürdistan sömürgeci Türk burjuvazisi için hala yalnızca bir hammadde kaynağı ve mamul mal pazarı idi.  Kürdistan’ın zengin yeraltı ve özellikle enerji kaynakları (petrol, akarsular) batıda gelişen sanayi için son derece önemliydi. Ayrıca kapitalist gelişme ve buna eşlik eden kentleşme, hayvansal ve tarımsal ürünlere olan ihtiyacı sürekli büyütüyordu. Ve doğal olarak, Kürdistan, ithal ikamesine dayalı sanayi ürünleri için aynı zamanda önemli bir pazardı da.

Fakat bu kadarı bile yol şebekeleri (demiryolu ve karayolu), maden, petrol ve enerji yatırımları, elbette toprak sahiplerinin yararlandığı tarımsal krediler, sürekli büyüyen bir ticaret ağı vb. demekti. Kendini genişleterek üreten bu süreç Kürdistan’ın geleneksel feodal yapısını parçaladı, hayvancılık ve tarımsal üretim gitgide daha geniş ölçülerde pazara bağlandı. Kent yaşamı tüm çarpıklıkları ile gelişmeye, canlanmaya başladı. Pazar için üretim süreci içinde burjuva bir dönüşüme uğrayan bir kısım feodaller, biriktirdikleri küçük çaplı ilk sermayelerini, kentlerde ticarete ve küçük çaplı bazı sanayi işletmelerine yatırır oldular. Pazar için üretimin karlılığı, makinalı tarıma geçiş eğilimini besledi. Feodaller traktör alıp bir kısım köylülerine yol vermeye başladılar. Köylülüğün ve geleneksel zanaatların yıkımı, köyden kente ve Türkiye’nin metropollerine, giderek büyük Avrupa’nın metropollerine, büyük göç dalgalarına yolaçtı. ‘50’li yıllarda başlayan, ‘60’lı yıllarda hız kazanan ve son 20 yıldır devam eden bu süreç içinde, sosyo-ekonomik yönden ‘50’lere kadar esas itibarıyla feodalizmin egemen olduğu Kürdistan, feodal kalıntıların hala yaşayageldiği, fakat kapitalist ilişkilerin sürekli güç kazandığı geçiş süreci içinde bir yarı-feodal bölge haline geldi.

Kürdistan’daki kapitalist gelişme süreçleri, sömürgeci egemenlik koşullarında, onu Türkiye kapitalizminin organik bir eklentisi haline getirdi. Sömürgeci egemenlik kapitalist temellere kavuştu. Bu süreçlere, Kürdistan’dan Türkiye’nin batısına sürekli bir zenginlik, sermaye, işgücü ve eğitilmiş insan akışı eşlik etti. Kürdistan göreli olarak sürekli yoksullaştı, batıyla arasındaki gelişme düzeyi uçurumu sürekli büyüdü, son on yılda ise en büyük boyutlara ulaştı. Kürdistan, yaşadığı nispi gelişmeye rağmen, Türkiye kapitalizminin geneli içinde, esas itibarıyla bir tarımsal bölge olarak kaldı. Kapitalizmin dengesiz gelişme dinamiğinin nispi bir etkisi olmakla birlikte, tüm bu sonuçların asıl nedeni, kuşkusuz Türk burjuvazisinin sömürgeci egemenliği ve milli baskı politikaları oldu.

İktisadi cephedeki bu gelişmelerin öteki yüzü ve kuşkusuz konumuz bakımından asıl önemli yönü, geleneksel sınıf ilişkilerinin çözülüş süreci içinde yaşanan modern sınıfsal farklılaşma, Kürdistan’da modern sınıfların şekillenme sürecidir. Feodallerin ve aşiret reislerinin burjuva bir dönüşüme uğrama sürecine, köylülüğün farklılaşması ve proleterleşmesi eşlik etti. Pazar için üretime ve makinalı tarıma geçiş, belli bakımlardan feodal özelliklerini korumakla birlikte ücretli tarım işçisi kullanan bir büyük toprak burjuvazisinin şekillenişini hazırladı. Ticaretin gelişmesi, kapitalist ilişkiler ağı içinde sömürgeci Türk burjuvazisi ile güçlü bağları olan bir ticaret burjuvazisinin hızla palazlanmasını beraberinde getirdi. Bunlar çoğunlukla eski feodaller, aşiret reisleri, feodal kökenli tefeciler ve tüccarlardı. Yıkıma uğrayan geleneksel zanaatçının yerini, Kürdistan kentlerinde oluşan modern bir küçük-burjuvazi aldı. Ve kuşkusuz, asıl gücü Kürdistan’daki devlet işletmelerinde olan ve gitgide sayısı artan bir işçi sınıfı oluştu.

Tüm bu süreçler Kürdistan’ın kendi içinde de dengesizdir. Farklı yörelerde farklı zaman, hız ve düzeylerde yaşandı ve yaşanmaktadır. Daha da önemlisi, bu, geleneksel sınıfların ve yaşamın tümden dönüştüğü anlamına gelmiyor. Tersine feodal kalıntılar Kürdistan’da hala da güçlüdür. Fakat yine de sonuç, Kürdistan’ın geleneksel yapısında büyük bir altüst oluş, modern sınıfların oluşumunda siyasal sonuçları bakımından muazzam önemde bir gelişme demektir. Yoğun bir milli baskı ve asimilasyonun eşlik ettiği bu süreçler, tersine bir sonuçla ve evrensel eğilime uygun olarak, Kürtlerin modern temeller üzerinde uluslaşmasını ve ulusal uyanışını hazırladı. Bu süreç aynı zamanda, geleneksel Kürt egemen sınıflarının, bu kez kapitalist temeller üzerinde sömürgeci Türk burjuvazisiyle ve onun gerisindeki emperyalizmle kaynaşmasıyla sonuçlandığı için, ulusal uyanışın sosyal tabanı artık Kürt alt sınıfları oldular. Bu ulusal uyanış ile sınıfsal uyanış süreçlerini içiçe geçirdi. ´60’lar ile başlayan yeni dönemin Kürdistan’daki ilk büyük kitle hareketini oluşturan 1967 “Doğu Mitingleri”nde, ulusal tepki ile toplumsal tepkinin içiçeliği bu açıdan dikkate değerdir. Geleneksel bağların çözülüşü ve modern sınıfların oluşum süreci, o güne dek geleneksel (feodal, aşiret, mezhepsel) bağların örtüp gizlediği ulusal kimlik ile sınıf ilişki ve çelişkileri, bu yeni temel üzerinde gitgide belirginleştirmiştir.

(...)

Not:

EKİM 1. Genel Konferansı’nın Kürt Ulusal Sorunu başlıklı temel değerlendirmesinin tamamı aşağıdaki kitaplarda bulunabilir:

- EKİM 1. Genel Konferansı / Değerlendirme ve Kararlar, Eksen Yayıncılık, Mayıs 1992 (Sayfa:157-205)

- Kürt Ulusal Sorunu, Eksen Yayıncılık, Ocak 1994, (Sayfa: 23-72)

- Kürt Ulusal Sorunu- 1, Eksen Yayıncılık, Eylül 1997, (Sayfa: 23-72)