27 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/04

Grev yasaklarını kırmanın tek yolu: İşgal, grev, direniş!
Devlet ve grev
EMİS fabrikalarında grev, yasak ve anlaşma
Kazanmanın yolu işçi birliğinden geçer!
Metal işçisi daha güçlü fırtınalara hazırlanmalıdır
“Cesaretle mücadeleye atılmalıyız!”
DEV TEKSTİL 3. Genel Meclisi Sonuç Bildirisi
Bilimi dışlayan eğitim anlayışını reddediyoruz!
Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş
“Egemenler kendi çıkar ve istemleri için büyük bir çaba gösteriyor. Biz bunun kat ve kat fazlasını göstermeliyiz!”
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-3
“Benim hikayem değil, bizim hikayemiz”
İşine geldiğinde “milli irade!”
“Saltanat rejimi” uğruna yıkım dayatılıyor
20. yüzyılın ilk “toplama kampı”, Almanya’ya tazminat davası
Donald Trump yeni dönemin yeni yüzüdür
Kriz ve kadın işçi mücadelesi deneyimleri
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri - 3
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş

 

Önce Asil Çelik, ardından EMİS kapsamındaki fabrikalarda çalışan metal işçilerinin grevlerinin yasaklanması, işçi sınıfına bir kez daha fiili-meşru mücadelenin, “işgal, grev, direniş” yolunun yegâne çözüm yolu olduğunu gösterdi.

‘Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş’ tavrı, Türkiye işçi sınıfının şanlı mücadele tarihinde onurlu yerini çoktan almış bulunmaktadır. Yasakların, örgütlenmenin önündeki engellerin, baskıların, sendikal ihanetlerin kuşatması altındaki işçi sınıfını çıkışa götürecek, yol açacak olan işte bu tavırdır. İşçi sınıfı; her çıkış arayışında önüne çıkarılan engellere, yaratılan karanlığa karşı işte bu yaklaşımın hayat bulduğu tarihsel deneyimler üzerinden yanıtlar üretmek zorundadır. Kavel ve Paşabahçe grevleri, binlerce metal işçisinin grevlerinin yasaklandığı şu günlerde engellerin nasıl aşıldığının gururla hatırlanan örnekleridir.

*

Kavel grevi

Tarihe “Grev hakkı grev yapılarak kazanılır” şiarı ile yazılan Kavel grevi, asıl olarak yasalara değil direnişe itibar edilmesi gerektiğini gösterdi. Grev yapmanın yasak olduğu o günlerde, Vehbi Koç’a ait Sarıyer’de kurulu olan Kavel Kablo fabrikasında çalışan 170 işçi Türk-İş’e bağlı Maden-İş Sendikası’na üyeydi. İşçilerin üzerindeki baskı gittikçe artıyordu. Kavel işçilerinin fazla mesai ve kıdem esasına göre verilen yıllık ikramiyeleri de gasp edilmek isteniyordu. Maden-İş Sendikası'ndan istifa etmeleri için baskılara maruz kalıyorlardı. Gittikçe artan baskılar karşısında Kavel işçileri 28 Ocak 1963'te eyleme geçerek işi durdurdular.

Kavel işçileri bir hafta boyunca fabrikanın kapılarını kaynaklayarak kendilerini içeri kilitlediler. Ardından dışarı çıkarak fabrika önüne çadır kurup direnişe geçtiler. Fabrikanın 40 kadar idari personelini içeri sokmadılar. Fabrikaya sokulmayanlar işçileri Vali Niyazi Akı’ya şikayet etti. 9 Şubat’ta ise İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata’nın girişimiyle patron ve sendika arasında anlaşma sağlandığı duyuruldu. Ancak herhangi bir protokol yapılmadı. İşçilerden protokol olmadan işbaşı yapılması istendi. Fakat işçiler bu dayatmayı kabul etmediler. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), yayınladığı bir bildiri ile işçilerin anlaşmaya, hukuk düzeni ve devlet otoritesine uymadığını açıkladı.

Bu çağrıyı bir talimat olarak değerlendiren polis 9 Şubat günü Kavel işçilerine saldırdı. 9 işçi bu saldırı sonucu cop ve tabanca kabzalarıyla dövülerek yaralandı. Saldırıyı haber alan İstinye halkı Kavel işçilerinin yanına geldi. Saldırı İstinye’nin emekçi halkı tarafından da protesto edildi. Polis saldırısını hukuk terörü izledi. 29 işçi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Patronun tüm işçileri işten atmasını lokavt saymayan savcılık adaletin nasıl işlediğini gösterdi. Türk-İş İstanbul 1. Bölge Temsilciliği ise valiye müracaat ederek uyuşmazlığın çözümü için hakem tayin edilmesini istedi.

Direniş sürüyor dayanışma büyüyor

Kavel işçilerinin haklı direnişi ile sınıf dayanışması da büyümeye başladı. Yine Vehbi Koç’a ait General Electric Fabrikası işçileri maddi yardımda bulunurken, Türk Demir’de çalışan 800 işçi ise parasal yardımın dışında destek amaçlı sakal bırakma eylemi yaptı. Kavel Direnişi Türk-İş içerisinde de çatlaklara yol açtı. 27 Şubat’ta güney bölgesinde bulunan 23 sendika başkanıyla 45 yönetici bir açıklama yaptılar. Kavel işçilerinin direnişinde sergilediği olumsuz tutumdan, Türk-İş İcra Heyeti’nin Kavel Grevi'nde pasif kalmasından, kendisinden bekleneni yerine getirmemesinden, işçilerin ekonomik ve sendikal haklarını koruyamamasından ve patron mantığıyla hareket etmesinden dolayı Türk-İş’i eleştirerek konfederasyon ile ilişkilerini kestiklerini açıkladılar. Yanı sıra Güney Bölgesi İşçi Sendikaları Konseyi’nin oluşturulduğunu duyurarak, Türk İş 4. Bölge Temsilciliği’nde toplanan paranın Kavel işçilerine verilmesini kararlaştırdılar.

Anlaşma, süren saldırılar ve Kavel maddesi!

2 Mart günü kablo yüklü kamyonlar fabrikadan çıkarılmak istendi. Kavel işçilerinin eşleri de böylece “Direnişte biz de varız” dediler. Kamyonların fabrikadan çıkmasına izin vermemek için barikat kuran kadın işçilere polis saldırdı, kimi kadınlar yaralandı. 4 Mart günü ise bir anlaşma sağlandı. Anlaşma nedeniyle yapılan törene dönemin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Burhan Feyzioğlu, Vali Niyazi Akı, Emniyet Müdürü Haydar Özkın, Bölge Çalışma Müdürü Sabih Türsan’ın yanı sıra sendika temsilcileri ve TİSK başkanı katıldı.

Fakat Kavel işçilerinin direnişinin bitmesinin ardından sermaye devletinin saldırıları son bulmadı. 12 işçi tutuklandı. 52 işçi ile ilgili 5 ayrı dava açıldı. Direnişçi işçilere atfedilen “suçlar”, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, polise mukavemet, mesken masuniyetini ihlal vb. idi. Tutuklu işçilerden 6’sı 10 Haziran günü serbest bırakıldı. Ama işçileri işten atmaya devam ettiler. Bunun üzerine 30 civarında işçi toplu halde iş bıraktı. Bu eylem nedeniyle 5’i grev kışkırtıcısı olmak gerekçesi ile toplam 6 işçi gözaltına alındı.

Kavel Kablo direnişinin Türkiye işçi sınıfı için anlamı çok büyüktür. Grev ve toplusözleşme hakkının kazanılması bu direniş sayesinde olmuştur. Kavel işçileri her ne kadar birçok saldırıyla, gözaltı ve tutuklamayla, işten çıkarılmalarla bir bedel ödemiş olsalar da, işçi sınıfına grev ve toplu sözleşme hakkını miras bırakmıştır. 15 Temmuz 1963’te kabul edilen ve 24 Temmuz 1963’te yürürlüğe giren 275 Sayılı Yasa’da yer alan ve yasadan önce yapılan grev nedeniyle haklarında takibat yapılan işçilerin davalarının düşmesine ilişkin madde, Kavel maddesi olarak anılmıştır.

*

Paşabahçe Direnişi: Bir yol yoksa bir yol açılır!

İşçi sınıfının önüne konulan engelleri nasıl aştığının, mücadele ederek kendine nasıl bir yol açtığının örneğidir 31 Ocak 1966’daki Paşabahçe Direnişi. Çok kötü çalışma koşulları ve düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılan Paşabahçe işçileri, sadece bu kötü koşullarla mücadele etmiyordu. Bir de başlarına musallat olan Cam-İş Sendikası bürokrasisi ile de uğraşıyorlardı.

Cam-İş yönetimi 15 kuruş zam ile 3 senelik toplu sözleşme imzalayarak Paşabahçe işçilerinin büyüyen öfkesinin patlamasına neden oldu. Cam-İş Sendikası’nın ihanetine uğrayan işçiler çözümü Kristal-İş Sendikası'na üye olmakta buldu. Türk-İş’in ilk adımı Kristal-İş ile Cam-İş’i Türkiye Cam Sanayi İşçileri Sendikası’nda birleştirmek oldu. Fakat bu girişimi amacına ulaşamadı.

Cam işçileri Kristal-İş ile toplu sözleşme yapmakta kararlıydı. Ancak İş Bankası ve CHP ortaklığındaki Paşabahçe patronları işçilerin üye olduğu Kristal-İş Sendikası'nı ve yapmak istedikleri toplu sözleşmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine 2200 cam işçisi 31 Ocak 1966’da sendika haklarını ve toplu sözleşme taleplerini kabul ettirmek için greve çıktılar. İşçiler, grev kararının hemen ardından 5 Şubat günü Paşabahçe İskele Meydanı’nda bir miting düzenlediler.

Grev ve direniş ateşini yakan Paşabahçe işçileri saflarında diğer işçi bölüklerini nasıl birleştirmişse, sermaye sınıfı da Paşabahçe patronlarının yanında saf tuttu. TİSK üyesi 12 kapitalist, 13 Şubat günü gazetelere verdikleri ilanla işçilerin grevlerinin karşısında, Paşabahçe patronunun yanında olduklarını beyan ettiler. Sermaye sınıfının bu desteğinden güç alan Paşabahçe patronu da grevin yasal olmadığını ve sonlandırılması gerektiğini söyleyip dava açtı. Ancak işçilerin kararlılığı ile dava mahkeme tarafından reddedildi ve işçilerin yaktığı grev ateşi daha bir harlandı. 26 Şubat 1966 günü, 2200 işçi, eşi ve çocukları ile birlikte Karaköy’den Taksim’e bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

Sermayedarların grevi kırmak için başlattığı ancak başaramadığı saldırıyı tamamlamak için Türk-İş devreye girdi. ve 21 Mart 1966’da bir bildiri yayınlayarak grevi sonlandırdığını ilan etti. Ankara’da Türk-İş ve TİSK arasında bir protokol imzalandı. İmzalanan protokol, işten atılan işçileri işe almayı işverenin takdirine bırakmakta, işçilerin işsiz kaldıkları süre içindeki ücretlerini ödemeyi kabul etmemektedir. İmzalanan bu protokol, Kristal-İş’e bağlı işçiler tarafından reddedildi.

Paşabahçe işçileri direniş ateşinin sönmesine izin vermediler. Protokolün imzalanmasından sonra fabrikaya gelen Türk-İş temsilcileri işçilerin saldırısına uğradı. Fabrikaya malzeme giriş çıkışlarını engelleyen cam işçileri hammadde deposunu da işgal ettiler. Polisle işçiler arasında çıkan çatışmada bir işçi yaralandı. Bu kararlılığı gören Paşabahçe patronu yeni bir manevra yaptı. 22 Mart’ta grev sürecinde işten atılan 47 işçiden 42’sini işe alıp grevi bitirme teklifinde bulundular. 5 Kristal-İş üyesi cam işçisinin ise işe alınmasını kabul etmediler. Ancak birliklerini bozmak için yapılan bu tuzağa düşmeyen işçiler, tüm işçiler işe alınana kadar greve devam etme kararlığını gösterdiler.

DİSK’in doğuşuna doğru…

Paşabahçe işçilerinin direniş kararlılığı, kendilerini arkadan hançerleyen Türk-İş’e bir darbeye dönüştü. 6 Nisan 1966’da Türk-İş içerisindeki Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş bir araya gelerek Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesi kurdular. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde, içinden o günün koşullarında ileri bir mevzi olan DİSK’i çıkaracak olan bu komite, yaptığı açıklama ile Türk-İş’in imzaladığı protokolün işçilere ihanet olduğunu ilan etti. Paşabahçe işçilerinin onurlu mücadelesinde yanlarında olduklarını açıkladılar. Bu süreçte grevin etkisiyle mahkeme bir kez daha Kristal-İş’in işyeri düzeyinde toplu sözleşme yapmaya yetkili olduğuna ve 71 gün süren grevin yasal olduğuna karar verdi.

Direniş varsa dayanışma da var

Paşabahçe işçilerin büyüyen direnişi artık işçi sınıfına mâl oldu. Farklı işkollarında çalışan işçiler maddi kampanyalar örgütledi. Bu çerçevede 460 bin lira direnişçi işçilere verilir. 10 tonluk meyveyi grevci işçilere dağıtan Hal İşçileri Sendikası’nın yanı sıra Migros işçileri de grevci işçilere erzak yardımı yapar. Dayanışma Komitesi'nin aldığı karar ile greve destek amacıyla emekçiler, Paşabahçe’nin sahibi olan CHP ve İş Bankası ortaklığını zora sokmak için İş Bankası’ndaki yaklaşık 1 milyon liralık mevduatlarını çekerler. Grevin gittikçe artan etkisinden korkan sermaye devleti, 19 Nisan günü grevi “halkın sağlığını bozduğu” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararıyla 1 ay erteledi. 23 Nisan günü, grevdeki işçilerden 1400’ü, 24 Nisan’da ise 800’ü fabrikada çalışmaya başlamıştır.

Mayasında ihanet olan Türk-İş ağaları da boş durmadı. Saltanatlarını zora sokacak tehlikeyi bertaraf edebilmek için Petrol-İş Sendikası'nı 15 ay, Kristal-İş Sendikası'nı 15 ay, Maden-İş Sendikası'nı 6 ay, İstanbul Basın-İş Sendikası'nı ise 3 ay geçici ihraç cezasına çarptırmıştır.

Ancak Paşabahçe işçilerinin patronun saldırılarının yanında sendikal ihanete karşı da gösterdikleri kitlesel ve kararlı direnişleri, sınıf dayanışmasının da çok güzel örneklerini ortaya çıkarmıştır. Beykoz, Paşabahçe emekçileriyle bütünleşmiştir. Fakat her şeyden önemlisi bir yol bulunamadığında sınıfın kendisine nasıl bir yol açtığını DİSK’in yaratılmasına vesile olarak göstermişlerdir.

*

Gerek Kavel, gerekse Paşabahçe işçilerinin bu militan direnişleri, cüretleri en çok da bugün öğrenilmesi ve izlenmesi gereken yolu göstermektedir. Kanunların elverdiği ölçüde mücadele etmek, yasaların izin verdiği kadar talepte bulunmak dün olduğu gibi bugünün koşullarında da hak dilenmekten başka bir şey değildir. Yaşanmışlıklar defalarca göstermiştir ki, sınıf mücadelesinin haklı talepleri kağıtlara yazılı kanunların çizdiği sınırları fazlasıyla aşmaktadır. Haklar ve özgürlüklerin sınırlarını genişletmek için, zamanında sıkıyönetim kanunlarının baskı yasaları nasıl hükümsüz kalmışsa, şimdi de OHAL yasaları, Kanun Hükmünde Kararnameler’de de öyle hükümsüz kalacaktır.

Grev ve toplu sözleşme hakkı elinden alınan, sefalet koşullarına mahkûm edilen, düşük ücretlerle kölece çalıştırılan işçiler, tüm bunlardan kurtulmak için mücadeleye geçtiğinde, yasaklanan grev hakkını yine grev yaparak kazanacak, “işgal, grev, direniş” ateşini yakmasını ve eğer tüm yollar tıkanmışsa kendine yeni bir yol açmasını bilecektir. Tıpkı Kavel’de, tıpkı Paşabahçe’de olduğu gibi. Tarih; akan işçi selini de, bu sele bent olanları da dün olduğu gibi bugün de yazacaktır.

 
§