10 Ocak 2014
Sayi: KB 2014/02

Yıkalım bu köhne düzeni!
Çürümüş düzende iktidar ve rant savaşı
Korkularınızı büyüteceğiz!
Gerici kapışma ve TIR olayı
Zam furyası başladı
Hrant Dink davasında 3. duruşma
“Devrim ve sosyalizm mücadelesine dört elle sarılacağız!”
“Yasa geçti, ama mücadelemiz sürecek!”
AKP’yi kurtaran kaynak: Özelleştirme
Feniş işçileri Aloğlu’nun peşinde!
“Hırsız patron, işbirlikçi sendika!”
Limanda eylemli sınıf dayanışması!
Bakanın iftihar tablosu
Sınıf devrimcilerinden mücadele çağrısı
Devrimci temellerde yenilenme ihtiyacı ve KESK genel kurulları / 2
Cenevre-2 Konferansı yaklaşırken çatışmalar şiddetleniyor
Cihatçı tetikçiler savaşı Irak’a taşıdılar
“Tehlikeli Bölge” ilanı ve polis devleti
Düzene karşı devrim!
İzmir’de Ekim Gençliği okurlarına saldırı
Bu daha başlangıç...
Roboski’nin adaleti zamanın ellerinde!
Alevilere dönük yeni asimilasyon hamlesi: Kızılelma
İzmir Gezi Tutsak Aileleri Ankara’daydı!
Devrimci tutsaklardan yeni yıl mesajları...
Yolsuzluk yapanlara ve hırsızlara açık mektup...
Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bu daha başlangıç...

 

1. Bölüm

Birol fabrikanın kapısından içeri adımını atmıştı. Uzun boyuna rağmen O’nu lifte (arabaların kaldırılmasını sağlayan araç) vermişlerdi. Bu durum beni biraz şaşırtmış ve biraz da üzmüştü. Uzun boyunun dezavantajını yaşıyordu. Birol ile fabrika içerisinde birbirimizi hiç tanımıyormuşuz gibi davranıyorduk. Belki de aylarca birbirimize selam vermemiştik.

Birol’un fabrikadaki arkadaşlarla güçlü bir bağ oluşturması çok zaman almamıştı. Çalıştığı bölüme uğradığımda genelde politik tartışmalar eksik olmuyordu.

Birol bir yandan işçilerle politik tartışma yürütürken bir yandan da sosyalleşmenin önemini vurguluyordu. Tiyatroya, sinemaya gitmeyi veya halı sahada maç oynamayı öneriyordu. Burada amacının işçilerin birliğini oluşturmak olduğunu anlamıştım. Ama yine de bana biraz uzak geliyordu. Daha sonra öğrendim ki arkadaşlarla beraber sinema filmine gitmişler. Filmi çok iyi bulduklarını söylüyorlardı. Özellikle maden işçilerini anlatan kısa ama nitelikli sahneyi Birol sık sık vurguluyordu.

Dışarıdaki görüşmelerimizde Birol artık bir şeyler yapmamız gerektiğini vurguluyordu. Bunun için güvendiğimiz arkadaşlarla beraber bir komite kurmamız gerektiğini söylemişti.

Bunun istediğimiz hakları almanın ilk ve en önemli adımı olduğunun altını çiziyordu.

Aradan çok uzun zaman geçmeden bu konuyu konuşmak için bir toplantı tarihi belirledik. İlk toplantıya çağırdığımız arkadaşların bir kısmı gelmedi. Biraraya geldiğimiz arkadaşlarla uzunca konuştuk. Fabrikadaki koşulları değiştirmek istiyorsak örgütlenmekten başka çaremizin olmadığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışmıştık. Ve kurduğumuz komite hızlı bir şekilde kavgaya atılmıştı. Hakkımıza ve alınterimize sahip çıkmak hepimizin yüzüne yansımıştı. Sanki sendikayı fabrikaya getirmiş gibiydik.

Birol toplantı yapmamız gerektiğini ve bu toplantıda kendimize yol haritası çizmemiz gerektiğini anlatıyordu. Ama işçilerin birçoğu toplantı yapmanın gerekli olmadığını söylüyorlardı. Onlara göre yeterli sayıya ulaşıp, sendikaya gidip üye olacaktık. Bu şekilde yapılan örgütlenmenin patronun saldırısı sonucunda dağılacağı noktasında emindik. Bunun için biz ayakları yere sağlam basan bir örgütlenmenin önemini sürekli vurguluyorduk. Merkezi bir fabrika komitesi ve her bölümün kendi komitesini oluşturması şarttı. Ancak zafer bu şekilde kazanılırdı.

Komitemiz toplantılar yapıp, eksikliklerimizi değerlendiriyordu. Birçok işçi sendika çalışmasından haberdardı. Ocak ayından önce 3’te 1 çoğunluğu sağlamıştık. Ama birçok işçi zamlara göre hareket etmek istiyordu. Arkadaşların bu davranışı bizim için sürpriz olmamıştı. Bu noktada biz de zamlara göre konumlanacaktık. Taktiğimiz ve hesaplarımızı buna göre yapmıştık.

Nihayet zamlı maaşlarımızı almıştık. Açıkçası patron bizi şaşırtmıştı. Beklentilerin üstünde zam yapmıştı. Aynı zamanda zam oranları da değişiyordu. Kimi memnunken kimisi memnun değildi. Birol bu durumun patronun kurnazca bir taktiği olduğunu söylüyordu. Bu durum bizi biraz şaşırtsa da yolumuza devam ediyorduk.

***

Birol ile konuşurken zaman zaman sanki gözleri dolardı. Genelde anlatmazdı ama benim ısrar etmem sonucu gün içinde konuştuğu iki arkadaşla yaptığı konuşmayı isim vermeden anlattı. Bahsettiği iki konu beni de üzmüştü.

Fabrikadan bir arkadaşımızın çocuğu yattığı beşik ufak geldiği için rahat olmayan bir yerde yatmak zorunda kalmış. Arkadaşımız çocuğuna yeni bir beşik almak istemişse de çok pahalı geldiği için alamamış. Kullanılmış bir beşik almak istemiş fakat bu da pahalı geldiği için alamamış.

Birol’u üzen diğer bir konuşma ise yemekhanede sohbet ederken olmuş. Yemekte belki de ilk defa meyve olarak muz çıkmış. Birol yemeğini bitirdikten sonra, yanındaki arkadaşı muzu cebine koymuş. Neden yemediğini sorduklarında benim çocuğa götüreceğim demiş. “Aylardır meyve almadım çocuğuma bunu da çocuğuma götüreceğim” demesi sofradaki herkesi derinden sarsmış. Belki de sofrada yemeklerini iştahla yiyen arkadaşların tamamı aynı durumdaydı. Fakat bu gerçekle bir kez daha karşılaşmanın yarattığı hüzün sofraya ağır bir yumruk gibi vurmuş.

Şimdi Birol’un neden bazen bu kadar üzüldüğünü ve öfkelendiğini daha iyi anlıyordum.

***

Artık günler Mayıs’ın sıcaklığına ulaşmıştı. Sıcak, yüzünü bizlere dönmeye başlamıştı. Militan geçen 1 Mayıs’ın ardından işçilerin büyük bir çoğunluğu bizlerden birşeyler yapmamızı bekliyorlardı.

Aynı zamanda bu aydan itibaren üretim de artmaya başlamıştı. Kimse çok yoğun tempoda çalışmak istemiyordu. Böyle bir süreçte bizim yapacağımız üretimden gelen gücümüzü kullanmaktı. Bizler de tüm fabrikada bu eylem üzerine arkadaşları bilgilendirmeye başlamıştık. Biz her gün çalıştığımız tempoda çalışıp, fazla araç çıkarttırmayacaktık. Bu eylememize neredeyse işçilerin tamamı uymuştu. Patronun amir sıfatlı uşaklarının ağzından salyalar akmaya başlamıştı. İşçileri tehdit etmeye başlamışlardı. İşçilerden bazıları bu durumu sessizlikle karşılarken bazıları da tepkilerini açıklıkla ortaya koymuştu.

Fabrika çalkalanmaya başlamıştı.

Yavaş yavaş çalışmalarımızın karşılığını almaya başlıyorduk. İşçiler ‘’Artık Yeter’’ demeye başlamıştı. Bunun üzerine biz genel müdürden taleplerimizi iletmek için bir toplantı istedik. Bu isteğimiz reddedildi. Biz hem şaşırmış hem de öfkelenmiştik. Bunun üzerine biz de yemeğe gitmeme kararı aldık. Bu talebimizi ve kararımız, tüm arkadaşlara ilettik. Yemek saati geldiğinde herkesin gözü yemeğe giden merdivenlerin başındaydı. Evet, beklenen olmuştu, birkaç kişi dışında neredeyse kimse yemeğe gitmemişti. Herkesin gözünde gergin bir bekleyiş vardı. Çünkü amirler sürekli gelip yemeğe gitmemiz konusunda bize baskı yapıyordu. Sonunda gelen bir amir toplantı talebimizin kabul edildiğini belirtip beş kişinin müdürün odasına gitmesini istedi. Birol öne atılıp ‘’kimse müdürün odasına gitmeyecek her şey burada konuşulacak’’ dedi.

Bunun üzerine yönetim kurulu üyeleri teker teker gelmeye başladılar. Tüm işçilerin yüzü gülmeye başlamıştı. Müdür neden toplantı istediğimizi anlatmamızı istedi. Biz iki yüze yakın işçi yan yana durmuşken yönetim kurulu üyeleri de karşımızda tek sıra durmuşlardı. Bu toplantıda tüm taleplerimizi müdürün yüzüne karşı söyledik. İşçilerin yüzü ışıldıyordu. İlk defa biz istediğimiz için toplantı yapılmıştı. İlk defa maaşlarımızın yükseltilmesini, amirlerin baskılarının kalkmasını, yemeğin düzeltilmesini, havalandırmanın yapılmasını istemiştik. Bu taleplerimizi hep bir ağızdan söylememiz özgüvenimizi güçlendirmişti. Hiç konuşmaya cesaret edemeyeceğini düşündüğümüz arkadaşlar bile konuşmuştu.

Taleplerimizin patrona iletileceği söylendikten sonra biz tekrar işe koyulduk. Bu toplantının ardından fabrikada temsilcilerimizi de seçmeye başladık. Rüzgârı arkamıza almıştık. Komitemiz bir yandan gizli bir şekilde çalışmalarını yaparken diğer yandan da oylama ile her bölümden temsilcilerimizi seçmiştik.

Aradan yaklaşık bir ay geçtikten sonra nihayet patron bizimle toplantı yapmak istediğini iletmişti. Bütün işçilerle toplantıya katıldık. Bu toplantıda patron bize sadece prim verebileceğini söyledi. İşçiler hemen homurdanmaya başlamıştı. Ama biz hazırlıklarımızı önceden yapmıştık. Patronun bu hamlesini kestirip sendika çalışmasına hız vermiştik. Arkadaşlarımız bize hak vermeye başlamıştı. Anlaşıldığı üzere taleplerimiz kabul edilmemişti. Biz hakkımızı almak için örgütlenmekten başka alternatifin olmadığını döne döne herkese anlatıyorduk.

***

‘’Şimdi söz söyleme sırası bizde. Güçlü olan O mu? Biz mi? göstereceğiz. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’’ diyerek söze başlamıştı Birol. Ya sendikaya gidip üyeliklere başlayacağız (aynı zamanda sendika ile de görüşüyorduk fakat yeterli sayıya ulaşamadığımız için üyelikleri gerçekleştirememiştik.) Ya da takım sözleşmesi imzalayacağız. Yaptığımız toplantı sonucunda sendikaya üye olmak için daha fazla çalışma kararı çıktı. Bunun için fabrika içinde arkadaşlara dağıtacağımız bir bülten çıkartma kararı aldık aynı zamanda. Fakat birçok arkadaş bunun güvenlik için uygun olmayacağı görüşünde idi. Biz yeterli sayıya ulaşmak için neredeyse bütün arkadaşlara sendikayı anlattık. Gelmek istemeyenlerin kararı ne anlatsak değişmiyordu.

Bir akşam umutsuzca fabrika kapısından çıkarken kulağıma bağırma sesleri geldi. Kapıya doğru yöneldiğimde bildiri dağıttıklarını gördüm ve ben de bir bildiri aldım. Aynı zamanda gür sesle konuşan arkadaşı dinliyordum.

Kendinden emin bir ses tonuyla; ‘’Arkadaşlar, haklarımız ve geleceğimiz için mücadele etmeliyiz! Ücretli kölelik düzenine karşı birliğimizi güçlendirmeliyiz.’’ Konuşmasına devam ederken amirler yanına gelip engellemeye çalışmıştı fakat işçilerin şaşkın bakışları arasında amire, ‘’patronun uşakları bizi engelleyemez’’ demişti. Bu cümleyle yüreğime su serpilmişti. Amirler kuyruklarını kıstırarak oradan ayrılmak zorunda kaldılar.

Ertesi gün herkes bu olayı konuşuyordu. Herkes Metal İşçileri Birliği’nin dağıtığı bildiriyi konuşuyordu. Özellikle amirlerin engellemek istemelerine, polis çağıracağız demelerine rağmen geri adım atmamaları ve büyük oranda amirlerin fiyakalarını bozmaları herkeste sevinç yaratmıştı.

Yanımıza Hüseyin Dayı geldi. Emekli olmasına rağmen çalışmak zorunda olan birisiydi. Tokatlı’ydı. Orada doğup orada büyümüştü. Ardından yaşam koşulları O’nu işçiler için cehennem olan bu diyara sürmüştü. Dayı bildiri dağıtan arkadaşları tersaneden tanıyormuş, ‘’Ne polis ne de patronun uşakları bu adamlara geri adım attıramadı. Adamlar sınıf devrimcisi. Şaşırmayın.’’ dedi.

Haziran Direnişi’nin sıcaklığı ülkeyi sarmıştı. Milyonlarca insan sokakları zapt etmişti. Bizim fabrikada da Taksim’e direnişe giden bir çok arkadaş vardı. Ama ben Gezi Direnişi’ni eksik buluyordum, hatta akşam tencere ve tava sesleri beni rahatsız ediyordu. Bana uygun bir talep göremiyordum. Üç beş ağaç için milyonlarca insan ayaklanmıştı. Maaşların artması için olsa en önde giderdim. Birol ile bu konu üzerine de konuşmamızda O da ısrarla “bu büyük halk direnişini fabrikalara taşımalıyız” diyordu.

‘’Gezi Direnişi kıvılcımı çaktı biz fabrikaları ateş topuna çevirelim’’ demişti.

Sonunda uzun tartışmalarımız sonucunda beni ikna etmişti. Fabrikadaki arkadaşlarla bizim talebimizin olduğu bir pankart yazıp Taksim’e gidecektik. Bu fikri arkadaşlara anlattığımızda şaşırdım. Karşı çıkan herkes ‘’gelirim’’ demişti. Uzun tartışmalar sonunda pankarttaki yazıyı belirlemiştik: ‘’Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!’’

***

Arkadaşlar sendika konusunda bize giderek baskı yapmaya başlamışlardı. Sürekli “bu iş çok uzadı, ne zaman üye olacağız, sendikacılar bizi sattı mı?’’ gibi sorular sormaya başlamışlardı. Sendika yöneticileri ile son görüşmemizde ‘’yeterli sayıya ulaşmadan üyelik yapmayız’’ demişlerdi. Harcadığımız emek boşa mı gidecekti? Sendikacıların bu söylemleri moralimizi bozuyordu. ‘’Biz gelecek arkadaşları üye yapalım, gerisi gelir’’ dememize rağmen kabul etmiyorlardı. Artık bir eşiğe gelmiştik ya atlayacaktık ya da düşecektik.

Moralim bozuk, kartı basıp gidecekken bizim arkadaşları gördüm içeride. İnsan kaynaklarından çağırmışlar. Birol dahil temsilci seçtiğimiz bazı arkadaşlar merakla bekliyorlardı. Servisler hareket etmeye başlamıştı. Gözüm kapı önündeydi. Bir türlü arkadaşlar dışarı çıkmıyorlardı. İçimi kurt kemirmişti. Korktuğum acaba başıma mı gelecekti. Servisten indiğimde hemen telefona sarılıp Cemil’i aradım. “Ne oldu? Niye servise binmediniz?” diye sordum. Cemil ‘’İşten atıldık’’ dedi.

Patron saldırıya geçmişti. Arkadaşlarımızı işten atarak bizi korkutmaya çalışıyordu. Fabrikada çalışan arkadaşların tamamı öfkeli idi. Neredeyse kimse çalışmak istemiyordu. Herkes zorla çalışıyor gibiydi. Onca sene yan yana çalıştığım arkadaşım hakkımızı aradığımız için işten atılmıştı.

Bu saldırı arkadaşları daha çok bilemişti. Ama patron kılıcını kuşanmıştı. Bir grup öncü arkadaşımız daha işten atılmıştı, kısa bir zaman sonra. Bu saldırılar adeta bizi biliyordu. İşte bu tehditlere karşı yeterli çoğunluğu sağlayarak Birleşik Metal İş’e üye olduk. Ardından patron Türk Metal çetesini devreye soktu. Bizden Birleşik Metal-İş’ten istifa edip Türk Metal’e geçmemizi istedi. Patronun bu saldırısı karşısında, Birleşik Metal İş’e karşı mesafeli duran arkadaşlar da üye olmak istediklerini belirtip sendikamıza üye olmuşlardı. Şimdi neredeyse fabrikanın tamamı Birleşik Metal’in üyesiydi. Patronun bu saldırısı geri tepmişti. Üye olmak istemeyen arkadaşların gelip Birleşik Metal-İş’e üye olmasının zeminini patron sağlamıştı.

Evet artık sendikamız yetki başvurusunda bulunmuş, biz de yetkinin gelmesini bekliyorduk. Tabi biz beklerken patron boş durmuyordu. Sendikadan istifa etmemizi istiyordu. Etmezsek işten atacağını söylüyordu. Biz bu yaşananlar karşısında sendikamızdan destek istiyorduk. Sendika ise bize direnin diyordu. Biz sendikayı yanımızda görmek istiyorduk.

Fabrika içerisinde kendimizi yalnız hissediyorduk. Bu durumu işten atılan arkadaşlarla paylaşmıştık. Atılan arkadaşlarımız ‘’işten atmaları ve patronun saldırılarını ancak direniş çadırı kurarak engelleyebiliriz fakat sendika direniş çadırı kurmaya yanaşmıyor’’ diyorlardı.

Bu durumla birlikte yine de zaman zaman fabrika önüne gelip slogan atıyorlardı. Arkadaşlarımız ne zaman fabrikanın önüne gelse içerisini bir telaş alıyordu. Tüm amirler kapı önündeki güvenlik kulübesine girip, atılan işçilerle kimin konuştuğunu not alıyordu.

Artık fabrika içerisinde baskılar daha da artmaya başlamıştı. Bizle teker teker görüşerek Birleşik Metal- İş’ten Türk Metal’e geçmemizi, geçmezsek işten atılacağımızı söylediler. Sendikadan istifa etmeyen neredeyse bütün arkadaşları ben dahil işten çıkardılar.

***

Bir gün bir telefon geldi, arayan Birol’du. ‘’Müsaitsen görüşelim’’ diyordu. ‘’Olur’’ dedim. Havanın kararmasına yakın bir saatte buluştuk. Birol ile karşılaştığımızda birimize uzun zaman sarılı kalarak hasret giderdik. Uzun uzun konuştuk. Söz fabrikadaki sendikal çalışmaya gelince, Birol, Kızıl Bayrak gazetesine bu deneyimi öyküleştirerek göndereceğini söyledi. Mücadelemizin tarihe not düşülmesi bende tarifsiz bir sevinç yarattı. Fakat Birol ‘’dur’’ dedi. Şaşırdım.

Birol; ‘’Sadece biz başarımızı yazmayacağız, yapamadıklarımızı, eksikliklerimizi de tarihe not düşeceğiz. Kazanılan zaferleri herkes yazıyor, önemli olan tarihi, geçmişi eleştirerek yol yürümek. Bunu yaparsak hem sınıfımızın hem bizim yaşadığımız hataların tekrarlanma ihtimali azalır.’’ dedi

Birol eksikliklerimizi anlatarak söze başlamıştı; ‘’İlk eksikliğimiz komitemizi güçlendirememiz. Komitemizi güçlendirip alt ayaklarını oluşturabilseydik patronun saldırılarını bertaraf edebilirdik. Komite bizim için varlık ve yokluk meselesiydi. Bak mesela komiteden kimse içeride kalmayınca yavaş yavaş fabrika çözüldü.

İkinci en temel eksikliğimiz sendikal bürokrasiyi aşamadık. Kapı önünde ilk çıkartılanlar veya daha sonra çıkartılanlar olarak direniş çadırı kursaydık şu an bu konuşmayı fabrika içerisinde yapıyor olurduk. Direniş kararı alıyoruz adamlar ne yapıp ne ediyorlar, arkadaşları bu karardan vazgeçirmeyi başarıyorlar.

Aslında en temel eksikliğimiz sendika ağalarını aşacak iradeyi gösterememiz. Ne dedik; fabrika önüne gidelim, üretimden gelen gücü kullanalım, iş yavaşlatalım. Oysa biz ne yaptık; yeterli sayıya ulaşınca gidip imza attık, her şeyi başarmış gibi. İşten atılınca sendikaya gittiğimizde adamlar ne dedi; ‘’dava açarız, kazanırız. Bundan sonra yasal yollardan hakkımızı alırız’’. Bir ay dirensek belki kazanacağız, adamlar mahkeme çözer dediler.”

Ben de konuşmak istiyordum ama sözcükler boğazıma dolanmıştı. Galiba şimdilik kaybetmiştik. Ama kazanacağımız günler uzak değil!

(Devam edecek...)

U. Tarhan / Z. Kızılarslan

 
§