Haziran’ın ‘ödülü’
67. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ filmine verildi. Nuri Bilge Ceylan ödül konuşmasında “Bu ödülü Türkiye’nin gençlerine ithaf ediyorum. Geçen sene hayatını kaybeden gençlere ve ölen madencilerimize adıyorum” dedi.
Daha önce 1982 yılında senaryosunu Yılmaz Güney‘in yazdığı, yönetmenliğini de Şerif Gören‘in yaptığı ‘Yol’ filmi Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı. Ceylan’ın ödül aldıktan sonra Yılmaz Güney’in aynı ödülü aldığında sıkılı yumruğuyla verdiği poza benzer poz vermesi nedeniyle aralarında bağ kurulmaya çalışıldı.
Nuri Bilge Ceylan daha önce de 56. Cannes Film Festivali’nde de Büyük Jüri Ödülü’nü “Uzak” filmiyle alırken “Bu ödülü 21 yıl önce burada Altın Palmiye ödülü alan ve Fransa’da yaşamını yitiren Yılmaz Güney’e ithaf ediyorum” demişti.
Bir sinemacı olarak Nuri Bilge Ceylan’ın Yılmaz Güney’e olan saygısını gerek ödülü ithaf etmesi gerekse de onun pozunu vererek anması anlaşılırdır. Zira bu topraklarda sinemadan bahsedilecekse Yılmaz Güney adı aşılamayan en önemli isimdir. Ancak devrimci bir sanatçı Yılmaz Güney ile Nuri Bilge Ceylan arasında benzerlik kurulmaya çalışılması ise isabetli değildir. İkisi farklı kategoride değerlendirilmesi gereken sanatçılardır. Bu benzerliği kuranlar Yılmaz Güney’in devrimci kişiliğini yok saymakta, onu sadece sanat ürünleri çerçevesi ile “aydın” tanımına ve belli bir kalıba sıkıştırmak istemektedirler.
Oysa Yılmaz Güney’in sanatı taraflıdır, ezilenlerden, emekçilerden yanadır. Yılmaz Güney, düzenin üzerinde uyguladığı tüm baskılara rağmen devrimci sanat anlayışını içeride ve dışarıda savunmuş, eserlerini devrimci kaygılarla üretmiştir. Yılmaz Güney’in filmlerindeki karakterlerle verilmek istenen, değiştirilmesi gereken bir dünyanın mesajıdır. Ancak Nuri Bilge Ceylan günümüz aydınlarından bir örnektir. Eserlerini bu sistemin sonuçlarını daha çok bireyler üzerinden işleyen bir sanatçıdır. Yılmaz Güney ile karşılaştırılamayacak bir yanı da budur. Yılmaz Güney toplumcu sanatın önemli örneklerine imza atmıştır.
Yılmaz Güney döneminde istese Yeşilçam’ın en zengini, en popüleri olabilecekken, o emekçi halkı, ezilenleri tercih etmiştir. Bu da onu geniş emekçi kitlelerin sahiplenmesine yol açmıştır. Yılmaz Güney’in devrimci kişiliği sadece sanat üretiminde değil, yaşamı boyu devrimci mücadeleye sunduğu katkılarla birleştiği için de örnek bir devrimci sanatçıdır. Daha lise yıllarında kaleme aldığı eserde “Buralar eşit olsa cennet olur” cümlesini kullandığı için komünizm propagandası yapmaktan aranmaktadır. Bilindiği gibi 12 Mart 1971 faşist darbesinin ardından devrimcilere yönelik baskı ortamında Mahir Çayan ve yoldaşlarını evinde saklamasından dolayı 2 yıldan fazla bir süre hapse ve sürgüne mahkûm edilmiştir. Benzeri örnekleri çoktur. Yılmaz Güney “Sanat tek başına devrim yapmaz, fakat doğru bir çizgiyle dünya hakkında doğru bir siyasi görüşe sahip olan bir sanatçı, eserleri yoluyla, halkla, kitlelerle çok güçlü geniş bağlar kurabilir” diyerek sanatına yüklediği anlamın farkında olarak üretimde bulunmuştur. O sanatıyla da, yaşamıyla da devrimin safındadır.
Nuri Bilge Ceylan’ın yaşamından ve sanatından bu şekilde bahsedilemeyeceği ortadadır. Haziran Direnişi ile birlikte ülke genelinde yaşanan bir canlanmanın onu da etkilemiş olması, konuşmasında direnişe ve Soma’ya değinmesi kadar doğal birşey yoktur. Toplumsal gündemler artık daha fazla konuşulur haldedir. Duyarlılık noktaları artmıştır. Haziran Direnişi sürecinde ve devamında çeşitli biçimlerde kedini gösteren mücadele ruhu bu biçimde, bir kez daha Cannes’ta düzenin efendilerinin karşısına çıkmıştır.
İşte bu “Gezi ruhu”, Nuri Bilge Ceylan’ı, 2008 Cannes Film Festivali’nde Üç Maymun filmiyle “En İyi Yönetmen Ödülü”nü ödülü aldıktan sonra yaptığı teşekkür konuşmasında “Bu ödülü birisine adamak istiyorum: Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme...” demekten, Gezi’ye ve Soma’ya değinmeye itmiştir. Toplumsal sorunlara daha duyarlı olması kendisi için anlamlı bir adımdır.
İlerici her adım işçi ve ezilen halkların mücadelesine bir katkıdır. Mücadele geliştikçe günümüz aydın tipi de değişecektir. Bu yanıyla bu tartışmada görülmesi gereken, Haziran Direnişi ile başlayan süreçte “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” şiarının geçerliliğini koruduğu, mücadelenin değiştirici gücünün bir kez daha görüldüğüdür.
C. İnci
ÇHD’den avukatlara saldırıya ilişkin açıklama
Savunma hakkına yönelik baskı Uğur Kurt için savcı ile görüşen avukatlara saldırıyla devam etti. Savcı özel güvenlik ve polise talimat vererek kendisi ile görüşmek isteyen avukatlara fiziksel saldırı emri verdi. ÇHD avukatlara yapılan saldırının ardından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Avukatlara yönelik bu saldırılar şüphesiz yeni olmamakla birlikte yoğunlaşmış durumdadır. Son olarak Soma’da hukuksuz şekilde yakalanan ve darp edilen avukatlar bu kez de benzer bir muameleye Savcılık makamının isteği ve keyfi tutumu üzerine, üstelik gözleri önünde maruz kalmışlardır. Mesleğimizin onurunu her zaman yüksekte tutan meslektaşlarımıza bu kaçıncı saldırı? Her geçen gün devletten gelen yeni saldırılar karşısında bir sayı vermek olanaksız hale gelmiştir. Peki, bu baskı ve saldırılar tesadüf müdür? Hayır, elbette değildir. Avukatlara yönelik saldırılar toplumsal muhalefete yönelik baskı ve saldırılardan asla bağımsız değildir. Devlet erkinin, Soma’da, işçilere ve ailelerine karşı tutumu nasılsa –Başbakanın müşavirinin attığı tekmeyi hatırlayalım- Başsavcının bugün meslektaşlarımıza yönelik tutumu da öyledir. Saldırının kökeni ve nedeni bir ve aynıdır.” |