25 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/44

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme ve gericiliğe karşı
direnen halklar kazanacak!
Faşist kudurganlığa karşı omuz omuza!
Ülke çapında haydutluk
Gözaltı terörü protesto edildi
“İmamın ordusu” palazlanıyor!
Türk-İş’te genel kurul: Hedefler ve hesaplar
Güç Birliği Ankara’da toplandı
Art Aksesuar’da direniş kazandı
“Razı değiliz, köle olmayacağız!”
İki büyük hastanede GöREV…
DİSK İSİG Uzmanı Tevfik Güneş: “Kapitalist sistem işçi sağlığının düşmanıdır”
Kürt sorununun tarihsel temelleri ve toplumsal içeriği
Alaattin Karadağ yoldaş katledildiği yerde anıldı
Alaattin yoldaş mezarı başında anıldı…..
“Parti ve devrim” etkinlikleri
Mısır’da isyan yeniden!..
“Tek gücümüz eylem yapmak”
AB’nin periferisinde pro-faşist ve teknokrat hükümetlere…
Neo-Nazi karşıtı gösteri
Petrol-İş Kadın Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile 25 Kasım ve üzerine...
Burjuvazinin deprem
fırsatçılığı
Güvencesiz öğretmenler Ankara'da buluştu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uzmanı Tevfik Güneş’le işçi sağlığı ve iş güvenliği konuştuk...

“Kapitalist sistem işçi sağlığının düşmanıdır”

- İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kongresi önümüzdeki günlerde toplanacak. Kongrenin gündemi ve hazırlıklarıyla ilgili bilgi verebilir misiniz?

İş kazalarında Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü olan, resmi verilere göre her 8 saatte 1 işçinin iş kazalarında yaşamını yitirdiği Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliği sorunu, her geçen gün daha da büyümektedir. Giderek büyüyen bu soruna karşı emek ve meslek örgütlerinin birlikte hareket etmesinin daha da önemli hale geldiği açık olarak görülmektedir.

Konfederasyonumuz, KESK, TMMOB ve TTB ile ortaklaşa bir kongre düzenleyerek, işçi sağlığı ve güvenliği alanındaki güncel sorunları masaya yatıracaktır. Dört örgüt tarafından 2-3-4 Aralık 2011 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilecek olan “2011 İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kongresi”nin hazırlıkları tüm hızıyla sürmektedir. Esnek ve güvencesiz istihdam ve çalışma biçimlerinin giderek yaygınlaştığı ve esnekleşmenin işçi sağlığına zararlarının giderek arttığı göz önünde bulundurularak kongrenin ana teması “Esnekleşme” olarak belirlenmiştir. Kongre hazırlıkları, konfederasyonumuzun da iki kişiyle katıldığı Kongre Düzenleme Kurulu tarafından yürütülmektedir. 4 örgütün ortak kararı ile Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Kongre Başkanı olarak kararlaştırılmıştır.

İşçi Sağlığı Kongrelerinin ilki 1978 yılında, ikincisi ise 1988 yılında Türk Tabipleri Birliği tarafından düzenlenmiştir. Üçüncü kongre ise 1998 yılında DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Türk-İş tarafından ortaklaşa düzenlenmiştir. Şüphesiz önceki kongrelerin de önemli ve anlamlı sonuçları olmuştur.

Ancak “2011 İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kongresi” ile amaçlanan yalnızca işçi sağlığı sorununu ele almak değildir. Kongre öncesinden başlayarak, kongre sırasında ve kongre sonrasında, gerek yerel gerek ulusal ölçekte emek ve meslek örgütleri ile sorunun tüm taraflarının ortak çalışmalar yürütmesi ve işçi sağlığı sorununa emekten yana daha güçlü bir müdahalede bulunulabilmesi için yeni olanakların yaratılması da amaçlanmaktadır.

Kongrenin temel konu başlıkları şunlardır:

* Güvencesizleşme, esnekleşme ve sağlık

* Taşeronlaşmanın örgütlenme ve işçi sağlığına etkileri

* Çalışma yaşamında kadın

İşçinin bilme hakkı ve sağlıklı emek

* Kapitalist üretim sürecinde hegemonya ve karşı hegemonya mücadelesi

* İşçi sağlığı hizmetleri alanında piyasalaşma

* İşçi sağlığı alanında uluslararası deneyim paylaşımı,

* Türkiye’de iş kazaları ve meslek hastalıklarında durum.

Kongrede yukarıdaki başlıklara ilişkin bilim insanları, araştırmacılar, uzmanlar, sendikacılar, işçiler, avukatlar, hekimler, mühendisler tarafından çeşitli sunumlar yapılacak, ayrıca deneyimlerin paylaşılacağı forumlar düzenlenecektir.

- İşçi sağlığı ve güvenliği alanında son yıllarda giderek koyulaşan karanlık bir tablo var.

Küresel kapitalist sistemin uygulamaları işçi sağlığı ve iş güvenliğinin düşmanı olmuştur. Türkiye’de de işçi sağlığı ve güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Bunu biz değil, Bakanlığın kendi belgeleri söylüyor. Sistemin temel 28 göstergesinden 17’si fonksiyonsuz durumdadır. Bu nedenle ülkemiz ölümlü iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Bu utanç verici bir tablodur. Bu çökmüş sistem üzerinden AB’ye uyum adı altında piyasaya açılmaya çalışılan bir İSG mevzuatı değişim süreci var.

2005-2009 yılları arasında mevcut verilere bakıldığında ortalama olarak;

-bir yılda 80.000 iş kazası

-her gün 220 iş kazası

-bir yılda 1150 ölüm

-her ay 90 işçi ölüyor

-her gün 3 işçiyi kaybediyoruz.

Meslek hastalıkları açısından bakıldığında ise gerek 2006-2008 ve gerekse de 2009-2013 politika belgelerinde ortaya konulan hedef yaklaşımların yanına bile yaklaşamayan bir gerçeklik sözkonusudur. Her iki belgede de meslek hastalığı tanı sisteminin %500 geliştirilmesi hiçbir gerçekliği olmayan bir yaklaşım olmuştur. Son 5 yıllık gelişmeye bakıldığında meslek hastalığı rakamları ülkemizde meslek hastalığı vakalarının nerdeyse hiç olmadığını göstermektedir. Neden çünkü buna dair bir tanı sistemi gerçekleştirilmemektedir. Var olan sistem de zaten bunları tespit edebilecek durumda değildir. Meslek hastalıkları hastaneleri, geliştirileceği yerde göğüs hastalıkları hastanelerine çevrilmiş ve tamamen işlevsiz hale getirilmişlerdir.

Bu durum uluslararası bilimsel yaklaşımları da reddeden bir gerçekliktir. Yapılan araştırmalara göre her yıl çalışanların binde 4’ü ile binde 12’si arasında meslek hastalığı vakası beklenmektedir. Gerçekte, iş kazalarının %98’i ve meslek hastalıklarının tamamı engellenebilecek durumdadır.

Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nin kurulduğu 2005 yılından bu yana İSG yasa tasarısı taslağı hala bir kanun haline gelmemiş durumdadır.

Ayrıca, yasa tasarısı taslağı ve çıkarılmış ilgili yönetmelikler olumsuz tablonun ortadan kaldırılması ve AB’ye uyum çerçevesinde düzenlenmiş olduğu söylense de içeriği tamamen işçi sağlığı ve güvenliği alanını piyasa aktörlerine açmaya yöneliktir ve aynı zamanda TMMOB ve TTB’yi etkisizleştirmek, dışlamak ve piyasanın birer aktörü haline getirme amacını taşımaktadır. Bu büyük oranda da başarılmış durumdadır.

ÇSGB’nin İSG alanında yaptığı düzenlemeler ne ülkemizdeki kötü tablonun ortadan kaldırılmasına ne de çalışanların sağlıklı ve güvenli koşullarda üretim yapmalarını sağlamaya dönük bir içerik taşımaktadır. Aksine yapılan bütün düzenlemelerin birikim ve rekabetin gereklerini engellemeyecek düzenlemeler olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

2005-2010 döneminde özellikle işyeri hekimleri ve iş güvenliği mühendislerine dönük çıkarılmış yönetmelikler TMMOB ve TTB tarafından (içinde bizimde yer aldığımız) yargıya taşınmış ve iptal ettirilmiştir. 2010 sonbahar döneminde İş Güvenliği Hizmetleri Yönetmelik taslağı tarafların gündemine sunulmuştur. Bu taslakta da TTB ve TMMOB piyasanın birer sıradan aktörü konumuna getirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu taslakta işyerlerindeki İSG Kurulları da(4857- madde 80) kaldırılmaya çalışılmıştır.

Bu yönetmelik taslağı da tepki görmüş ve ikinci bir tartışma yapılmadan geri çekilmiş ve fakat bu sefer de bu taslak üç yönetmelik haline getirilerek Kasım 2010 yılında Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu üç yönetmelik sırasıyla iş güvenliği uzmanlarının görev ve yetkilerini, işyeri hekimlerinin görev ve yetkilerini ve son olarak işçi sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin kapsamını belirlemeye çalışmaktadır. Temmuz 2011 tarihinde bu üç yönetmelik de kısmen iptal edilmiştir.

İSG sistemi bütüncül politikalar ve merkezi bir müdahaleyi gerektirir. Özelleştirme ve taşeronlaşmayla bu bütünlük parçalanmış ve etkin müdahale olanakları ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu tercihler sistemli bir ideolojik ve ekonomik yan taşımaktadır. İşverenlerin küreselleşme sürecinde rekabet edebilmeleri için ucuz işgücü ve düşük işletme maliyetleriyle üretim yapabilmelerinin önünü açmaktadır.

Davutpaşa, Tuzla, Bursa, Balıkesir, Zonguldak, Ostim, Elbistan’da ortaya çıkan katliam gibi iş kazaları işte bu çökmüş sistemin sonucudur. Bir yanda piyasaya açılan bir İSG yapılanması diğer yanda örgütlenmeleri anti-demokratik olarak engellenen sendikaların elinin kolunun bağlanması.

Örneğin, Zonguldak’taki metan gazı patlaması sürecine bakıldığında taşeronlaştırılmış bir maden üretimi sistemi... İSG yapılanmasının bütünlüğü bozulmuş, denetim ortadan kalkmış ve sadece üretim daha fazla üretim anlayışı egemen kılınmış. Taşeronlaşma sermayenin bastırmasıyla devletin temel bir politikası olmuştur.

Afşin-Elbistan’daki göçük olayına bakalım. Yeterli teknik donanım ve bilgiye sahip olmayan taşeronlara üretim izni verilerek alınması gereken en temel teknik önlemlerin alınmaması nasıl açıklanabilir? Denetim bunun neresinde kalmaktadır? 6 Şubat 2011’de göçük meydana gelmiş, 1 kişi ölmüş 10 kişi yaralanmış, bundan üç gün sonra yine bir göçük ve facia yaşanıyor... Kimse ne oluyor diye açık ocak sahalarında teraslama işine bakmıyor?

Ostim patlamasına bakalım. OSB’lerde iş sağlığı ve güvenliği ne durumdadır bilinmiyor? Göstermelik Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri kuruluyor ama bunların ne tür etkinlikler yaptığı bilinmiyor. Orda olmaları yetiyor. Kim hizmet alıyor kim eğitim veriyor, ne tür eksiklikler var tam bir muamma.

Denetleme zaten mümkün görünmüyor. Örneğin, 2009 yılında çıkarılan İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği açısından “İşyeri Kurma İzni ve İşletme Belgesi Alınması Hakkında Yönetmelik”in 6. Maddesi 3. fıkrasında “İlk başvuru tarihinden itibaren üç ay içerisinde teftiş edilmeyen işyerlerinin işletme belgesi kesinleşir” ne anlama gelmektedir? Açıktır ki, “istediğiniz üretimi yapın, biriktirin, rekabet edin gerisi önemli değildir” demeye gelir bu yaklaşım.

Türkiye’de 1 milyon 200 binin üzerinde işletme var küçüklü büyüklü, İş Teftiş Kurulu’nda mevcut iş müfettişi sayısı 800’ü aşkındır. Ki, bunların da yarıya yakını sosyal müfettiş dediğimiz, ağırlıklı olarak toplusözleşme ve onlardan doğan hak kayıplarına ya da gasplarına dönük olarak iş yapıyor. Geri kalan teknik müfettişler de hangi birine yetişecek, ne tür denetimler yapacak? Şimdi son torba yasayla, denetim yapısı müfettişlerden alınıp sıradan memura verilecek. Sonucun ne olacağı şimdiden belli değil mi? Sistem bu açıdan da bitmiş durumdadır.

Sonuçta; devletin ve işverenlerin açık bir tercihi olarak karşımıza çıkan bu düzenlemeler işçi sağlığı ve güvenliği alanında yaşanan olumsuzlukları ortadan kaldırmaya dönük değil, aksine rekabet ve birikimin güdülediği koşulların en uygun duruma getirilmesi -en düşük maliyetle en karlı üretimin sağlanması- düzenlemeleridir.

- İşçi sağlığı ve güvenliği alanındaki karanlık tabloyu değiştirmek için acil olarak neler yapılmalı sizce?

Birincisi, sendikaların örgütlenmelerinin önündeki yasal engellerin kaldırılması ve işletme düzeyinde sağlık ve güvenlik alanında etkin rol üstlenmeleridir. İkincisi, taşeron üretim sisteminin tamamen yasaklanmasıdır. Üçüncüsü ise sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri, üniversiteler ile oluşturulmasının hızla önünün açılmasıdır.

Bu sistem, geçmişteki bütün olumsuzlukları ortadan kaldırmaya muktedir olacaktır. Yoksa, ülkemizin gelecekte yaşananlardan çok daha kötü sonuçları görmeye hazır olması kaçınılmazdır.

- Siz aynı zamanda DİSK heyetiyle üçlü danışma kurulu toplantılarına da katılıyorsunuz? Bu toplantılarda hükümetin ve sermayenin tutumu nasıl?

Bir sosyal diyalog mekanizması olarak düşünülen ve İLO normu olan bu zeminin, üç kesimden oluştuğu bilinmektedir. Devlet, işveren tarafı ve işçi sendikaları…

Bu toplantılar tek bir konu üzerinden değil, çalışma yaşamını ilgilendiren pek çok konu üzerinden gerçekleştirilmektedir. Ben ağırlıklı olarak işçi sağlığı ve güvenliği açısından toplantılara katılmaktayım. Katılmış olduğum toplantılarda, devlet tarafı oldukça etkin olarak değişik kurumlar aracılığıyla temsil edilmektedir. İşverenlerin ülkemizdeki güçleri zaten malum. İşçi sendikaları açısından ise ilgili konularda bir bütünsel yaklaşımın olduğunu söylemek zor. Ortak tavrın olmadığı yerde açıkçası çok yalnız kaldığımızı söylemek abartı olmayacaktır. Ama İSG Yasası etrafında TTB ve TMMOB ile güçlü bir diyaloğumuz ve dayanışmamız var. Üçlü danışma toplantılarında da onların sesi olduğumuzu ifade etmek isterim. Yeni çıkarılması düşünülen İSG Yasası kamu çalışanlarını da kapsayacağından bu toplantılara KESK’in katılımı bizim pozisyonumuzu da güçlendirmiştir. Ama diğer kamu çalışanları sendikalarının malum duruşları nedeniyle de sayısal denge açıkçası karşı taraf için çok ağır basmaktadır.

İşverenlerin ve devletin bu toplantılardaki tutumu açıkçası alanı hızla piyasaya açmaya çalışan -ki devletin daha denetimli, ki o da AB mevzuatıyla uyum konusundaki kaygıları gidermeye dönüktür- bir tavrın net olarak sergilenmesidir. Nüanslardaki yaklaşımlar öze tekabül eden durumlar değildir. Temelde hedeflenen esnek ve taşeron çalışmalara uygun düzenlemeler olmasıydı, ama 6 yıldır bu yaklaşımlara karşı ciddi bir duruş sergilediğimizi ifade edebilirim. Fakat Bakanlık ve hükümet işi buralarda kotaramayınca torba yasalarla bu alanı ve 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki İSG bölümünü kısmen ama etkili olabilecek şekilde düzenlemiştir.

- Son yıllarda iyiden iyiye gündemde olan ve Ulusal İstihdam Stratejisi ile de ağırlaştırılması planlanan esneklik uygulamalarının işçi sağlığı ve güvenliği ile ilişkisi hakkında neler söylersiniz?

Küreselleşme sürecinin derinleştirdiği birikim ve rekabet tüm dünyada toplumsal ve ekonomik süreçleri parçalayıp yeniden kurgularken, siyasal ve hukuksal düzenlemeleri de bu gelişmelere uygun hale getiriyor. Teknolojik gelişmelerin koşulladığı yatırımlar baş döndürücü bir hızla artarken, üretim süreçlerinde yer alan işçilerin çalışma ritmleri daha fazla değer yaratmak uğruna tükenme noktasına kadar zorlanıyor.

Bütün bu zeminlerin uygun hale getirilmesi, parçalanmış üretim süreçleriyle, sendikasızlaştırmayla ve taşeronlaştırmayla, kısaca örgütsüzleştirme politikalarıyla pekiştirilirken, hukuksal mevzuatın çerçevesi denetim ve yaptırımları esnekleştiriyor ve belirsizleştiriyor. Sermaye için bunlar yetmiyor, her türlü güvenlik ve güvencelerden yoksun kayıt dışı işçilik ve çocuk çalıştırma toplumsal ve ekonomik yaşamın “kaçınılmaz” unsurları haline getiriliyor.

Kısaca belirtmek gerekirse, esnek üretim, üretimin kimi aşamalarının taşeronlaştırılmasına dayanır. Taşeronlaştırma ise ücret düşüklüğü, istihdam güvencesizliği ve üretim kapasitesinin zorlanmasına bağlı olarak iş yükü artışıyla birlikte uygulanır. Esnek üretim iş yoğunluğunu artırır. Bütün bunlar ise işe bağlı stresi artırır. Sürekli gelişme anlayışı işçilerin zaman ve çalışmaları üzerindeki kontrolün artırılmasıyla sonuçlanır, iş ritmi hızlanır, çalışma süresi uzar. Çalışma ve aile yaşamı arasındaki sınırlar belirsizleşir.

Ayrıca çok önemli bir sorun alanı da kayıtdışı istihdam ve çalışmadır. Türkiye’de kayıtdışı istihdamın, toplam istihdamın %45-50’si düzeyinde seyrettiği bilinmektedir. İşverenlerin ise %30’unun kayıtdışında üretimlerini sürdürdükleri verilere yansımaktadır.

İşçi sağlığı ve güvenliği açısından bakıldığında, kayıtdışı ekonomi ve istihdam, sorunların ana kaynağı durumundadır. Ölümlü iş kazaları, yaralanmalar, sakat kalmalar ve meslek hastalıkları konularında hiçbir veri yoktur. Yalnızca, bu sorunlar örtülemez hale geldiğinde, buralarda yaşanan gerçeklik kamuoyu tarafından bilinir hale gelmektedir. Davutpaşa’daki patlama ve ortaya çıkan ölümler ve yine kot taşlama işçilerinin artık gizlenemez ölümleri gibi.

Düşük ücretler, 13-14 saate varan uzun çalışma koşulları, sosyal güvenlikten yoksun olma, sağlıksız ve güvenli olmayan çalışma ortamı 10 milyonun üzerinde çalışanı çepeçevre sarmış durumdadır. Demografik fırsat penceresinden sürekli bahsedenlerin, genç bedenlerin bu koşullarda çalışmak zorunda olmalarına dönük iyileştirici hiçbir çaba içerisinde olmaması, ülkenin üretken emeğinin rekabette avantaj sağlanması ve hızlı birikim yaratılması politikalarına kurban edilmektedir.

İşçi sağlığı ve güvenliğinin etkin uygulanabilmesi için dört temel etki alanının ortadan kaldırılması çalışanların ruhsal ve bedensel iyilik halleri için önem arz etmektedir. Bunlar işsizlik, iş yoğunluğu ve çalışma süreleri, düşük ücretler, düşük maliyetle çalıştırmadır.

Görüldüğü üzere, ekonomik büyüme tek başına ve durduk yerde insana yakışır iş olanakları yaratmadığı, var olan işlerin niteliğini geliştirmediği gibi, onları daha da enformel ilişkilerin içine çekmeye çalışarak yoksulluğun daha derin yaşanmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde daha az olmakla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde yaratılan istihdamın, önemli bir kısmının enformel ekonomide olduğu herkes tarafından kabul görmektedir.

Kızıl Bayrak / İstanbul