2 Eylül 2016
Sayı: KB 2016/33

Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlığı tırmandırıyor
Hepsi emekçilere karşıdır!
“Fırat Kalkanı” neye hizmet, kime kısmet?
Osmanlı torunlarından “demokrasi dersleri”
OHAL fırsatçılığı kime yarıyor?
Hurşit Külter’den hala haber alınamıyor
Ford Otosan’da Koç-Türk Metal oyunları
Greif işçisi; patron-sendika işbirliğine karşı uyanık ol!
Yeni metal fırtınaları ve daha güçlü bir MİB için ileri!
Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar
Ekim Devrimi deneyimi ışığında devrim ve demokrasi sorunları - V.İ.Lenin
“Göçmen çocuklar cinsel istismara maruz kalıyor”
Kolombiya’da barış: Latin Amerika’nın bir damarı daha kesildi
Kolombiya hükümeti FARC ile “barıştı”
Türkiye’de mülteci kamplarında neler oluyor?
“Meslek liselileri gelişmiş ülkeler gibi sömüreceğiz”
“Yeni dönemde devrimci savaşa hazırlık için ileri!”
Sermaye düzeni ve dinci-gerici çeteler
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüreklerine korku salmaya devam ediyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kolombiya’da barış: Latin Amerika’nın bir damarı daha kesildi

D. Yusuf

 

Latin Amerika’nın en eski gerilla hareketi de beklenen sona geldi. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), sonunda kıtanın en ceberut devleti Kolombiya ile anlaştı. Anlaşma 2 Ekim’de referanduma sunulacak. Kabul edilmesi durumunda tam 52 yıl savaşan gerillalar yeni bir yaşama adım atacaklar.

Dikkate değer olan, Norveç ve Oslo’nun nihayet anlaşma aşamasına gelen bu “barış” macerasının da adeta olmazsa olmazı olmasıdır. Anlaşmaya Küba ev sahipliği yaptı. Venezuela ve Şili ise gözlemci olarak anlaşmanın yapıldığı toplantıya katıldı. Birleşmiş Milletler ancak sponsor olmakla yetindi.

Kolombiya hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri arasındaki “barış” görüşmeleri, ilk kez Küba ve Norveç’in arabuluculuğu ile Oslo’da gerçekleşti. Gözlemciler ise yine Venezuela ve Şili idi.

Hareketin kısır döngüsü: Görüşmeler, karşılıksız ateşkesler ve bir türlü gelmeyen “barış”

Kolombiya hükümeti ile FARC arasında bugüne dek pek çok görüşme yapıldı. Her defasında ateşkesler ilan edildi, “barış” masaları kuruldu. Gün oldu FARC tek taraflı ateşkeslere de başvurdu. Ne var ki bu görüşmelerden sonuç alınamadı. Masalar devrildi, yeniden ve öncekinden de şiddetli çatışmalara dönüldü. Kolombiya rejimi tam da kendisine yakışır biçimde davrandı. Ateşkesleri yok hükmünde saydı, verdiği sözleri unuttu, ihanet etti. Kirli, kanlı, karanlık, kalleşçe ve alçakça ne kadar yöntem varsa hepsine başvurdu. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri, komutanlık düzeyinde olanlar da dahil, çok ağır kayıplar verdiler. Söz konusu olan, hareketin adeta bir kaçınılmazlık halinde mahkum olduğu ve döne döne yaşadığı bir kısır döngüydü.

Toprak reformu, demokratikleşme, halkın yönetime katılması, silahlı mücadelenin sonlandırılması, FARC’ın siyasi bir partiye dönüştürülmesi, uyuşturucu sorununun çözümü ve iç savaş kurbanlarının mağduriyetlerinin giderilmesi, her zaman ve her görüşmede anlaşmaların ana çerçevesini oluşturdu. Şimdi imzalanan ve 2 Ekim’de referanduma sunulacak olan anlaşma da keza bu 6 maddeden oluşmaktadır.

Fakat toprak reformu her zaman görüşmelerin en esaslı ve öncelikli gündemi olmuştu; FARC’ın vazgeçilmez anlaşma koşuluydu, amiyane deyimle kırmızı çizgisiydi. Her defasında da görüşmelerin ve anlaşmaların yegane kırılgan noktasını oluşturdu. Ateşkeslerin çok çabuk geçersiz hale gelmesinde başat rol oynadı.

Şimdi yeni anlaşmanın akıbeti bekleniyor. Bu konuda çok kesin şeyler söylenemez, ancak sürecin sıkıntılı seyredeceği ileri sürülebilir. Küba ve ABD’nin arabuluculuğuna rağmen bu böyle olacaktır. Tayin edici olan ise her şeye karşın FARC’ın, esas olarak da yoksul ve topraksız köylülerin bu yeni anlaşma metnine karşı tutumları olacaktır. Bu anlaşmayı içlerine sindirip sindirmeyecekleri anlaşmanın kaderini belirlemede rol oynayacaktır. Daha önceki anlaşmanın ardından bir milyonu aşkın bir güçle direnişe geçmeleri hatırlanmalıdır.

Hareketin sınıfsal niteliği, önderliği ve sınırları

FARC, Küba devriminin hemen akabinde siyasal yaşama adım attı. Küba devriminden güçlü bir biçimde etkilendi, ondan güç aldı. Ancak, onu sonradan Latin Amerika’yı boydan boya saran diğer görkemli gerilla hareketlerinden ayıran çok önemli bir özelliği vardı. FARC da diğerleri gibi reformist bir program ve çizgiye sahip KP’den kopanlarla, orta sınıf kökenli öğrenci liderleri tarafından kuruldu. Ancak o, gerçekte bir alt sınıf hareketi, topraksız yoksul köylü hareketi olarak ortaya çıktı. Yoksul ve topraksız köylülerin toprak ve özgürlük özlemleri ve taleplerinin ateşli ve kararlı bir savunucusu oldu. Bu eksenli bir mücadeleyi kendisine program edindi. 52 yıllık mücadelesi de her daim, nüfusun %15’ini oluşturan ve toprakların %52’sini elinde tutan tarım burjuvazisine karşı ölümüne bir mücadele oldu.

Dahası FARC kendi içinde ve salt bir gerilla hareketi değil, kendisini Marksist-Leninist (ML) olarak tanımlayan, Kolombiya ML Partisi’nin askeri kanadıydı. Onun önderliği altında savaştı. İyiden iyiye devrimci ve anti-emperyalistti. Bu özellik bu hareketin onca kayba, yıpranmışlığa, sirkülasyona rağmen uzun yılları tüketmesinde, zorlu koşullara karşı dayanıklılığında çok rol oynadı. Bu aynı nitelik önemli başka bir hususta da aynı rolü oynadı. Toprak ve özgürlük sorunu toplumsal bir sorundu ve ancak toplumsal bir devrimle çözülebilirdi. Onlar da başlarda, tam bir içtenlikle ve en azından düşünce planında bunu böyle benimsemişlerdi. Demek oluyor ki her defasında toprak reformunu görüşme masasının ana gündemi ve tayin edici anlaşma şartı olarak ileri sürmeleri tesadüf değildi.

FARC Küba devriminin tüm Latin ülkelerini etkileyen rüzgarını da arkasına alarak çok hızlı biçimde gelişti, güçlendi. Zaman içinde sayısı 20 binleri bulan bir büyük güce dönüştü. Topraksız köylülerin güçlü ve aktif desteği ile Kolombiya’nın aynı zamanda birer uyuşturucu mafyası da olan kan emici ve zalim tarım oligarklarını kısa sürede yıpratan ve zor durumda bırakan bir mücadele başarısı ortaya koydu. Sadece sömürü ve soygunda değil, kirli, karanlık ve kanlı ilişki, haydutluk ve icraatlarda da dünyada başı çeken ABD’nin akıl vermesi ile Kolombiya tarım burjuvazisi buna, malum cani ve kelle avcısı paramiliter güçlerle, yani bildik kontrgerilla ile cevap verdi. ABD’nin de eğitimden silahlı donatıma aktif ve çok yönlü desteğinde Kolombiya devleti, FARC’a, esas olarak da yoksul köylülere karşı amansız, kuralsız ve ölçüsüz bir savaş yürüttü. Tam bir gözü dönmüşlük örneği kitlesel katliamlara başvurdu. Gerçekleştirdiği katliamlarla bugüne dek 200 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. On binlerce yoksul köylü göç etti, büyük kentlerin, en çok da Bogota’nın kenar semtlerine yığıldı. Sefil bir yaşama mahkum edildiler.

ABD’den akıl ve deneyim alan tüm bu icraatlar, FARC’ı toplumsal temelinden, yani topraksız ve yoksul köylülerden yalıtmak, onu var eden ve yaşatan bu toplumsal güçten yoksun kılmak içindi. Nitekim belli sonuçlar da verdi. Öte yandan kırsal alanı da pençesine geçiren kapitalist gelişme de bu acımasız burjuvazinin yardımına koştu. Kapitalist ilişkiler gelişti, kırı sardı, köylülüğü paralize etti. Kapitalist plantasyonlar, yani kapitalist tarzda işleyen/üretim yapan modern çiftlikler ortaya çıktı.

Değişen koşullar, değişmeyen akıbet

Kolombiya Devrimci Silahlı Birlikleri’nin yukarıda kısaca değinilen ayrıt edici özelliği bir yana bırakılırsa, Latin Amerika gerilla hareketleri dikkate değer biçimde benzer koşulların ürünüdürler, benzer niteliklere sahiptirler, benzer süreçlerden geçmişlerdir ve benzer akıbete uğramışlardır. Tümü de bulundukları ülkedeki “komünist” partilere, onlara egemen oportünizme tepkinin ürünüdürler. Orta sınıf kökenli öğrenci önderleri tarafından kurulmuşlardır. Tümü de başlarda devrimci iktidar perspektifi ve hedefine sahiptirler. Kendilerince bir toplumsal kurtuluş projeleri de vardır. Hepsi de başlarda hızlı bir yükselişi yaşarlar, gelişip güç olurlar. Ancak bu hareketler eninde sonunda küçük-burjuva/köylü hareketleridirler. Zaman içinde değişen koşullar onlardan çok şey alır götürür. Kapitalist gelişmeye fazla direnemezler, çözülür dağılırlar. Toplumsal temelleri zayıflar. Mücadele ettikleri Latin oligarşileri ile ölümüne kavgaları, bu kavgada yaşanan yıpranmalar, kayıplar ve yorgunluk tamamlar bunu. Hareketler sonunda varacakları yere varmış, azami sınırlarına dayanmıştır. Ya değişen koşullara uygun bir yeni var oluş ya da geriye doğru bir gidiş, oportünizm haline bir yozlaşma… Karşı karşıya gelinen budur. Yani küçük-burjuvazinin kaçınılmaz akıbeti ile karşı karşıya gelirler.

Sorun bir iyi niyet sorunu değildir. Koşullara devrimci bir cevap olmak, kendini yenileyip, pozitif biçimde kendini aşmak ideolojik ve sınıfsal bir köklü yenilenme sorunudur ve bunu gerektirir. İşte başarılamayan budur. Önce iktidar hedefinden vazgeçilir. Toplumsal kurtuluşun adı anılsa dahi bu ancak sözde kalır, gerçek hayatta bir karşılığı yoktur. Demek oluyor ki toplumsal kurtuluş perspektifi terk edilmiştir. Devrim kategorik olarak gündemlerinden düşürülmüş ve programlarından çıkartılmıştır. Varsa yoksa demokratikleşme ve iktidarsızlık… Ya da devletsizlik onlar için geçerli akçedir. Devrimci kimlik ve konum yitirilir, silahlı devrim fikrinden, “silahlı reformizm” çizgisine gelinir. Yılların illegal partileri ve silahlı örgütleri legalleşir. Renksiz-reformist partilere dönüşürler. ABD’den ödünç alınan “demokratik barış” yalanları ile görüşmelere çağrılırlar. Uzlaşma masaları kurulur, ikide bir yok sayılan ateşkesler ilan edilir. Oyalanırlar, aldatılırlar, rejim güçleri fırsattan faydalanıp ilgili harekete ağır kayıplar verdirir. Kısacası, hepsi için, bu aşamadan sonra eski yaşam sona ermiştir. Artık, düzen içinde bir arayış, yeni bir yaşamdır söz konusu olan. Bu akıbet tümünün ortak kaderidir. Tüm Latin ülkelerinin gerilla hareketleri bu akıbeti yaşamıştır. Meksika’daki Zapatistler de “iktidarsız devrim” fikri ve projeleri ile ha keza bu yoldadır. Silahlı devrim fikri ve pratiğinden vazgeçip, “silahlı reformizm” fikri ve pratiğini savunmanın en iyi örneğidir.

Ve nihayet, başlardaki olumlu niteliklerine rağmen, FARC da bu süreci yaşamaktan ve bu akıbete uğramaktan kurtulamamıştır. Bir yandan kirli savaş, diğer yandan kapitalist gelişme, hareketin sınıfsal temelini aşındırıp zayıflattığı gibi, onu sınırlarına da getirdi. Yeni koşullar dayattı, farklı biçimde mücadeleye zorladı. FARC bir süre dirense de sonuçta çağrılara kulak verdi.

Özetle, Küba arabulucu oldu, Chavez teşvik etti. H. Chavez cepheden silahlı gerilla hareketleri döneminin sona erdiğini ileri sürdü. Parlamenter yolu onlara önerdi. Değişim ve dönüşümün parlamentoda çoğunluğu sağlamaktan geçtiğini savundu. Nikaragua, Ekvator, Brezilya, Bolivya ve Şili’de işbaşına gelen hükümetler de bunu desteklediler. Karşı cepheden de zemin döşenmişti. Norveç karanlık işlere ev sahipliği için hazırdı. Kolombiya’nın kirli rejimi iç savaşa son vermek ve hareketi tasfiye etmek amacı ve hedefi ile uzlaşma masasına oturmayı kabul etti. 1984 yılında ilk oturumu başlayan görüşmeler bir dizi aldatmanın ardından bugüne geldi. Latin kıtasının en uzun maratonunu koşan FARC da diğerlerinin akıbeti ile karşı karşıyadır. Bir kez nereye sürükleyeceği belli olamayan “Barış Treni”ne binilmiştir artık, Kolombiya’nın yoksul ve topraksız köylüleri yine kitlesel biçimde bir direnişe geçmezlerse eğer...

Son söz yerine

Latin Amerika’daki gerilla hareketlerinin hepsi de toplumsal kurtuluşun aracı olarak kuruldular. Büyük bir samimiyetle toplumsal kurtuluşu savundular. Büyük bir fedakarlığın ürünü ve ifadesi bir mücadele yürüttüler. Efsanevi liderler yetiştirdiler. Büyük yiğitlik örneği kahramanlıklar gösterdiler. Ama sonuçta bilinen akıbetten kaçınamadılar. Sınıfsal nitelikleri buna uygun değildi. Hepsi de küçük-burjuva/köylü hareketleriydi. Bu sınıfın damgasını vurduğu bir mücadele verdiler. İşçi sınıfı ile bağları ancak kentlerdeki sendika bürokratı ve işçi aristokratları ile sınırlıydı. Toprak ve özgürlük sorunu da dahil tüm toplumsal sorunlar toplumsal bir devrimle çözülür. Bu devrimin yegane aracı ve gücü ise işçi sınıfıdır. Bu hareketler işte bu tayin edici koşuldan yoksundular. Ve bundan yoksunluğun kefaretini ödediler. Yaslandıkları toplumsal sınıf sert ve modern sınıf mücadelelerine dayanıksız bir sınıftı. Onun devrimciliğinin sınırları vardı. Nitekim belli kimi nitelikleri ile uzun bir süre dayandı, direndi, ama eninde sonunda sınırlarına geldi, diğerlerinin akıbetini o da karşısında buldu.

Küba devrimi özgün koşullarda gerçekleşti. Sadece ABD ve diğer Latin oligarşisinin boşluğundan ve Batista rejiminin aşırı yıpranmışlığı ve toplumdan aşırı kopukluğu ve yozlaşmasından yararlanmadı. Dönem hala devrimler dönemiydi, bundan güç aldı. Ekim Devrimi ve eserleri hala devrimci ve ulusal kurtuluşçu güçlerin vazgeçilmez esin kaynağı, referansıydı. Sosyalizm, Kruşçevci modern revizyonist ihanete ve yarattığı tüm deformasyonlara rağmen hala bir kurtuluş adresiydi. Devrimci Çin vardı. Devrimci düşünce, eylem ve iktidar fikri hala çok diriydi. İşte Kübalı devrimciler bunların tümünden yararlandı. İlk dönemlerinde Kolombiyalı devrimciler de bunlardan yararlandı. Fakat sonradan bunların tümünden yoksun kaldı. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin kaçınılmaz akıbetinde bu da çok rol oynamıştır.

Latin Amerika’nın bir damarı daha kesildi. Ancak Latin Amerika devrimci düşünce, eylem ve örgütlenmenin coğrafyası, demek oluyor ki devrim toprağı bir kıta olmaya devam edecektir.

 
§