27 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/50

2014: Mücadeleye devam!
AKP, “paralel devlet” ve Kürt hareketi
Yolsuzluk operasyonu üzerine
Aslolan kazançsa gerisi teferruattır”
Toplantı ve yürüyüş hakkı “yasak” kıskacında
Baskı ve işkenceye karşı mücadeleyi yükseltelim!
Yargılayanlar yargılanıyor!
“Asgari ücretlinin payı azalıyor!”
Greif işçileri greve hazır!
Emekçiler grevle alanlara çıktı!
BDSP’den seçim seminerleri
Gebze’de asgari ücret ve yolsuzluklara protesto!
Haziran Direnişi - 2 H.Fırat
Cenevre’ye ortak heyetle gidiyorlar
Dünyadan eylemler
2013: Bu daha başlangıç!
Ali Serkan Eroğlu anıldı
İÜ’de faşist saldırılara karşı eylem
Yargısız infaz düzeni yargı korumasında!
Bir ring sohbetinden yansıyanlar
İtibarımızın iadesine ihtiyacımız yok!
“Devletin elini tutmayacağız!”
(U)mutlu yıllar kadınlar!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir ring sohbetinden yansıyanlar

 

AKP-cemaat kapışması üzerinden bu düzenin bir dizi pisliği bir kez daha ortalığa saçılmış oldu. Kavgadan yansıyan bu kirli tablo sermaye düzenine de ayna tuttu.

Onlar, evlerindeki kasaları işçi ve emekçilerin ceplerinden çaldıkları paralarla doldururken, hırsızlar hala TV ekranlarında, devlet erkanında boy gösterirken fazla söze yer bırakmadan gerçek bir sohbete kulak verelim, bir ring aracına konuk olalım:

***

Kazağının kolunun ucunu bileğini acıtan kelepçelenin altına sokuşturmaya çalışırken bir yandan da askerlerin açtığı arabesk parçalara eşlik eden ring arkadaşına dönerek müziğin sesini bastırırcasına sordu:

- Abla, sen neyden yatıyorsun?

Soru bir süre öylece havada asılı kaldı. Diğeri, bu zorunlu ring arkadaşını tepeden tırnağa süzdü. Aramada cıngar çıkarmıştı ya, onun da başını belaya sokmasa iyiydi. Ama yine de iyi kıza benziyordu. Merakla bakan gözleri terslemek istemedi hemen. Söze başlar başlamaz da ilk temkinliliği yerini rahatlamaya bıraktı. Bir nefeste cevaplayıverdi sorulan soruyu…

- Hırsızlıktan ablam, ama bakma öyle melül melül… Her bir şeyini geri aldı ya kadın ama canına yandığım yine de şikayetçi oldu. N’apayım, bizim herif bir kavgadan içerde. Enişte de burada ha, T2’de. Ee…iki çocuk. O iş kur, mişkurda fasa fiso.

Soruyu soran heyecanla araya girdi. Cevabını adı gibi biliyordu ama yine de peş peşe soruverdi hemencecik.

- Gittin mi? Başvurdun mu? İş vermediler mi?

- Yok ablam. Ben eskiden de sabıkalıyım. Bir de sabıkalı kontenjanı var diyorlar. Yalan! Kim iş verir bize. Adımız çıkmış bir kere. Ben de napayım. İş yok, güç yok, başımızda adam yok. Çocuklar aç… düştük buralara, çaresiz.

Kelepçesiyle oynayan “hırsız” ablanın el kol hareketleri ve cümlelerinin arasına gelişi güzel serpiştirdiği küfürlerden fırsat bulup sordu yine:

- Çocuklar nerede şimdi?

- Biri eltimde, biri de yengemde…

Bir yandan sorulan soruları cevaplıyor bir yandan da ara ara bakışlarını ringin ince tellerle örülü penceresine çeviriyordu. Döndü tekrar dış dünyaya açılan o küçük pencereye. Bir diğeri ayağının altındaki kusmuğa basmamak için iki büklüm olmuş, başını soğuk demire dayayarak gözlerini yummuştu. Uyur gibi yapıyor bir yandan da konuşulanları dinliyordu.

Hırsız” abla hala kelepçesiyle oynayan ring arkadaşına gülümseyerek baktı.

- Sen nasıl düştün bakıyım buraya? Belli yenisin sen, suratın da pek temiz…

- Ben siyasiyim abla. Gezi’den yatıyorum. Üç ay oldu…

Yan tarafta sözde uykuya dalan birden bire gözlerini açarak dönüverdi.

- Ooo…. siyasisin demek! Siz sayım vermiyor muşsunuz doğru mu?

- Doğrudur abla!

Kendi sohbetine limon sıkılmasından hiç haz etmeyen hırsız abla ise ters ters baktı diğerine. Daha da sormak istiyordu ya hani memurlara “gardiyan” diyorlarmış, bir de birlik varmış, alışverişleri bile ortakmış diye duymuştu. Hiç de karşılaşmamıştı şu siyasilerle. Nereden çıkmıştı şu huysuz kadın! Musibet! Bu düşüncelerle beraber sert bakışların altında tekrar uykuya dalmayı tercih ederek kapadı gözlerini. “Hırsız” abla ise zafer kazanan bir edayla bıraktığı yerden sürdürdü sohbetini. Artık soru sorma sırası ondaydı nede olsa.

- Hele deyiver, anlat bakalım, ne yaptın da attılar seni buraya?

Karşıdaki, sorulan soruya cevap vermek için biraz daha yükseltti sesinin tonunu. Gümbür gümbür çalan müzik ayrı bir işkence yöntemi mi acaba diye de düşünüyordu bir yandan…

- Valla abla, ben dedim ki eğitim parasız olsun, sağlık parasız olsun… Ben istedim ki, herkesin bir işi olsun, geçimi olsun, sen, ben gibileri düşmesin buralara…

- Eee… ne güzel işte! Bunun için mi yatıyon sen şimdi? İşin aslını deyiver sen! Bunları istedi diye adam mı tıkılır kodese!

- Evet abla, bu sistemde asıl bundan tıkılır adam kodese. Ben özgürlük istiyorum diye attılar beni buraya… Birilerinin rahatını kaçırdığımız için yani…

Burada sözlerine mecburen ara vermek zorunda kalmıştı. Uyuyan ring arkadaşı da nedense birden bire uyanmış, “hırsız” ablayla beraber bir senfoniye girişmişlerdi. Uzun uzun rahatı kaçanlara sövgü dizdikleri bu senfonide arada nefes almak için durduklarında fırsat bu fırsat diyerek tekrar sözü aldı kelepçesiyle oynayan. O söze başlamıştı ki, senfonin bitmesiyle diğerinin başını soğuk demire dayayıp gözlerini yumması bir olmuştu.

- Bak, üç beş kişi gününü gün ederken sen bir kuru ekmeğe muhtaç kalıp, çocuklarının karnını doyurmak istiyorsun. Onlar çalıp çırparken ses yok, ama sen buradasın işte! Onlar senden benden çaldıkları paralarla oğullarına gemicikler alırken göz yumanlar sen kızına ekmek götürmek isteyince zebellah gibi karşına dikiliveriyorlar. Buna şaşırmıyorsun da, benim özgürlük istedim diye burada olduğuma mı şaşırıyorsun? Onların sistemleri adalet mi doğuruyor ki, niye şaşırıyorsun?

Ring aracı yeşil ışık yandığında aniden harekete geçince “hırsız” abla ellerindeki kelepçelerin izin verdiğince ringin küçük penceresine tutunmaya çalıştı. Aynı anda birkaç okkalı küfür savurdu. Bu sefer, ringin şoförüne mi, yoksa bu sistemin çarkına mı olduğu belli belirsiz…

Bakışları yine pencereye kaydı. Bir süre dışarıda akıp giden hayata baktı. Arabalara, karşıdan karşıya geçmeye çalışan insanlara baktı. Annesinin elinden tutmuş şaşkınca ring aracına doğru bakan küçük bir kıza ilişti gözleri. Kendi kızları geldi aklına. Yok yok, duydukları aklına yatsa da yine de bir bildiği olmalıydı devlet babanın. Hem kadın parasını geri alsa da sonuçta çalmıştı o çantayı. Bu sebeple buradaydı. Bu genç de böyle konuşuyordu ama kesin bir şey yapmış olmalıydı. Belki de “teröristti”… içini bir huzursuzluk kapladı. Belli ki ezberin bozulmasından korkuyordu. Halbuki çoktan bozulmuştu ezber. Midesindeki tarifleyemediği bulantı da bundandı zaten. Ama o yine de şu lanet ringin lanet şoföründe buldu kabahati. Sonra ikna olmak istercesine dönüp soru verdi birden bire…

- Şimdi ablam, yanlış anlamadım ben yani! Sen özgürlük istedin diye buradasın. Bir şey çalmadın yani!

Sohbet uzayıp gitti böylece…. Önce hangi memleketli olunduğu öğrenildi karşılıklı. Sonra yörenin meşhur yemekleri konuşuldu. Daldan dala atlanıldı. Bir ara şu “barış” süreci genel af getirir miydi ki acaba ya dek uzandı… Asker ring kabininin kapısını açınca susuverdiler. Başı demir kabinde olan ise sanki derin bir uykudan uyanırcasına kırpıştırdı gözlerini… Sessizce peşi sıra yürüdüler askerlerin arasında…

Burcu Koçlu

 
§