25 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/44

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme ve gericiliğe karşı
direnen halklar kazanacak!
Faşist kudurganlığa karşı omuz omuza!
Ülke çapında haydutluk
Gözaltı terörü protesto edildi
“İmamın ordusu” palazlanıyor!
Türk-İş’te genel kurul: Hedefler ve hesaplar
Güç Birliği Ankara’da toplandı
Art Aksesuar’da direniş kazandı
“Razı değiliz, köle olmayacağız!”
İki büyük hastanede GöREV…
DİSK İSİG Uzmanı Tevfik Güneş: “Kapitalist sistem işçi sağlığının düşmanıdır”
Kürt sorununun tarihsel temelleri ve toplumsal içeriği
Alaattin Karadağ yoldaş katledildiği yerde anıldı
Alaattin yoldaş mezarı başında anıldı…
“Parti ve devrim” etkinlikleri
Mısır’da isyan yeniden!..
“Tek gücümüz eylem yapmak”
AB’nin periferisinde pro-faşist ve teknokrat hükümetlere…
Neo-Nazi karşıtı gösteri
Petrol-İş Kadın Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile 25 Kasım ve üzerine...
Burjuvazinin deprem
fırsatçılığı
Güvencesiz öğretmenler Ankara'da buluştu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Burjuvazinin deprem fırsatçılığı

Van’daki 7,2’lik depremin üzerinden bir ay geçti. Konu medyada eski güncelliğini yitirip Suriye ve bedelli askerlik meselesi kadar işlenmese de gelen kötü haberler medyaya kendini bir şekilde dayatıyor. Deprem sonrası İçişleri Bakanı’nın da gıpta ettiği saray (!) gibi çadırlara yerleşen ailelerden biri soba zehirlenmesinden hayatını kaybetti. Yine geçtiğimiz günlerde saray gibi çadırlardan biri alevler içinde kalarak saniyeler içerisinde yandı. Kimsenin müdahale etme fırsatı dahi bulamadığı bu yangında 3 çocuk yanarak feci şekilde can verdi. Son olarak bu hafta içerisinde yine bir çocuk soğuktan ve yetersiz beslenmeden dolayı hayatını kaybetti. Çadırlar soğuktan korumuyor, depremzedeler yeterli beslenemiyor, hükümetin öve öve bitiremediği Mevlana Evleri’nin tesisatlarında ve havalandırma sisteminde ciddi sıkıntılar var. İçişleri Bakanı’nın “Artık burası en güvenli yerdir” demesinin ardından Van’da onlarca kişi daha hayatını kaybetti. Hayalet faylar hala aktif ve kent bir beşik gibi sallanmaya devam ediyor. Devletten bir yardım göremeyen halk çareyi şehri terk etmekte buluyor. Yapılan açıklamalara göre yaklaşık 400 bin kişi Van’ı terk etti. Van’daki tablo bu iken başbakan hükümetin depremde başarılı bir sınav verdiğini açıkladı. Aslında başbakana bir noktada hak vermek lazım gelir, o da şu ki; gerçekten de hükümet bu deprem felaketini kendileri ve yardakçıları için bir fırsata dönüştürmekte üstün bir başarı sergiledi.

“İktidarı kaybetme uğruna yıkacağız”

Yapılan tespitlere göre depremde toplamda 2262 bina yıkıldı. TMMOB tarafından oluşturulan heyetin Van’da yaptığı incelemelere göre yıkılan bu binaların önemli bir bölümü yeni inşa edildi. Daha açık bir ifadeyle yıkılan bu binaların önemli bir bölümü AKP döneminde, deprem yönetmeliği ve yapı denetim kanununun Resmi Gazete’de yayınlanmasından çok sonra inşa edildi. Üstelik yıkılan bu binalar arasında okuldan hastaneye, lojmandan karokola kadar birçok kamu binası bulunmakta. Hatta Erciş’te bulunan devlet binalarının tamamı depremde yıkıldı. Belediye binası, adliye binası, emniyet müdürlüğü ve diğer binalar. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yıkılan bu binaların tamamını sanki kaçak yapı veya gecekondu gibi addederek, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını ve iktidarı kaybetme uğruna bu çürük yapıları yıkacaklarını kürsülerden büyük bir hışımla dillendiriyordu.

Burada küçük bir hatırlatma yapmakta fayda var. AKP’den Van milletvekili seçilen eski belediye başkanı Fatih Çiftçi’nin ve ondan önce belediye başkanı babası Ebubekir Çiftçi’nin ruhsat vermiş olduğu binaların çöktüğü görülüyor. Erciş’in şimdiki Belediye Başkanı Zülfikar Arapoğlu, Ebubekir Çiftçi’nin ruhsat vermiş olduğu 9 katlı Turvan Oteli’nin sahibiydi. Kaçak olduğu söylenen otel 50 kişinin üstüne çökene kadar elbet(1) Yine bölgede yapılan incelemelere göre Çiftçi’nin belediye başkanı olduğu dönemde yapılan binaların bir kısmı depremde hasar görmüş veya yıkılmış.

Madem ki başbakan kimsenin gözünün yaşına bakmayacak o zaman kendi milletvekili Fatih Çiftçi için ne düşünüyor? Bildiğimiz kadarıyla Çiftçi istifa etmedi, hala görevinin başında ve kendisiyle ilgili parti MYK’ndan çıkmış her hangi bir soruşturma ve tutanak da yok. Hani kimsenin gözünün yaşına bakılmayacaktı? Demek ki burada gözünün yaşına bakılmayacak olan yine gariban vatandaş olacak.

Kentsel dönüşüm mü, rantsal bölüşüm mü?

Depremden sonra hükümet yetkilileri ağız birliği etmişçesine Van’daki büyük yıkımı yapı stoğuna bağlayarak çözüm olarak kentsel dönüşümü işaret etmişlerdi. 20 Kasım 2011 tarihinde İstanbul Üsküdar’daki Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” sempozyumunda söz alan konuşmacılar kentsel dönüşümü nasıl fırsata(!) çevirebilirimizin muhasebesini tuttular. Sempozyumda söz alan Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, başkan olduğu dönemde 120 villayı yıktığını belirterek, “Bir belediyenin yaptıklarıyla değil yıktıklarıyla övünmesi gerek” dedi. TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı AKP İstanbul Milletvekili İdris Güllüce ise, Tuzla Belediye Başkanlığı döneminde çok sayıda bina yıktığını ve yıkımlara alışkın olduğunu ifade etti. Yıkımı belediyecilik sanan ve bundan tuhaf bir biçimde haz duyan bürokratlardan sonra söz alan İTÜ Rektörü Muhammet Şahin ise “Tüm eksiklerimizi yüzümüze çarpan Van depremi, hepimizi çok üzmüştür. Son yerel seçimlere kadar, kentsel dönüşüm diyen adaylar, seçim kaybettiler. Bu artık son bulmalı” diyerek kentsel dönüşümü savundu.

Yetkili ağızlar kentsel dönüşümü dillerine pelesenk ederken, İstanbul’dakiler başta olmak üzere birçok belediye başkanı da bu akımın peşinden sürüklendi. Başkanlar televizyonlarda kanal kanal gezerek kentsel dönüşümün ne kadar gerekli(!) olduğunu anlattı. Hatta geçtiğimiz günlerde İBB (İstanbul büyükşehir Belediyesi) Başkanı Kadir Topbaş’ın davetiyle 39 ilçe belediye başkanı “İstanbul’un makûs kaderini değiştirmek” adına bir araya geldi. Van’daki depremin ardından olası bir İstanbul depreminde çok ağır bedeller ödememek adına bugünden depreme hazırlıklı olmalıyız, “yapı stokunu gözden geçirmeliyiz” diyen başkan Topbaş, kentsel dönüşüm sinyalleri verdi.
Kaç yıldır İBB başkanı olduğu halde depreme yönelik hiçbir tedbir almayan başkan, kentsel dönüşümün kaymağını görünce hemen kolları sıvadı. Mecliste birbirlerini yiyen AKP ve CHP’liler sözkonusu kentsel dönüşümün rantını yemek olunca kol kola girdiler. Kadıköy Belediye Başkanı CHP’li Selami Öztürk ile Zeytinburnu Belediye Başkanı AKP’li Murat Aydın sabah şekerleri edasıyla çeşitli tartışma programlarına katılarak kentsel dönüşümün elzemliğinden bahsederek, birbirlerinin sırtlarını sıvazladılar.

Oysa İstanbul’da bugüne kadar uygulanan kentsel dönüşüm projelerini biliyoruz. Sulukule, Ayazma, Sarıyer İç- Dış Kumsal, Gülsuyu, vb

Kent içindeki arsa değeri günden güne yükselen Sulukule, binyıllardır orada yaşayan roman halkına layık görülmemiş ve burada yaşayanlar kentin dışındaki Taşoluk’a sürgün edilmişlerdi. Guardian gazetesi, dünyadaki en eski Roman yerleşim yerlerinden biri olan Sulukule’de kentsel dönüşüm projesiyle 3 bin 400 Romanın; evlerini metre karesi 500 TL’den satmaya zorlandığına dikkat çekerek, yeni evlerin ise metre karesinin 3 bin 500-4 bin TL’ye satıldığına işaret etti.(2)

Sulukule projesi bir kentsel rant ve sürgün projesiydi. Yoksul ve yoksun roman halkı devletin elindeki bütün imkânlar kullanılarak, kolluk kuvvetlerinin de baskısıyla yaşadıkları mahallelerinden sürgün edildi, onların malları üzerinden birileri zenginliklerine zenginlik kattı. Basına villa olarak yansıyan ancak Fatih Belediyesi’ne göre sosyal konut olan, cumbalı lüks yapılar AKP’li dinci gerici tayfaya ve yandaşlarına peşkeş çekildi. Türkiye Belediyeler Birliği’nin geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da “Kentsel Tasarım Deneyimleri” başlığıyla Kumburgaz’da beş yıldızlı bir otelde düzenlediği toplantıda konuşan Fatih Belediyesi temsilcisi, orada yaşayan insanların söylendiği gibi bin yıldır değil elli yıldır orada yaşadığını ve aslında Roman değil Adanalı olduklarını iddia etti. Fatih Belediyesi’nden gelen katılımcıların bir başka iddiası ise kentsel dönüşüm projesiyle yapılan ve yine hatalı bir biçimde basına villa olarak yansıyan binaların gerçekte “sosyal konut(?)” olduğuydu.(3)

Sulukule’de olduğu gibi Ayazma’da yaşayan ve çoğunluğunu Güneydoğu’da köyleri zorla boşaltılarak göçe zorlanan Kürtlerin oluşturduğu yüzlerce insan, yine değerlenen arazi fiyatları yüzünden buraya layık görülmemiş, tıpkı geldikleri gibi yine baskıyla, şiddet ve zor kullanılarak kentin en ücra köşesindeki Kayabaşı’na sürgün edilmiştir. Onlardan boşalan yerleri, “Burası İstanbul Ayazma” diye başlayan reklamı “Yaptım, olacak!” diye bitiren ve geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki en zengin 100 ailesi sıralamasında 24. olan Ali Ağaoğlu doldurdu. Kentsel dönüşümün kime ne fayda sağladığı bu iki örnekte açıkça görülmektedir. Bütün bunlara rağmen yetkililerin hep bir ağızdan “kentsel dönüşüm”ü bir çözüm olarak göstermesi riyakârlıktır, ikiyüzlülüktür.

Yasal düzenlemeler için kollar sıvandı

Her deprem sonrası olduğu gibi bu deprem sonrasında da hükümetin elini rahatlatacak yasal düzenlemeler için düğmeye basıldı. Bilindiği gibi Körfez depremi sonrasında deprem vergisi adında ilk başta geçici olacağını söylenen vergiler konmuştu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Körfez depremi sonrası yasalaşan bu deprem vergilerini duble yollara gömdüklerini itiraf ederken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “olası depremin maliyetinin önüne geçmek istiyorsanız 17 milyar dolar civarında bir yatırım yaparsanız bu riski kaldırırsınız deniliyor” diyor. Oysa ki bugüne kadar 30 milyar doların çok üzerinde deprem vergisi vatandaştan alınmış ama maliye bakanın da belirttiği gibi vatandaşın gözünü boyamak adına bütün bu paralar duble yollara yatırıldığı için şu an elimizde hiçbir şey yok.

Bu deprem sonrasında ise daha farklı konularda, hükümetin yıllarca meclisten geçiremediği ve deprem dolayısıyla fırsat bu fırsat dediği alanlarla ilgili yasal düzenlemeler gerçekleştiriliyor. Bunlardan biri yapı denetimi alanıyla ilgili. Deprem sonrası açıklamalarda bulunan eski TOKİ başkanı ve çiçeği burnunda Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, yapı denetim kanununda değişikliğe gidileceğini bildirdi.

Hükümet bazı konularda bir türlü uygulamaya sokamadığı düzenlemeleri Afet Riski Altındaki Yapı ve Alanlar Hakkında Kanun taslağına sokarak, kentsel dönüşüm ve diğer birçok konuyla ilgili süreci başlatmaya hazırlanıyor. Bu yasa taslağına göre önceki uygulamalarda sadece belirli alanlar için kullanılan “acele kamulaştırma” yetkisini şimdi afet alanı ilan edilen yerlerde kullanabilecek. Yine bu taslakla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ’ye oldukça kapsamlı yetkiler tanınmaktadır.

Taslakta “Bakanlığın talebi üzerine mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayır vasıflı taşınmazlara, muhtemel afete maruz bölgelerdeki ailelerin nakledilmesi ve kamu yatırımlarının yapılması amacıyla vasıf değişikliği yapılabilir” hükmü de getirildi. Mera, yaylak ve kışlaklarda kamu yatırımı yapılabilmesine dönük düzenleme seçim öncesi AKP’lilerce yasa önerisi olarak getirilmiş, ancak yasalaşmamıştı. Şimdi bu alanların da yapılaşmaya açılması sağlanmış oldu. Taslak ile “TOKİ veya ilgili belediyeler afet alanlarında arazi, arsa satın almaya, gayrimenkullerle trampa yapmaya, gayrimenkul mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya, kamu ve özel sektör işbirliğine dayalı yöntemler uygulamaya, kat veya hasılat karşılığı inşaat yapmaya ve yaptırmaya yetkili” de kılındı. Böylece afet alanları yeni yapılaşmayla ranta açılacak. (4)

Yetkin mühendislik yeniden

Her deprem sonrası olduğu gibi bu deprem sonrasında da depremin ağır faturası mühendislere kesilmeye çalışılıyor. Başbakan Erdoğan’ın da her fırsatta “o diplomaları kendileri verdiler”, ve “bu inşaatı yapan sizin öğrencileriniz” diyerek hedef tahtasına çaktığı mühendisler bu depremin günah keçisi ve yıllardır çıkarmaya didindikleri “yetkinlik” meselesinin gerekçesi haline geldi. Mimar Mühendisler Grubu tarafından 20 Kasım 2011 tarihinde İstanbul Üsküdar’daki Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” sempozyumunda söz alan TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu üyesi Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır “Profesyonel mühendislik (Yetkin mühendislik) sistemine hızla geçilmelidir. Yapıların kontrolü profesyonel mühendisler tarafından yapılmalıdır ve deprem olduğunda da sorumluluk ona ait olmalıdır” başbakanla aynı bakış açısında olduğunu kürsüden ifade etti.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mühendislerin deprem konusunda tam olarak bilgisinin bulunmadığının altını çizerek, mühendislerin 3 günlük eğitime tabi tutulmaları gerektiğini ifade etti. Yani bakanlık mühendislerin 4 yılda öğrenemediklerini(!) 3 günde öğreterek bu meseleyi kökünden çözümleyeceğini düşünüyor. Elbette bu eğitim, mühendislere özel sektör aracılığıyla verilecek. Kısaca tıpkı kentsel dönüşüm ve yapı denetimi alanında olduğu gibi yetkinlik alanında da birilerinin cepleri deprem vesilesiyle doldurulacak.

 

Kaynaklar

(1) Yıldırım Türker, Ne Büyük Mutluluk, 13.11.2011, Radikal

(2) Rantı Dünya Gördü, 10.11.2011, Evrensel

(3)Sulukule’de Yapılan Binalar Villa Değil “Sosyal Konut”muş! ve daha niceleri, 01.11.2011, Toplum İçin Şehircilik

(4) Rant İçin Engel Kalkıyor, Murat Kışlalı-Fırat Kozok,115.11.2011, Cumhuriyet  

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları


 

Van’da felaket gün geçtikçe büyüyor...

Deprem değil devlet öldürüyor!

Van depremi bizlere kapitalizmin ve onun devletinin vahşi yüzünü bir kez daha hatırlatmıştı. Depreme yönelik önlemleri almamasıyla ve deprem enkazından hayat kurtarma refleksiyle devlet gerçeğinin ne olduğunu gördük. Fakat devlet burada da kalmıyor. Yarattığı felaketi gün geçtikçe büyütmeye devam ediyor.

Öyle ki, - 15 derecelerde olan soğuk hava koşullarında barınma sorunu hala çözülmüş değil. Yeterli sayıda çadır olmadığı gibi, çoğu depremzede yazlık çadırlarda kalıyor. Dahası hala çadır alamayan aileler var. Kendi yaptıkları derme çatma çadırlarda kalanlar var. Bu koşullarda donma tehlikesi geçiren depremzedeler, tuvalet ve duş ihtiyaçlarını çok zor şartlarda giderirken, salgın hastalık tehlikesi de büyüyor. Ayrıca gıda ve kışlık giyecek ihtiyacı da had safhada.

Depremde enkaz altında kalarak yaşamını kaybedenlere bir de çadır koşullarının yetersizliğinden, soğuktan, hastalıktan yaşamını kaybedenler ekleniyor. Van Belediyesi Afet Merkezi’nden İdris Cambey, kışlık çadır talebini belediye olarak karşılayamadıklarını, en son bir çocuğun yaşamını yitirdiğini ancak bu şartlarda bu tür ölümlerin yaygınlaşacağından emin olduklarını söylüyor.

Devlet eli, sağlıklı barınma olanakları isteyen depremzedelere ise polis copu ve gaz bombasıyla uzanıyor! Devlet ancak bu şekliyle Van’da görevdeyken Van için toplanan yardımlar ise halka ulaştırılmıyor. Toplanan yardımların tutarı şu an bilindiği kadarıyla 220 milyon TL’ye, bölgeye 340 milyon liralık da yardım malzemesi gönderilmesine rağmen toplanan yardımların önemli bir bölümü bankalarda duruyor.

Çoğu depremzede ise göç etmeyi tercih ediyor. O da ekonomisi buna elverirse. Ekonomik zorluklar nedeniyle kentten ayrılamayanlar ise kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmış durumda. Belediye Afet Merkezi’ne göre sadece merkez için 20 bin konteynıra ihtiyaç var.

Günümüz koşullarında bu 20 bin konteynırı bulmak bu kadar zor mudur? Bu devletin hele de deprem vergisi adı altında yılardır para topladığını da düşünürsek bu hiç de zor değildir. Oysa Türk devleti gibi kapitalist bir devlette toplanan deprem vergileri deprem için kullanılmaz.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 1999 yılından sonra toplanan deprem vergilerinin duble yollara gittiğini açıklamıştır. Bugüne kadar toplanan deprem vergilerinin 30 milyar doları aştığı ifade ediliyor. Bu, vergilerin insan hayatını kurtarmak için değil, sermayenin çıkarına rant projeleri için kullanıldığını gösteriyor. Olası bir deprem anında kullanılabilecek paralar bu ve benzeri şeklilerde tüketilirse hem birilerinin cebi dolar, hem de iş yapılıyor görüntüsüyle seçim yatırımı yapılır. Bu devletin gerçek yüzü budur. Öyle bir devlet ki, yüzlerce kişinin Van depremi sonrası eleştirileri ve hak arayışlarını “provokatörlükle” suçlayacak denli küstahlaşmıştır.

Bu devlet depremi sermaye için fırsata dönüştürmek konusunda da oldukça deneyimlidir. ‘99 Marmara depreminde mezarda emeklilik yasasını çıkaranlar, şimdi de bir rant projesi olan kentsel dönüşüm projeleri için kolları sıvadılar. Başbakan, Van’da yıkılan evleri bahane ederek kentsel dönüşüm sürecini hızlandırıyor. Gecekonduları, kaçak yapıları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkisiyle kamulaştırıp yıkacağını ifade ediyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı kurma nedeni de böylece bir kez daha anlaşılmış oluyor.

Görüldüğü gibi devlet esas derdiyle uğraşırken Van halkı kendi kaderiyle baş başa bırakıldı. Sermaye devletinden başka bir şey beklemek, ölüden gözyaşı beklemekle eşdeğerdir. Bundan dolayı deprem gibi doğal afetler devlet eliyle bir felakete dönüşmektedir. Böyle bir devletin işçi ve emekçilere polis copu, bombası ve zulümden başka vereceği bir şey olmadığı Van depremiyle bir kez daha görülmüştür.

 

 

 

100 haramiler

Türkiye’de işçi ve emekçilerin kanını emerek servetlerine servet katan ilk yüz haraminin listesi yayınlandı. Listede son yıllarda Tüpraş gibi özelleştirmelerle büyük bir atılım yapan Koç Ailesi açık ara birinciliğini korurken, ikinci sırada 6-8 milyar dolar servetiyle finans ve medya baronu Şahenk Ailesi yer aldı. Onları ise Erol, Türkan ve Şevket Sabancı aileleri izledi. Son yılların en büyük kazananlarından olan Ülker ailesi ise altıncı sıradı.

İşte 100 haramilerin ilk 10’u:

8 milyar dolar üstü

1- Koç Ailesi

6-8 milyar dolar

2- Şahenk Ailesi, 3- Erol Sabancı ve ailesi, 4- Türkan Sabancı ve ailesi, 5- Şevket Sabancı ve ailesi, 6- Ülker Ailesi

5-6 milyar dolar

7- Şarık Tara, 8 -Eczacıbaşı Ailesi

4-5 milyar dolar

9- Doğan Ailesi, 10- M. Emin Karamehmet