30 Mart 2012
Sayı: SYKB 2012/13

 Kızıl Bayrak'tan
Devrimci 1 Mayıs hazırlığını
saldırılara karşı direnişi büyütmenin olanağına çevirelim!
1 Mayıs’ı kazanmak için görev başına!
1 Mayıs’ta mücadele alanlarına!
Polis terörüne rağmen emekçiler Ankara’da!
“Her yer Ankara, her yer direniş!”
Özgür Gündem’e kapatma!
“Taşeron İşçileri Kurultayı’na yürüyoruz!”
Emekçi kadınlar 1 Mayıs’a yürüyor
ELTA işçilerine gözaltı terörü
MEPA direnişi umut oluyor!
1 Mayıs öncesinde saldırı yasaları tartışıldı
Ceha işçileri mücadelede kararlı!
Enerji işçilerine gözaltı terörü
Volkan Yaraşır ile dünya, bölge, Türkiye ve 1 Mayıs
üzerine konuştuk...
Sınıf hareketinde yeni bir eşiğe doğru
Türk Metal çetesini korku sardı
Türk Metal’i yıkma çağrısı
“Nükleer Güvenlik Zirvesi”nden
savaş tehdidi
Almanya’da uyarı grevleri
Avrupa’da son 10 yılın en büyük Newroz’u
Ekim Gençliği’nin kampanya çalışmalarından..
Emperyalistler ve işbirlikçileri “Suriye’nin Dostları” değil,
halkların düşmanlarıdır!
Gazi anması ve çarpıtılan gerçekler
Özel hastanelerde alınan katkı payı %90’a çıkarıldı
30 Mart 1972 Kızıldere direnişi
Mücadelemiz ortak olmalıdır!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Volkan Yaraşır ile dünya, bölge, Türkiye ve 1 Mayıs üzerine konuştuk...

“Militan savunma, militan direniş, militan mücadele!”

İşçi sınıfı ve emekçiler, 2012 1 Mayısı’na sermayenin sosyal yıkım ve kölelik saldırıları altında giriyor. Dünyanın birçok ülkesinde kapitalist krizin faturasına karşı grevlerin, kitlesel gösterilerin yaşandığı bu dönemde dünya ve Türkiye’de sınıf hareketinin seyri, emperyalist kuşatma ve hegemonya savaşları üzerine araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır’la konuştuk.

Yaraşır, 1 Mayıs’ta Taksim’deki yüreklerin aynı zamanda Atina’da, Londra’da, Tahrir’de, Lizbon’da, Roma’da atmasının önemine dikkat çekiyor ve sokağı örgütlemeye çağırıyor...

 

- 2012 1 Mayısı’na giderken dünya ölçeğinde ve Türkiye’de önemli gelişmelere tanık oluyoruz. Kapitalist krizin faturası başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir dizi ülkede emekçilere ödettirilmek isteniyor. Birçok ülkede ise genel grevler ve kitlesel gösteriler yaşanıyor. Gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirirseniz nasıl bir tablo çizersiniz?

- Bir anlamda “tarihsel momentum” diye tanımlayabileceğimiz ya da yüksek konjonktür diyebileceğimiz bir sürecin içinden geçiyoruz. Önümüzde tahminen kapitalizmin yapısal krizinin bütün şiddetiyle kendini hissettireceği 8-10 yıllık bir periyot var. Bu periyotta sınıfsal antagonizmanın şiddeti daha da yoğunlaşacak.

Yapısal krizin karakteristik özellikleri bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Emperyalist özneler arasında rekabet şiddetleniyor. Kriz derinleşiyor, kriz senkronu yaşanıyor. Aynı zamanda ekolojik, gıda ve uygarlık kriziyle karşı karşıyayız.

Krizin 2009’dan sonra odak coğrafyası Avrupa Kıtası oldu. Kıtanın Akdeniz Havzası’nda büyük altüst oluşlar yaşandı, yaşanıyor. Yunanistan’da başlayan mali kriz, hızla etkisini Portekiz ve İrlanda’da gösterdi. İzlanda sarsıldı. Ardından Doğu Avrupa senkronun içine girdi. Macaristan ve Romanya’da önemli gelişmeler yaşandı. İtalya ve İspanya mali kriz sarmalı içine giriyor.

Kriz sınıfa yönelik cepheden bir saldırıya dönüştü. Özellikle Yunanistan bu anlamda finans kapitalin karşıdevrimci stratejilerini hayata geçirdiği ülke oldu. Troyka’nın bu saldırıları bir anlamda AB’nin yeniden yapılanması, daha homojen bir yapıya dönüşmesi şeklinde biçimlendi. Çekirdek emperyalist ülkelerin dışında bütün kıtanın periferileşmesi yönünde politikalar hayata geçirildi.

İşçi sınıfının finans kapitalin cepheden saldırısına cevabı olağanüstü oldu. Özellikle Yunanistan işçi sınıfı bir ön cephe işlevi gördü. Başta Akdeniz Havzası olmak üzere kıta sarsıldı. Yaygın ve geniş sınıf ve kitle eylemleri gerçekleşti. Genel grev ve sektörel grev dalgaları yaşandı. Avrupa işçi sınıfının tarihinde yeni bir döneme girildi.

2011’de Kuzey Afrika ayağa kalktı. Mısır ve Tunus’ta “devrimler” yaşandı. Dalga Ortadoğu’yu sarstı. Halen bu ülkelerde devrimci süreç salınımlı bir şekilde devam ediyor.

Öte yandan Nepal’de kendi özgünlüğünde ikili iktidar, devrimci bir süreç yaşanıyor. Hindistan’da onlarca eyalet Maoistler’in denetiminde. Filipinler’de yine kendi özgünlüğünde ikili iktidar yaşanıyor. Ülkenin bir kısmı FKP’nin kurtarılmış bölgeleri içinde yer alıyor. Kolombiya’da FARC ayakta. Latin Amerika’da “sol dalga” hala etkili.

Yani küresel düzeyde isyanlar, ayaklanmalar, büyük sınıf ve kitle hareketleri ile devrimci durumlar yaşanıyor. Önümüzdeki 10 yıllık kesit yüksek bir konjonktürü işaretliyor. Bu kesitte devrimci yükseliş ve geri çekilmeler, olağanüstü toplamsal mücadeleler ve hatta yenilgiler yaşanabilir. Kanımca devrimin güncelliğinin yaşanacağı bir tarihsel dönemin içerisindeyiz.


“Emperyalist özneler arasındaki gerilim şiddetlenecek"

- Kapitalizmin yapısal krizi etrafında yaşanan bu gelişmelere emperyalist özneler arasındaki gerilim, çatışmalar eşlik ediyor....

- Emperyalist özneler arasında gerilimin artması yapısal krizlerin karakteristik özelliğidir. ABD’nin 11 Eylül sonrası hegemonyasını restore etme politikaları sonuç vermedi. İmparatorluk projesi çöktü.

Kapitalist kriz emperyal özneler arasındaki rekabeti şiddetlendirdi. Eşitsiz gelişim yasası Çin ve Rusya gibi faktörleri devreye soktu. ABD özellikle Çin’in ataklarını bloke etmeye ve Rusya’yı kontrol etmeye çalışıyor. Rusya küresel bir enerji santrali olarak konumlanıyor. Askeri gücünü yeniliyor. Çin hızla ve etkili bir küresel güç olarak devreye girdi.

Libya müdahalesi Arap halklarının ayağa kalkışını engellemeyi ve mutasyona uğratmayı amaçladı. Öte yandan Rusya ve Çin’in Afrika ataklarını bloke etmeyi hedefledi. ABD bu operasyonlarında başarılı oldu. ABD yeni savunma stratejisini Asya Pasifik üzerinden kurguluyor. Rusya ve Çin’i kuşatmayı hedefliyor. Bu stratejik yönelimin kapısı Ortadoğu’dan açılıyor.

İran Savaşı ABD’ye Asya kapısını açacak. İran’ın ön cephesi ise Suriye’dir. Bugün İran ve Suriye konusunda Çin’in ve Rusya’nın tutumu, Libya’dan ders çıkardıklarını gösteriyor. Rusya’nın savaş gemilerini Suriye limanlarına demirlemesi boşuna değil. Çin de bölgeye ilişkin nüfuz ve ekonomik alanlarını kaybetmek istemiyor. Çin’in enerji ihtiyacının yüzde 58’i Ortadoğu’dan sağlanıyor, yüzde 10’unu İran karşılıyor.

Ortadoğu giderek küresel bir düğüm noktası haline geliyor. Rusya ve Çin, ABD’nin Asya Pasifik hamlelerini buradan kesmeye çalışıyor. AB, mali krizin yıkıcılığı karşısında Çin’e ihtiyaç duyuyor. Çin’in finansal gücü başta Almanya ve Fransa’nın Ortadoğu’da “temkinli” hareket etmesine yol açıyor.

ABD’nin İran faktörünü devredışı bırakması demek, Çin’in Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının bütününü kontrol etmesi anlamına geliyor.

Önümüzdeki dönem emperyal özneler arasındaki gerilimin şiddetleneceği bir dönemdir. İran savaşı bu anlamda Vietnam sonrası en büyük bölgesel savaş olarak öne çıkacaktır. Bu savaşın yalnızca Ortadoğu değil küresel dengeleri de sarsacağını bugünden söyleyebiliriz. Ayrıca Afrika, Asya ve Kafkasya yeni kaynak savaşlarının gerçekleşeceği coğrafyalar olarak öne çıkacaktır.

 

İçeride işçi cehennemleri, dışarıda agresyon politikaları”

- Bu denklem içerisinde Türk devletinin de ciddi bir rolü var. Suriye’ye yönelik müdahale planları üzerinden Türk devleti nasıl bir konumda?

- ABD’nin Asya Pasifik eksenli yeni jeopolitik konseptine bağlı olarak TC konumlanmaya çalışıyor. TC’nin konumlanmasına GOP’un yeni versiyonu da diyebiliriz. TC Ortadoğu’nun bir sürekli savaş coğrafyasına dönüşmesinde aktif rol almaya çalışıyor. Bölgesel bir güç merkezi olmayı hedefliyor. Bir taraftan lejyonerlik, diğer taraftan aktif taşeronluk yaparak bunu başarmaya çalışıyor. Bu yönelim aynı zamanda finans kapitalin yönelimidir.

Suriye bu anlamda TC’nin “emperyal” hayallerini besliyor. ABD’nin denetiminde ve komutasında Suriye savaşına hazırlanıyor. Suriye müdahalesi aslında İran savaşı anlamına geliyor. Kürecik’te füze kalkanı kurulması ve İzmir’in NATO saldırı merkezine dönüşmesi TC’nin bugünden İran savaşına hazırlandığını gösteriyor. Ama unutulan bir şey var: Ortadoğu büyük bir anafordur. Ayrıca Suriye’de Kürt faktörü, Kürt Federe Devleti, İran’da PJAK faktörleri TC’nin hiç beklemediği sonuçlara yol açabilir.

İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır gibi diğer bölgesel güç odakları da devrededir. İran’ın bölgedeki tarihsel rolü ve gücü ve Şiiler üzerindeki etkisi ayrıca hesaplanmalıdır.

TC içeride işçi cehennemleri, işçi “ölüm tarlaları” yaratarak, dışarıda agresyon politikaları uyguluyor. Finans kapital içeride Çin çalışma rejimi kurarak sınıfı boyunduruk altına alarak soluk alıp veriyor.


AKP’nin makro projeleri sekteye uğrayacak”

- Dinci-gerici AKP eliyle yürütülen bu politikalar ne kadar sürdürülebilir?

- AKP devleti dönüştürerek, transforme ediyor. Monolitik bir rejim inşa ediyor. İktidarı merkezileştiriyor ve yoğunlaştırıyor. Sermaye birikiminin önünü açan, bu birikimin hızlı ve yoğun yaşanmasını sağlayan ekonomik, politik, kültürel operasyonlar gerçekleştiriyor.

“Sürekli karşıdevrim stratejisi” diye tanımlayabileceğimiz hamlelerle tüm toplumsal dinamikleri çökertmeyi amaçlıyor. Sürekli karşıdevrim, TC’nin transforme oluşunun ayrılmaz bir parçasıdır. Küresel sermayenin bölgesel ihtiyaçlarına uygun bir biçim alıştır. AKP bu sürecin katalizörüdür.

Kapitalizmin yapısal krizi, TC’nin her an kriz sarmalı içerisine girme olasılığı, sınıf hareketinin yükselişi, Kürt alt sınıflarının bitmez tükenmez mücadelesi, emperyalist savaş, toplumsal muhalefetin yükselişi AKP’nin makro projelerini sekteye uğratacaktır. Yine kriz koşullarında her eylemin politik atmosfer yaratacak içerik taşıması ve sistem karşıtı mücadelenin büyük meşruluk kazanması şanslarımızdır.


Sınıfsal enerji ulusal enerjiyle birleşmeli”

- Kürt sorunu toplam tablo içerisinde nasıl bir öneme ve yere sahip?

- Kürt sorunu bir Ortadoğu, hatta küresel bir sorun haline dönüştü. Olası Suriye ve İran savaşları Kürt sorununda yeni bir momente geçişi simgeliyor. Kürtler Ortadoğu’nun en önemli gücü haline geldi. Yeni konjonktür muazzam gelişmelere yol açabilir.

Anadolu topraklarında ise Kürt alt sınıflarının mücadelesi ve mobilizasyonu kendini her pratikte yeniden üretiyor. Kürt özgürlük hareketi yeni bir eşiğe ulaştı. Bu eşik bir yandan kirli savaş sonrası demografik yapıda yaşanan değişimlerden, İstanbul’un en büyük Kürt kenti olması gibi besleniyor, öte yandan Kürt halkının devlet geleneğine ait olmaması ona müthiş olanaklar sunuyor. Komünalist birikimler Kürt halkını yeniden şekillendiriyor. Kürt alt sınıflarının mücadelesi artık ontolojik bir boyut kazandı. Tıpkı Mayalar ve İnkalar gibi. Ve onların Latin Amerika’daki yeni temsilcileri gibi. Ayrıca işçi sınıfının kürtleşmesi ve Kürtler’in işçileşmesi gibi sosyolojik bir durumla karşı karşıyayız. Bu tarihsel bir randevunun önünü açıyor. Son Konda araştırması Kürt halkının inanılmaz yoksulluk düzeyini açığa çıkardı. Bütün bu faktörler, Anadolu topraklarında müthiş imkanların önünü açmaktadır. İşçilerin birliği ve halkların kardeşliğinin bir slogan olmaktan çıkıp bir realiteye dönüşme imkanı vardır.

Batı yakasındaki yeni sınıfsal kombinasyona bağlı olarak sınıfsal enerjinin açığa çıkarılması ve “doğu” yakasında ulusal enerjiyle birleştirilmesi demek, Ortadoğu’nun yeni volkanı demektir. Bu aynı zamanda bir Ön Asya devrimidir. Bu tanım artık teorik bir sorun değil pratik bir sorun haline gelmiştir.


Sınıfsal öfke ve kin birikiyor"

- Avrupa’daki dalgalanmanın Türkiye emek hareketine etkisi ne?

- Özellikle kriz tartışmaları Türkiye’deki devrimci çevrelerce de çok anlaşılan veya çok iyi değerlendirilen bir eksen olmadı. Aslında kapitalizmin krizi tartışması bir başka düzlemde Marksizm’in ideolojik teorik mimarisini gösteren bir tartışmadır. Aynı zamanda biz krizi devrimin olanakları ve güncelliği çerçevesinde tartışırız. Aşağı yukarı 3-4 yıldan beri yapmaya çalıştığımız tartışma da böyle bir tartışma. Kapitalizmin yapısal krizi derken teknik bir terimden bahsetmiyoruz. Kapitalizmin ontolojisinden, kapitalizmin doğasından, işleyiş yasalarından bahsediyoruz. Özellikle sınıf mücadelesi ekseninde bunu tanımlayan, açıklayan ve analiz eden bir çerçeveden bahsediyoruz. Özellikle, içinde bulunduğumuz konjonktürün, sınıfsal antagonizmayı inanılmaz şiddetlendirdiğinden bahsetmiştik.

Örneğin Yunanistan’da son iki yılda 50 büyük grev yaşandı. 50 büyük grevin üçte biri genel grevdi. Bırakın Avrupa işçi sınıfı tarihinde, dünya işçi sınıfı tarihinde böyle bir deneyim yok. Muazzam bir gelişme ve birikim. Ayrıca İtalya, Fransa, Portekiz, İspanya, İrlanda, Belçika, İngiltere ve Almanya’da yaygın grevler ve genel grevler yaşandı. İngiltere Siyahiler’in ayaklanmalarına sahne oldu. Birçok şehirde meydanlar işgal edildi. Avrupa’nın Akdeniz Havzası’nda müthiş bir dinamizm ortaya çıktı. Tabii buradaki temel sorun devrimci öznenin olmaması. Böylesine olağanüstü zenginliğin ve dalgasal senkronların yaşandığı bir konjonktürdeyiz. Ülkemizde sınıf hareketi ise bir durağanlık içinde. Ama gittiğim işçi havzalarında, seminer, panel ve konferanslarda gördüğüm bir şey var. Batıdaki gibi, aynı büyüklükte sınıfsal öfke ve kin var. Kendini büyük kitle ve sınıf hareketleri biçiminde dışavurmuyor. Ama tüm havzalarda sınıfsal öfke ve kin birikmiş durumda.

Bizde büyük ayağa kalkışlar, kitle gösterileri ve genel grevler yaşanmıyor ama lokal eylemlilikler şeklinde kendini gösteriyor. Eğer biz bu deneyimleri katalizör haline getirebilseydik, çam ormanlarını yangına dönüştürebilseydik, sonuç başka türlü olurdu.

Çam ormanlarında yangınlar şöyle gerçekleşir. Ağacın yanmasıyla çam kozalağı ateş topuna çevrilir ve fırlar. Ormanın ileriki bölümlerini yakmaya başlar. Son 3 yıllık dönemde bu lokal eylemleri ateş topuna, kozalağa çevirebilseydik, bunları bir manifesto haline getirebilseydik, böylesine pratikler yaratabilseydik, havza ve kent grevlerini gerçekleştirebilirdik. Her havzada inanılmaz derecede sınıfsal öfke ve kin var. Bu kendini lokal dışavurumlarla gösteriyor. Hugo Boss, Maltepe, Billur Tuz, Savranoğlu, Hey Tekstil olarak gösteriyor. Asıl sorun, bunu manifestolaştıramamak ve ateş topuna çevirememek. Devrimciler, komünistler bunu bir ateş topuna çevirdiğimiz an çam ormanları yangınına dönüştürebiliriz. Avrupa’nın Akdeniz Havzası’ndaki senkron bizde lokal eylemlilikler olarak kendini dışavuruyor. Orada senkronize bir gelişme var. Bence bizde de inanılmaz olanaklar var. Her havza, atölye ve fabrika sınıfsal öfke ve kinin biriktiği alana dönüşüyor. Ama asıl problem, bozkırın bir türlü tutuşturulamaması. Bunu gerçekleştirebilseydik Türkiye işçi sınıfı da kendi özelinde muazzam pratikler yaratabilirdi. Ben bunu 2008-2009’larda söylüyordum. Önümüzdeki günler yaygın direnişlere, havza grevlerine gebe günlerdir, yeter ki eylemler ve direnişler manifestolaştırılsın, öfke ve kin kristalize edilsin.

 

Taksim’deki yürekler Atina’da, Londra’da, Tahrir’de atmalı”

- 2012 1 Mayısı’nın gündemi, talepleri ne olmalı, süreç nasıl bir hatta ele alınmalı?

- Bence bu 1 Mayıs’ta özellikle enternasyonalizmin altı son derece ciddi biçimde çizilmek zorunda. Taksim’deki yürekler aynı zamanda Atina’da, Londra’da, Tahrir’de, Lizbon’da, Roma’da atmalı. Sınıf kardeşliğiyle bütünleşen enternasyonal ruhu alanlara taşımak gerekiyor. Sınıf bu ruhla beslenmeli ve kuşanmalıdır. Temel ihtiyaçlardan ve konjonktürün de yakıcı olarak hissettirdiği görevlerden biri budur. İkinci bir nokta ise, sermayenin cepheden saldırısına karşı biz de cepheden mücadele etmeliyiz. 2012 1 Mayısı dişe diş bir mücadeleyi simgelemelidir. Ben bunu 3M formülasyonu diye tanımlıyorum. Militan savunma, militan direniş, militan mücadele!..

Mücadelenin militan bir hatta yürütüleceği açıkça deklare edilmelidir. Kıdem tazminatının gaspına karşı militan mücadele, özel istihdam bürolarına karşı militan mücadele, asgari ücretin bölgeselleştirilmesine karşı militan örgütlenme ve mücadelenin altını çizmek gerekiyor. Cepheden saldırıya karşı yapılması gereken budur. Taksim’i, 1 Mayıs’ı gerçek anlamda sınıfsal öfke ve kinin alanına çevirmek zorundayız.

Kürt halkına sömürgeci statükonun, işçi sınıfı cehennem ve ölüm tercihlerinin dayatıldığı, kapitalizmin ve patriyarkanın somut yansıması olarak kadın cinayetlerinin inanılmaz derecede yükseldiği, kentsel dönüşüm planlarının hayata geçirildiği, gençliğin hapishanelere konulduğu, doğanın katledildiği, tarımın tasfiye edildiği, HES’lerle köylünün geleceğinin çalındığı, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının ve savunma mevzilerinin ortadan kaldırıldığı koşullarda, bu kuşatmaya ve ablukaya karşı bizim yapmamız gereken şey sokağı işaretlemektir. Çünkü o sokak aynı zamanda Atina’dır, Tahrir’dir, Lizbon’dur. Bizim enternasyonal zeminimizin örüldüğü yerdir. Bence 2012 1 Mayısı sokağı, mücadeleyi ve kavgayı işaretlemelidir.

Çok yakın bir zamanda ve beklenmedik bir anda Suriye ve İran savaşı gibi gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. Bu 1 Mayıs aynı zamanda emperyalist savaş karşıtı bir platforma dönüştürülmelidir.

 

Sınıfın öfkesini yatıştıran, kontrol eden bir konumda”

- Yaşanan güncel örnekler üzerinden düşünürsek sendikal bürokrasi nasıl bir rol oynuyor?

- Devam eden lokal direnişlerin birçoğuna gittim. Hey Tekstil’den Billur Tuz’a, Maltepe’ye kadar birçoğuna gittim. Burada gördüğüm kadarıyla sendikal bürokrasi ikili bir taktik izliyor. Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin direnişinde olduğu gibi ya bu eylemleri görmüyor ya da kontrollü alanda tutuyor. Devrimcilerle, sınıf dostlarıyla bütünleşmesini engelliyor. Alanı da en fazla, mücadeleyi kıdem ihbar tazminatlarının alınması, ücretlerin ödenmesi ekseninde kurguluyor. Sınıfın öfkesini yatıştıran, kontrol eden bir konumda hareket ediyor. Peki sol ne yapıyor? Sol bu eylemleri yalnızca ziyaret etmek sınırında ele alıyor. Direnişlere stratejik yaklaşan birkaç yapı var.

Bu durum bir başka düzlemde Türkiye solunun yaşadığı likidasyonu gösteriyor.

Aktüel gelişmelerden biri de Bosch’tur. Bosch pratiği metal sektöründe yeni bir dönemi simgeledi. Birleşik Metal Bosch pratiğiyle son derece olumlu bir görünüm sergiledi. Metal sektöründe faşist ve gerici ablukanın kırılması bu yeni dönemde sınıfın arayışının göstergesidir.

Aynı zamanda sınıfın genel olarak içinde bulunduğu koşullara isyanın ifadesidir. Sınıfsal öfke ve kinin açığa çıkmasıyla işçilerin neler yapabileceğini ve neleri göze alabileceğini ortaya koymaktadır. Birleşik Metal’in Bosch tavrı bu anlamda desteklenmeli ve mücadelesine güç verilmelidir. Metal sektöründeki bu süreç bir yanıyla da Birleşik Metal’in yeniden yapılanmasını zorunlu kılıcı bir süreçtir. Bosch pratiği sınıfın kararlılık ve direnciyle ve militan ruhunun açığa çıkarılmasıyla neler yapabileceğini göstermektedir.

Bosch pratiği ve diğer lokal eylemler özünde biriktirme eylemleridir. Bu biriktirme eylemlerinin sınıfın öznel ve nesnel şekillenmesinin temeli olduğu unutulmamalıdır.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

 

Sinter’de son süreç…

“Sendika bizi yalnız bıraktı!”

Sinter Metal davası Ocak 2012’de Yargıtay’ın işe iade edilmemize karar vermesiyle sonuçlandı. Sinter Metal patronu işe iade davasını kazanan 183 arkadaşımızdan ilk önce 63 kişiyi işe çağırdı. İşe başlamak için fabrika önüne gittiğimizde daha önce “Sinter davası onur davasıdır” diyen yöneticilerimizin orada olmamaları ve bu süreçte biz Sinter işçilerini yalnız bıraktıklarını gördük. Bu nedenle hesap sormak için sendika genel merkezine gidip Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile görüşmek istedik. Adnan Serdaroğlu’nun sendikada bulunmaması nedeniyle beklemeye başladık. Yaklaşık 4 saat bekledikten sonra Adnan Serdaroğlu’nun sendikaya girdiğini gördüğümüz halde kendisini “yok” dedirtip şehir dışında olduğundan bizimle görüşme yapamayacağını söylettirdi. Bu cevap üzerine bizler Adnan Serdaroğlu’nun odasına girerek, “Sinter davasına neden sahip çıkmadınız” diye sorduk. Bize verdiği cevap çok şaşırtıcı ve bir o kadar acınacak bir cevaptı. Sinter Metal’in son sürecinden habersiz olduğunu ifade etti. Nasıl olur da bir sendika başkanının 3 yıl süren bir mücadelenin son sürecinden haberi olmaz. Buna karşılık bizler, Sinter Metal davasının sendika için bir onur davası olduğunu söyledikleri halde, bu şekilde mi sahip çıkıldığını sorduk.

DİSK Genel Kurulu’na giderek burada söz alıp sendika yöneticilerinin ilgisizliğini ve bu süreci anlatmak istedik. Fakat sendika yönetimine ve parti başkanlarına söz hakkı veren divan bizlere net bir şey söylemeyip oyalayarak söz hakkı vermedi. Biz öncü işçiler olarak arkadaşlarla toplantılar ve konuşmalar yaptık. Sonraki süreçte işe çağırmaya devam eden Sinter patronu işçilerin sendika yönetiminin ilgisizliği ve avukatların “içeriye girerseniz tazminatınız yanabilir” gibi kafa karıştırıcı açıklamalarıyla çok az bir işçi Sinter’de işbaşı yaptı.

Son olarak, sendika yöneticilerinin ve avukatların “işçiler para konuşuyordu” vb. söylemlerine karşı şunu söylemeliyiz ki; Sinter işçilerinin bir sınıfsal bakıştan yoksun olmalarının ve mücadeleyi alacak-verecek meselesine indirgemesinin nedeni bizzat sendika yönetiminin Sinter sürecinde işçilerin deneyimsizliğine yaslanarak mücadeleyi sadece hukuksal zemine indirgemesi ve sınıfsal bir mücadele hattı izlememesidir. Direnişe destek için gelen sınıf devrimcilerini işçilere düşman gibi göstermesi ve bu yönde önemli bir çaba sarf etmesi de işçilerin sınıfsal bir bakış açısından eksik kalmasında önemli bir etken olmuştur. İşçilerin para konuşması tabii ki bu durumda normaldir.

Sendika avukatlarının son süreçte, işçilerin daha para almadan kendi alacaklarının peşine düşmesi kimin para peşine düştüğünü çok iyi gösteriyor. Sendika yönetimi ve avukatlarının bu tavırları 200’e yakın işçiyi sendikaya düşman yapmıştır.

Biz öncü işçiler olarak bundan sonraki mücadeleyi bulunduğumuz fabrikalarda sürdüreceğiz.

Eski Sinter Metal direnişçileri