23 Ağustos 2013
Sayı: KB 2013/33

 Kızıl Bayrak'tan
Mısır’da dinci-gerici projenin çöküşü ve yansımaları
AKP ve düzen için yolun sonu
AKP neden kaygılanıyor?
Düzen partilerine kanmayalım!
Hacıbektaş şenliklerinde neler yaşandı?
Aleviler’in AKP’ye yönelik öfkesi haklı, tepkileri meşrudur!
Emekçi semtlerinde
devlet-polis-çete üçgeni!
Tekstilde büyük grev başladı!
Tekstil greviyle sınıf dayanışmasını büyütelim!
“Pes edersek onlar kazanır”
Tekstilde grev dalgası
KESK’in son Ankara yürüyüşü üzerine birkaç düşünce
KESK’liler Ankara’ya yürüdü!
Kurucu Meclis seçimleri ve proletarya diktatörlüğü - V.I.Lenin
Mısırlı devrimci-demokratik güçlerin açıklaması
Kökten dinciler, Güney Beyrut’u hedef aldılar

Marikana Katliamı’nın 1. yılında

Forumlardan
Burcu Koçlu derhal
serbest bırakılmalıdır!
Rojava’da tecavüz ve yağma fetvaları sökmeyecek!
Suat Kılıç’a açık mektup
Çizgi Metin’in anısı yaşıyor şimdi
Harmandalı’da
“çöp eylemi”
İşkenceci tanıklığıyla
hapis cezası
BDSP’li tutsaklardan Kazova direnişçilerine mektup
Devrime yürüyecek güçteyiz!
Ölümlerinin 86. yılında Sacco ve Vanzetti’yi saygıyla anıyoruz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kurucu Meclis seçimleri ve
proletarya diktatörlüğü

V.I.Lenin

 

V

Proletarya, sömürücülerin aleyhine devlet gücünü ele geçirebilir, sovyet sistemini kurabilir, ve emekçi halkın çoğunluğunun ekonomik gereksinmelerini karşılayabilir.

Tam ve sonal bir zafer için bu yeterli midir? Hayır, değildir.

Küçük-burjuva demokratlar, bunların bugünkü başta gelen temsilcileri, “sosyalistler” ve “sosyal-demokratlar”, emekçi halkın, kapitalizm koşullarında, belli bir sınıfı, ya da belli bir partiyi izleme yolunda, uzun savaşım deneyimi olmadan, salt oy vererek karar verebilecekleri, ya da eninde sonunda ilerde karar verecekleri yüksek bir sınıf bilincine, sağlam bir karakter ve algılamaya ve geniş bir siyasal görüşe kavuşabileceklerini düşündüklerinde kuruntuya kapılıyorlar.

Bu, salt bir kuruntudur. Bu, Kautsky, Longuet ve MacDonald tipi bilgiç ve duygusal sosyalistlerin uydurdukları duygusal bir öyküdür.

Kapitalizm, eğer bir yandan yığınları mağdur, ezilmiş ve yılgınlık durumuna, dağınıklığa (kırsal kesim!) ve bilisizliğe mahkûm etmeseydi, ve eğer öte yandan da o (kapitalizm) burjuvazinin ellerine işçi ve köylü yığınlarının gözlerini boyamak, zihinlerini körleştirmek ve benzeri şeyler için büyük bir yalan ve aldatma aygıtı vermemiş olsaydı, kapitalizm olmazdı.

İşte bundan ötürü yalnızca proletarya emekçi halkı kapitalizmden komünizme götürebilir. Küçük-burjuva ya da yarı küçük-burjuva yığınlarının “işçi sınıfıyla mı, yoksa burjuvaziyle mi olmak” gibi son derece karmaşık siyasal soruna doğru yanıt verebileceğini düşünmenin yararı yoktur. Emekçi halkın proleter olmayan kesimlerinin yalpalaması kaçınılmazdır; ve burjuvazinin önderliğinin proletaryanın önderliğiyle karşılaştırılmasını olanaklı kılacak kendi pratik deneyimleri de kaçınılmazdır.

Bu, şu “tutarlı demokrasi” hayranlarının ve bu son derece önemli siyasal sorunun oyla çözümleneceğini düşünenlerin sürekli olarak gözden kaçırdıkları bir durumdur. Böyle sorunlar, eğer bunlar savaşım ile keskinleşmiş ve ağırlaşmış ise, fiilen savaş tarafından çözümlenir, ve proleter olmayan yığınların (esas olarak da köylülerin) deneyimleri, proletaryanın yönetimi ile burjuvazinin yönetimini karşılaştırabilme deneyimleri, bu savaşta son derece büyük bir önem taşır.

Rusya’da 1917 Kasım’ındaki Kurucu Meclis seçimleri, 1917-19 iç savaşının iki yılı ile karşılaştırıldığında, bu anlamda oldukça öğreticidir.

En az bolşevik olduğunu ortaya koyanın hangi bölgeler olduğuna bakalım. Birincisi, Doğu Urallar ve Sibirya, bolşeviklerin sırasıyla yüzde 12 ve yüzde 10 oy aldıkları yerlerdir. İkincisi, Ukrayna, bolşeviklerin yüzde 10 oy aldıkları bir yerdir. Öteki bölgelerde bolşeviklerin yüzde olarak en az oy aldıkları yerler, Büyük Rusya’nın köylü bölgesi ile Volga-Kara Toprak bölgesidir, ama buralarda bile bolşevikler yüzde 16 oy almışlardır.

İşte tam da bolşeviklerin 1917 Kasımında en az oy aldıkları bölgelerde karşı-devrimci hareketler, karşı-devrimci kuvvetlerin başkaldırmaları ve örgütlenmeleri en büyük başarıyı göstermişti. Tam da bu bölgelerde Kolçak ve Denikin’in egemenliği aylarca sürdü.

Küçük-burjuva halkın yalpalamaları, özellikle proletaryanın etkisinin en zayıf olduğu bu bölgelerde görülüyordu. Yalpalama, önce, toprak verdikleri ve terhis edilen askerlerin barış konusunda haberler getirdikleri sırada bolşeviklerden yana idi, sonra - bolşevikler devrimin uluslararası gelişmesini hızlandırmak ve Rusya’daki merkezini korumak için Brest Antlaşması’nı imzalamayı kararlaştırdıkları ve böylece yurtseverlik duygularını, küçük-burjuva duygusunun bu en derinini “gücendirdikleri” zaman onlara karşı idi. Proletarya diktatörlüğü özellikle fazla tahıl stoklarının en bol olduğu bu yerlerdeki, bolşevikler bu fazla stokların sabit fiyatla devlete devredilmesini kesin ve kararlı bir biçimde güvenceye aldıkları zaman, köylüleri memnun etmemişti. Uralların, Sibirya’nın ve Ukrayna’nın köylüleri Kolçak ve Denikin’in yanına geçtiler.

Daha sonra, Kolçakya ve Denikiya’daki her günü geçmiş yazarın beyaz muhafız gazetelerinin her sayısında yaygarasını yaptıkları Kolçak ve Denikin “demokrasisi”nin deneyimi, köylülere, demokrasi konusunda ve “Kurucu Meclis” konusundaki bu sözlerin, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin diktatörlüğünü perdelemek ve gözlerden gizlemekten başka bir şeye yaramadığını gösterdi.

Bolşevizme doğru bir başka yöneliş başladı ve Kolçak ve Denikin’in gerilerinde köylü başkaldırmaları yaygınlaştı. Köylüler, kızıl birlikleri, kurtarıcılar olarak bağırlarına bastılar.

Uzun vadede köylülerin, küçük-burjuva emekçi halkının bu ana bölümünün yönelişiydi ki, sovyet egemenliğinin ve Kolçak ve Denikin yönetiminin yazgısını belirledi. Ama bu “uzun vade”yi, Rusya’daki iki yıl sonra bitmemiş olan, hele de Sibirya ve Ukrayna’da bitmemiş bulunan şiddetli savaşımın ve acılı deneyimlerin oldukça uzun bir dönemi izledi. Ve diyelim, daha bir yıl ya da daha fazla bir süre içinde tümüyle biteceği yolunda herhangi bir güvence yoktur.

Tutarlı” demokrasinin yandaşları bu tarihsel olgunun önemi üzerinde düşünmemişlerdir. Proletaryanın kapitalizm koşullarında oy yoluyla emekçi halkın çoğunluğunu “inandırabileceği” ve onları sağlam bir biçimde kendi yanına kazanacağı yolunda çocuk masalları uydurmuşlardır, ve hâlâ da uydurmaktadırlar. Ama gerçeklik göstermektedir ki, yalnızca uzun ve acımasız bir savaşım içersinde, küçük-burjuva yalpalamasının katı deneyimleri, onu, proletarya diktatörlüğünü kapitalistlerin diktatörlüğüyle kıyasladıktan sonra, birincisinin ikincisinden daha iyi olduğu sonucuna götürmektedir.

Teoride, marksizmi incelemiş bulunan ve gelişmiş ülkelerin 19. yüzyıl siyasal tarihinin derslerini hesaba katmak isteğini gösteren her sosyalist, küçük-burjuvazinin proletarya ile kapitalistler arasındaki yalpalamasının kaçınılmaz olduğunu kabul eder. Bu yalpalamanın ekonomik kökleri, ekonomi bilimi tarafından açıkça ortaya çıkarılmış, doğruluğu milyonlarca kez İkinci Enternasyonal’in sosyalistlerince yayınlanan gazetelerde, broşür ve kitapçıklarında yinelenmiştir.

Ama bu adamlar, bu doğruları, proletarya diktatörlüğünün kendine özgü dönemine uygulamıyorlar. Bunlar küçük-burjuva demokrat önyargıları ve (sınıf “eşitliği” konusunda, “tutarlı” ya da “saf demokrasi” konusunda, büyük tarihsel sorunun oyla çözümleneceği vb., vb. konusunda) yanılsamaları sınıf savaşımının yerine koyuyorlar. Bunlar, iktidarı ele geçirdikten sonra, proletaryanın böylelikle sınıf savaşımına son vermediğini, farklı bir biçimde ve farklı araçlarla onu sürdürdüğünü anlamayacaklardır. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın devlet gücü gibi bir aracın yardımıyla yürüttüğü sınıf savaşımıdır, amaçlarından birinin emekçi halkın proleter olmayan kesimlerine uzun deneyimleri ve uzun bir dizi pratik örnekler aracılığıyla proletarya diktatörlüğünden yana olmanın kendileri için burjuva diktatörlüğünden daha yararlı olduğu ve bir üçüncü yolun da bulunmadığını göstermek olan bir sınıf savaşımıdır.

1917 Kasımı’nda yapılan Kurucu Meclis seçimlerinin sonuçları, bu seçimlerden sonra iki yılda yürütülen iç savaşın gelişmesinin görünümünün ana temellerini bize vermektedir. Bu savaştaki ana güçler daha Kurucu Meclis seçimleri sırasında açık-seçik belli olmuştu - proleter ordunun “vurucu güç” rolü, yalpalayan köylülüğün rolü, ve burjuvazinin rolü daha o zaman açık-seçik haldeydi. Makalesinde N. V. Svyatitski şöyle yazıyor: “Bolşeviklerin en başarılı olduğu bölgelerde Kadetler de en başarılı idi - Kuzey ve Merkez-Sanayi bölgeleri(s. 116). Doğal olarak en yüksek gelişme gösteren kapitalist merkezlerde, proletarya ile burjuvazi arasında bulunan ara unsurlar en zayıf olanlardı. Doğal olarak, bu merkezlerde sınıf savaşımı en keskin haldeydi. Burjuvazinin kuvvetlerinin yoğunlaştığı yerler buralardı ve yalnızca buralarda proletarya burjuvaziyi yenebilirdi. Yalnızca proletarya burjuvaziyi bozguna uğratabilirdi, ve ancak burjuvazinin bozguna uğratılmasından sonra proletarya devlet gücü gibi bir aracı kullanarak, halkın küçük-burjuva katmanlarının sempati ve desteğini kesin olarak kazanabilirdi.

Eğer yerli yerinde kullanılırsa, eğer doğru olarak yorumlanırsa, Kurucu Meclis seçimleri sonuçları, sınıf savaşımının marksist öğretisinin temel gerçeklerini tekrar tekrar önümüze sermektedir.

Yeri gelmişken belirtelim ki, bu sonuçlar ulusal sorunun, rolünü ve önemini de ortaya koymaktadır. Ukrayna’yı ele alalım. Ukrayna sorunu konusundaki son konferansta hazır yoldaşlar, bu satırların yazarını, Ukrayna’daki ulusal soruna çok fazla ağırlık” vermekle suçlamıştır. Kurucu Meclis seçimlerinin sonuçları Ukrayna’da daha 1917 Kasımı’nda, Ukrayna sosyalist-devrimcileri ve sosyalistlerin çoğunluğun oylarını sağladıklarını göstermektedir (Ukrayna’nın 76 milyonluk toplam oyundan Rus sosyalist-devrimcilerin aldığı 1,9 milyon oylarına karşı 3,4 milyon + 0,5 = 3,9 milyon). Güney-batı ve Romanya cephelerinde bulunan ordudan Ukraynalı sosyalistler, toplam oyların yüzde 30’unu ve 34’ünü almışlardır (Rus sosyalist-devrimcileri yüzde 40 ve yüzde 59).

Bu koşullar altında, Ukrayna’daki ulusal sorunun önemini görmezlikten gelmek -Büyük-Rusların sık sık işledikleri (Yahudilerin belki de Büyük-Ruslardan biraz daha az sıklıkta işledikleri) bir günah- büyük ve tehlikeli bir hatadır. Daha 1917’de Rus ve Ukraynalı sosyalist-devrimciler arasındaki bölünme raslantısal olamazdı. Enternasyonalistler olarak, birinci görevimiz “Rus” komünistleri arasında Büyük-Rus emperyalizminin ve şovenizminin kalıntıları (bazan bilinçsiz olarak) ile büyük bir istekle savaşmaktır; ikincisi de, göreli olarak küçük bir sorun olan (çünkü bir enternasyonalist için devlet sınırları onuncu derecede bir sorun olmasa bile, ikincil bir sorundur) tam da ulusal sorun konusunda ödünler vermek görevimizdir. Daha önemli olan başka - proletarya diktatörlüğünün temel çıkarları; Denikin’le savaşan Kızıl Ordunun birliği ve disiplinin çıkarları; proletaryanın köylülüğe ilişkin önderlik rolü- sorunlar vardır; Ukrayna’nın ayrı bir devlet olup olmayacağı çok daha az önemlidir. Ukraynalı işçi ve köylülerin farklı sistemleri deneme olasılığına bile, ve örneğin birkaç yıllık bir dönemde RSSFC ile birliği, pratikte deneyerek ya da ondan ayrılarak bağımsız bir Ukrayna SSC kurması ya da bu iki cumhuriyetin yakın ittifakının çeşitli biçimleri, ve daha başka şeylerden en ufak bir şaşkınlığa düşmemeli, ya da korkmamalıyız.

Bu sorunu, bir anda ve kesin olarak “sağlam” ve “değişmez” bir biçimde çözmeye kalkışmak, darkafalılık ya da tam bir ahmaklık olacaktı, çünkü proleter olmayan emekçi halkın böylesine bir sorun konusunda yalpalaması pek doğaldır, hatta kaçınılmazdır, ama proletarya açısından hiç de korkulacak bir şey değildir. Böylesine yalpalamaları en büyük dikkat ve hoşgörüyle ele almak, gerçek anlamda enternasyonalist olma yeteneğindeki proletaryanın görevidir, bunu kendi öz deneyimlerinin bir sonucu olarak bu yalpalamadan kurtulmayı proleter olmayan yığınların kendilerine bırakmak, onun görevidir. Bir kısmını yukarda belirtmiş olduğum öteki daha temel sorunlarda hoşgörüsüz, acımasız, uzlaşmaz ve katı olmak zorundayız.

V

1917 Kasımı’ndaki Kurucu Meclis seçimlerinin 1917 Ekimi’nden 1919 Aralığına kadar Rusya’daki proleter devrimin gelişmesinin karşılaştırılması, her kapitalist ülkede burjuva parlamentarizmi ile proleter devrimine ilişkin vargılar çıkarmamızı olanaklı kılmaktadır. Şimdi, bellibaşlı vargıları kısaca formüle etmeye ya da en azından özetlemeye çalışayım.

1. Genel oy, çeşitli sınıfların, kendi sorunlarını kavramada ulaştıkları düzeyin bir göstergesidir. Çeşitli sorunlarını çözmek için çeşitli sınıfların nasıl yönlendiklerini gösterir. Bu sorunun asıl çözümü öyle değil, iç savaşı da kapsayan sınıf savaşımının her çeşidiyle sağlanır.

2. İkinci Enternasyonalin sosyalistleri ve sosyal-demokratları kaba küçük-burjuva demokratları tutumu takınmakta ve sınıf savaşımının temel sorunlarının oyla çözülebileceği önyargısını paylaşmaktalar.

3. Devrimci proletaryanın partisi, yığınları aydınlatmak için burjuva parlamentolarına katılmalıdır; bu aydınlatma seçimler sırasında ve parlamentoda partiler arasındaki savaşımlar sırasında olur. Ama sınıf savaşımını parlamenter savaşım ile sınırlamak, ya da onu, bütün öteki savaşım biçimlerinin bağlı bulunduğu en yüksek ve kesin biçim olarak görmek, aslında proletaryaya karşı burjuvazinin saflarına kaçmak demektir.

4. İkinci Enternasyonal’in bütün temsilcileri ve destekçileri, ve bütün sözümona “bağımsız Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin liderleri, sözde proletarya diktatörlüğünü kabul ettikleri halde, pratikte, yaptıkları propagandalarla, proletaryanın kafasını, onun önce siyasal iktidarın proletaryaya devredilmesi için kapitalizm koşullarında halkın çoğunluğunun (yani burjuva parlamentosunda bir oy çoğunluğunun) iradesinin bir biçimsel ifadesini elde etmek zorunda olduğu ve iktidarın devrinin daha sonra gerçekleşeceği fikriyle doldurarak aslında burjuvazinin yanında yerini almaktadırlar.

Alman “bağımsız” sosyal-demokratlarının ve çürümüş sosyalizmin benzer liderlerinin bu önermeye dayanarak “bir azınlığın diktatörlüğüne”, vb. karşı yükselttikleri bütün bu feryatlar, salt bu liderlerin, en demokratik cumhuriyetlerde bile fiilen egemen olan burjuva diktatörlüğünü kavrayamamış olduklarını ve bunun proletaryanın sınıf savaşımı ile ortadan kaldırılmasının koşullarını anlayamadıklarını göstermektedir.

5. Kavramaktaki bu başarısızlık, özellikle şunları kapsamaktadır: bunlar, çok büyük bir-ölçüde, burjuva partilerinin halk yığınlarını aldattıkları için, sermayenin boyunduruğundan ötürü yönetebildiklerini unutuyorlar ve buna, kapitalizmin doğasına ilişkin bir kendini aldatma, daha çok küçük-burjuva partilerine özgü, çoğu kez, sınıf savaşımı yerine sınıf uzlaşmasının şu ya da bu ölçüde perdelenmiş biçimlerini koyan bu kendini aldatma da eklenir.

“Önce bırakalım halkın çoğunluğu, özel mülkiyetin varolduğu bir sırada, yani sermayenin egemenliğinin ve boyunduruğunun bulunduğu bir sırada, proletaryanın partisinden yana olduklarını göstersinler, ve ancak ondan sonra parti iktidarı elegeçirebilir ve geçirmelidir” - kendilerine sosyalist diyen ama gerçekte burjuvazinin hizmetçisi olan küçük-burjuva demokratlar böyle söylerler.

“Bırakalım devrimci proletarya önce burjuvaziyi alaşağı etsin, sermayenin boyunduruğunu kırsın ve burjuva devlet aygıtını ezip parçalasın, sonra zafere ulaşmış proletarya, proleter olmayan emekçi halkın gereksinmelerini sömürücüler aleyhine karşılayarak onların çoğunluğunun sempatisini ve desteğini çok çabuk kazanabilecektir.” - diyoruz biz. Tersi, tarihte pek ender görülen bir istisna olacaktır (ve böyle bir istisnada bile burjuvazi, Finlandiya örneğinin de gösterdiği gibi, iç savaşa başvurabilir).

6. Ya da bir başka deyişle:

“Önce eşitlik ya da tutarlı demokrasi ilkelerine bağlı kalacağımız konusunda güvence vereceğiz, özel mülkiyetin ve sermayenin boyunduruğu (yani biçimsel eşitlik koşullarında fiilî eşitsizlik) korunurken, bu temel üzerinde çoğunluğun kararını sağlamaya çalış” - diyor burjuvazi ve onun evet efendimcileri, kendilerine sosyalist ve sosyal-demokrat adı veren küçük-burjuva demokratlar.

Önce proleter sınıf savaşımı, devlet gücünün ele geçirilmesi, sömürücüleri yenen proletarya bütün emekçi halka sınıfların ortadan kaldırılmasına yani sosyalist eşitliğe, aldatmaca olmayan biricik eşitliğe önderlik edecektir” - diyoruz biz.

7. Bütün kapitalist ülkelerde, proletaryanın yanısıra, ya da proletaryanın devrimci amaçlarının bilincinde olan ve bu amaçları gerçekleştirmek için savaşma yeteneğinde olan kesiminin yanında, burjuvaziyi ve burjuva demokrasisini izleyen (İkinci Enternasyonal’in “sosyalistler”i de dahil), siyasal olarak olgunlaşmamış çeşitli proleter, yarı-proleter, yarı küçük-burjuva katmanlar da vardır, çünkü bunlar, aldatılmışlardır, kendi güçlerine güvenleri yoktur, ya da proletaryanın gücüne güvenmemektedirler, ivedi gereksinmelerinin, sömürücülerin mülksüzleştirilmesi yoluyla karşılanabileceği olanağından habersizdirler.
Emekçi ve sömürülen halkın bu katmanları, proletaryanın öncüsüne müttefikler sağlar ve ona kararlı bir halk çoğunluğu getirir; ama proletarya bu müttefikleri ancak devlet gücü gibi bir araçla kazanabilir, yani burjuvaziyi alaşağı ettikten ve burjuvazinin devlet aygıtını yıktıktan sonra.

8. Herhangi bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, toplam nüfus içersinde temsil ettiği orana göre çok daha fazladır. Bu, proletaryanın kapitalizmin tüm ekonomik sisteminin merkezine ve sinirine ekonomik olarak egemen olmasından ötürüdür ve gene kapitalizm koşullarında proletaryanın emekçi halkın ezici çoğunluğunun gerçek çıkarlarını ekonomik ve siyasal olarak ifade etmesinden ötürüdür.
Bu nedenle, proletarya, nüfusun azınlığını oluşturduğu zaman bile (ya da sınıf bilincine ulaşmış ve proletaryanın gerçek devrimci öncüsünün nüfusun bir azınlığını oluşturduğu zaman) burjuvaziyi alaşağı etmek yeteneğindedir ve bundan sonra bir yarı-proleter ve proleter egemenliği lehinde peşin olarak hiçbir zaman beyanatta bulunmayan bu yönetimin koşullarını ve amaçlarını anlamayan ve ancak daha sonraki deneyimlerle proletarya diktatörlüğünün kaçınılmaz olduğuna, gerekli ve yerinde olduğuna inanacak olan küçük-burjuva yığınından pek çok müttefikleri kendi yanına kazanabilir.

9. Ensonu, her kapitalist ülkede, sermaye ile emek arasında kaçınılmaz olarak yalpalayan çok geniş bir küçük-burjuva katmanı her zaman vardır. Zaferi kazanması için proletarya, önce, başka şeyler yanında burjuvazi ile onun küçük-burjuva müttefikleri arasındaki dağınıklığı, ya da ittifaklarının kararsız olduğu vb. hesabını yaparak burjuvaziyi kesen saldırısının en iyi anını seçmek zorundadır. İkincisi, proletarya, zaferi kazandıktan sonra, küçük-burjuvazinin bu yalpalamalarını, onu yansızlaştıracak ve sömürücülerin yanına geçmesini önleyecek biçimde kullanmalıdır; bu yalpalamalara karşın bir süre onları elinde tutabilmelidir, vb., vb..

10. Proletaryayı zaferine hazırlamada zorunlu koşullardan biri olarak, proletarya, kapitalist bir ortamda hareket ettiği için kaçınılmaz olan oportünizme, reformizme, sosyal-şovenizme ve benzer burjuva etki ve eğilimlerine karşı uzun, inatçı ve acımasız bir savaşım vermek zorundadır. Eğer böyle bir savaşım olmaz ise, eğer işçi sınıfı hareketi içindeki oportünizm, her şeyden önce, iyice yenilmemiş ise, proletarya diktatörlüğü olamaz. Bolşevizm eğer bundan önce, 1903-1917’de menşevikleri, yani oportünistleri, reformistleri, sosyal-şovenleri yenmeyi öğrenmemiş ve onları, acımasızca proletaryanın öncü partisinden atmamış olsaydı, 1917-1919’da burjuvaziyi yenemezdi.

Bugün, Alman “Bağımsız” liderleri, Fransız Longuet’cileri ve fiilen oportünizme o eski büyük-küçük ödünler veren ve onunla uzlaşan alışıldık politikayı güden benzerlerinin proletarya diktatörlüğünün sözde kabulü, burjuva demokrasisinin önyargılarına (kendi ifadeleri ile “tutarlı demokrasi”ye ya da “saf demokrasi”ye) ve burjuva parlamentarizmine boyuneğme, vb. kendini aldatmanın en tehlikelisidir - ve kimi zaman da işçileri aldatmadan başka bir şey değildir.

11 Aralık 1919
Aralık 1919’da yayınlanmıştır.

(Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü - Sol Yayınları)

 
§