5 Temmuz 2013
Sayı: KB 2013/27

Halkın isyanı karşısında hiçbir güç duramaz!
Halkların direniş kardeşliği ve ortak mücadelesi kazandıracaktır!
Forumlar ve sosyalizm propagandasının önemi
Sermayenin başkentinde Haziran direnişi
Sivas Katliamı protestolarının gösterdikleri
Onbinler haykırdı: “unutMADIMAKlımda”
Feniş’te eylemli tepki
“Haklarımızı isiyoruz!”
Sınıf hareketinden...
Tekstilde “grev kararı”
MİB MYK Temmuz Ayı Toplantısı
Türkiye'de dinsel gericilik - H. Fırat
Nesin ve Aybar’ın ardından...
Suriye’de yıkıcı savaş
ve son durum…
Yurtdışında Sivas Katliamı’na öfke
Direniş dersleri ve
emekçi kadın mücadelesi!
Yaygın ve dinamik çalışma, kitlesel ve nitelikli yaz kampı!

Halk hareketinin ardından...

Direniş forumlarda güçleniyor!
Ethem’in katili korunuyor!
Lice’den alınacak gülümüz var! - T. Kor
“Her yer Lice, her yer direniş!”
Sermaye iktidarı yalana doymuyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Halkların direniş kardeşliği ve
ortak mücadelesi kazandıracaktır!

 

Taksim Direnişi yürüyüş, fiili miting, mahalle forumları, halk meclisi girişimleri, duran adam eylemleri gibi çeşitli biçimler üzerinden sürüyor. Halk hareketi bu arada yaşanan her gelişmeye ve olaya da kendi cephesinden bir tutum oluşturuyor. Son olarak Lice’de karakol yapımını protesto eden kitleye askerlerin ateş açması ve Medeni Yıldırım isimli bir genci katletmeleriyle başlayan olaylar üzerinden bu yaşandı. Taksim Direnişi’nin bir parçası olarak alanlara çıkan kitleler, anında Lice’deki direnişi sahiplenen, kurşunlanan Kürt halkıyla dayanışmayı ifade eden devrimci bir tutum sergilediler. Beşiktaş, Kadıköy vb. forumlarda Lice’ye destek yürüyüşleri düzenlendi. Geçtiğimiz hafta sonu Taksim başta olmak üzere kitlelerin sokağa çıktığı neredeyse her yerde “Diren Lice seninleyiz!” şiarları yükseldi.

Taksim Direnişi şovenizmin panzehri!

31 Mayıs patlamasından bu yana sokakları tutan halk hareketinin bu tutumu yeni de değil. Hareket içinde etkinlik kurmaya çalışan ulusalcı-kemalist çevrelerin şoven tutumları tüm gayretlerine rağmen hiçbir zaman genelleşmedi. Kendiliğinden harekete geçen kitleler Taksim’de kader ortaklığının, kavga yoldaşlığının ve halkların kardeşleşmesinin en ileri örneklerini gerçekleştirip yaşattılar. Düzen cephesinin hareket içindeki şoven uzantılarının bazı yerlerdeki saldırı girişimlerini harekete mesafeli durmanın dayanağına dönüştürme meraklısı olanlar, bir başka deyimle Kürt hareketinin tüm umutlarını AKP’nin “çözüm” aldatmacasına bağlamış kesimleri ısrarla bu genel karakteri görmezden geliyorlar. Oysa hareket daha patlama aşamasından başlayarak Kürt hareketine karşı pozitif bir yaklaşım içindeydi.

Kürt hareketinin yaklaşık bir hafta boyunca süren ve saldırı halindeki AKP iktidarıyla arayı bozmamak amaçlı mesafeli duruşu bile bunda esasa dair bir değişim yaratmadı. Üstelik ulusalcı-kemalist çevrelerin aksi yöndeki gayretlerine rağmen… Hatta günler ilerledikçe örgütlü politik bilinci olmayan insanlar arasında “İstanbul-Ankara-İzmir’de böyle vahşet sergileyen kim bilir Kürt illerinde neler yapmıştır”, “Kürt sorununda egemen medyayı veri alarak yanlış yapıyormuşuz” vb. türünden özeleştirel yaklaşımlar yaygınlaştı.

Sosyal mücadelenin birleştiriciliği

Bütün bu gelişmelerin tutum meselesinin ötesinde bir anlamı olduğu ortadadır. 31 Mayıs patlamasından bu yana süregelen halk hareketi başından itibaren teyit ettiği bir gerçeğe, Lice olayı nezdinde bir kez daha işaret etmiştir. Lice olayı sonrasında yeniden görülmüştür ki, kitleler arasına ekilen milliyetçi-şoven duyguların aşılmasında, halklar arasında kardeşlik bağlarının güçlendirilmesinde sosyal mücadeleden daha etkili bir yol yoktur. Hatırlanacağı gibi bunu Tekel direnişi de tüm açıklığı ile göstermiş, o dönem topluma egemen olan şovenist linç atmosferini bir anda süpürüp bir yana atmıştı.

Halkların mücadele içindeki bu kardeşleşmesi aynı zamanda Kürt sorunundaki gerçek çözüm dinamiklerini ve dolayısıyla yolunu da göstermektedir. Bugün Kürt halkının tüm temel ulusal haklarının kazanılmasının, tüm uluslardan sınıf ve emekçi kitlelerin birleşik devrimci mücadelesiyle mümkün olduğunu bir yana bıraksak bile, dinci-gerici iktidarın, Kürt sorununda düzen içi bir çözümün muhatabı bile olamayacağı ispatlandı.

Aslında Gezi Parkı Direnişi ilk andan başlayarak toplumdaki bir dizi meseleye işçi ve emekçi kitleler nezdinde yeni bir ışık tuttu. Aynı zamanda neredeyse tüm toplumsal-siyasal kuvvetleri de eleştirel bir sınamadan geçirdi. Sözkonusu sorunların başında hiç şüphesiz Kürt sorunu gelmektedir. Bu çerçevede hem 2013’ün ilk günlerinden bu yana gündemi belirleyen “entegre çözüm süreci”nin ne ifade ettiği bir kez daha görüldü, hem de sürecin başlıca siyasi aktörleri olarak AKP iktidarı ile Kürt hareketinin verili gerçeklikleri.

AKP’nin maskeleri parçalandı

31 Mayıs patlaması, Kürt sorununda çözüm iradesi olarak lanse edilen dinci-gerici iktidarın “demokrasi” anlayışını boylu boyunca sokaklara serdi. Sadece Türkiye’deki halklar değil, neredeyse tüm dünya “muhafazakar-demokrat” maskesinin arkasında ne denli dehşet verici bir zorbalığın yattığını gördü. Keza dinci-gerici koalisyonun, dolayısıyla ilk elden temsil ettiği burjuva kesimlerin kitabında “demokrasi”nin, açgözlü bir despotizmden, kendinden olmayanı yok etme pervasızlığından ibaret olduğu görüldü. Din bezirganları iktidar gücünü, dolayısıyla siyasi ve ekonomik rant olanaklarını yitirmemek amacıyla her türlü yalanı, dalavereyi, aldatmacayı arsızca sahnelemekte tüm limitleri de altüst ettiler. Sokaklara dökülen milyonların meşru-haklı talepleri karşısında her türlü biçimsel kuralı en kaba şekilde çiğnediler. Ülkenin dört bir yanında sınırsız polis devleti zorbalığı hüküm sürdü. 2013 yılının ilk yarısında “çözüm” yalanına ortak olanların yardımıyla güçlendirilmeye çalışılan sahte demokrasi atmosferinin boğucu gaz bulutlarıyla kaplı olduğu ortaya çıktı.

Tüm bunlar Kürt sorununda “barış, çözüm ve demokratikleşme” sürecinin temel muhatabı sayılan dinci-gerici iktidarın gerçek niyetlerine bir kez daha ayna tuttu. Bir başka deyişle AKP’nin Kürt sorununda “çözüm” diye gündeme getirdiği politikanın, aslen elindeki gücü veya iktidar mevzilerini koruma, güvenceye alma hedefine odaklandığı yeniden teyit edilmiş oldu. Yaşananlar AKP ile kurulan masada sanıldığı gibi demokratikleşme namına en ufak bir demokratik kazanımın dahi olmadığını gösterdi. Başka türlü olması da mümkün değil zaten. Zira dinci gericilerin burjuva demokrasisinden anladıkları, yalnızca ikiyüzlüce aldatmak ve iktidar aygıtlarını tümüyle ele geçirmek, tüm topluma da kendi deli gömleğini giydirmektir. Onlara göre eğer yeterli oyu almışsanız sizden olmayana her türlü baskı, dayatma ve zulüm revadır. Bu anlayış sandıkta yeterli bir çoğunluğa sahip olmayan Kürt halkının haklarına da haliyle aynı mantıkla yaklaşmaktadır. Bir ayı aşkındır süren Taksim Direnişi bunu tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi.

Kürt hareketinin Taksim hoşnutsuzluğu

Öte yandan Kürt hareketi ise Gezi Direnişi’nin AKP’ye dair gerçekleri en kör gözlerin bile görebileceği açıklıkta ortaya koymasından neredeyse rahatsızlık duyuyor. En baştan itibaren tasfiyeci niyetin tüm açıklığı ile ortaya konulması, dil ve üslupta alabildiğine aşağılama ve saldırganlık, Paris cinayetleri, 1. Lice saldırısı, Kandil bombardımanları, Roboski’nin aklanması, çekilme aşamasında yeni karakol yapımları, baraj inşaatları, yer yer topla saldırılar, 2. Lice saldırısı… Üstüne üstlük Tayyip Erdoğan çıkıp açık açık anadilde bir düzenleme yapmayacağız, seçim barajı olduğu gibi kalacak vs. diyor. Ama hiçbiri AKP’yle görüşmelerin sürmesine endekslenmiş reformist Kürt hareketini oyalanma tutkusundan alıkoymuyor. AKP’yle görüşme masası neredeyse her şeyin başı ve sonu haline gelmiş durumda. Oysa İmralı görüşmeleri açıklandıktan ve Kürt hareketi tarafından sindirildikten sonra sık sık “AKP’den demokrasi beklemeyeceğiz, mücadele ederek kazanacağız” deniliyordu. Bunun gereği herhalde ülkede demokratik kazanımlara yol açacak militan bir mücadelenin etkin bir parçası olmaktı. Aksi yöndeki tüm iddialara rağmen esasta bundan ısrarla uzak duruldu. İşin ilginç yanı, varlığını, bugüne kadarki tüm kazanımlarını devlete karşı yürütülmüş silahlı savaşıma ve illegal bir partiye borçlu olan yasal Kürt partisinin tanınmış simalarından Sırrı Sakık’ın Gezi Parkı Direnişi’nden rahatsızlığını dile getirirken, AKP’yi sandıkta seçilmiş olması argümanıyla savunmasıdır.

Bu tutum gelinen yerde Kürt halkının mevcut kazanımlarını dahi ciddi risklere atmaktadır. Kürt halkının, kadınlarının ve gençlerinin 31 Mayıs’la başlayan halk hareketiyle çok daha güçlü bağlar kurması, direniş ateşini Kürt kentlerinde yükseltmesi her zamankinden daha yakıcı bir ihtiyaç haline gelmektedir. Kürt hareketini kapılmış olduğu tasfiyeci gidişattan alıkoyacak olan da budur.