27 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/04

Grev yasaklarını kırmanın tek yolu: İşgal, grev, direniş!
Devlet ve grev
EMİS fabrikalarında grev, yasak ve anlaşma
Kazanmanın yolu işçi birliğinden geçer!
Metal işçisi daha güçlü fırtınalara hazırlanmalıdır
“Cesaretle mücadeleye atılmalıyız!”
DEV TEKSTİL 3. Genel Meclisi Sonuç Bildirisi
Bilimi dışlayan eğitim anlayışını reddediyoruz!
Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş
“Egemenler kendi çıkar ve istemleri için büyük bir çaba gösteriyor. Biz bunun kat ve kat fazlasını göstermeliyiz!”
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-3
“Benim hikayem değil, bizim hikayemiz”
İşine geldiğinde “milli irade!”
“Saltanat rejimi” uğruna yıkım dayatılıyor
20. yüzyılın ilk “toplama kampı”, Almanya’ya tazminat davası
Donald Trump yeni dönemin yeni yüzüdür
Kriz ve kadın işçi mücadelesi deneyimleri
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri - 3
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

20. yüzyılın ilk “toplama kampı”, Almanya’ya tazminat davası…

Namibya yerlilerinin ayaklanması: August Bebel ve Sosyal Demokrasi’nin tutumu!

A. Eren

 

Ocak ayının ilk haftasında ABD’de yaşayan Namibya yerlileri, 1900’lerin başında atalarına soykırım yaptığı gerekçesiyle Alman devletine dava açtı. Almanya, 1900’lerin başında Güneybatı Afrika ülkesi Namibya’da Herero ve Nama yerlilerinin katledilmesinden dolayı Temmuz ayında özür dilemişti.

Almanya yaşananları soykırım olarak kabul etmesinin ardından Namibya hükümeti ile ortak çalışma da yürütmüştü. Ancak Almanya’nın tazminat ödemeye başından itibaren sıcak bakmaması ve yardımlara ilişkin verilen vaatlerin yerine getirilmemesinden dolayı, olay ABD’de mahkemeye taşındı. Almanya tazminat yerine ekonomik destek ve mali kolaylıklar sağlayacağını duyurmuştu. Soykırım gerekçe gösterilerek verilecek tazminat diğer sömürgeci ülkeleri de yakından ilgilendirdiği için, tazminat sorunu Almanya’yı aşan ve uluslararası boyutu olan bir konu. Kabullenmesi bu açıdan bütün emperyalist sömürge güçleri için farklı ekonomik-mali ve politik sonuçlar yaratacaktır. Dolayısıyla bu temelde tazminat ödenmesini kabullenmesi imkansız. Zira bugün “demokrasinin beşiği” olmakla övünen bütün bu sömürgeci güçler aynı katliamcı-soykırımcı geçmişe sahip.

Ataları soykırım mağduru olan Herero ve Nama yerlilerinin Almanya’ya açtıkları davanın avukatı Ken McCallion yaptığı açıklamada, “Almanya tarafından Namibya’da doğrudan zarar gören yerli topluluklara yapılması öngörülen yardımların hiçbir güvencesi ya da denetimi yok” diyerek, açılan davanın zorunluluğu üzerinde durdu.

20. yüzyılın ilk soykırımı

Alman sermayesi tarih sahnesine geç bir tarihte çıktı. Bu açıdan da acımasız ve saldırgandı, yayılmacı ve çok hırslıydı. 1871 yılında Reich kurulduğunda, İngiltere, Holanda, Fransa ve diğer sömürge güçleri Asya ve Afrika kıtası sömürgelerini kendi aralarında paylaşmış, etki alanlarını militarizmle denetlemekteydiler. 19. yüzyılın sonunda Alman emperyalist burjuvazisi her türlü yöntemi kullanarak ucuz işgücüne, bölgenin ham maddelerine hükmetmek istiyordu.

Bu temelde Hristiyan misyonerler öncü rolünü oynuyordu. Güneybatı Afrika (bugünkü Namibya) hedef olarak seçilmişti. Burada yaşayan yerli halk Nama ve Hererolar önce misyonerler tarafından, sonra da Alman sömürge güçleri tarafından “uygarlık” için eğitilme nesnesi olarak işlev görmeye başlamıştı. Misyoner gruplar ticareti yayan, hristiyanlaştırma adına köle edinen sömürgeci güçlerin en temel dayanaklarıydı. Ki bu “misyonerleri yerlilerin saldırısından kurtarmak” gerekçesiyle militarizme başvurmak, “doğal” bir politika olarak sürekli gündemde kalmıştır.

1884 yılı, Alman sömürge gücünün “Güneybatı Afrika” tarihinin başlangıcıdır. Reichskanzler (imparatorluk başbakanı) Bismarck o yıl sömürge sorununu seçim kampanyasının ana teması yaparak, Namibya’da “Alman azınlığın” haklarını korumak gerekçesiyle askeri güçlerini sahaya sürdü. Tam da bu dönemde Kongo, emperyalist sömürgeci güçler arasında bir paylaşım ve güç kullanma sahasına dönüşmüştü. Almanya, Güneybatı Afrika’yı kıtaya yayılmak için stratejik bir konumda görüyor ve bütün hazırlıklarını bu stratejiye endeksli ele alıyordu. Bismarck’ın inisiyatifiyle, Avrupa’nın sömürgeci güçleri, Osmanlı İmparatorluğu ve ABD’nin katılımıyla 1884 yılında yapılan Berlin Konferansı’nda, kıtanın paylaşımı konusunda izlenecek yol istişare edildi. Almanya bu konferansta Togo, Kamerun ve bugünkü adıyla Namibya üzerinde “doğal hak” iddiasını ilan etti.

1900 yıllarında Alman sömürge güçleri yerli halkın topraklarını zorla işgal ederek, sömürge yönetiminin denetimine alıyor, misyonerlerin yardımıyla Alman yerleşim kolonilerini oluşturuyordu. Yerli Hereo halkının itirazları, şikayet ve çağrıları, çektikleri acılar ve katliamlar umursanmayarak, bu tepkiler sömürge yönetimi tarafından şiddetle susturuldu, bastırıldı. 12 Ocak 1904 yılında Herero yerli halkı hiç beklenmedik şekilde silaha başvurarak sömürgecilere karşı ayaklandı.

18 Ocak’ta yeni Reichskanzler von Bülow ek “sömürge bütçesi” için, Namibya’daki Alman azınlığın ve yerleşim kolonilerinin “teröristlerden korunması” argümanıyla askeri gücüne takviye için Reichstag’a bir karar taslağı sundu. Von Bülow’un talebi Reichstag tarafında kabul edildi. Sadece 6 bin silahı olan -silahların çoğu el yapımı taş, sopa ve mızraklardan oluşmaktaydı- Herero yerlilerine karşı Alman sömürge gücü 12 bin özel elit askeri gücüyle, bir generalin kumandası altında harekete geçti. Çöle kaçmış yaşlı, kadın, çocuk 50-60 bin insan kelimenin tek anlamıyla hunharca tek tek katledildiler. Sömürge güçleri, yerlilerin bir daha “ayaklanmayı akıllarından geçirmemesi” anlayışıyla, tarihin en kanlı katliamını gerçekleştirdiler. Kaiser Wilhelm II. ve Reichskanzler Bernhard Fürst von Bülow, General Trotha’ya bir toplama kampı inşa edilmesini ve Herero halkından geriye kalan “kadın ve erkek esirlerin ayrım gözetmeksizin bir kampta toplanmasını” buyurdular. General Trotha, üzerinde G.H. (Gefangene Hereros-Herero esirleri) harflerinin yazıldığı bir künyenin kampa doldurulanların boyunlarına asıldığını belirtmektedir. Mayıs 1905’te 9 bin kadın, çocuk ve yaşlı erkek bu toplama kampında esir tutulmaktaydı. “Sivil” Sömürge Valisi Friedrich von Lindequist şöyle diyordu: “Herero savaş esirlerinin bu sürede (toplama kampı süresi içinde) çalışma disiplini için eğitilmeleri bunlar için oldukça şifalıdır, hatta bir talih sayılır.”

Sömürge güçlerinin ayak basmadığı dönemde sayıları 97 bin kişi olarak belirlenen Herero yerlileri, 1908 yılına gelindiğinde “Alman-Güneybatı Afrikası”nda 16 bin 360 kişiden ibaret kalmışlardı. Hereroların çoğunluğu çöllerde susuz bırakılarak, kavurucu sıcaklar altında vahşice ölüme terk edildiler. Sömürgecilerin bu vahşetle yaratmak istedikleri etki kısa süre içinde ters tepti.

Diğer yerli halk Namalar Ekim 1904 yılında işgal gücüne karşı ayaklandılar. Namalar Herero halkının yaptığı hatayı tekrarlamadılar. Toplu ayaklanma yerine partizan savaşıyla (tarihte ilk partizan savaşı olarak bilinir) Alman sömürge gücüne önemli oranda kayıplar verdirdiler. Önderleri Hendrik Witboi 29 Ekim 1905’te katledilmesine rağmen, bu partizan savaşı Mart 1908 yılına kadar devam etti.

1904 yılı, “uluslararası sorunlar” ve SPD

1904-1905 yılları ve sonrası dünya çapında emperyalist güçler arasındaki çatışmaların artışına ve Almanya tarihinin en kapsamlı işçi eylemlerinin, grevlerinin yaşanmasına sahne oldu. 1905’te Almanya ve diğer büyük sömürge güçleri arasında “Fas krizi” yaşanmaktaydı. 1905 Rus Devrimi kitlesel grevlerin ve işçi konseylerinin bütün açıklığıyla etkisini ortaya koyduğu bir yıldır. İran, Türkiye ve Çin’de feodal toplumsal yapıların derinden sarsıldığı ve bir yandan Afganistan, Hindistan, Endonezya’da, diğer taraftan Latin Amerika’da anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerinin geliştiği bir dönemdir bu. Sosyalistler dünyada değişen bu yeni duruma uygun kendi tutumlarını yeniden değerlendirmek durumundaydılar.

August Bebel ve Paul Singer’in liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti için, emperyalizmin dünya çapında egemen toplumsal sistem olduğu, sınıflar mücadelesinin yeni boyut ve ivme kazandığı bir dönemde, partinin strateji ve taktiğinin yeniden değerlendirilmesi ve diğer benzeri sorunlara yeni yanıtların verilmesi ihtiyaç haline gelmişti. Tam da 1904’te Herero halkının Alman emperyalist sömürgecileri tarafından bastırılması, partinin somut tutum alması gereken ilk “uluslararası sorunu” olarak kendini dayatmış bulunuyordu.

Reichskanzler Bülow, Ocak ayının başında, sözde Alman azınlığını koruma gerekçesi ile, gerçekte ise Herero halkının direnişini bastırmak amacıyla kendi işgal güçlerine takviye olarak 3 milyon mark bir ek sömürge bütçesi için parlamentoya tasarı sundu. Agust Bebel, 1903 yılında partinin aldığı her türlü sömürgeci politika ve askeri güce karşı mücadele kararına karşın, fraksiyon (parlamento grubu) içinde farklı yaklaşım ve değerlendirmelerin olduğunu ve bu konuda sert tartışmaların yaşandığını paylaşır.

Herero ayaklanmasına karşın görüşülecek olan “sömürge bütçesine” ilişkin yapılan fraksiyon oturumunda daha sonra “çok sert tartışmaların” yapıldığı raporlara da geçmiştir. “Alman azınlığın yüz yüze kaldığı katliamlara” sessiz kalmamak gerekçesiyle Bebel’in de dahil olduğu fraksiyonun çoğunluğu “çekimser oyu” kullanarak, bütçenin onaylanmasına örtülü destek sunar. Zira tam da 1900’lerin başından itibaren burjuvazi, Alman halkını bir sosyal-şovenist mobilizasyona hazırlamak, bu saldırgan yayılmacı militarist politikaya destek kazanmak amacıyla, burjuvazinin özel sömürge dernekleri aracılığıyla yaygın şekilde propaganda yürütüyordu. Zehirlenmiş bir toplumsal atmosferde, SPD’nin net tutum alması işçi hareketi açısında hayati öneme sahipti. Fakat kamuoyuna karşı “Parlamento Fraksiyonunun Birliği”nin vurgulanması daha önemseniyordu ve öyle de yapıldı.

A. Bebel, konunun görüşüldüğü oturumda sosyal demokrasinin sömürge sorununa karşı ilkesel tutumunun değişmediğini vurgulasa da, SPD parlamento fraksiyonunun bu tutumu parti tabanında yüksek sesle ifade edilen tepki ve eleştirilere, sert çıkışlara neden oldu. Partinin birçok yayını bu kararı teşhir ederek, sosyal demokrasinin kapitalist sömürge ve işgalci politikaları destekleyici tutumunun kabul edilemeyeceğini vurgulayarak, bu tutumun bir an önce değiştirilmesini talep ettiler. Birçok bölgede yapılan toplantılarda art arda alınan kararlarla, sosyal demokrat fraksiyona karşı bayrak açtılar. Şubat ayında 2 bin 500 kişinin hazır bulunduğu bir toplantıda konuşma yapan A. Bebel, parlamentoya gelecek ikinci bütçe taslağını kesinlikle reddedeceklerini vurgulayarak, hatanın düzeltileceğini vadetti. Nitekim aynı yılın Mart ayında Bülow ikinci kez “Alman azınlığını korumak”, Herero yerlilerinin “terörünü” bastırmak amacıyla “sömürge bütçesi” için 7 milyon mark yeni destek talebinde bulundu.

17 Mart’ta fraksiyon bu kez hayır oyu kullanırken, A. Bebel Alman güçlerinin Herero halkının haklı ayaklanmasını bastıran barbar işgal ve terörünü teşhir eden ajitatif bir konuşma yaptı. Parti tabanının baskısı karşısında fraksiyonun aldığı bu yeni tutum, ilkesel bir yönelim olmaktan öte, parti içinde izole olmaktan kurtulmanın tek yoluydu. A. Bebel’in, parti tabanının gücünü arkasında görmesi, fraksiyonun içinde ağırlıklı olan oportünist kesime daha net tutum almasını kolaylaştırdı.

Şubat ayında Asya üzerinde paylaşım rekabeti sonucu Rusya ve Japonya arasında başlayan savaş sosyal demokratları yeni bir sorunla yüzleştirdi. A. Bebel Alman egemen güçlerine çağrıda bulunarak, -savaşın iki rakip güç arasında kimin kazanacağı sonucu açık olmasına karşın- Rusya lehine olacak her türlü destekten kaçınmaları uyarısında bulunuyordu. Marx ve Engels’in Avrupa burjuva devrimlerine karşı Rus Çarlığı'nı Ortaçağ gericiliğinin kalesi ve bu devrimlerin en büyük engeli olarak değerlendirmeleri, hala A. Bebel için geçerli argümandı. İki emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşında birine destek sunulmaması uyarısında bulunuyordu.

Paylaşım savaşı sahnesine çıkmakta geç kalan Alman emperyalist güçlerinin, sosyal demokrat hareketi “vatan hainliği”, “vatansızlar” vb. gibi propagandalarla sistematik bir şekilde topluma lanse etmesi de etkili olmaktaydı. Hâlâ eski, serbest kapitalist dönemin uluslararası güç dengeleri, haklı ve haksız savaşlar, saldırı ve savunma kategorileri içinde politik, taktik ve ilkesel tutum belirlemeye çalışan sosyal demokratlar, kaçınılmaz olarak kendi burjuvazilerine doğrudan saldıran, teşhir eden, olası bir savaşta yenilgisi için çalışan bir tutumdan kaçınmaktaydılar.

Bu şovenist histeri ve “vatansızlar”, “vatan hainliği” suçlamasının karşısında A. Bebel’in 7 Mart 1904’te Reichstag’da yaptığı konuşma, Nolte ve diğer sosyal-şovenistler tarafından, daha sonraki süreçlerde Bebel ve sol sosyal demokratlara karşı sürekli kullanılacaktır.

Zira A. Bebel kendisine ayak bağı olacak şu konuşmayı yapacaktır: “Beyefendiler biz olmadan gelecekte hiçbir başarılı savaşı sürdüremezsiniz. Bizim desteğimiz olmadan bir şey yapamazsınız. Bir daha fazlasını söylüyorum: bir savaşın içine itilirsek ... ve bu bir saldırı savaşıysa ve Almanya’nın hayatı söz konusuysa -size söz veriyorum- son bireye kadar, içimizde en yaşlısı olmak üzere silahını omuzuna alarak topraklarımızı savunmak, en çok bizim istediğimizdir. ... Bir parça toprak almaya çalışan her çabaya bütün gücümüzle son nefese kadar karşı çıkacağız. ‘Çok güzel’ diye araya giriyorsunuz, siz o yukarıdakiler. Güzel ya da güzel görmeyin, bunu bir daha vurguluyorum, sizin hatırınız için savaşmıyoruz.” (A. Bebel, Werke, Band 2, s.122-299)

A. Bebel’in bu konuşması Alman emperyalist güçler tarafından sıkça şovenist, yayılmacı ve saldırgan emelleri için etkili şekilde kullanıldı. Prusya-Alman militarizminin düşmanı olan Bebel’in yeni koşullarda yaptığı bu değerlendirme, diğer sosyal demokrat partiler arasında şaşkınlığa yol açtı. Birçok parti lideri, otorite olan A. Bebel’in bu çıkışını anlayamıyordu. Alman sosyal demokrat hareketin, sömürge ve “anayurt” konularında başından itibaren enternasyonalist olmayan, şoven, ulusalcı bir politika ve ideolojinin etkisinde oldukları yapılan tartışmalara bakıldığında net bir şekilde görülmektedir.

SPD Alman sömürgeciliğini nasıl değerlendiriyordu?

Sömürge sorununun Sosyalist Enternasyonal’in 1907 Stuttgart Kongresi’nde gündeme alınmasının temel nedenlerinden biri de Herero ayaklanmasının vahşice bastırılması karşısında Alman sosyal demokratların yalpalamaları ve enerjik bir şekilde karşı çıkmamalarıydı.

Parlamento fraksiyonu tarafından Aralık 1906’da seçmene yönelik yapılan açıklamada şöyle denilmektedir: “Alman sömürgeleri verilen kurbanlar ve Alman göçmenlerine yeni bir hayat sunmada bazı istisnalar dışında fayda sağlamamaktadır. ... Bunu üç yıl süren “Güneybatı Afrika” (bugünkü Namibya) göstermiştir.” (Vorwärst, 16 Aralık 1906)

Yukardaki açıklamadan anlaşıldığı gibi sosyal demokrasi sömürge sorununu ulusalcı bir yaklaşımla, fayda ve zarar ikilemi içinde değerlendiriyordu. Ve seçmenleri kolonyalizme karşı ikna etmek için şu sözlere yer veriliyordu: “Bizler Alman sömürgelerinde Almanya’nın güçlendiğini değil, zayıfladığını görüyoruz.” (agy.)

Sömürge sorununun yeniden değerlendirilmesi gerektiği üzerinde duran SPD, “Biz yabancı, geri kalmış halkları dürüst olarak eğitmek, öğretmek ... kendi doğalarına uygun bütün kültürel kazanımlara sevk etmek için sürdürülen sömürge politikasıyla, yerlileri baskı altına alan, ezen, hatta yok eden … sömürge politikası arasında ayrım yapmaktayız” (agy.) gibi bir politika güdüyordu.

Bu açıklamada ortaya konulan yaklaşım sosyalizmin ve bütün II. Enternasyonal kongrelerinde alınmış kararların, Marksizm’in temel ilkelerinin tam tersini oluşturmaktadır. “Dünyanın bütün proleterleri birleşin” çağrısını bayraklaştırmış bir siyasal hareketin, insanlara “düşük” ve “yüksek kültürlü” ayrımı üzerinden yaklaşması sosyal-şovenizmin en temel karakteristiği olmuştur. Sömürge misyonerlerinin de her dönemde, “geri kalmış yerlileri” uygarlaştırma adına her türlü vahşete başvurdukları bilinmektedir.

SPD için Alman halkının refahı, proletaryanın enternasyonal dayanışmasının önüne geçmiş bulunuyordu. Bu eğilimin I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda doğrudan emperyalist Alman burjuvazisinden yana tutum almak şeklinde billurlaşması, SPD’nin sosyal şoven bir parti konumuna evrimleşmesini tamamladığının en net ifadesi olmuştur.

Sömürge sorununa aynı yaklaşım, dolayısıyla şovenizme evrim süreci diğer sosyal demokrat partiler içinde de yaşanmıştır. 1910 ve 1919 arası dönemde bu partilerin çoğu, SPD’ninkine benzer gerekçelerle kendi ülkelerinin emperyalist sömürge gücüyle işbirliğine gitmişlerdir.

Sömürge sorununun tartışıldığı 1907 Stuttgart Kongresi bütün bu “şovenist” eğilimleri bir yanıyla ortaya çıkardı. Sömürge komisyonunun çoğunluğu ve başkanlık eden Bernstein, David ve Hollandalı Van Kol, “ilkesel olarak sömürge politikasının reddedilmemesi” gerektiğini, sömürge politikasının “sosyalist rejimler altında bir uygarlık rolü üslenebileceğini” ileri sürdüler. Karl Kautsky II. Enternasyonal üzerindeki bütün ağırlığını ortaya koyduktan sonra, sömürge yanlısı 108 delegenin oyuna karşı 127 oyla bu karar taslağı reddedildi. 10 delege ise bu konuda çekimser oy kullanmıştı. 3. Enternasyonal’in 1. Kongresi’nde konuşan Zinovyev, Stuttgart’ta bulunan delegelerin büyük çoğunluğunun Bernstein’ı, yani sömürgeciliği bir zaruriyet gören, meşrulaştıran “sömürgeler taslağını” desteklemeye, sosyal-şovenist bir pozisyon almaya hazır olduklarını; Rus, Sırp ve Bulgar delegelerinin karşı çıkmaları sonucu taslağın reddedildiğini söyler.

Oylama sonucunun da gösterdiği gibi, bu zafer sadece kağıt üzerindeydi. II. Enternasyonal içinde oportünizmin zafer kazandığı, sömürge ve emperyalist savaşa karşı yaklaşımda ortaya çıkmıştı.

Devrimci işçi hareketi Ekim Devrimi’nin zaferi ve III. Enternasyonal’in kuruluşuyla oportünizmi yenilgiye uğrattı. Herero ayaklanması ve devrimci işçi hareketinin bu somut sorunlara karşı tutumu, Ekim Devrimi’nin 100. yılı dolayısıyla özel bir güncelliğe sahiptir.

Sosyal-şovenizmin etkisinden kurtulamayan, enternasyonalist bir ideolojik ve politik bilinçle eğitilmemiş bir proletaryanın başarılı bir devrim gerçekleştirmesi mümkün değildir. Ekim Devrimi’nin başarısı bu gerçeği çarpıcı şekilde göstermiştir.


 
§