27 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/50

2014: Mücadeleye devam!
AKP, “paralel devlet” ve Kürt hareketi
Yolsuzluk operasyonu üzerine
Aslolan kazançsa gerisi teferruattır”
Toplantı ve yürüyüş hakkı “yasak” kıskacında
Baskı ve işkenceye karşı mücadeleyi yükseltelim!
Yargılayanlar yargılanıyor!
“Asgari ücretlinin payı azalıyor!”
Greif işçileri greve hazır!
Emekçiler grevle alanlara çıktı!
BDSP’den seçim seminerleri
Gebze’de asgari ücret ve yolsuzluklara protesto!
Haziran Direnişi - 2 H.Fırat
Cenevre’ye ortak heyetle gidiyorlar
Dünyadan eylemler
2013: Bu daha başlangıç!
Ali Serkan Eroğlu anıldı
İÜ’de faşist saldırılara karşı eylem
Yargısız infaz düzeni yargı korumasında!
Bir ring sohbetinden yansıyanlar
İtibarımızın iadesine ihtiyacımız yok!
“Devletin elini tutmayacağız!”
(U)mutlu yıllar kadınlar!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP, “paralel devlet” ve Kürt hareketi

 

Dinci-Amerikancı AKP, işbaşına geldiği günden beri, “mağdur edebiyatı” yapıyor. Bu sahtekârlığın belli bir dönem “geçer akçe” olduğu biliniyor. Öyle ki, avanak liberaller ve bazı umutsuz solcular bile, dinci-gericiliğin kuyruğuna takılarak, Ortaçağ karanlığı vaat eden zorbalara destek oldular.

İktidarı ele geçirme sürecinde burjuva devletin belli odaklarıyla çatışan AKP-cemaat koalisyonu, bu çatışmada “demokratikleşmenin temsilcisi” olarak pazarladı kendini. Washington’un tam desteği ile ordunun rejim içindeki konumunu zayıflatan dinci-gerici koalisyon, işi sağlama bağlayınca, keskin dişlerini göstermeye başladı. Hem içerde hem komşu halklara karşı saldırgan bir politika izleyen AKP iktidarı, Kürt hareketini ise, “barış süreci” söylemiyle oyalayarak, gücünün doruğuna ulaştı.

İktidarı ele geçirme sürecinde belli engellere takılsa da, hiçbir zaman mağdur olmadığı gibi, hiçbir zaman demokratikleşme gibi bir derdi de olmadı dinci-gerici koalisyonun. “Derin devlet”le hesaplaşması, bu militer yapıyı denetim altına almaktan ibaretti. İktidarı ele geçirince, yasa/kural tanımaz olduğunu kanıtlayan gerici koalisyon için “iktidarın nimetleri”ni paylaşma zamanı, “zurnanın zırt dediği yer” oldu.

Dinci-gerici koalisyon, iktidarı ele geçirince ortadan çatladı. Zira iktidarı ele geçirmek için birleşenler, sıra iktidarın paylaşımına gelince birbirine düştüler. Bu çatışma, cumhuriyet tarihinin en rezil yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesini tetikledi.

Gücünün doruğuna ulaşan dinci-Amerikancı iktidar ölçüsüz saldırganlık, obur rantçılık, kaba rüşvetçilik üçgeni üzerine yerleşti. Hal böyleyken, “mağdur edebiyatı” yapacak kadar da yüzsüz olan bu iktidar için, görünen o ki, deniz tükenmek üzere.

***

AKP hükümeti 12. yılında olmasına rağmen Tayyip Erdoğan ve müritleri, halen devlet içindeki çetelerle ve “dış mihraklar”la uğraştıklarını iddia ediyorlar. Ne zaman suçüstü yakalansalar, “paralel devlet”, “dış mihraklar”, “Yahudi lobisi” AKP’ye karşı harekete geçti diye, çığlığı basıyorlar. Oysa bu güçler, AKP hükümetinin kurulmasına hem zemin hazırlayanlar hem yakın zamana kadar tam destek verenlerdir. AKP şefinin “dış güçler müdahale ediyor” diye ortalıkta dört dönmesi, bu “dış mihrakların” desteği olmadan hükümetinin ayakta durmasının imkansız olduğunu bilmesinden de kaynaklanıyor.

Her şeye rağmen bu sahtekarlık, geçen senelerde dinci iktidarın işine epey yaradı. Ancak Haziran Direnişi’nden sonra oluşan yeni durumda, kemikleşmiş AKP tabanı dışındaki toplum kesimlerinde bu demagojiye itibar eden kalmadı.

Hal böyleyken iktidar çatışmasının dışavurumlarından biri olarak gündeme gelen yolsuzluk ve rüşvet skandalını bu demagojik söylemle savuşturabileceğini sanan AKP şefi, kısa sürede kabinenin “etkin bakanları”nı feda etmek zorunda kaldı. Sıranın kendisine de gelmesinden ölümüne korkan Tayyip Erdoğan’ın “paralel devlet” söyleminin, bu kez ters tepme olasılığı da var. Zira koalisyon ortağı olan Gülen Cemaati’ni “paralel devlet” diye takdim eden Tayyip Erdoğan, çırpındıkça batıyor. Cemaatin paralel devletten önce AKP’nin gayrı-resmi koalisyon ortağı olduğunu, sağır sultanlar bile biliyor. Yani ortada iddia edildiği gibi, bir “paralel devlet” varsa, bunun kurucusu AKP iktidarının ta kendisidir. Nitekim dinci-gerici koalisyonun çatlaması ilke veya değerler çatışmasından değil, tam da iktidar paylaşımından kaynaklanıyor. Rüşvet ve yolsuzluk skandalı patlak vermemiş olsaydı, dinci iktidarın “paralel devleti”, “hizmet hareketi” olarak anılmaya devam edecekti.

Bakanlarını feda etmek zorunda kalan AKP şefi, düne kadar yakın müttefik olduğu Fethullah Gülen’i “dış güçlerin ajanı” ilan ederek tehdit ediyor. Tayyip’le müritlerini, “kul/yetim hakkı yiyen hırsızlar” diye lanetleyen Cemaat şefi de, düne kadar AKP’nin koalisyon ortağı kendisi değilmiş gibi atıp tutuyor. Her iki taraf da riyakarlıkta sınır tanımasalar da, çatışma başlayınca birbirleri hakkında söyledikleri şeyler, gerçeği yansıtmaya başladı.

Operasyonun ilk dalgasında ortalığa saçılanlar, sadece AKP iktidarının değil, bu iktidarı 12 yıldır baş tacı eden sistemin de tepeden tırnağa kokuştuğunu kanıtlamaya yetiyor. Oysa açıklananlar halen “devede kulak” sınırlarında ve yeni yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının da açılmasının gündemde olduğu belirtiliyor. AKP’nin harcadığı bakanlardan biri ise, yaptığı tüm işlerin Tayyip Erdoğan tarafından onaylandığını ilan ederek, “suç ortağı”nı ifşa etti.

Olayların seyri, bakanlarını harcayan AKP şefinin, yolsuzluk ve rüşvet rezaletinden paçasını kurtarmasının zor olacağına işaret ediyor. Gerici iktidar çatışması bu minvalde devam ederken, Kürt hareketine göz kırpan Tayyip Erdoğan, göründüğü kadarıyla bir kez daha PKK lideri Öcalan’dan medet umuyor.

***

Rüşvet ve yolsuzluk rezaletinin üstünü örtmek için “paralel devlet” söylemine sarılan AKP şefleri, Kürt hareketine göz kırparak, kendilerine rağmen devlet içinde “özerk” hareket eden bu oluşumun, “barış sürecini” baltalamaya çalıştığı safsatasını ortaya atıyorlar.

Bu safsatayı ciddiye alan olmasa da, Kürt hareketi ve onun medyadaki temsilcileri, AKP’yi yalnız bırakmamaya kararlı görünüyorlar. Zira Kürt medyasına savunulan tezlere göre, Fethullah Gülen Cemaati, PKK ile devlet arasındaki görüşmeleri baltalamak için yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu başlatmış. Bu hamleyle darbe girişiminde bulunan cemaat, savaşın devamını istemek ve Kürt-Türk çatışmasını kışkırtmakla suçlanıyor. Cemaatin yanında, “barış isteyen AKP”, “sütten çıkmış ak kaşık” gibi duruyor.

Oysa KCK liderlerinin, son aylarda yaptıkları sayısız açıklamada, AKP’nin Kürt hareketini tasfiye etmek istediği ve olmayan “barış süreci”ni seçimi kazanmanın bir aracı olarak gördüğü söylendi.

Kürt liderlerinin açıklamaları ve Kürt basınında yer alan makaleler bu minval üzere devam ederken, PKK lideri Öcalan da, “devletle görüşmeler iyi gidiyor” açıklamasını yaptı. Kürt hareketinden gelen aksi yönde sayısız ifade olsa da, işlenen tez, “AKP barış, Cemaat savaş istiyor” şeklinde özetlenebilir.

Görünen o ki, Kürt hareketi, Haziran Direnişi’nde işlediği ve sonra özeleştirisini verdiği hatayı tekrarlama eğilimindedir. AKP iktidarını yıkabilir diye Haziran Direnişi’nden uzak duran Kürt hareketi, şimdi de aynı kaygıya düşmüş görünüyor.

Kürt halkına karşı ırkçı-inkarcı politikayı ısrarla sürdüren AKP iktidarı, gırtlağına kadar da çirkefin içine batmış bulunuyor. Dahası bu çirkefin içinde boğulma ihtimali bile var. Hal böyleyken, “barış sürecini” kurtarmak adına bu dinci-gerici, zorba iktidara arka çıkmak, akıl almaz bir tutumdur. Ortaçağ’ın karanlık zihniyetini temsil edenlerden Kürt sorununa çözüm ummanın, hatta bu çözüme endekslenmenin sonuçlarından biri olan bu tutum, AKP’yi rahatlatabilir, ancak Kürt halkına hiçbir şey kazandıramaz.

Yolsuzluk ve rüşvet skandalı içinde boğulmak üzere olan AKP şefine seslenen Kürt liderler, “kendini kurtarmak istiyorsan, Kürt sorununu çöz ülkeyi demokratikleştir” diyorlar. Kokuşmuş burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme çizgisinin yansıması olan bu çağrıların ne siyasi ne bilimsel ne de tarihsel bir temeli vardır.

Tarih karşısında gericileşmiş burjuva sınıfının en rezil temsilcilerinden, -üstelik gırtlaklarına kadar çirkefin içine batmışken-, ülkeyi demokratikleştirmelerini ve Kürt sorununu çözmelerini beklemek, boş bir avunmadan başka bir şey değildir. Hal böyleyken, yazık ki, Kürt hareketi, ısrarla bu tezi savunuyor.

Kürt halkının bütün kazanımları, on yıllara yayılan mücadele sayesinde mümkün olmuştur. Bu kazanımların korunup geliştirilmesi de, ancak mücadele ile mümkün olabilir. Dolayısıyla kokuşmuş burjuva cumhuriyetten ve onun simgesi olan yolsuzluk ve rüşvet batağındaki dinci-gerici iktidardan medet ummanın, Kürt halkına kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin olduğu gibi, Kürt halkının da eşit, özgür yaşam özlemi, hem yozlaşmış dinci iktidarın hem gerici burjuva cumhuriyetinin yıkılması ve sosyalist işçi-emekçi iktidarının kurulmasıyla gerçekleşecektir. Ancak o koşullarda “paralel devlet”ten, “dış mihraklar”dan, “yabancıların ajanları”ndan, ve “kul-yetim hakkı yiyen rüşvetçi/hırsızlar”dan kurtulmak mümkün olacaktır.

 
§