25 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/44

Ekonomik-sosyal kriz derinleşiyor
Gericiliğe rıza göstermiyor, direnişi seçiyoruz!
Yeni KHK’lar: Saldırı ve baskı paketleri!
Kürt halkına yönelik saldırılar sürüyor
Grev hakkına saldırıya OHAL kılıfı
Ne diplomasi, ne yargı: Tek yol direniş!
Her açıdan zor bir yıla giriyoruz
Petro-kimya sektöründe meslek hastalıkları
Düzenin çarkı işçi kanıyla dönüyor!
Şirvan’dan yansıyan katliam düzeni
Düzenin çok yönlü bunalımı ve devrim seçeneği
TKİP’nin 18. kuruluş yıldönümü etkinliği gerçekleşti
Ekim Devrimi aynasında yayınların önemi
Kapitalist dünya ekonomisinde kriz dinamikleri büyüyor
Emperyalist saldırganlıkta yeni bir döneme doğru
Marakeş Konferansı: Çevre tekellerin insafında!
Gençlik devrime, mücadeleye!
Üniversitelerde baskılar artıyor
“Direnişi seçiyoruz!”
Cumartesi Anneleri Hayrettin Eren’in akıbetini sordu
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekonomik-sosyal kriz derinleşiyor...

İşçi sınıfı ve emekçiler faturayı ödemeyi reddetmelidir!

 

Kapitalist düzenin efendileri, 2008’de patlak veren küresel krizin büyük bir çöküşe yol açmasını ancak trilyonlarca dolar harcayarak önleyebildiler. “Marx haklıymış” dedirten o kriz, kapitalizmin bu “yapısal hastalıktan” kurtulma şansının bulunmadığı gerçeğini burjuva ekonomistlere bile itiraf ettirdi. Nitekim düzenin efendileri “krizi aşma” iddiasını bir yana bırakıp “krizi yönetme” çabasına ağırlık vermeye başladılar. Krizi yönetmek ise dünya genelinde işsizliğin, yoksulluğun artması, savaşların yıkımların, kıyımların “sürekli bir hal” alması anlamına geliyor. Emperyalistlerle işbirlikçilerinin bölgemizi savaş cehenneminin içine atmaları, sözü edilen “krizi yönetme” biçimlerinden sadece biridir.

***

Kapitalist zincirin halkalarından biri olan Türkiye kapitalizmi hem küresel krizlerin etkisine açık olması hem yapısal iç sorunlardan dolayı birçok kez kriz çukuruna yuvarlandı. 2001 Şubat krizinde dibe çöken burjuva ekonomisi, işçi sınıfıyla emekçilere katmerli bir fatura olarak yansımıştı. Krizin yıkıcı sonuçlarına maruz kalan işçi sınıfı, militan/kitlesel bir direniş geliştiremediği için ağır bedeller öderken, Türkiye burjuvazisi ile emperyalistler, bu fırsatı kullanarak dinci-faşist AKP iktidarının yolunu açtılar. Oysa işçi sınıfı direnebilseydi ne kendisi ağır bir yıkıma maruz kalırdı ne AKP iktidarı sermayeye ve emperyalistlere hizmette bu kadar pervasız olabilirdi.

Ekonomik darboğaza girdiğinde hem faturayı emekçilerin sırtına yıkan hem ülkeye milyarlarca dolar kara para girişi yapan dinci iktidar şu ana kadar çöküşten kurtulabildi. Ancak bu defa kapıya dayanan krizi kazasız atlatma ihtimali mümkün görünmüyor. Dinci-faşist diktasını güvence altına alabilmek için ateşe körükle giden iktidarın dışarıdan sermaye çekmesi bir yana, başlayan sermaye kaçışını durdurması bile çok zor görünüyor. Bu ise ekonomik krizin derinleşme eğiliminin devam edeceği anlamına geliyor.

***

2008 krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri Türkiye olmasına rağmen AKP şefleri ile yandaş/tetikçi medya, aylarca “kriz teğet geçti” yalanını tekrarlayıp durdular. Son günlerde aynı yalanı tekrarlamaya başlayan iktidar sözcülerinin “mumları” bu defa yatsıya kadar bile yanmayabilir. Zira birbirini izleyen zamlar, artan işsizlik, büyüme oranının düşmesi, hatta negatife geçmesi, enflasyonun hedeflenen rakamları aşması, doların yükselişinin durdurulamaması gibi somut veriler, ekonomik krizin derinleşme sürecinde olduğuna işaret ediyor.

Hal böyleyken dinci-faşist iktidarın şefleri, “Endişe edecek hiçbir şey yok” minvalinde açıklamalar yapıyorlar, bu yolla toplumu maniple etmeyi umuyorlar. Toplumun zekasıyla alay eden açıklamalar yapmaktan geri durmayan AKP şefleri, dış görüntüdeki bu küstahlığa rağmen diken üstündeler. Zira gerici rejimlerini “başkanlık” adı altında güvenceye alabilmek için histerik bir şekilde saldıran bu iktidar, özellikle de saraylara düşkün şefi T. Erdoğan için ekonomik/mali krizin derinleşme ihtimali tam bir kabustur. Telaşlı olmaları anlaşılır bir durum. Çünkü ekonomik krizin derinleşmesinin, zaten yolsuzluk ve rüşvet batağına saplanmış, toplumsal meşruiyetini yitirmiş, ancak devletin zor aygıtları ve tetikçi medyayı kullanarak yönetebilen bu iktidarı enkaza çevirmesi ihtimali hiç de az değildir.

***

Dinci rejimin ekonomik tablosunu yansıtan rakamlar, kriz ihtimalinin güçlendiğini gözler önüne seriyor. Dış borçlar 420 milyar doları aşmış, 12 ayda ödenmesi gereken borç miktarı 170 milyar dolar, dış ticaret açığı 35 milyar dolara yaklaşmış, hem orduya hem “polis ordusu”na yapılan harcamalardaki devasa artışlar bütçe açığını büyütüyor, işsizlerin sayısı 3.2 milyona ulaşmış, S&P, Moody’s gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’yi “güvenilmez ülkeler listesi”ne ekledi, patronlar toplu tensikatlara hazırlandıklarını ilan ediyorlar, iş cinayetlerinde dünya birincisi olmaya birkaç basamak kaldı…

Tablo bu kadar vahimken, geçen hafta borçlanmak için hazine ihalesi açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tek bir müşteri bulamadı. Kamu bankalarından yüksek faizle borçlanan iktidar, artık dış kaynak bulmakta da zorlanıyor, bulsa bile yüksek faiz ödemek zorunda kalıyor.

***

Tüm bu gelişmeler karşısında AKP’nin görünürdeki “rahatlığının” esas nedeni henüz ortada devrimci bir sınıf hareketinin bulunmamasıdır. Sınıfın saldırılar karşısındaki pasif tutumu, hali hazırda dinci zorbaların elini rahatlatıyor. Bu hal devam ederse eğer, tıpkı Şubat 2001’de olduğu gibi krizin faturası bir kez daha işçi sınıfıyla emekçilerin sırtına yıkılacaktır. Bunun ipuçlarını şimdiden vermeye başlayan sermaye iktidarı, krizin derinleşmesi durumunda çok daha pervasızlaşacaktır.

Kapitalizmin yapısal sorunlarından kaynaklanan krizin sorumlusu işçi sınıfı olmadığı gibi, yıkıcı sonuçlarının faturasını ödemek zorunda değildir. Krizin faturasını kapitalistlere ve onların tetikçisi olan AKP iktidarına ödetebilmek için kararlı, planlı, sistemli bir direniş hazırlığına şimdiden başlanmalıdır.

Sermayenin kokuşmuş düzeni gelinen yerde işçi ve emekçileri bir ikilemle yüz yüze bırakıyor; ya dinci-faşist rejimin zorbalığına karşı direnip faturayı esas sahiplerine, yani kapitalistlere ödetmek ya suskun kalıp ağır bir bedel ödemek. Birinci tercih, işçi sınıfıyla emekçilere onurlarını koruyabilme imkanı yaratacak sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde yeni mevziler kazandıracaktır. İkincisi ise ekonomik, sosyal, siyasal, moral çöküşten başka bir sonuç yaratmayacaktır.

 
§