Zindan gerçeği
düzen gerçeğidir
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Hatay, Ağrı, Maltepe ve Iğdır’daki cezaevlerinde yaptığı incelemelerine dayandırdığı raporu ülkedeki zindan gerçekliğini ortaya koydu.
Elbette resmi bir araştırmada bu gerçeklik epeyce budanarak, gerçeğin kötü görüntüsü örtülmeye çalışılır. Ama bu kez gerçekliğin ne kadar kötü olduğu gizlenemiyor. Çünkü hemen her gün Türkiye hapishanelerinde hak ihlalleri, keyfi uygulamalar yaşanıyor.
Rapordan yansıyanlara bakıldığında zindanlardaki tutuklu ve hükümlü sayısının kapasiteyi aşmış olması dikkat çekmektedir. Bu yeni bir durum değil. Yıllardır süregelen bir durum. 19-22 Aralık 2000’de ‘Hayata Dönüş’ adı altında ülke genelinde 20 hapishanede eş zamanlı olarak yapılan ve 28 devrimci tutsağın yaşamını yitirdiği cezaevi katliamının ardından “Rahşan affı” diye bilinen, şartlı salıverme biçiminde bir “af” çıkmıştı. Devrimci tutsaklardan çok sınırlı sayıda kişi tahliye edilse de bu “af”la adli tutuklu ve hükümlüler neredeyse koğuşları tümüyle boşaltacak biçimde tahliye oldular. Ne var ki birkaç yıl geçmeden hapishaneler ve koğuşlar yine doldu.
Zindanların hızla dolması, teğet geçtiği söylenen kapitalist krizin, Türkiye’de ne denli etkili olduğunu gösteriyor. Zindandaki tutuklu ve hükümlülerin ezici bir çoğunluğu adli suçlardan dolayı içerdedirler. Elbette çalma hastalığından kaynaklı hırsızlık yapanlar ya da hırsızlığı bir tür meslek haline getirenler var. Çoğunluğu, yaşamak için hırsızlık yapmaktan başka alternatifi kalmadığı için hırsızlık yapıp yakalanmış kişiler.
Adli tutuklu ve hükümlülerin bir diğer önemli kısmı ise cinayetten kaynaklı içerde. Boyalı basının 3. sayfalarında yer alan cinayet haberlerini okuduğumuzda “bunu yapan çıldırmış olmalı” diyoruz. Normal koşullarda ceviz kabuğunu doldurmayacak bahanelerle insanlar birbirini öldürüyor. 3. sayfa haberlerinin özeti, toplumun cinnet geçirdiğidir. Cinnet toplumu, ülkenin sosyo-ekonomik tablosundan bağımsız düşünülemez. Yani kapitalizmde emekçiler ya hakları için mücadele eder ya da cinnet geçirirler. Başka üçüncü bir yol yok.
Raporun işaret ettiği bir diğer önemli yan, neredeyse okuldan çok hapishanenin inşaa edildiği bir ülkede, zindanların kapasitesini aşan sayıda tutuklu ve hükümlü olmasıdır. Kapasiteyi aşan tutuklu ve hükümlülerin yaşam koşulları nasıl? Bu soruya rapordan yanıt verelim:
"* Cezaevlerinde en üst kattaki ranzalar neredeyse tavana değiyor ve buna karşılık hala yerlerde yatanlar var.
* Banyo ve mutfak alanlarının bir arada olması hijyen sorunları doğuruyor.
* İnceleme yapılan bir cezaevinde tek odada yedi ranza ve yedi yer yatağının duvar boyunca yerleştirildiği görüldü.
* 18 kişinin kalması gereken koğuşlarda 25 kişinin kaldığı görüldü.
* Sıcak su imkanları son derece kısıtlı. Haftada iki kez 40 dakika sıcak su verilebiliyor.
* Soyunma ve giyinme odalarının yetersiz olduğu tespit edildi.
* Kalabalık nedeniyle tutuklular yemeklerini yataklarında yemek zorunda kalabiliyor.”
Bu rakamlar bile, zindanlara konulanların çoğunlukla emekçiler (ya da yoksullar diyelim) olduğunu gösteriyor. Sermaye cephesinden şu ya da bu nedenle tutuklanan biri ise içeride rahat ettirilir. Yani her yerde olduğu gibi zengin-yoksul ayrımı zindanlarda da görülür. Hatta daha çok görülür...
Ayvalıtaş davasında ÖGB-polis saldırısı
Haziran Direnişi sırasında 1 Mayıs Mahallesi’nde katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın ölümüyle ilgili davanın 24 Mart’ta görülen duruşması öncesinde özel güvenlikler aileye saldırdı. “Duruşma başlamadı” diyerek aileyi duruşma salonuna almak istemeyen güvenlikler ile aile arasında çıkan tartışma sırasında saldıran özel güvenlikler Baba Ali Ayvalıtaş’ı darp ettiler.
Duruşmanın görüldüğü koridoru ve adliye girişini ablukaya alan çevik kuvvet de duruşma için adliyeye girmeye çalışanlara saldırdı. Tazyikli su ve biber gazıyla saldıran polis kitleyi adliye bahçesinin dışına sürdü.
Duruşmada Av. Ömer Kavili mahkeme başkanı için reddi hakim talebinde bulundu ancak talebi reddedildi. Mahkemede konuşan Ali Ayvalıtaş ise yaşanan saldırılara tepki göstererek “Hem oğlumu aldınız, hem eşimi aldınız. Şimdi de beni dövüyorsunuz” dedi. Baba Ali Ayvalıtaş’ın ameliyatlı olduğu, darp edildiği için sağlık durumunun iyi olmadığı belirtilerek duruşmanın ertelenmesi talebi kabul edilmedi.
Hümmet Demirbaş’ın dinlenmesinin ardından diğer tanıklar polisler ve özel güvenlikler tarafından dışarı çıkarıldı. Ardından yapılan yoklamada tanıklar ‘gelmedi’ olarak gösterildi. Av. Sevgi Evren sanıklar hakkında tutuklama talep etti. Mahkeme, sanıkların tutuklanması talebini reddederek duruşmayı 24 Haziran’a erteledi.
Diğer yandan, Ayvalıtaş’ın ölümüyle ilgili görüntüleri saklayan 3 polis hakkında açılan dava da görüldü. Mehmet Ayvalıtaş’ın ölümüne ilişkin görülen davada olay anına ilişkin MOBESE görüntüleri talep edilmiş ancak polisler ‘görüntüler yok’ diyerek delilleri gizlemişti. 5 Şubat 2014’te görülen duruşmanın ardından görüntüler dosyaya eklenmiş bu nedenle 3 polis hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan 6’şar aydan 2’şer yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.
MLKP’li Sağır şehit düştü
MLKP’li Sinan Sağır (Suphi Garzan) Rojava’nın Cizîrê kantonuna bağlı Serêkaniyê’nin Alya cephesinde IŞİD çeteleriyle girilen çatışmada şehit düştü.
MLKP Rojava tarafından yapılan açıklamada Sinan Sağır’ın 25 Eylül’den itibaren Rojava’da olduğu ve IŞİD çeteleriyle girilen çatışmada yaralandığı için tedavi amacıyla Cizîrê bölgesine geçtiği belirtildi.
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Sağır için Kartal Kurfalı Mahallesi’nde bulunan taziye çadırına ziyaret gerçekleştirdi. Ziyarette, Sinan Sağır ve 3 YPG/YPJ savaşçısının cenazelerinin IŞİD çeteleri tarafından kaçırıldığı ve yapılan operasyonlara rağmen cenazelere hala ulaşılamadığı, çalışmalara devam edildiği bilgisi verildi. |