11 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/02

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda AKP’nin tasfiyeci oyunu
Sermaye devleti “açılım oyunlarını” sürdürüyor
Devlet tasfiye,
Kürt hareketi çözüm istiyor!
Kürt halkına yönelik
ırkçı linç girişimleri sürüyor!
Suriye halkının ekmeğini ve buğdayını çalan bir yağmacı!
Düzen siyasetinin sahte kutuplaşma
çabaları devam ediyor!
AKP taşeron düzenini süreklileştiriyor
İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini büyütelim!
İlaç tekeli Abdi İbrahim’in azgın işçi sömürüsü!
CHP’den sendika düşmanlığı!
Bursa’da metal işçilerine mücadele çağrısı
Demir-çelik işçileri
haklarının peşinde!
Arçelik işçileri işçi kıyımını ve sendikal ihaneti protesto etti
AKP iktidarının yayılmacı/saldırgan
planlarını bozalım!
Teknopark İstanbul İnşaatı İşçileri ile direniş üzerine konuştuk
Teknopark işçilerine polis terörü
Altın Şafak güneşi karartırken
Avrupa’da kapitalist kriz ırkçılığı, burjuvazi faşist hareketleri büyütüyor
Devrimci Kadın Kurultayı’nın güncel çağrısı
Devrimin kartalı: Rosa Luxemburg
Yeraltı Rusyası’nda 20 yıl: Sıradan bir Bolşevik’in anıları
TMMOB’yi savunmak
zorunluluktur!
Hepimiz devletin yasal mermilerinin hedefiyiz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeraltı Rusyası’nda 20 yıl:

Sıradan bir Bolşevik’in anıları

 

Cecilia Bobrovskaya, 1873 yılında Rusya’da doğdu. 1917 Ekim Devrimi ve devrim sonrasında Bolşevik Parti’nin sıradan bir üyesi olarak çalıştı. Partideki işi daha çok, çarlık Rusyası’nda korkunç bir biçimde sömürülen işçilere devrimci materyalleri götürmekti. Bu, o dönem oldukça zor bir işti; çünkü Cecilia Bobrovskaya sürekli olarak ajanlar tarafından takip ediliyordu. Bir dönem yiyecek bile bulamıyordu. Fakat buna rağmen faaliyetini kararlılıkla sürdürdü. Devrimci bir parti inşa etmek için fabrika işçilerini, köylüleri ve öğrencileri örgütlemeye çalıştı.

Devrim sürecinde yaşadıklarını anlattığı kitabından bir bölümü yayınlıyoruz…

(…)

Sabah saatlerinde demiryolu işçileri sokaklara akın etti ve Levada’da bir miting gerçekleştirdi. İşçiler kızıl bir flama açtı ve komite üyesi Voyeikov alanda bir konuşma yaptı. Mitingin haberini alan Vali, hemen Levada’ya geldi. Valinin karşısına onunla konuşmak üzere Voyeikov çıktı. Voyeikov’un etrafında yoldaşlarımız kalabalık bir şekilde yerlerini almıştı. Yapılan konuşmanın sonrasında vali geri çekilmek zorunda kaldı. Lokomotif işçileri şehre yürüyüşe geçerek demiryolu işçilerinin eylemine katılmaya çalıştılar. Fakat Kazaklar yolu keserek buna engel oldu. Lokomotif işçileri ve Kazaklar arasında çıkan çatışmada cesur işçilerden bazıları Kazakları etkisiz hale getirerek mızraklarını zaferlerinin bir göstergesi olarak dalgalandırdı.

İlk olarak Matrossov ve Voyeikov’un da aralarında olduğu 18 kişilik demiryolu işçisi grubu tutuklandı ve işçiler daha sonra 1 Mayıs gösterilerini başlattığı gerekçesiyle Vyatka eyaletine sürgün edildi. Birçoğumuz ajanlar tarafından dikkatle takip ediliyorduk. Bu tüm örgütün ve çeperlerin birçoğunun tutuklanmasına yol açtı. Kharkov’da ajanlık yapan polis Varşova’daki kadar acemi değildi. Bir keresinde takip edildiğimin farkına bile varmamıştım. Daha sonra polisin beni yaz boyunca takip ettiğini anladım. Fakat genel tutuklamalardan bir ay önce ajanlar yaptıklarını gizlemeyi bırakmışlar, evimi açıktan izleyip adımlarımı sürekli olarak takip etmeye başlamışlardı. Acil bir işi halletmem gerektiğinde sabah erkenden dışarı çıkıp alışverişe gidiyormuş gibi yapmaya başlamıştım. Bazen çeşitli mağazalara giriyor, terziye uğruyor ve bir sürü kıyafet deniyordum. Bu elbette ki bir hayli uzun sürüyor, en sonunda ajan beklemekten usanıp gidiyordu.

Bir keresinde bildiri dolu bir paketi bir yere ulaştırmam ve Lubotinli iki işçiyle görüşmem gerekiyordu. O sabah dikkatle sağıma soluma baktım ve istasyona gitmek üzere ayrıldım. Trene bindiğimde yassı burnu olan, şüpheli görünen bir adamın yan vagona bindiğini fark ettim. Lubotin istasyonunda indiğimde o da indi. Perona göz attım, işçiler beni bekliyordu. Açıkça görmezden geldiğimi belli ederek yanlarından geçtim. Bir şeylerin ters gittiğini hemen anladılar ve beni görmemiş gibi yaptılar. Büfeye giderek bir fincan çay söyledim. Bir masaya oturdum ve çayımı içerken bir taraftan da ne yapmam gerektiğini düşündüm. Yakındaki bir diğer masaya da arkadaşlarım geçerek bira içtiler. Üçüncü bir masada ise yassı burunlu adam oturmuş, çay içiyordu. Tüm bunlar o kadar tuhaf görünüyordu ki neredeyse kahkaha atacaktım. Bir sonraki Kharkov treni gelene kadar bu şekilde oturdum. Çoraplarımın içinde ve göğsümde hala güvende olan bildirilerle trene bindim.

Şehre döndüğümde yassı burunlu adam ortalıklarda görünmüyordu. Yorgunluktan düşene kadar şehirde dolandım. Sonra Puşkin Caddesi’ndeki tıp kurumunda yaşayan hemşire arkadaşımın yanına gitmeye karar verdim. Orada bir şeyler atıştırdım ve çay içtim. Bildirileri arkadaşımın odasına sakladım ve yeteri derecede dinlendikten sonra eve döndüm.

Fakat günlük maceralarım böyle mutlu sona ermeyecekti. O gece polisler tarafından uyandırıldım. Yassı burunlu adam da aralarındaydı. Bu gerçek beni o kadar altüst etti ki, tüm bunların bir kabus olduğunu düşündüm. Fakat kısa sürede kendime geldim ve bunun acı bir gerçek olduğunu anladım. Hapishaneye gitme sırası bendeydi. Uzun bir süre şanslıydım. Varşova’da çalışmış, yurt dışına çıkmış, Kharkov’da bütün sene çok önemli ve tehlikeli çalışmalar yürütmüştüm ve şimdi bedel ödeme zamanı gelmişti. Yine de bu felsefi düşünceler özgürlüğümü kaybetme olasılığının yarattığı ve beni mahveden o korkunç hissi yatıştıramazdı. Bu deneyimi ilk kez yaşayan herkes aynı şeyi hisseder.

Durumu zorlaştırmak için polis memuru rahatsız edici derecede keyifli bir tavır takındı. Odamda arama yapılırken espri yapmaya çalıştı ve bana şunları söyledi: “Cesaretin mi kırıldı? Bence tüm bunların bir Fransız romanında yaşanacağını düşünüyordun: mükemmel bir polis memuru gelecek ve ‘Madam, bunu yapmak beni üzse de sizi kanun namına tutukluyorum’ diyecek.” Daha sonra masamın üzerindeki kitapları karıştırmaya başladı. Marks’ın Kapital’ini ve Ekonomi Politik’ini eline alarak “Sende çok kapital var, ama cüzdanında sadece 60 kopek görünüyor” dedi.

Gecenin geri kalanını, günün ilk ışıkları ayıltıcı etkisini gösterene dek avazı çıktığı kadar bağıran sarhoş bir hayat kadının olduğu karakolda geçirmek zorunda kaldım. Gözlerimin önünde görevdeki polisten havlu çaldı. Dikkatle burulmuş kızıl bıyıkları olan, iyi kesimli bir ceket giymiş bir adam bütün gece volta attı. Polisler birbirlerine bu adamın devletin fonundan zimmetine para geçirdiği için tutuklandığını fısıldamıştı.

Sabah erkenden bilindik bir Kharkov hapishanesine götürüldüm. O dönem hapishanenin müdürü Yarbay Dikhov’du. Favorileriyle, şaşı gözleriyle ve öldürücü ifadesiyle, bana Melshin’in tam da anlattığı gibi olan gardiyanı hatırlatmıştı. Dikhov’un iki gözde askeri vardı, Stadnik ve Melnik. Gizli koridorda sırayla görevi devralıyorlardı. Her iki tarafında hücrelerin olduğu bu dar, karanlık koridorun tam olarak gizli olduğunu söyleyebilirdik. Dışarıdan hiçbir ses buraya sızamıyordu.

Melnik ve Stadnik şaşırtıcı derecede iyi eğitilmişti. Soruları cevaplamaktansa yanmayı tercih ederlerdi. Aylarca tutuklu kalmış biri, birilerinin sesini duymak için şiddetli bir istek duyar. Bu yüzden Melnik’le ve Stanik’le konuşmaya çalıştım, fakat sessiz kalmaya devam ettiler.

Tahta yatağım ve döşeğim sabah altıda kaldırılır ve duvara bağlanırdı. Sıra ve masa da aynı şekilde duvara bağlanırdı. Yüksekliği fazla olmadığından mavi gökyüzünden bir parça olsun görebilecek kadar pencere eşiğine erişmem benim için çok zordu. Yatak sadece akşamları altıda indirildiği için gün içerisinde yatamıyordum. Avlunun tecrit edilmiş bir köşesinde yaptığımız günlük yürüyüşümüz 15-20 dakika sürmek zorundaydı. Avlunun bir ucunda nöbetçi kabini vardı. Arkamda ise inatla tek bir kelime etmeyi reddeden başka bir nöbetçi yürüyordu.

Her ne kadar tam tersi görünse de gizli koridorda sosyal bir yaşam sürdürüyorduk. Gizli şifreyle yaptığımız hararetli tıklamalar tüm gün boyunca sürüyordu. Umumi tuvalette birbirimize notlar bırakıyorduk. Tıklamalar yoluyla birbirimize takma isimler veriyorduk. Örneğin, bana bırakılan notların üzerinde “saksağan” yazılı oluyordu. Gardiyan beni her tuvalete götürdüğünde su borularının arasında “saksağan” için bırakılmış mektupları arıyordum.

Polis, tutukladığı yaklaşık iki yüz kişiyle bağlantılı olarak bizim davamızla meşguldü. Birçoğu 3-4 ay sonra serbest bırakılmıştı; sadece daha “tehlikeli” olanlar tutuklanmıştı. Biz de sayısız kez sorguya alınmıştık ve bu işin önemli bir kısmında beni tutuklayan keyifli memur Kaptan Nornberg görevliydi. Beni tuzağa düşürmek için her hileye başvuruyordu.

Sorguların birinde bana birden şunları söyledi: “Güney İşçileri ile olan bağlantının senin aracılığınla kurulduğunu inkâr edemezsin. Hatta sana eve geç döndüğün bir akşam, odanda Ekaterinoslav’dan gelen ve elinde Güney İşçileri’ne ait bir sepet olan bir kız bulduğunu bile hatırlatabilirim. ‘Oralarda neler yapıyorsunuz?’ diye sorduğunda sana ‘ses çıkarıyoruz kardeşler, ses çıkarıyoruz’ diye cevap vermişti.”

Bu ayrıntılar beni tamamen dehşete düşürdü. Bütün bunlar gerçekten de olmuştu ve bahsettiği kişi ancak konuşma sırasında orada olan Zhelabin olabilirdi.

Bu ayrıntılarla yarattığı etkiden memnun, Nornberg bana Zhelabin’in her şeyi itiraf ettiğini ve çoktan serbest bırakıldığını anlatmaya devam etti. Zhelabin gerçekten bize ihanet etmiş miydi yoksa bu Nornberg’in zekice tahmini miydi, buna o anda karar veremezdim. Onuphry Zhelabin hapishaneden kaybolmuştu ve onu bir daha görmemiştik. 1924 Martı’nda, Leningrad’ta kaldığım kısa süre içerisinde Kharkov davasına ait eski polis kayıtlarını bulup “Onuphry Zhelabin’in dürüst itirafını” kendi gözlerimle görebilme fırsatım oldu.

1900 yazı boyunca takip edilmiş olsak da ve tüm örgüt çökertilmiş olsa da sorgular gösteriyordu ki, polis bizi nasıl gruplara ayıracağı ve bize karşı nasıl somut suçlamalar kullanacağı konusunda çıkmaza girmişti. Ellerinde hepimizin isyancı olduğuna dair kanıtları vardı. Fakat hangimiz hangi suçu işlemiştik bulamıyorlardı ve gruptaki bazı tavuk yürekli kişiler her şeyi anlatmasaydı asla bulamayacaklardı. Bu yüzden tutukluluğumuzun ilk 3-4 ayında polis hangimizin komite üyesi olduğunu bilmiyordu. Fakat bu sorun onlar için hemen açıklığa kavuşmuştu.

Tutuklanan genç işçilerden biri sorgu sırasında, 1 Mayıs eyleminden sonra Vyatka eyaletine sürgün edilen demiryolu işçileri Voyeikov ve Matrossov’un lider olduğunu ağzından kaçırdı. Polis hemen bu işçileri geri getirtip Kharkov hapishanesine attı. Ve daha sonra Voyeikov itiraf etti. Birilerinin ona ihanet etmiş olması gerçeği ve Vyatka yolunda çektiği acılar onda öylesine bir etki yaratmıştı ki, kendisi aşağılayıcı bir biçimde polise bizim davamızı çözmesi için yardım etmeye başladı. Voyeikov’un ihaneti hepimizin üzerinde üzücü bir etki bıraktı. Diğer taraftan polis durumdan memnundu. En mutluları ise Kaptan Nornberg’ti. Yaptığı itiraftan sonra Voyeikov serbest bırakıldı. Dışarı çıktığında aşırı derecede içmeye başladı ve kısa bir süre sonra öldü.

İstedikleri bütün bilgileri aldıktan sonra polis yoldaşlarımızdan bazılarını 3-4 ayın ardından serbest bıraktı. Yine de birçoğumuz hala hapishanedeydik. Polisin beni neden komite üyelerinden daha fazla tuttuğunu uzun bir süre anlayamadım. Örgütümüz hakkında bütün ayrıntıları öğrendiklerini biliyordum. Ben komite üyesi değildim. Fakat sorguların birinde meseleye dair aydınlatılmış oldum. Karakola götürüldüm ve hoş bir karşılamanın ardından Norberg, “Kharkov Komitesi davasının soruşturması tamamlandı. Komite üyeleri de dahil herkes serbest bırakıldı; fakat mahkemeye kadar gözetim altında tutulacaklar. Ancak seni bir süre daha alıkoymaya karar verdik. Güney İşçileri editörü Kharchenko tutuklandı. Delillere göre senin onunla yakından bağlantın var” dedi. “O zaman beni ne diye tutuyorsunuz? Benden hiçbir şey öğrenemeyeceğinizi nasıl olsa biliyorsunuz” diye sorduğumda ise Nornberg her bir kelimenin üzerine basarak, “Kharchenko güçlü bir adam, daha yeni tutuklandı. Sen ise bir kadınsın, hapishanede sağlığın bozuldu, sinirlerin bozuk. Bu yüzden senin Kharchenko’dan daha önce konuşma olasılığın daha yüksek” şeklinde cevap verdi.

Bu aşağılayıcı açık sözlülük karşısındaki öfkemi tarif etmek çok zor. Ona cesaretimin kırılmadığını ve hala karşı koyma gücümün olduğunu kanıtlamak için inanılmaz bir istek duydum. Karşı koymamın tek yolu açlık grevine başlamaktı. Greve kişisel olarak tanımadığım ve yakın zamanda tutuklanan yeni yoldaşlarım olmadan tek başıma çıkmaya karar verdim. Hapishane hücreleri hiç boş kalmıyordu, ve sık sık şunu söylüyorduk: “Hapishane, doğa gibi, boşluğa karşı koyamaz.”

O zamanlar hapishane yönetimi, savcı ve polis açlık grevlerinden hala çok korkuyordu. Bu yüzden yemek yemeyi reddettiğimi öğrenen bütün hapishane görevlileri aşırı derecede tedirgin oldu. Grev boyunca hücremde dokunaklı sahnelere şahit olabilirdiniz. Kaptan Nornberg ve Yarbay Dikhov “bir kaşık çorba” ya da “yarım fincan süt içmem” için bana yalvarıyorlardı.

Sağlığımla ilgili bu dokunaklı endişenin kaynağı diğer yoldaşların grevi duyup bana katılacaklarından ve meselenin daha da ciddi bir hal alacağından korkuyor olmalarıydı. Grevi 3 gün sürdürdüm. 4. gün neredeyse bayılıyordum ve durumumu gören gardiyanlar her zaman yaptıkların aksine yatağımı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra karakola çağrıldım ve burada serbest bırakılacağımı, polisin sıkı gözetimi altında bir an önce memleketime gitmem ve mahkemeye kadar orada kalmam gerektiğini öğrendim.

Halsizlikten ve mutluluktan bayılmamak için bütün kararlılığımı kuşanarak hücreme döndüm. Sert bir çay içtikten sonra -grevden sonraki ilk içeceğim- eşyalarımı toplayabilecek ve istasyona gidebilecek kadar güç toplayabildim.

Böylelikle Kharkov’da yürüttüğüm bir yıllık faaliyetin bedelini bir yıldan daha az süren tutsaklıkla ödemiş oldum, ki bu o zamanlar çok ucuz bir bedel olarak görülüyordu.

Aylar süren hücre hapsinden sonra kesin olarak profesyonel bir Parti çalışanı olmaya karar verdim. Bu yüzden eve döndüğümde yetkililerin emrettiği gibi cezamı beklemeyi değil, yurt dışına kaçıp illegal olarak yaşamayı seçtim.

(…)

İngilizce’den çeviren S. Deniz

 

 

 

 

Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıklarından...

 

10 Şubat’ta gerçekleştirilecek Devrimci Kadın Kurultayı için sınıf devrimcileri faaliyetlerini sürdürüyor. Sınıf devrimcileri bir yandan yaygın propaganda yaparken diğer yandan toplantılar ve seminerlerle sosyalist temelleriyle kadın sorununu tartışıyorlar.

İzmir

Kadın sorununa ilişkin gerçekleştirilen eğitim seminerlerinden 4. sü, 6 Ocak günü Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi’nde yapıldı. Seminerde “Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi” ile kadın sorununa yaklaşımlar sunuldu.

Seminer konuya dair görüşler ve sorularla tamamlandı.

5 Ocak günü Çiğli Belediyesi önünde “Emperyalist savaşa, şiddete, sömürüye karşı mücadeleye” şiarlı resim sergisi ve imza standı açıldı. İşçi ve emekçilere kadına yönelik şiddete karşı ve “8 Mart resmi tatil olsun” gibi çeşitli talepler için imza atma çağrısı yapıdı.

Diğer yandan, 3 Şubat günü gerçekleştirilecek olan “Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart” konulu panelin çağrısı da yapılmaya devam ediliyor. Kurultayın çağrı bildirileri emekçi semtlerinde yaygın bir şekilde dağıtıldı.

Adana

5 Ocak günü gerçekleştirilen “Tarihsel süreçleriyle kadın sorunu” başlıklı seminerde kadın sorununun ilkel-komünal toplumdan kapitalizme kadar uzanan tarihselliği anlatıldı.

Kapitalizmin kadın emeğini nasıl sömürdüğü, neden ihtiyaç duyduğu ve sorunu neden çözmek istemediği anlatıldı. Kadın sorununun gerçek çözümünün özel mülkiyet düzeninin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıyla gerçekleşeceğinin vurgulandığı seminer sosyalizmin kazanımları anlatılarak sona erdi.

Manisa

Kurultay çalışmaları kapsamında Manisa’da bir hazırlık toplantısı yapıldı.

Toplantıda DKK faaliyetinin politik önemi, emekçi kadın sorununun tarihsel arka planı, kapitalizmde ve dünden bugüne kadın sorunu, 8 Mart ve emekçi kadın mücadelesi başlıkları ele alındı. Manisa’da DKK faaliyetleri kapsamında kullanılmak üzere tek sayılık yerel bir bültenin çıkarılması, hazırlanılacak anketlerle işçi kadınlara ulaşılması, kadın sorununun kavranabilmesi açısından iç seminerlerin örgütlenmesi ve bir panelin örgütlenmesi kararları alındı.

Toplantıda oluşturulan DKK Hazırlık Komitesi, 10 Şubat’a kadar yapılacakları planladı.

Kızıl Bayrak / İzmir-Adana-Manisa