5 Ekim 2012
Sayı: SİKB 2012/07 (40)

 Kızıl Bayrak'tan
Yeni Ekimler için
devrime hazırlanıyoruz
Sermaye devleti savaşa hazırlanıyor!
Sayfalarından kan damlıyor!
AKP’nin 4. Kongresi
Bozuk düzende sağlam çark olmaz
Oslo tartışmaları yerini yine
imha planlarına bıraktı
Ulucanlar şehidi Habip Gül mezarı başında anıldı!
Baraj mizanseni ve tasfiye operasyonu
Elit Çikolata’da işten atma saldırısı
Eylül ayında iş cinayetlerinde 83 ölüm
“Direnmek yaşamaktır!”
GOP’ta işçilerin yeni mevzisi kuruldu!
Alevilik sorunu
4+4+4 sisteminde
özel gereksinimli çocukların durumu
Eğitimin gericileştirilmesine karşı mücadeleye!
Avrupa işçi ve emekçilerin
eylemleriyle çalkalanıyor
Kıtalarda grevler, protestolar...
Alman devletinin “4. zenginlik ve yoksulluk raporu’’ ve yakıcı gerçek
Kapitalizm, işçinin sermayeye
çevrilmiş kanıdır!
Birleşik, kitlesel, devrimci bir
6 Kasım için!
4+4+4, harçlar, dershaneler, sınav sistemi, yeni YÖK Yasası…
Cam fanus içinde metamorfoz
Neşet Ertaş’ın ardından…
Bahçelievler Katliamı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

4+4+4, harçlar, dershaneler, sınav sistemi, yeni YÖK Yasası…

Ortak payda: Sermayenin çıkarları!

 

AKP hükümetinin eğitimde dönüşüm planları adım adım hayata geçirilirken son olarak gündeme yeni YÖK yasa tasarısı düşmüş durumda. AKP kongresinde dağıtılan AKP’nin 63 maddelik önümüzdeki dönem hedeflerinde de “YÖK’ün koordinasyon kuruluna dönüşmesi” olarak gözüken bu adım, son dönemde atılan diğer adımların bir bütünlük içerisinde değerlendirilebileceği bir çerçevenin daha da netleşmesini sağlıyor. 4+4+4 eğitim sistemi, harçların kaldırılması, sınav sisteminin değişmesi, dershanelerin özel okula dönüştürülmesi gibi adımlar hem birbirlerinden hem de günümüz gerçeklerinden kopuk olarak düşünüldüğünde olumlu adımlarmış, faydalı adımlarmış gibi gözükebilir. Örneğin harçların kaldırılması bütünlükten kopuk, soyut olarak ele alındığında sadece işçi-emekçi çocuklarının üniversitelere yazılmalarını kolaylaştırıyor gibi gözükmektedir. Ya da sınav sisteminin değişmesi, benzer bir soyutlamayla düşünüldüğünde öğrencilerin sınav odaklı eğitim sisteminden uzaklaşması olarak görülebilir. Aynı şey dershanelerin kaldırılması (özel okul olması değil), ya da mesleki eğitime ağırlık verilmesi için atılan adımlar için de geçerlidir. Fakat esas mesele, bu adımların gerçeklerle bir bütün olarak nasıl bir ilişki içinde olduklarını ve kimlerin çıkarlarına uyduklarını gözeterek birbirleriyle olan ortak yönlerini tespit etmektir. Yeni YÖK yasa tasarısı da, bu bütünlüğü kurmak açısından önemli bir halka olmuştur.

Üniversite Konseyi”: Sermaye-devlet işbirliğinin bir yüzü

Yeni YÖK yasa tasarısında üniversiteler, devlet, vakıf, özel ve yabancı olmak üzere 4 farklı kategori altında düşünülmektedir. Esasen tasarıda belirtilen, üniversitelerin bulundukları yerel ihtiyaçlara ve kendi birikimlerine göre uzmanlaşması ve çeşitlenmesidir. Bu açıdan bu 4 kategorinin dışında, uzmanlaşılan alanlara, bölümlere göre üniversiteler arası işbölümünün arttırılması ve çok çeşitli modeller hedeflenmektedir. Bu 4 kategori bu çeşitlenmenin ötesinde şu yüzden anlamlıdır: “Kurumsallaşmış devlet üniversitelerinin”, ilgili üniversitede oluşturulacak “üniversite konseyi” tarafından yönetilmesi planlanmaktadır.

Üniversite Konseyi, mevcut öneride, 11 kişiden oluşur. 5 üye üniversitenin her biri farklı fakültelerden ve bölüm başkanı ve üstü herhangi bir idari görevi olmayan kendi öğretim üyeleri arasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2 üye Yükseköğretim Kurulu tarafından (ilgili üniversitenin profesörleri) arasından seçilir. Bu 9 üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversitenin mezunları arasından; 1 üye üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından seçilir.

Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar.”

Bütün bunlar göstermektedir ki, “kurumsallaşmış üniversiteler”in “üniversite konseyleri”nde çoğunluğu oluşturanlar, Bakanlar Kurulu ve YÖK tarafından atananlarla birlikte ilgili üniversite mezununun ve bağışçı/vergi rekortmeninin oluşturacağı gruptur. Üniversite mezunlarından el üstünde tutulanların, reklamlardan ve üniversite dergilerinden gördüğümüz kadarıyla zengin, sermaye sahibi, CEO vb. konumlardaki bireyler olduklarını unutmamak gerekir. Bununla birlikte, vergi rekortmenlerinin de zengin mezunlarla benzer konumlarda oldukları düşünülürse, “kurumsallaşmış üniversite”lerin doğrudan bu sermaye sahipleri ve onlarla işbirliği içindeki “Bakanlar Kurulu ve YÖK’ün atadığı profesörler” tarafından yönetileceği açıktır. Devlet üniversiteleri dışında, özel ve vakıf üniversitelerinde zaten yönetim sermaye sahiplerinin ağırlıkta olduğu Mütevelli Heyetleri aracılığıyla sağlanmaktadır.

Harçların kalkmasının sınırları ve üniversitelerin şirketleşmesi

Yeni YÖK yasa tasarısında diğer bir önemli noktayı da üniversitelere mali özerklik, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı kazandırılması temel hedefleri oluşturmaktadır. Harçların birinci öğretimde kaldırılması her ne kadar işçi-emekçi çocukları açısından önemli bir adım olsa da, harçların sadece birinci öğretimde kalktığını ve harçların öğrenci masraflarının %15-%20 civarını oluşturduğunu, barınma, beslenme ve ulaşım gibi ihtiyaçların çok daha büyük problem olduğunu belirtmiştik. Yeni tasarıda belirtilen “üniversitelerin finansman sisteminin özerkleştirilmesi”, “üniversitenin kendi kaynaklarını yaratması” gibi hedefler, üniversiteleri yönetecek sermaye-devlet işbirliğinin ve onların atadığı rektörlerin, yeni yasayla birlikte birkaç yıl içinde, harçları geri getirmenin de ötesine geçerek, ticareti, piyasa ortamını, üniversitelerin her köşesine yayacağı açıktır. Artık devlet finansman açısından elini üniversitelerden çekecek, sermaye uşağı “üniversite konseyleri” kafalarına göre 1000 TL, 2000 TL belki daha da çok harçlar koyacak, sermaye sahipleri buradan kârlar elde edecek, kendi kârlarını garanti edecek şekilde üniversiteleri yönetecektir. Kısacası üniversiteler şirketleşecektir! Bu ise işçi-emekçi çocuklarının üniversitelerde okumasına uygun “harçların birinci öğretimde kalkması” gibi hakların kökünden geri alınması ve işçi-emekçi çocuklarının üniversitelerden tümden uzaklaştırılması anlamına gelecektir. Bir başka seçenek de, ABD’deki eğitim sistemine benzer şekilde öğrencilere krediler sunarak öğrencileri borçlandırarak mezun olduktan sonra uzun yıllar bu borçlara mahkum bir yaşama itmektir.

Eğitimde özelleştirme: Özel üniversiteler ve özel okulların egemenliği

Yeni yasa tasarısı göz önünde bulundurulduğunda görülmektedir ki, önümüzdeki dönemde üniversitelerde piyasa ilişkileri daha da egemen hale gelecektir. Günümüzde, devlet ve vakıf üniversiteleri, yasal olarak kâr etmesi engellenmiş kurumlardır. Fakat, devlet üniversitelerinin kurumsallaşmış olanlarının yukarıda belirtilen adımlarla özel üniversiteler haline getirilmesiyle, eğitim kâr amaçlı yatırım alanları olarak sermaye sahiplerinin daha çok hakimiyeti altına girecektir. “Kurumsallaşmakta olan devlet üniversiteleri”nin de yavaş yavaş “kurumsallaşmış devlet üniversiteleri” yani özel üniversite modeline uydurulması planlanmaktadır. Yasa tasarısında hedeflenen çeşitlendirilmiş üniversite modelleri, şirket gibi işleyen özel üniversite modelinin yükseköğretime egemen olması anlamına gelecek ve emekçi çocuklarına üniversite kapıları büyük ölçüde kapanacaktır. Yükseköğretimdeki bu dönüşüme paralel olarak, dershanelerin özel okula dönüştürülmesi de eğitimde özelleştirmenin ve piyasa ilişkilerinin egemenliğinin arttırılması anlamına gelmektedir.

Eğitimdeki dönüşüm ve sermayenin çıkarları

Bilimsel araştırmaya verilen önem de yeni yasa tasarısına yansıtılmıştır. Devlet, bilimsel araştırmaya özel olarak önem vermektedir, atılan birçok adım bunu göstermektedir. Fakat, “bilim” toplumsal gerçeklerden kopuk olarak ele alınmamalıdır. O halde bu adımlar, nasıl bir gerçekliğe oturmaktadır? Hangi sebepler Türkiye’nin eğitim sistemindeki dönüşümü gerektirmiştir? Bugün için, mühendislik ve fen bilimleri alanında uzmanlaşmış sayılabilecek birçok üniversite, üniversite içindeki teknokentlerde ya da profesörlerin aldıkları projelerle yazılım ve savunma sanayi gibi alanlarda yer alarak sermaye sahipleriyle işbirliği içindedir. Fakat, bugünkü eğitim sistemi devletle işbirliği içindeki sermaye sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Bu yüzden devlet, eğitime verdiği bütçeyi iyice kısıp sermayenin buradaki egemenliğini daha da arttırmaya uygun düzenlemeler yapmaktadır. Üniversitelerin daha da çeşitlendirilip, kendi aralarındaki işbölümünün arttırılarak belli alanlarda uzmanlaşmalarının sağlanması, araştırmalara devlet teşvikleri, eğitimde rekabetin arttırılması, performansa dayalı ücret gibi yeni YÖK tasarısının temel ilkeleriyle birlikte, 4+4+4 sistemi altında nitelikli çocuk iş gücünün arttırılması gibi hedefler sermaye gruplarının uzun vadeli çıkarları doğrultusunda atılmış adımlardır. Bütün bu adımlar üretkenliğin arttırılması anlamına gelecek, Türkiye’nin dış pazarlardaki rekabet gücünü arttıracak, bu sayede, Türk sermaye grupları dış pazarlara daha kolay girebilecektir, buralardaki kârlardan daha çok pay alabilecektir. AKP hükümeti ise bu adımları 2023 hedefi doğrultusunda atmakta ve sermaye gruplarının gözünde alternatifsiz konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır.

Bugün eğitimin düzenlenmesinde atılan bütün adımlar, görüldüğü üzere eğitimin her alanına piyasanın hakim olması ve eğitimin ticarileşmesinin önemli birer halkalarıdır. Eğitim, bugüne kadar devlet üzerinden sermaye gruplarının kontrolündeyken, yeni düzenlemelerden sonra sermaye gruplarının doğrudan kontrolüne geçecektir. Bu atılan adımlar, sermaye sahiplerinin düzene nasıl egemen olduğunun, devletin sermaye sahiplerinin çıkarlarına uygun somut politikaları nasıl yürüttüğünün göstergesidir. Birinci öğretimde harçların kalkması, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi, sınav sisteminin değişmesi, 4+4+4 eğitim sistemi ve yeni YÖK yasası bir bütün olarak Türkiye ve dünyadaki koşullarla ilişkileri içinde düşünülmelidir. Eğitimdeki dönüşümde AKP hükümetinin attığı her ayrı adımın ortak hedefi bellidir. Hedef, sermaye sahiplerinin kârlarını arttırmaktır. Öğrenciler olarak bizler devletin bu yasayı geçirmesine nasıl engel olacağımızın hesaplarını yapmalı, yasanın geri çekilmesi, herkese eşit, gerçekten parasız, anadilde eğitim gibi somut talepler üzerinden birleşik, kitlesel bir mücadele örgütlemeliyiz.

(Ekim Gençliği, sayı 140, Ekim 2012)

 

 

 

 

DLB mücadele çağrısını yükseltiyor...

 

Okulların açılmasıyla birlikte çalışmalarını hızlandıran Devrimci Liseliler Birliği, İstanbul ve Ankara’da liseli gençliği eşit ve parasız eğitim için mücadeleye çağırdı.

İstanbul

27 Eylül günü Esenyurt’ta “Yeni eğitim dönemi ve DLB” başlığı altında yapılan toplantıda, Suriye’ye dönük emperyalist saldırganlık, işçi-emekçilere, ezilen halklara yönelik faşist baskı ve devlet terörü ile 4+4+4 eğitim sistemi gibi gündemlerle beraber Devrimci Liseliler Birliği’nin temel misyonuna ilişkin tartışmalar yürütüldü.

Toplantının son kısmında ise devrimci kimlik üzerine tartışmalar yürütüldü. Toplantı, Liselilerin Sesi dergisinin etkin kullanımına dönük planlamalar ile sonlandırıldı.

28 Eylül günü Avcılar Marmara Caddesi’nde Liselilerin Sesi dağıtımı gerçekleştirdi. DLB’liler, gerici ve piyasacı eğitimin yeni adı olan 4+4+4 uygulamasına karşı DLB saflarında örgütlenme ve mücadele etme çağrısını yükseltti

Dergi satışının yanı sıra Devrimci Liseliler Birliği imzalı “Yeni eğitim yılında mücadeleyi yükseltelim! Geleceğimizin çalınmasına geçit vermeyelim!” şiarlı bildirilerin dağıtımı da gerçekleştirildi

Okulların açıldığı ilk hafta Sefaköy’deki Mustafa Barut Lisesi önünde yapılan bildiri dağıtımının ardından, 29 Eylül günü de Sefaköy Bankalar Caddesi’nde Liselilerin Sesi’nin yeni sayısı ve yeni dönem bildirileri liselilere ulaştırıldı.

Esenyurt DLB, 30 Eylül günü “Gerici ve paralı eğitimin yeni adı 4+4+4’e geçit vermeyeceğiz! Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için 7 Ekim’de Ankara’ya-DLB” şiarlı ve Ankara’ya gidiş için iletişim bilgilerinin olduğu ozalitler ve A-4’lerle mitingde liselilerin sesini yükseltmeye çağırdı.

2 Ekim günü Bakırköy Meydanı’nda gerçekleştirilen dergi satışı ve bildiri dağıtımı ile liselilere yeni dönemde mücadeleyi yükseltme çağrısı yapıldı.

Çalışma boyunca Liselilerin Sesi’nin yeni sayısıyla birlikte, DLB imzalı bildirilerin dağıtımı gerçekleştirildi. Dergi satışı sırasında pek çok liseliyle 4+4+4 eğitim sistemi, AKP hükümetinin politikaları ve mücadele üzerine sohbetler edildi. Sohbet edilen bazı liseliler bundan sonraki eylem ve etkinliklerden haberdar olmak istediklerini belirttiler.

Ankara

29 Eylül günü Yüksel Caddesi’nde açtıkları stantla Liselilerin Sesi satışı yapan DLB’liler, yeni döneme ilişkin merkezi olarak çıkarılan bildirinin dağıtımını da yaptılar. Ajitasyon konuşmaları eşliğinde yapılan dağıtım esnasında birçok liseli ile tanışma ve sohbet etme imkanı yakalandı. Ayrıca Mamak’ta bulunan Tuzluçayır Anadolu Lisesi ve Ege Lisesi’nin etrafına “Liseliler birliğe, DLB’ye” ve “Yaşasın Devrimci Liseliler Birliği” yazılamaları yapıldı.

3 Ekim günü de “Yeni dönemde mücadeleyi yükseltelim! Geleceğimizin çalınmasına geçit vermeyelim!” başlıklı bildiriler Ege Lisesi önünde dağıtıldı. Bildiri dağıtımı sırasında Liselilerin Sesi dergisi liselilere ulaştırıldı.

Liselilerin Sesi / İstanbul-Ankara