11 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/02

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda AKP’nin tasfiyeci oyunu
Sermaye devleti “açılım oyunlarını” sürdürüyor
Devlet tasfiye,
Kürt hareketi çözüm istiyor!
Kürt halkına yönelik
ırkçı linç girişimleri sürüyor!
Suriye halkının ekmeğini ve buğdayını çalan bir yağmacı!
Düzen siyasetinin sahte kutuplaşma
çabaları devam ediyor!
AKP taşeron düzenini süreklileştiriyor
İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini büyütelim!
İlaç tekeli Abdi İbrahim’in azgın işçi sömürüsü!
CHP’den sendika düşmanlığı!
Bursa’da metal işçilerine mücadele çağrısı
Demir-çelik işçileri
haklarının peşinde!
Arçelik işçileri işçi kıyımını ve sendikal ihaneti protesto etti
AKP iktidarının yayılmacı/saldırgan
planlarını bozalım!
Teknopark İstanbul İnşaatı İşçileri ile direniş üzerine konuştuk
Teknopark işçilerine polis terörü
Altın Şafak güneşi karartırken
Avrupa’da kapitalist kriz ırkçılığı, burjuvazi faşist hareketleri büyütüyor
Devrimci Kadın Kurultayı’nın güncel çağrısı
Devrimin kartalı: Rosa Luxemburg
Yeraltı Rusyası’nda 20 yıl: Sıradan bir Bolşevik’in anıları
TMMOB’yi savunmak
zorunluluktur!
Hepimiz devletin yasal mermilerinin hedefiyiz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen siyasetinin sahte kutuplaşma çabaları devam ediyor!

Eski Genelkurmay başkanlarından emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın geçtiğimiz hafta 28 Şubat soruşturması kapsamında gözaltına alınması düzen cephesinde önemli bir gündem oldu. İ. Hakkı Karadayı da bu kapsamda daha önceki diğer üst rütbeliler gibi, “Hükümeti cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek” suçlarından tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi. Ancak diğerleri gibi tutuklanmayıp, yurtdışına çıkış yasağı ve adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı. Karadayı’nın, Batı Çalışma Grubu (BÇG) belgelerinde imzası olmaması ve yaşı nedeniyle bırakıldığı öne sürülüyor.

Ergenekon operasyonları dışında sadece 28 Şubat soruşturması kapsamında, bugüne kadar 90 kişi gözaltına alınmış, aralarında emekli orgenerallerin de olduğu 62 kişi tutuklanmıştı. İsmail Hakkı Karadayı’nın ise, 3. Yargı Paketi olarak bilinen yasa değişikliği ile adli kontrolü düzenleyen Ceza Mahkemeleri Kanunu’nun (CMK) 109. maddesindeki süre sınırının kaldırılması sonucu serbest bırakıldığı belirtiliyor. Tutuklu bulunan emekli generallerden Çevik Bir, Teoman Koman, Fevzi Türkeri, Mehmet Ali Yıldırım ile eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz de 3. yargı paketindeki değişiklikten yararlanarak, tahliyelerini istemiş ancak bu talepler reddedilmişti.

Karadayı’nın ifadesinin alınmasıyla 28 Şubat soruşturmasına ilişkin iddianamenin son halini alacağı, savcıların 15 gün içinde iddianamenin yazımını tamamlayarak mahkemeye sunacakları öne sürülüyor. Karadayı’nın 28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklu bulunan eski Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in, bir ay önce savcılığa yaptığı suç duyurusu nedeniyle ifadesine başvurulmuştu.

Çevik Bir, suç duyurusunda, Karadayı’nın daha önce Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda söylediği “Batı Çalışma Grubu’ndan (BÇG) haberim yok” sözlerinin gerçeği yansıtmadığını iddia etmiş, Genelkurmay Başkanı Karadayı’dan aldığı emir ve direktiflere göre çalıştığını ifade etmişti. (28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulanıp uygulanmadığının denetimi amacıyla kurulan BÇG’nin, irticai faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla 6 milyona yakın insanı fişlediği iddia edilmektedir.)

Karadayı ise sorgusunda, Batı Çalışma Grubu (BÇG) ve diğer konulardaki sorulara "bilgim yoktu" yanıtını verdi. Böylelikle ‘ucuz kurtulmuş’ oldu! Avukatı da benzer bir şekilde verilen adli kontrol kararını “buna da şükür” diyerek karşıladı. Çevik Bir de bu konuda serzenişte bulunarak neden ben içerideyim de Karadayı dışarıda diye beyhude bir şekilde yakınmaktadır. Zira çıkar ilişkilerine dayalı burjuva siyasetinde kime ne olacağı belli olmuyor.

Düzen medyası da bu konu üzerinde durarak dikkatleri yine 28 Şubat soruşturmasına çektiler. AKP cephesinden bu durum bir kez daha demokrasi güzellemeleriyle karşılandı. AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin; “Türkiye normalleşirken, daha güçlü demokrasiye doğru yol alırken, geçmişte yaşanmış demokrasi ve hukuk dışı uygulamaların hesabının sorulmaması mümkün değildir” diyerek her gün yeni baskı ve yasaklamalarla gündeme gelen Türkiye’nin “normalleştiğini” ve demokraside yol aldığını bu olay vesilesiyle iddia edebildi. CHP’nin konuyla ilgili görüşünü ise Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka “Adil yargılanma sürecine yönelik olan inancımızı her zaman korumayı isteriz, ancak AKP’nin intikam alırcasına yargıyı alet etmesine dün olduğu gibi bugün de karşıyız” diyerek sanki mevcut kurulu düzende adalet varmış gibi yargının alet edilmemesi gerektiğini söyledi. Yine bildik söylemlerle düzen siyasetçileri kitleleri sahte bir biçimde taraflaştırmakta ve bilinçleri bulandırmaktadırlar.

Sürecin başından beri dinsel gericilik ve düzen ordusu arasında bir hesaplaşmadan ibaretmiş gibi sunulan Ergenekon davaları ile kitleler farklı biçimlerde düzen kurumlarına bağlanmak istenmiş, sahte taraflaştırmaların parçası yapılmaya çalışılmıştı. Hatırlanırsa, AKP sözcüleri Ergenekon davaları ile “sivil siyasetin alanını genişlettiklerini” iddia etmişlerdi.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki, ABD’nin Türkiye’ye ve onu çevreleyen bölgeye yönelik planlarına engel olabilecek olası pürüzlerin ortadan kaldırılması olarak işleyen Ergenekon süreci hiçbir şekilde AKP sözcülerin ifade ettikleri üzere “sivil siyasetin alanını genişlettikleri” bir süreç değildir. Evet, ABD’ nin dönemsel ve bölgesel çıkarlarına göre ordunun politika üzerindeki vesayeti, geleneksel “milli” sorunlarda olduğu üzere, engele dönüştüğünde ordu terbiye edilmiştir ve son 28 Şubat soruşturması süreciyle birlikte buna devam edildiği ortadadır. Ancak temel mesaj darbeciler ve darbe girişimiyle hesaplaşma değil, ABD’nin istemi dışında darbe bile yapılamayacağıdır. Son süreçte AKP, ordunun odağında olduğu ulusalcı cenaha karşı kendi üstünlüğünü iyice pekiştirirken, ordu da ABD’nin dönemsel ihtiyaçlarına uyumlu hale getirilmiştir. AKP ve cemaatin ulusalcı klik karşısındaki geleneksel tutumu, emperyalizmin ihtiyaçlarına zemin hazırlamıştır.

Ergenekon ve bu kapsamda 28 Şubat süreci soruşturmaları hiçbir şekilde demokrasi adına yapılmamaktadır. Bu vesileyle işçi ve emekçi kitlelerde her iki yönde yaratılmak istenilen yanılsamaya izin verilmemelidir. Zira ne AKP darbecilerle ve bu zihniyetle hesaplaşan demokrasi savaşçısıdır ne de ordu bu ülkede demokrasinin ve laikliğin bekçisi olmuştur. Yargı kurumu da ne rütbeli generallerin ne de bugün cemaatçilerin vesayetinde olan siyasal erk söz konusu olduğunda, hiçbir zaman adalet dağıtmamış, tam tersine kurulu düzenin bekası için tıpkı kolluk güçleri gibi çalışmış bir düzen kurumudur.

Her iki cenahta, emperyalist çıkar ve politikalara uyum ve hizmette emre amade, NATO’cu, işçi ve emekçilerin ezilmesinde, Kürt halkına ve diğer ezilen kimliklere düşmanlıkta ortaktırlar. Çünkü her ikisi de kapitalizmden beslenmektedir.

Tüm bu nedenlerle 28 Şubat soruşturmasının düzen siyasetinde nereye düştüğü konusunda bilinç açıklığı yaratmak, tüm kesimleriyle burjuva gericiliği ve tüm kurumlarıyla düzen ve devlet gerçeği konusunda işçi ve emekçi kitleleri aydınlatmanın önemi ortadadır.

 

 

 

 

İstesek hepsini tarardık”

 

“İstesek hepsini tarardık” Bu sözler, Cizre Emniyet Müdürü Ercan İçli’ye ait.

Cizre Güvenlik Hizmetlerini Destekleme ve Güçlendirme Derneği’nce Emniyet Müdürlüğü Lokali’nde düzenlenen etkinlik sırasında kimi katılımcıların kentte yoğun olarak kullanılan biber gazına tepki göstermeleri üzerine Emniyet Müdürü konuya açıklık getirdi.

Ancak Emniyet Müdürü Ercan İçli’nin özrü kabahatinden büyük oldu. Önce polisin “durup dururken” gaz atmadığını ve biber gazından kendilerinin de mutlu olmadığını söyleyen İçli bir süre sonra dilinin altındaki baklayı çıkararak Kürt halkına kin kusmaya başladı.

“Roket atıyorlar, biz yine gaz atıyoruz” diyerek mağdur pozlarına bürünen İçli, son Newroz kutlamalarını kastederek “Biz isteseydik oranın hepsini tarardık. Orada 100-200 kişi ölürdü” şeklinde konuştu. Ayrıca İçli “Biz bir şehit verdik ama hiçbir vatandaşın burnu kanamadı” yalanına başvurmaktan da geri durmadı.

Böylece İçli adeta biber gazına razı olun yoksa hepinizi katlederiz mesajı verdi. Bunu yaparken de devletin kolluk güçlerinin katliamcı kimliklerini bir kez daha gösterdi. İçli gibi düşünen devlet, hatırlanacağı üzere ’92 Newrozu’nda halkın üzerine ateş açarak onlarca kişiyi öldürmüştü.

2012 Newrozu’nda ise benzer görüntüler yaşanmasına ramak kalmıştı. Zira özel harekatçılar hem mahallelerde Newroz kutlayanların üzerine, hem de hızlarını alamayarak BDP binasına yönelik uzun namlulu silahlarla ateş açmış, şans eseri ölen olmazken onlarca kişi yaralanmıştı.