17 Mart 2017
Sayı: KB 2017/11

Newroz’un isyan çağrısına kulak verelim!
‘Hayır’ları çoğaltarak, direnişleri büyütelim!
Sınıf eksenli referandum çalışması
AKP şeflerinin “Moskova seferi”
“Demokrat” faşistler!
İşçi sınıfı tehdit altında!
PETKİM VE TÜPRAŞ’ta TİS süreci devam ediyor
DEV TEKSTİL Mart Ayı GMYK Sonuç Bildirgesi
Kamu emekçileri saldırılara rağmen direnişleri sürdürüyor
İdeolojik-kültürel değerler ve sınıflar mücadelesi
8 Mart’ın ardından…
7 kadın işçi kardeşimizi kaybettik...
Almanya’dan sonra Hollanda: Gerilim yayılıyor
Sur, Cizre, Nusaybin raporu ve BM ikiyüzlülüğü
ABD füze sistemi THAAD, Güney Kore’de!
Referandum ve demokrasi mücadelesine bakış
Vive La Commune!
Newroz geleceğe umut olsun!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Referandum süreci bağlamında

İdeolojik-kültürel değerler ve sınıflar mücadelesi

 

AKP’nin tek adam diktasına dayalı dinci-faşist rejime “yasal kılıf” uydurmak için dayattığı anayasa referandumu, toplumdaki dikey yarılmayı doruğa çıkardı. Din istismarı/inanç sömürüsü temeline yaslanan bu iktidar, sınıf ayrımlarını geri plana iten “kutuplaştırma” siyasetini de fütursuzca kullanıyor. Özellikle seçim veya referandum öncesi dönemlerde bu kirli politikaya dört elle sarılan iktidar dincilik, mezhepçilik, ırkçılık kışkırtıcılığında emsallerini fersah fersah geride bırakmıştır.

Bu kirli kampanya saltanat hırsıyla başı dönmüş “büyük şef”ten hükümetteki müritlerine, medyadaki tetikçilerden görevli ak-trollere, diyanetteki cüppelilerden farklı mevkiler işgal eden saray soytarılarına kadar uzanan geniş bir yelpazede yürütülmektedir. Yasa, kural, kaide, ahlaki ilke, insani değer tanımayan bu zihniyetin temsilcileri, son günlerde görüldüğü üzere kampanyayı uluslararası boyuta da taşıyorlar.

AB ülkelerine “kutuplaştırma ihracı”

Ülkeyi OHAL rejimine dayandırdıkları KHK’larla yöneten din simsarları, aynı anda AB ülkeleri üzerinden “mağduriyet” devşirme kampanyasına da giriştiler. AKP’li bakanları “Avrupa seferi”ne göndererek alçaltıcı muameleye maruz kalmalarını sağlayan, buna dayanarak da ortalığı velveleye veren dinci-faşist rejim, kutuplaştırma politikasına izin vermeyen AB ülkelerini Nazilikle/Nazi kalıntısı olmakla itham ediyor.

Tüm kamuoyu araştırmalarında hayır eğiliminin açık ara önde olması bu gözü dönmüşlüğü körüklemiş olsa da, yaşananlar “T. Erdoğan AKP’sinin klasiği” babında bir manevradan ibarettir. AB devletlerinin ikiyüzlülüğü ise, dinci sermaye iktidarının ülke içinde doludizgin zorbalık ve kutuplaştırıcı icraatlarına itiraz etmez, hatta “burunlarını kapatarak” da olsa AKP şefleriyle el sıkışıp anlaşmalar imzalamaya devam ederken, işin ucu kendilerine dokununca bu kadar sert tepki göstermeleridir. Her şeye rağmen bu oyunun sonunda din bezirganları, “Nazi” dedikleri AB ülkelerinin önünde eğileceklerdir. Tıpkı Rusya ve İsrail önünde eğildikleri gibi.

“Dikey yarılma”yı yaratan kapitalist emperyalist sistemdir

Türkiye toplumunun sancısını yaşadığı dikey yarılma sermaye iktidarının on yılları bulan icraatlarının doruk noktasıdır. CIA patentli ‘Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulmasıyla somut bir hal alan bu politika, ABD’nin “yeşil kuşak” projesiyle ivme kazanmış, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle “resmi politika” haline getirilmiştir. “Sosyalizme karşı siyasal İslam” mottosu, '90’lı yıllarda Kürt halkına karşı tetikçi olarak kullanılan Hizbul-kontra cinayetleri ve Sivas Katliamı örneklerinde görüldüğü üzere, kanlı bir evreye taşınmıştır. 28 Şubat müdahalesiyle siyasal İslam'a “balans ayarı” yapılarak ABD ile tam uyumlu hale getirilmiş, 2002’de ise AKP şahsında iktidara taşınmıştır.

Genel hatlarıyla değindiğimiz olgular, bu projenin emperyalist merkezli olup Türkiye burjuvazisi tarafından desteklendiğini kanıtlar niteliktedir. AKP’nin Irak’ı işgal eden emperyalist zorbaların başı George Bush tarafından “ılımlı İslam modeli” diye pazarlanması, bu karanlık çorabın tüm Ortadoğu halklarının başına örülmek istendiğinin de dolaysız kanıtıdır. T. Erdoğan’ın “Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanıyım” diye böbürlenmesi de bunu teyit ediyor. Yani üstlenilen ultra gerici vazife Türkiye ile sınırlı olmayıp Ortadoğu’yu kapsıyordu. Suriye’ye karşı izlenen düşmanca politikalar, cihatçı teröristlerin dünyanın dört bir yanından devşirilip bu komşu ülkenin üzerine salınması da BOP denen musibetin bölgesel boyutunu gözler önüne sermiştir.

Ilımlı islam projesi Suriye, Mısır, Tunus üçgeninde çökertilince, AKP’nin batılı emperyalistlerin “Ortadoğu modeli” olma hevesleri de kursağında kaldı. Buna rağmen emperyalistler, koyu gericiliğin Türkiye üzerine bir kabus gibi çökmesini desteklemeye devam ettiler. Halen de bu zihniyetle değil, saltanat hevesine kapılarak zıvanadan çıkan şefiyle sorunları var. Yani artık kendini topluma dayatacak kadar küstahlaşan bu Ortaçağ kalıntısı zihniyet, emperyalistlerin onayı, Türk burjuvazisinin desteğiyle yaratılıp iktidara taşınmıştır.

Dikey yarılma ve ideolojik-kültürel değerler sorunu

AKP iktidarı kurulduğu günden beri emperyalist tekellerle Türkiye burjuvazisinin çıkarlarını esas alan politikalar izledi. Elbette yandaş kapitalistleri kayırmayı, AKP şeflerinin artı-değerden pay alarak sermaye sınıfının organik parçası haline getirilmesini de ihmal etmediler. Bundan dolayı bu dönemde en ağır bedeli işçi sınıfıyla emekçiler ödedi.

Kapitalist sınıflara sunulan esas hizmetin yan ısıra, din bezirganları, kendi “özel gündemleri” yönünde de adım adım yol aldılar. Toplumda dikey yarılmayı derinleştiren de icraatın bu ikinci kısmıdır. Zira dinci faşist kliğin özel gündemi kadınları, Alevileri, Kürtleri, diğer etnik ve dinsel azınlıklar ile Kemalist cumhuriyetten baki kalan laiklik vb. tarihsel-kültürel kazanımları da hedef alıyor. İktidarın bu alandaki pervasızlığı bu toplumsal kesimlerin duyarlılığını arttırmış, ilerici mücadele dinamiklerini güçlendirmiştir.

Bu ilerici dinamikler, tek adama endeksli faşist dikta rejimine karşı mücadelede önemli bir rol oynuyor. Özellikle dikta rejimine yasal kılıf uydurabilmek için gündeme getirilen referandumda dinci faşist kliğin yenilgiye uğratılması mücadelesinde etkili bir yer tutuyorlar.

Toplumun bu kesimlerini hedef alan saldırının mahiyeti, soruna ideolojik-kültürel değerler ekseninde bakmalarını sağlıyor, bu konudaki duyarlılıklarını arttırıyor. Kayıtsız şartsız tek adam diktatörlüğüne dayalı bir rejimin, farklı ideolojik-kültürel değerlere saldıracağı gibi, diz çökmeyenlerin yaşam biçimine şiddet araçlarını da kullanarak müdahale edeceği aşikardır. Bu durumda Ortaçağ artığı zihniyete karşı mücadelenin önemsenmesi, yarattığı dinamiklerin ise desteklenmesi her zamankinden daha özel bir önem taşımaktadır.

Dikta rejimine karşı mücadeleyi ideolojik-kültürel değerler alanına hapsetmek, bu alanın taşıdığı öneme rağmen, sınırlayıcı/zayıflatıcı sonuçlar yaratır. Dolayısıyla değerler konusundaki hassasiyetleri göz ardı etmeden, mücadelenin daha geniş bir perspektifle ele alınması, saldırıları püskürtmek açısından önemli avantajlar sağlayacaktır. Bu hem işçi sınıfıyla diğer ilerici dinamikleri aynı hatta buluşturacak, hem daha etkili ve sonuç alıcı bir mücadelenin örülmesine zemin hazırlayacaktır.

Dinci faşist dikta kapitalizmin dayatmasıdır

Son dönemde daha da derinleşen dikey yarılmanın yatay/sınıfsal yarılmayı gölgede bırakması, niyetten bağımsız olarak sorunun esas kaynağı olan sermaye diktatörlüğünün de gölgede kalmasına imkan tanıyor. Oysa dikta rejiminin dayatılması sadece bir sonuçtur. Zira saltanat hevesine kapılan T. Erdoğan’ı da AKP’sini de toplumun başına bela eden sömürü ve ücretli kölelik düzenin ta kendisidir. Emperyalist hamileriyle birlikte Türkiye burjuvazisi yol vermeseydi ne AKP iktidarı bu güce kavuşur ne büyük şefi saltanat histerisine kapılabilirdi.

Vurgulamak gerekiyor ki, sadece Türkiye kapitalizminin değil, bir sistem olarak kapitalist emperyalizmin genel eğilimi, dinci faşist hareketlere iktidarda daha geniş bir yer açma yönündedir. Sistemin jandarması ABD’nin başına bile D. Trump gibi bir ırkçının getirilmesi, AB ülkelerinde ise ırkçı faşist hareketlerin güçlendirilmesi bu genel eğilimin emperyalist merkezlerde de belirginleştiğine işaret ediyor. Bu koşullarda dikta rejim dayatmasını referandumda yenilgiye uğratmak elbette büyük bir önem taşıyor. Ancak bundan da önemli olanı, bu musibeti yaratan sermaye diktatörlüğüne karşı mücadelenin de geliştirilmesidir. Çünkü sermaye diktatörlüğü işbaşında kaldığı sürece, dikta dayatmalarının tekrar gündeme getirilmesi ihtimali yine yüksek olacaktır. Böylesi bir sistemde toplumsal/sınıfsal talepler uğruna mücadele de, değerlerin savunulup korunması ve daha ileriye taşınması için de hem dikta dayatmalarını hem sermayenin diktatörlüğünü reddetmek şarttır.

Birleştirici eksen devrimci sınıf hareketidir

Toplumun ilerici, yurtsever, laik, aydınlanmacı kesimlerinde oluşan duyarlılık ve mücadele dinamikleri, sermaye diktatörlüğü karşıtı devrimci sınıf hareketiyle birleştirildiğinde çok güçlü bir devrimci enerji ve mücadele azminin yaratılması zor olmayacaktır. Toplumun bu kesimleri ile işçi sınıfının çıkar ve talepleri birçok noktada çakışmaktatır. Bu da işçi sınıfının devrimci bayrağı altında birleşmenin en azından nesnel koşullarını oluşturuyor.

Sınıf dışı toplum kesimlerinin, kendi başlarına kaldıkları sürece mücadele dinamizmlerinin sınırları olacaktır. Bu bir niyet sorunu değil, üretim sürecindeki rol ve tarihsel konumdan kaynaklanıyor. Kapitalizmin tek tutarlı devrimci sınıfının hareketi toplumun ilerici dinamiklerine önderlik edebilecek düzeye geldiğinde ise nesnel konumdan kaynaklı sınırlar yerle bir edilir. Elbette bunun gerçekleşebilmesi için devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesinin hayati bir önemi var.

Verili koşullarda dikta rejim dayatmasının öncelikli hedefi işçi sınıfı olmasına rağmen, toplumun ilerici kesimleri sınıftan hem daha politize hem daha örgütlüler. Bu dengesizliğin giderilmesi ve dinamiklerin sermaye diktatörlüğü karşıtı devrimci bir bayrak altında birleştirilebilmesi için devrimci sınıf hareketini geliştirmekten başka seçenek yoktur.

Bunun için “Sorunun sınıfsal anlamını ve önemini önplana çıkarmak ve bunu her yolla işçilerin gündemine sokmak bu nedenle fazlasıyla önemli ve önceliklidir. Sınıf devrimcileri, devrim umudunu işçi sınıfına bağlamış tüm devrimciler, öncelikle bunu yapmalı, ama tüm öteki kesim ve katmanların bu saldırı karşısında özellikle kendini gösteren ilerici duyarlılıklarını da her açıdan önemsemeli ve desteklemelidirler...” Bu koşullarda “Komünistler, sınıf dışı kesim ve katmanlardan gelen ilerici tutum ve duyarlılıkları önemseme çabasını devrimci bir sınıf ekseni geliştirmek stratejik çabasına bağlamayı başarabildikleri sürece, kendi bağımsız konum ve yönelimlerini de aynı başarıyla korumuş ve güçlendirmiş olacaklardır.” (Referandum ve devrimci sınıf çizgisi - tkip.org)

Kalıcı çözüm sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetidir

İşçi sınıfına kaba sömürü, sefalet ve ücretli köleliği dayatan, farklı kültür ve inançları devletin şiddet araçlarını da kullanarak yok etmek isteyen, insan soyunun binlerce yılda yarattığı tüm ilerici değerleri ayaklar altına alan bir sermaye diktatörlüğü ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu sistemde ne aydınlanmanın kazanımlarına ne de özgür düşünceye, ne demokratik haklara ne de eşitliğe yer vardır. Dayattıkları şey, egemen sınıflar dışındaki toplum kesimlerinin diktatörlüğe kayıtsız şartsız biat etmesidir.

Sermaye diktatörlüğünün bu dayatmalarına ne onurlu işçi ve emekçiler, ne haysiyetli aydın ve ilericiler, ne eşitlik, özgürlük, kardeşlik değerlerine bağlı olan güçler katlanabilir. Bu iktidarın tek alternatifi ise, aidiyetlerinden bağımsız olarak emekçilerin eşitlik ve kardeşlik içinde yaşayabilecekleri sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetidir. Dinci faşist diktaya karşı birleşik devrimci mücadelenin örülmesi, bu gelecek özleminin gerçekleştirilmesi yönünde atılmış tarihsel bir adım da olacaktır.


 
§