19 Temmuz 2013
Sayı: KB 2013/29

 Kızıl Bayrak'tan
Haziran direnişinde yeni safha
Zorbalara karşı isyan haktır!
AKP iktidarının
“hayat suyu”
yabancı sermaye
çekilmeye başladı
Sermaye devleti
tam bir cinayet şebekesidir!
İzmir’den baskınlara yanıt...
Devlet yine
katilleri koruyor!
Onbinler Ali için sokaklara indi!
Binler TMMOB yasasına karşı sokağa çıktı
14. Evvel Temmuz Festivali tamamlandı
Kamu TİS’leri görüşme süreci devam ediyor…
“Sendika hakkımız engellenemez!”
“Sonuna kadar mücadele!”
Para basanlar hakları için grevde!
“Bu grev onur grevidir!”
Mısır’da halk hareketi ve yeni gelişmeler
Gezi Parkı Direnişi’nden ayaklanmaya... - 2 V. Yaraşır
Gençlik yol ayrımında… K. Ali

Dünyada işçi ve emekçi eylemleri sürüyor!

Toplumcu Eksen’den...
Ekim Gençliği temsilcisi ile Yaz Kampı üzerine konuştuk...
Forumlar taleplerin kürsüsü oluyor
ABD’de Trayvon Martin davası... T. Kor
Gezi tutsağından mektup…
Kavga bitmedi direnişe devam!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gezi Parkı Direnişi’nden ayaklanmaya... - 2

İstanbul ayaklanması 2013

Volkan Yaraşır

 

Yeni kent savaşları

Kent, kapitalizmin gelişme dinamiğinin bir yansımasıdır. Kent, kapitalizme varoluşsal bir zemin hazırlayan, kapitalizmin kendini yeniden üretmesini sağlayan, sermayenin dolaşımının en rasyonel ve en yıkıcı biçim kazandığı alandır.

Kentle kapitalizm arasında organik bir ilişki vardır. Birbirini şekillendiren, güçlendiren ve geliştiren bu organik ilişki, sermayenin tahakkümünü koşullar. Kent piyasanın ve sermaye iktidarının somut biçim aldığı yerdir.

Kent kapitalizmin kalbidir ve onun ruhunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyduğu alandır.

Burjuvazi kendi ontolojisini kentte kurdu. Ve yok edici istilasını kentin üzerinden şekillendirdi.

Kent sermaye ve piyasanın tahakkümünü kurduğu, yeni biçimler kazandığı ve giderek görünmezleştiği yerdir. Sermaye, kentin her yerindedir. Ama hiçbir yerde olmamayı da kentte başarır.

Öte yandan kent, tarih boyunca sınıflar mücadelesinin en keskin yaşandığı, ve bu mücadelenin en sert seyrettiği coğrafya oldu. En başta işçi sınıfının ana rahmi olan kentler, sınıf mücadelesinde de taşıyıcı roller üstlendi. Tahakkümün en konsantre ve yoğun yaşandığı kentler, içinde taşıdığı yıkıcı potansiyel ve anarşiyle tahakkümün ve otoritenin en kırılgan olduğu alanlar olarak dikkat çekti.

Sınıf mücadelesinin tarihinde Ludistler, sermayeye en yıkıcı darbeleri kentlerde vurdu. Makineye, makineyle özdeşleşen uygarlığa ve sermayenin ontolojisine yönelik bu saldırılar kentleri burjuvaziye dar etti.

1831 ve 1834’te ayağa kalkan Lyon Komünarları kenti bloke ederek, 3 günlük bir komün deneyimi yaratıp, başka bir dünyanın arayışına çıktı. Ve tarihte ilk defa işçi sınıfı karşı hegemonya deneyimleriyle, burjuvaziye korku saldı. 1830-1848 devrimcileri barikat ve sokak savaşlarıyla kentin çürümüşlüğünü ortaya koyarak, kente yeni bir ruh verdi. İsyan ve kavga kentle özdeşleşti.

Paris Komünü bu geleneği sürdürdü. Kent, barikat ve sokak savaşlarının merkezlerine dönüştü.

Burjuvazinin en güçlü olduğu yer, en büyük zafiyet gösterdiği yer olmaya başladı. Uzun ve geniş bulvarların inşası bu süreçte (1848 Devrimleri’nden sonra) geldi. Kent savaşlarına ve barikatlara karşı burjuvazi yeni saldırı stratejileri hazırladı ve mekan düzenlemelerine girişti.

Bu sefer kentler grevlerin, genel grevlerin ve genel ayaklanmaların merkezine dönüştü.

Ekim Devrimi, genel grev, genel ayaklanma ve Sovyet deneyimleriyle kentin yeniden yolunu açtı.

Çin Devrimi’nde ve Vietnam’da halk savaşı stratejisiyle kentin kuşatılması hedeflendi. Kır-kent diyalektiği kenti vazgeçilmez unsur gördü. Kırın, gerillanın gücü kurtarılmış bölgelerden, kızıl siyasi üslerden kentlere doğru yayıldığı ve kentler fethedildiği oranda gelecek inşa edildi. “Doğuda” fırtına böyle koptu.

Önce Cezayir Şehir Savaşı, daha sonra Uruguay’da Tupamarolar, Brezilya’da Carlos Marighella tarafından başlatılan şehir gerillasıyla, Arjantin’de Mario Roberto Santucho’nun önderliğinde PRT deneyimiyle kentler yeniden fethedilmeye çalışıldı. Yepyeni bir pratikle şehir gerillası, burjuvaziye kendini en güvenli ve güçlü hissettiği yerde darbeler vurdu. Metropollerde Kızıl Tugaylar ve RAF finans kapitalin kalbinde, kentte öldürücü darbeler gerçekleştirdi.

1968 küresel isyanı kentlerde mayalandı. İsyanın yıkıcı yaratıcılığıyla caddeler, kentler, sokaklar özgürleşti. Kitleler molotof kokteylleri ve kaldırım taşlarıyla kentlerin ruhunu kazandı.

Yeni dönemde anti-küreselci hareketler, meydan işgalleri, Avrupa’yı saran sınıf ve kitle hareketleri kent merkezli gelişti. Kentler uzun bir sessizlikten sonra piyasanın ve iktidarların tahakkümüne karşı, isyanın sesi oldu.

Arap isyanları kentlerin ve kent meydanlarının sistemi bloke ve felç etmede olağanüstü gücünü gösterdi.

İstanbul Ayaklanması bu pratikleri bir adım ileriye taşıdı. Kent isyanlarına yeni bir boyut ve zenginlik kattı. Hatta yeni dönemin isyan biçimlerine örnek oluşturdu. İstanbul Ayaklanması yeni dönemdeki (Arap İsyanları, meydan işgalleri ve Avrupa’yı saran sınıf ve kitle hareketlerinden) eylem ve direniş biçimlerinden esinlendi, ilham aldı. Ama bu pratikleri aşan, yeni bir pratik oldu. İstanbul Ayaklanması kent isyanlarında yeni bir eşik olarak dikkat çekti. Hatta özellikle Türkiye açısından bundan sonra gelecek, yeni ve daha sarsıcı ayaklanmalara prova ve laboratuvar işlevi gördü.

İstanbul direnişin ve ayaklanmanın içinde kavganın ve isyanın başşehrine dönüştü. Bir nevi asi bir şehir, bir direniş şehri oldu.

İstanbul Ayaklanması, ayaklanmanın senkronize kent ayaklanmalarına dönüşmesiyle dikkat çekici bir deneyim yarattı. Özellikle Ankara, Adana, İzmir ve Dersim ayaklanma merkezlerine dönüştü. Ankara ve Adana’da bazen İstanbul’dan daha sert çatışmalar yaşandı. Öte yandan geniş kitle mobilizasyonlarıyla onlarca kent merkezi bloke oldu. Direnç ve isyanın ruhu kolektif bir ruh haline dönüştü.

İstanbul Ayaklanması son derece zengin direniş biçimlerine ve kültürüne yataklık yaptı. Kitlesel oturma eylemi, nöbet tutma, tencere-tava eylemleri, temizlik eylemi, duraninsan eylemi, barikat savaşları, sokak savaşları, siber aktivizm, kitlesel mobilizasyon, kitlesel geri çekilme ve saldırı taktikleri, mahallelerde yaygın kitlesel yürüyüşler vb. eylem ve direnme biçimleriyle yeni kent savaşlarının zengin örnekleri yaratıldı.

Eylemlerin uzun soluklu olması, özellikle kent merkezlerinde gerçekleşmesi, kent merkezlerinin özgürleştirilmesi, bir nevi kentlerde kurtarılmış bölge yaratma stratejisi önemli ve sarsıcı pratikler olarak iz bıraktı. Kent savaşlarında yeni birikimler ve deneyimler oldu. Önümüzdeki dönem sınıf mücadelesinde kentlerin stratejik önemi böylece çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı.

Kenti ve kent merkezini savunmak, bir gerilla tarzı olarak kentte “kurtarılmış”, fiili inisiyatif alanları yaratmak karşı kültürün, alternatif yaşam ve yaşam pratiklerinin boy vermesine olanak sağladı.

İstanbul Ayaklanması bütün bu yönleriyle önemli bir pratik oldu. Sokaklar gerçek yaşam alanına çevrildi. Sokağın ezber bozuculuğu ve yıkıcılığı, kenti kuşatan sermayenin kesif ve çürütücü havasını yok etti. Sermayenin egemenliğinin simgesi olan ve şehrin kalbi niteliğindeki meydanlar direniş ve başkaldırma mekanına dönüştü. Meydan kitleleri bir araya getiren, direniş ve mücadeleyi karnavala dönüştüren, mücadeleyi şenlik ve neşe kaynağı yapan alan oldu. Gösteri toplumunun “ekranı”, şehrin kalbi meydan, sıradan insanın kendini yeniden yarattığı, diriliş alanı haline geldi.

David Harvey’in de üzerinde durduğu spekülatif sermayenin hem peygamber, hem de dolandırıcılığın merkezi olan kent, (kapitalizmin yapısal kriz süreci bu özelliğini giderek daha da çıplaklaştırdı) sıradan insanların müdahalesiyle, özgürlüğü solumaya başladı.

Kentin finans-kapitalin ihtiyaçlarına göre yeniden inşası, sermaye tarafından kentin kuşatılmışlığı, sermayenin kente nüfuz edişi ve bütün yıkıcılığı bir isyan dalgasıyla etkisizleştirildi.

Düzen, devlet ve kent denklemi, kentin özgürleşme pratikleriyle düzeni işlemez hale getirdi ve devleti etkisiz bıraktı.

Kentin iki sahibi olan iktidar (sermaye) ve piyasa yeni kent savaşlarıyla ağır darbeler yedi. İstanbul Ayaklanması pratiği, 21. yüzyılda kent teorisi ve sosyolojisi üzerinde düşünmemizi ve devrimci mücadelede kent mücadelesinin yakıcı öneminin kavranması açısından son derece önemli bir deneyim oldu.

Taksim Komünü

Yeni kent savaşlarının somut biçim alışlarından biri meydanların özgürleştirilmesi ve “kurtarılmış alan” haline getirilmesiyle birlikte her devrimci mücadelenin ya da isyanın içinden, onun ruhu ve kalbinden doğan bir pratik İstanbul’da da gerçekleşti ve Taksim Komünü olarak biçimlendi. Taksim Komünü, belki de ayaklanmanın en kristalize olmuş hali ve direniş kültürünün en konsantre biçimi olarak, direnişin içinden onun edimlerinden, kavganın tam ortasında ve kavgayla birlikle oluştu.

Kitlelerin yaratıcı gücünün, direniş ve mücadelesinin kitleleri bir katarsis sürecine soktuğunun somut göstergesi olan Taksim Komünü küçük bir örnek olmasına karşın, büyük ve silinmez izler bıraktı.

Başka bir dünyanın ellerimizde, topraktan fışkırırcasına nasıl ve hatta kolayca kurulabileceğini, sermayenin yok ediciliğine, çürümüşlüğüne karşı insana ve geleceğe güvenmenin somut pratiği olarak doğdu.

Taksim Komünü bütün eksikliğine ve acemiliğine karşın mücadele ve direnişin yeni insanı yarattığını ve bu yeni insanın ruhunu şekillendirdiğini gösterdi.

Ayaklanma ve direniş günleri, 33 yıldan beri neo-liberal bireyin egosantrik, bencil ruhunu bertaraf edip, ruhların derinliklerinden paylaşma, dayanışma ve yardımlaşma duygularını ortaya çıkardı. Ayaklanma günlerinde muazzam dayanışma ve paylaşma pratikleri yaşandı. Bu toplumun unuttuğu şeyler, direnç ve mücadelenin içinde yeniden üretildi ve kazanıldı. Kitleler direnişin içinde arındı. Bir anlamda direnişin içinde yeniden var oldu.

Taksim Komünü bu pratik ve deneyimlerin, bir katarsis sürecinin en somut biçimi oldu. Benzer deneyimler sokak çatışmalarının içinde, barikat başlarında, çatışma anlarında yüreklerin yüreklere, ellerin ellere, omuzların omuzlara değmesiyle paylaşıldı. Kolektif bir ruha dönüşerek, yeniden sokağa, caddelere ve meydanlara taşındı.

Bu pratikler bir yanıyla da sosyalizmin şiar, anlayış, varoluş biçimlerinin kitlelerle kucaklaşması ve buluşması anlamına geldi. Muazzam olanakların kapıları aralandı. Devrimin sahici bir şey olduğu, gerçekten devrimin böyle bir şey olabileceği hissedildi. İsyan insanların ruhunda unutulmaz izler ve tatlar bıraktı. Özellikle bu yön kitlelerin kolektif belleklerine kazılacak bir içeriktedir. Nesillere aktarılacak olağanüstü deneyimlerdir.

Taksim Komünü müthiş bir ambiyansın ve kolektif ruh halinin ortasında, karşı bir deneyim olarak doğdu. Her gün soluk alıp, verdi. Yeni insan ve toplumsal ilişkileri ördü. Ve kitlelere devletin, paranın, otoritenin olmadığı yerde insanların ne derece yaratıcı olduğunu gösterdi.

Karşılıksız paylaşma, herkesin ihtiyacından fazlasını verdiği, herkesin ihtiyacı kadar aldığı alternatif yaşam ve toplumsal ilişkilerin ön pratikleri Taksim Komünü’nde ortaya çıktı.

İstanbul Ayaklanması ve yarattığı aura korkunç bir özgürlük duygusu olarak özetlenebilir. Öte yandan İstanbul Ayaklanması sınıf mücadelesinde yapılan ve yaşanan hiçbir şeyin boşuna olmadığını ve sınıf mücadelesinin her şeyden önce bir biriktirme süreci olduğunu gösterdi. Devrimciler açısından özellikle öğrenilmesi gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorum.

Yıkıcı bir güç, kitle hareketi

İstanbul Ayaklanması susmaya, kabul, sessiz kalmaya ve korkuya karşı bir başkaldırı ve kolektif bir ret hareketiydi.

Bu büyük sarsıcı dalga, kendini üreterek ve zengin direniş biçimleri yaratarak, biraz “sakinleşmiş” bir şekilde etkisini sürdürüyor.

Türkiye siyasal tarihinde bir kırılma ve yeni bir momente geçişi simgeleyen İstanbul Ayaklanması ve dalgasal etkisi nasıl biçimlenir ve sonuçlanırsa sonuçlansın, kitlelerin yeniden doğuşunu beraberinde getirdi. Dalganın geri çekilişi, içinde bulunduğumuz olağanüstü konjonktürün de (kapitalizmin yapısal krizinin yıkıcı etkileri, Türkiye’nin küresel joe-politiğin odağında yer alan bir ülke olması ve yıkıcı bir krizin ötelendiği koşullarda) etkisiyle, daha büyük ve daha sarsıcı halk ayaklanmalarının ve isyanların önü açılmıştır.

2013, 2014 ve 2015 yılları bu anlamda son derece kritik yıllardır. Önümüzdeki dönem T.C.’nin transformasyon süreci ve krizin yıkıcı sonuçlarının hissedilmesiyle, siyasal iktidarın otoriter düzenlemeleri ve biyo-politik müdahaleleri en küçük bir kıvılcımın ateşe dönmesi ve yangına dönüşmesinin olanaklarını sunuyor.

Anadolu toprakları artık dalgasal, birbirini tetikleyen ve besleyen halk isyanlarına ve ayaklanmalarına gebe topraklardır.

Kitlelerin yıkıcı ve sarsıcı öfkesi dinmemiş, birikmeye devam etmektedir.

İstanbul Ayaklanması CHP Genel Başkanı’nın ilk günlerdeki son derece oportünist ve düzen ve devletin bekasına gösterdiği hassasiyetin ifadesi olarak, ağzından kaçırdığı, kitlelerin deşarj olmasına izin verilmesi gerektiğine yönelik vurgularını boşa çıkarmış, tam tersine öfkenin ayaklandığı, daha fazla ve yeni mecralarda biriktiği, korkunun ablukasının dağıtıldığı, direnişin içinde kolektif dirilişin sağlandığı bir pratik olarak tarihe geçti. Ve ardında olağanüstü deneyimler, birikimler bırakarak, kitlelerin şekillenmesini ve yeniden doğuşunu sağlayıp, karşı devrimin ruhları kadavra haline getiren atmosferini dağıttı. Evet: “Bu daha başlangıç, kavga yeni başlıyor!” İsyancılar bunu bir slogan olarak söylüyorlar ama isyan deneyimleri bize şunu gösteriyor; kitleler bir kez ayağa kalktığında ve bu ayağa kalkış dişe diş bir mücadeleyi yarattıysa, yenilgi bile kazanım olarak değerlendirilir. Kısaca Türkiye yüksek bir konjonktürün içine, olağanüstü bir sürecin içine girdi. Yaşanan pratikler, kitle mobilizasyonunun gücü Arap isyanlarını aştı, önümüzdeki aylar dahil, birkaç yıl yeni ve daha yıkıcı isyan dalgalarını beraberinde getirebilir. Kitleler, herkes ve özellikle devrimciler bu sürece hazırlanmalıdır. Çünkü kitle hareketi yaparak öğrenir ve öğrenerek yapar. İstanbul Ayaklanması, kitle mücadelesi için tam bir okul oldu. Kitleler bu okulda, mücadelenin içine kendi varoluşlarını yeniden kurdu. Özgüven duydu, edilginliklerini paramparça etti.

Devletle açık çatışmaya giren kitleler, mücadele ve direniş içinde var olduğunu hissetti, muazzam pratiklerle, olağanüstü paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle gücünün farkına vardı ve kudretini tattı.

Devletin her şeyiyle bir asalak, parazit, sistemin ve sermayenin en vahşi aparatı olduğu yaşanarak görüldü ve öğrenildi. Kitleler kendi eyleminin içinde, yıkıcı gücünün farkına vardı.

İktidarların ve otoritenin, devletin ve zor aygıtlarının kırılganlığını, direnişin ve mücadelenin içinde fark etti.

Yaratılan korkunun, üreticisinin kendi hareketsizliği olduğunu anladı. Kitleler kolektif ayağa kalkış içinde sistemin, devletin acizliğini ve “iktidarsızlığını” yaşayarak hissetti.

Kitleler ve halk ayaklanma günlerinde yeni bir karakter ve ruh kazandı. Direnişten öğrenme ve direniş içinde yeniden doğmayı yaşadı.

Artık isyanın tadını almış ruhu dizginlemek zordur. O ruh hem de kolektif bir ruha dönüşmüşse...

İstanbul Ayaklanması bu yönleriyle önümüzdeki ayaklanmaların hem bir provası, hem de laboratuvarıdır. Türkiye dalgasal isyan hareketlerinin içine giriyor. Bu ilk prova sarsıcı ve yıkıcı sonuçlar doğurdu.

İstanbul Ayaklanması’nda kitle hareketi açısından stratejik kentler olgusu üzerinde durmakta yarar var. Ayaklanma İstanbul, Ankara, Adana gibi bazı stratejik kentleri ortaya çıkarttı. Bu kentlere olası krizin yıkıcı sonuçlarıyla şu kentleri de dahil edebiliriz: Bursa, Manisa, Eskişehir, İzmit, Kayseri, Çorlu, Adana, Mersin, İskenderun, Tarsus, Gaziantep, Batman, Diyarbakır. Bu kentler sınıf hareketi açısından stratejik yerler olması itibariyle de önem taşımaktadır.

Yeni kitle hareketlerinde stratejik kentlerin son derece önemli olacağı ortaya çıktı. Var olan dinamiklere yeni işçi havzalarının ve kentlerinin katılması, Türkiye’de sınıflar mücadelesinin olağanüstü bir döneme geçişini işaretler.

Stratejik ve odak ille, ayaklanmaların ve kitle hareketlerinin merkezi olma rolünü üstlendi. Bu yön önümüzdeki dönemde kendini dışa vuracak bir içeriktedir. Kentlerin yeni dönemdeki bu odaklanışı yeni ayaklanmaların karakteristiğini belirleyecektir.

Batı yakasında kent ayaklanmalarının, Kürt topraklarında bir kent ayaklanması şekli olan serhıldanlarla birleşmesi ve partizan savaşıyla koordine olması, yeni birleşik devrimci savaşın momentleri olarak görülebilir. İstanbul Ayaklanması bütün bu dinamikleri, olasılıkları ve yönleri içinde barındırdı ve gösterdi.

Türkiye’nin Yunanistan benzeri bir sürecin içine girdiğini düşünebiliriz. Yunanistan’da 2009 sonrası yaygın grev ve genel grev senkronları yaşandı. Krizin yıkıcı etkileri Yunanistan’ı uzun soluklu bir ayaklanma ülkesine dönüştürdü. Son 4 yıldan beri Yunanistan’da büyük sınıf ve kitle hareketleri yaşanıyor. Türkiye kapitalizminin özellikleri, toplumsal profili ve sınıf dinamikleri Tunus ve Mısır’dan çok Yunanistan’a benziyor. Türkiye büyük sosyal salınımlar, yeni isyan ve ayaklanma dalgaları içine girdi. İstanbul Ayaklanması’nın yarattığı birikimler bir başka boyutta yeni isyan ve ayaklanmaları besliyor ve güç katıyor. Her ne kadar dalga bir geri çekilme sürecine girse de, kendi içinde salınımlı ve son derece zengin pratik ve direnişlerle sürmektedir (yaygın forumlar, polis şiddetine karşı kitlesel gösteriler, Taksim’e çıkma iradesinin sürmesi, mahallelerde kitlesel hareketlenmelerin devam etmesi, duraninsan eylemleri, karanfil bırakma gibi eylemler). Ayrıca şöyle bir yorum da yapılabilir: Bu eylemlerin yarattığı enerji de yeni bir patlamanın dinamiğini oluşturabilir. Dalganın geri çekilme süreci, daha büyük bir dalganın doğumuna yol açabilir. Mücadelenin, direnişin ısrarı zengin direniş ve eylem biçimleri bugünün kazanılması kadar, geleceğin fethi, gelecek mücadelenin birikimleridir.

İstanbul Ayaklanması 21. yüzyıl devrimlerine de önemli birikimler sağladığı ve son derece zengin deneyimler sunduğu bir gerçektir. Ayaklanma, 21. yüzyıl devrimlerinin olası gelişme dinamiklerini ortaya koydu. En azından 21. yüzyıl isyan hareketlerinin gelişme momentleri ortaya çıktı.

İstanbul Ayaklanması Avrupa’nın Akdeniz havzasını saran sınıf ve kitle hareketlerinin ve Arap isyanlarının bir konsantrasyonu olarak özgün ve son derece zengin bir biçimde doğdu. Gelişme dinamikleriyle küresel isyan hareketlerine ve devrimci mücadeleye ışık tuttu. İstanbul Ayaklanması’nın gücü ve etkisi daha bugünlerden kendisini gösterdi. Önümüzdeki dönem bu etki daha da yayılacaktır.

Devrimci hareketin tutumu

Devrimci hareket ayaklanmanın başından itibaren içinde yer aldı ve en aktif öznelerinden biri oldu. Gücünü seferber etti. Son derece iyi bir sınav vererek barikatların ve çatışmaların en ön saflarında, militanca ölümüne savaştı. Gelişmelere inisiyatif koydu. Direngenliğiyle iz bıraktı.

Ayaklanmanın muhteviyatını hızla kavrayan devrimci hareket son derece olgun tutum ve tavır sergiledi. Özellikle 1 ve 2 Haziran günlerinde ulusalcı kesimlerin ve CHP’nin müdahalesi olduğunda ve inisiyatif koymaya çalışıldığında son derece esnek, gelişmeleri koordine eden bir yaklaşım sergilendi. Bu tutum sadece İstanbul’da değil, hemen hemen bütün diğer illerde de yaşandı. MHP kökenli gençlerin bozkurt işaretlerine, ulusal sembollere, Mustafa Kemal bayraklarına, sloganlara karşı tolerans gösterildi. Kitlelerin AKP’nin saldırdığı her şeyi sembollere dönüştürdüğü hızla kavrandı. Son derece esnek ve kapsayıcı politikalar izlendi. Böylece ayaklanma içinde olası provokatif hava dağıtıldı. Herkes kendi rengiyle ayaklanmaya katıldı. Özellikle çatışma ortamı ve direnişin muhteşemliği kitleleri kaynaştırdı ve birleştirdi. Ruhları ortaklaştırdı. Pratik olarak sistem karşıtlığı ve polise karşı etkin direniş ve çatışma hali sembollerden kaynaklı problemlerin başından aşılmasını sağladı.

Direniş kültürü toleransı, karşılıklı saygı ve özeni beraberinde getirdi. Hatta devrimcilerin militan tavrı sloganlarının ve şiarlarının kitleselleşmesine yol açtı. Düzen dışılığın ve devletten kopuşun simgesi olan barikatlarda Türk bayrağının asılı olması ayaklanmanın özelliklerinden biri oldu. Bayraklara dokunulmadı. Atatürk Kültür Merkezi ve Taksim civarında tüm duvarlar, ayaklanmanın tüm renkliliğinin ve ideolojik çeşitliliğinin simgeleri oldu. Devrimci hareket sekter tavırlardan uzak durarak, hareket içinde şekillenmeye, biçim almaya, hareket ve direnişten öğrenmeye çalıştı.

Devrimci hareket, kendi şiar, sembol ve sloganlarını sakınmadan kullandı. Olağanüstü çatışma ortamı ve paylaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinin yaşandığı koşullarda ayaklanma herkesi ve her eylemi şekillendirdi.

Bu noktada Brezilya’da yaşanan son gelişmeler öğreticidir. Kitle hareketi sırasında solun bayrakları, simgeleri ve flamalarıyla sokağa çıkmasına karşı Brezilya sağı ve faşistleri saldırıya geçti. Ayrıca lümpen kesimler kitle hareketini zayıflatacak adımlar attı. Her şeye karşın sol sokakta olma ısrarını korudu ve kitlelerle bütünleşmeye  çalıştı.

İstanbul Ayaklanması’nda bu sorun başından aşıldı. Yaşananlar itibariyle bundan sonra da pek problem olacağa da benzemiyor. Ama bu riskin varlığını her zaman akılda tutmak gerekiyor.

Devrimci hareket bu yaklaşımlarına ve fedakarca tutumlarına karşın, halk ayaklanmasının olağanüstü gücünü yönlendirecek, ne bir donanıma, ne de bir örgütlenmeye sahip değildi. Hatta ayaklanmaya bütünüyle hazırlıksız yakalandı. Devrimci hareket tereddüt etmeden büyük dalganın parçası olmaya çalıştı. Bu çaba da başlı başına anlamlı, anlaşılır ve saygıdeğer bir çabadır. Ama yetersizdir. Ya da yetersiz olduğu bilinmelidir. Ayrıca ayaklanma ve isyan günlerinde devrimci siyasal öznelerin, olağanüstü koşulları hızla kavrayacak, kendi aralarında Devrimci Direniş Komiteleri ya da Cephesi adı altında (bütün defansların hızla ortadan kaldırılarak) bir araya gelinemedi. Ayaklanmaya hazırlıksız yakalanma bir gerekçe olabilir ama direnişin uzunluğu, yaşanacakların hemen hemen kestirilmesi, özellikle İstanbul ve Ankara’da böyle bir örgütlenmenin yaratılmasına zemin hazırlayabilirdi. Ne yazık ki böylesi bir adım atılamadı. Sol kültürün zafiyetleri böyle bir deneyimin ortaya çıkmasına olanak vermedi.

Sistemin devrimcilerle kitleleri ayrıştırma çabalarına, devrimcileri kriminalize etme girişimlerine ve itibar kaybettirmeye yönelik en iyi cevap böyle bir örgütlenmeyle verilebilirdi. Öte yandan geniş yığınların içinde her zaman aktif ve koordineli davranmanın, örgütsel disiplin göstermenin kitlelerin bir ölçüde yönelimini de belirleyeceği unutulmamalıdır.

Özellikle çatışma anlarında deneyim ve pratik zenginliğiyle dikkat çeken, birleşik bir güç etkili sonuçlar yaratıp, kitleleri yönlendirebilirdi. Ama yapılamadı. Her siyasi özne kendi mevzisinde çatışmalara, barikat savaşlarına ve direnişe katıldı.

Devrimci komünistlerin ayaklanma ve isyan koşullarında temel görevi, devrimin imkanını yaratmak olmalıdır. Devrimci komünistleri diğer siyasal güçlerden ayıran en temel özellik, devrimin imkanını aramaktaki ısrar ve kararlılıklarıdır. İstanbul Ayaklanması ve halen devam eden salınımı, bu yönde son derece öğretici deneyimler sundu. Devrimciler için isyan günleri kendilerini yıkıp, yeniden inşa etme günleridir. Olağanüstü biriktirme günleridir. Tecrübe kazanma, zaaflarından arınma, kitlelerle kucaklaşma, kitlelerle ontolojik bir ilişki kurma ve yenilenme günleridir.

Bugün açısından dalganın içinde inisiyatif koymaya çalışan devrimcilerin iddiaları büyük olmalı, bu iddiaya göre hazırlanmalılardır.

Türkiye’nin içine girdiği yüksek konjonktür, ayaklanma halinin sürekliliğini ya da dalgasal senkronlar yaratma ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum devrimin imkanı doğrultusundaki arayışlara güç vermelidir.

Devrimci komünistler, bu perspektifle İstanbul Ayaklanması’nın yıkıcı dalgasına rağmen, özellikle klasik işçi sınıfının hareketsiz kalması ve Kürt özgürlük hareketinin tutuk davranmasının üzerine gitmeli, bu güçlerin bugün ve bundan sonra sosyal dalganın parçasına dönüşmesi için çabalarını yoğunlaştırmalıdır.

Bu adımlar ve çabalar, devrimci komünistlerin yetersizliklerini aştığı, isyanın parçası olmaktan isyanın temel aktörüne dönüştüğü sürecin önünü açacaktır.

(Devam edecek...)