25 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/44

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme ve gericiliğe karşı
direnen halklar kazanacak!
Faşist kudurganlığa karşı omuz omuza!
Ülke çapında haydutluk
Gözaltı terörü protesto edildi
“İmamın ordusu” palazlanıyor!
Türk-İş’te genel kurul: Hedefler ve hesaplar
Güç Birliği Ankara’da toplandı
Art Aksesuar’da direniş kazandı
“Razı değiliz, köle olmayacağız!”
İki büyük hastanede GöREV…
DİSK İSİG Uzmanı Tevfik Güneş: “Kapitalist sistem işçi sağlığının düşmanıdır”
Kürt sorununun tarihsel temelleri ve toplumsal içeriği
Alaattin Karadağ yoldaş katledildiği yerde anıldı
Alaattin yoldaş mezarı başında anıldı…
“Parti ve devrim” etkinlikleri
Mısır’da isyan yeniden!..
“Tek gücümüz eylem yapmak”
AB’nin periferisinde pro-faşist ve teknokrat hükümetlere…
Neo-Nazi karşıtı gösteri
Petrol-İş Kadın Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile 25 Kasım ve üzerine...
Burjuvazinin deprem
fırsatçılığı
Güvencesiz öğretmenler Ankara'da buluştu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İspanya,Yunanistan, İtalya...

AB’nin periferisinde pro-faşist ve teknokrat hükümetler

Volkan Yaraşır

Kapitalizmin yapısal krizi son çeyrek asra hakim olan neo-liberal hegemonyayı kırdı. Yine son 25 yıla damgasını vuran siyasal yapı ve statükoları sarstı. Özellikle krizin AB’ye yansıması ve AB’nin periferisinde bir borç krizi şeklinde derinleşmesi kıta Avrupasında önemli gelişmelere neden oldu.

Krizin keskinleştirdiği sınıfsal antogonizma, Avrupa işçi sınıfı tarihinde yeni bir dönemin önünü açtı.1968 küresel ayağa kalkışından sonra kıta Avrupası genel grev dalgaları, büyük kitle gösterileri, meydan işgalleri gibi muazzam eylemlerle sarsıldı. Kıtanın Akdeniz havzası büyük toplumsal ayağa kalkışlara sahne oldu. Özellikle Yunanistan işçi sınıfı Avrupa işçi hareketinin ön cephesi gibi hareket etti. İki yıllık bir dönemde yaygın genel grev ve sektörel grevler gerçekleştirildi. 2008 Aralık ayaklanmasından bugüne kadar Yunanistan’a bir isyan havası hakim oldu. Genel grev dalgaları İtalya’dan Fransa’ya, İspanya’dan Portekiz’e kadar kendini gösterdi. Havza büyük kitle gösterileri ile sarsıldı.

Borç krizi sarmalının Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’den sonra İtalya’yı ve İspanya’yı etkileme olasılığı ve her an bu iki ülkenin bir ekonomik yıkım içine girme riski, AB’nin iç dengelerini alt üst edecek boyuta ulaştı. Bu süreç ekonomik, siyasi ve sosyal krizleri tetikledi. Başta Yunanistan, İtalya ve İspanya’da olmak üzere, kriz konsantrasyonu siyasal alt-üst oluşları beraberinde getirdi.

Yunanistan’da Papandreu’nun istifası ülkenin son 40 yılına damgasını vuran, stabilize edilmiş siyasal yapının değişimini simgeledi.

İtalya’da sansasyonalist, seksist ve faşist karakterli Berlusconi’nin istifası yeni bir döneme geçişin adımı oldu. Finans kapital restorasyon politikalarını devreye soktu.

İspanya’da son genel seçimler İspanya’nın Franko sonrası oluşan devlet-toplum ilişkilerindeki statükonun parçalanışını ortaya çıkardı. Neo-Frankocu Halk Partisi büyük bir oy çoğunluğuyla seçimleri kazandı.

Yunanistan ve İtalya’da finans
kapitalden stratejik ataklar

Kapitalizmin yapısal krizinin yıkıcı etkileri bu üç ülkede siyasal alt-üst oluşlara ve değişimlere yol açtı. Bu siyasal değişimler bir boyutta Yunanistan, İtalya ve İspanya’daki sınıflar mücadelesinin yeni momentini simgeledi, diğer boyutuyla AB’nin evrileceği yeni sürecin ön habercisi oldu.

Neo-liberal karşı devrim programı, Avrupa’da büyük manipülasyon ve derin demogojik operasyonlarla hayata geçirilmişti. Bir emperyalist blok olan AB’nin kuruluşu, “uygarlık” projesi olarak deklare edildi. AB Karl Popper’in jargonuyla Açık Toplum’du ve duvarın yıkılması totaliter rejimlerin çöküşünü simgeliyordu. AB liberal demokrasi ve serbest piyasanın örnek modeliydi. AB kriterleri (başta Kopenhag kriterleri) otoriter yapı ve eğilimleri dışlayan, uluslararası normlar olarak ilan edildi. Bu “büyük taarruz” ve “rıza üretme” mekanizmaları, kapitalizmin yapısal krizi karşısında etkisizleşti ve parçalandı.

Kıtanın Akdeniz havzasında işçi sınıfının ayağa kalkışı bir dönemin kapanmasına yol açtı. Yunanistan’da başlayan toplumsal ayaklanma hali, havzayı sarstığı gibi kıtanın bütününde yankılar yarattı.

Burjuva sınıfsal egemenliğin, toplumsal egemenlik olarak gerçekleşmesini sağlayan tüm kurumlar, hızla işlevsizleşmeye başladı. AB’nin yani “Uygarlık Projesinin” Avrupa’yı saran yoğun işsizlik, sefalet ve yoksullukla özünde çağdaş bir barbarlık olduğu ortaya çıktı. Sistemin stabilizasyon aracı olan liberal demokrasinin sınıf egemenliğini perdeleyen bir şal olduğu hızla anlaşıldı.

Bugün Yunanistan, İtalya ve İspanya’nın içine girdiği siyasi süreç burjuva demokrasinin ne kadar göreceli bir karaktere sahip olduğunu açığa çıkardı. Devletin asıl karakterinin, özünün çıplak bir zor ve acımasız bir sınıf egemenliği olduğu görüldü.

Yunanistan’da Papandreu’nun istifası ve oluşturulan “milli mutabakat” hükümeti Yunanistan’da bir dönemin kapanışını işaretledi. Yeni hükümet AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan troykanın yaptırımlarını yerine getirmek yönünde adımlar atmaya başladı.

Eski Avrupa Merkez Bankası başkan yardımcısı olan Papadimos başbakanlığa getirildi. Bir darbe niteliğindeki bu gelişme Almanya ve Fransa’nın yönlendirmesi ve baskılandırması sonucunda gerçekleşti. Ve bir anlamda Yunanistan’daki son 40 yılda oluşan siyasi yapının çözülüşünü ortaya koydu.

Yeni hükümetin oluşumunda Sarkozy ve Merkel’in yanında Yunanistan büyük sermayesi de belirleyici rol oynadı. Yeni hükümet teknokratlardan ve neo-faşist unsurlardan meydana geldi. Yunanistan’ın yeniden sömürgeleştirilmesi ve sosyal yıkım programlarının hayata geçirilmesinde rol oynayacak Papadimos Hükümeti Yunanistan’da bir ara rejime geçişi simgeliyor.

Papadimos kemer sıkma politikalarını radikal bir şekilde hayata geçireceğini açıkladı.

Papadimos otoriter uygulamalar ve Yunan milliyetçiliğini körükleyen politikalar izleyerek, kitle hareketini bloke etmeye ve etkisizleştirmeye çalışacak. Ara rejim niteliğindeki Papadimos hükümetinin olağanüstü rejimlere geçişin zeminlerini örmesi muhtemeldir.

Benzer gelişmelerin yaşandığı bir diğer ülke İtalya’da Berlusconi’nin istifası sonrası, kurulan yeni hükümet teknokratik nitelikte oluştu. Başbakanlığa İtalya ve AB oligarşisinin en önemli bürokratlarından biri olan Mario Monti getirildi. Finans kapital Monti’ye büyük destek verdi. Burjuva medya Monti lehinde yoğun bir kampanya başlattı.

Papadimos ve Monti son derece benzer özellikler taşıyor. Bütün kariyerleri finans kapitale hizmet üzerinden şekillenen bu iki şahsiyet, AB bürokrasisi içerisinde önemli görevler yürüttü. Ayrıca ikisi de Trilateral Komisyonu üyesi. Trilateral Komisyonu küresel sermayenin politikalarını realize edecek ve çıkarlarını savunacak politik liderlerin yetiştirildiği uluslararası sermayenin önemli bir kurumu.

Yunanistan ve İtalya’da yeni hükümetlerle finans kapital stratejik bir atak yaptı.

İspanya’da ara dönem

İspanya’da da benzer gelişmeler yaşanıyor. Fakat İspanya İtalya ve Yunanistan’dan farklı olarak genel seçimlerle yeni bir döneme girdi.

Borç krizi batağındaki İspanya’da Sosyalist İşçi Parti büyük oy kaybetti. Neo-Frankocu Halk Partisi genel seçimlerde son derece yüksek oy aldı. Sosyalist İşçi Parti oyların yüzde 28,7’sini alırken, Halk Partisi ise yüzde 44,6’sını kazandı. Birleşik Sol Parti ise yüzde 7 oyla üçüncü parti oldu.

İşsizlik oranının yüzde 22’ye ulaştığı, kamu borçlarının olağanüstü boyutlara yükseldiği İspanya’da, Halk Partisi’nin aldığı oy, Franko sonrası İspanya sağının kazandığı en büyük başarı oldu. Bu gelişme Yunanistan gibi son 40 yıllık döneme damgasını vuran siyasal dengenin ve yapının sarsıldığını gösterdi.

Halk Partisi başkanı Mariano Rajoy ekonomik krizi temel sorun olarak ilan etti. Sosyal yıkım programlarının devam edeceği yönünde vurgular yaptı.

Seçim sonuçları İspanya’da siyasal polarizasyonun arttığını ortaya koydu. Sosyalist İşçi Parti, Yunanistan’daki Pasok gibi kapitalist krizin yarattığı reaksiyonları sönümlendirmeye çalıştı. Sosyal demokrasinin kitle üzerindeki bıraktığı kolektif halüsinasyon, krizin yıkıcı etkileri karşısında hızla çözüldü. 2004’de başbakanlığa gelen Zapatero küresel krizin etkileriyle inisiyatifini yitirdi. 2009’da başbakanlığa gelen Papandreu’nun akıbeti de benzer oldu. Bu iki sosyal-demokrat yapı da hızla etkisizleşti ve çöktü.

İspanya’da sosyal demokrasinin yarattığı hayal kırıklığı ve işçi hareketinde beklenen yükselişin gerçekleşmemesi, öfkeliler hareketinin yarattığı bütün auroya rağmen kitlelerin büyük “sağa kayışına” neden oldu. Neo-Frankocu Halk Partisi’nin önünü açtı.

Milliyetçi ve otoriter vurgularla Halk Partisi oylarını artırdı. Bir diğer gelişme ise sosyal-demokratların dışındaki sol’un oylarında görülen kısmi artış oldu.

Seçimler İspanya’da sınıfsal mücadelesinin yeni momentini simgeledi.

Önümüzdeki dönem öfkeliler hareketinin yarattığı müthiş auronun bugün durgunluk içinde olan, işçi hareketini sarması önemli gelişmelere neden olabilir. İspanya’da borç krizinin derinleşmesi toplumsal muhalefeti tetikleyecektir.

Rajoy hükümeti kemer sıkma politikalarını radikal bir şekilde uygularken, sınıf ve kitle hareketini paralize etme ve etkisizleştirmeye çalışacağı ortadadır. Bu yönde bir yandan İspanyol milliyetçiliğini körükleyip, diğer yandan otoriter uygulamalarını devreye sokması muhtemeldir.

Finans kapital halklara savaş açtı

Avrupa’nın Akdeniz havzasında teknokrat ve neo-faşist unsurların yer aldığı otoriter hükümetlerin kurulması tesadüfi ve istisnai gelişmeler değildir. Sınıfsal antogonizmanın giderek keskinleştiğini göstermektedir. Finans kapital halklara savaş açıyor. Amaç havzadaki sınıf ve kitle hareketini kırmak ve sermayenin önündeki her “pürüzü” büyük bir soğukkanlılıkla ortadan kaldırmaktır.

Kıta Avrupası’nda devlet biçimindeki bu değişiklikler Mahir Çayan’ın gizli faşizm diye tanımladığı parlamenter kurum ve siyasal partilerin olmasına rağmen devletin faşist karakterinin, giderek açığa çıktığını gösteren bir sürecin başlangıcıdır. Ve tekelci polis devleti yönündeki uygulamaları ifade etmektedir.

Avrupa gericiliği Avrupa işçi sınıfına topyekün bir saldırıya hazırlanıyor. Saldırının odak coğrafyası, sınıf hareketinin yükselişine paralel olarak Akdeniz havzasıdır. Ama benzer gelişmelerin kıtanın bütününde yaşandığı gözden kaçırılmamalıdır. Bugün ara rejim hükümetleri özelliğini taşıyan bu siyasal gelişmeler olağanüstü rejimlere geçişin zeminleri olarak değerlendirilebilir.

Burjuva demokrasisinin üzerindeki kadife şal çekildiğinde devletin çıplak bir zor aygıtı olduğu ortaya çıkar. Bugün o kadife şal kıta Avrupasında çekilmeye başlamıştır.