9 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/22

İşçi sınıfı yumruğunu masaya vurmalıdır!
Türkiye-AB ilişkisi; bir küs bir barışık!
Doğanın ve kentin talanı için “yenilikler” gündemde!
Direniş şehitleri anıldı
“Tarihsel bir saldırı varsa tarihsel bir direniş gerekir!”
Gülmen ve Özakça için eylemler
Sermaye devleti grev ve direnişlere yasaklarla saldırıyor
‘Kıdem tazminatı haktır, gasp edilemez!’ paneli
Kıdem tazminatı hakkımıza sahip çıkalım!
15-16 Haziran Direnişi’nin ruhuyla genel grev genel direniş!
Dünya kadın örgütlenme deneyimleri üzerine - 5
Örgütlüyüz, güçlüyüz, kazanacağız!
Lise ve üniversiteliler piknikte buluştu
Dinci gericilik eğitimi kuşatıyor!
Yeni yükseköğretim yasa tasarısıyla güvencesizleşme ve şirketleşmenin önü açılıyor
Kapitalizm korumaz süründürür, yaşatmaz öldürür
MI6, Kaddafi ve Manchester katliamı
Kapitalizm çürütür, yok eder!
Nazım Hikmet ve Ekim Devrimi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türkiye-AB ilişkisi; bir küs bir barışık!

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkisi çok eskilere dayanıyor. Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (AET) beri Türk devleti bu emperyalist oluşuma dahil olmayı temel bir hedef olarak gördü. Ekonomik, askeri ve siyasi amaçlarını bu hedef doğrultusunda belirledi. İç kamuoyuna seslenen tüm düzen partileri AB’ye üye olmayı, bu doğrultuda atılan birtakım adımları sürekli kullandı.

Doğu Bloku ülkelerinin oluşturduğu paktın dağılmasının ardından emperyalizmin güdümünde ortaya çıkan devletçikler kısa bir zamanda AB’ye üye oldu. Ancak Türk devleti, AB kapısında hep umutla bekletilen bir ülke olarak kaldı.

Şimdiye kadar “platonik” kalan AB sevdasının nedeni ise ne Türkiye’deki faşizan anti demokratik uygulamalar, ne de şovenist politikanın sürekli güncellediği AB üyesi ülkelerin Türk düşmanlığıdır. Türkiye’nin ABD ile olan köklü bağları ve sürekli yeni gelişmelere sahne olan, tabiri caizse ateşle barutun bir arada olduğu Ortadoğu gibi bir coğrafya ile iç içe olması bu emperyalist bloku fazlasıyla kaygılandırıyor. Bundan çok daha önemlisi ise Türkiye’nin kendisi bambaşka dinamikler taşıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hâlâ çözülemeyen Kürt sorununun kendi devrimci çözümünü dayatma potansiyeli, yanı sıra sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak devrim filizlerinin sürekli yeşerdiği bir yer olması Türkiye’yi AB üyeliği için riskli konuma sokuyor.

Kuşkusuz Türkiye, kapitalist-emperyalist sistem için önemli bir pazardır. Ancak kâr getiren bu pazarla sınırları kaldırmak, belirsizliklerin, risklerin yaratacağı etkiyi de göze alabilmeyi gerektiriyor. Zaten kendi iç bütünlüğü zaaflı olan AB blokunun bunu kaldırması, Türkiye’yi sindirmesi şu haliyle çok gerçekçi görünmüyor. Uzun vadede, Türkiye pazarının istenilen ölçütlere gelmesinin, risk faktörlerinin ortadan kalkmasının ardından emperyalistler, Türkiye’yi kendi birliklerinin içinde tutarak bu pazarda daha fazla tezgâh açmayı uygun görebilirler.

Nam-ı diğer “başkan” Erdoğan’ın kimi zamanlar AB’ye çatıyor olması ise tümüyle iç kamuoyuna yönelik o bilinen aldatıcı manevralarından başka bir şey değildir. Zira AKP hükümetinin ilk yıllarında AB ile ilişkilerin iyice sıcaklaşmasıyla, karşılıklı varılan anlaşma ve adımlarla övünen, yine bu başarıları önceki hükümetlerle mukayese ederek diğer düzen partilerini acımasızca eleştiren de yine Erdoğan’dı. AB’ye yönelik “sert” yaklaşımların para söz konusu olduğunda nasıl yumuşadığı ise bilinen bir başka gerçektir. Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyelik müzakereleri için toplam 6 milyar avroluk fon ayırdı. Bu fondan Türkiye’ye 2007’den bu yana 2.19 milyar avro ödendi.

Esas olarak AB üyeliği, işbirlikçi sermayenin temel bir istemidir. Çünkü AB’nin kendisi sermayenin uluslararası, önemli bir birlikteliğidir. Sermaye tekellerinin bu üst çatı örgütünde yer almak, bu şansı yakalamak yerli sermaye için tarihsel bir başarı olacaktır. Şu haliyle bile bunların, yani yerli, sözde “milli” bu işbirlikçilerin en çok iş yaptığı yer AB’nin kendisidir. Keza AB tekelleri hem kendileri kazanıyor, hem de iş verdikleri bu yerli sermaye gruplarına kazandırıyorlar.

Son günlerde AB ile ilişkileri normalleştirmeye çalışan Erdoğan’ın girişimlerini buradan yola çıkarak anlamak fazlasıyla kolay. Erdoğan, NATO zirvesi için gittiği Brüksel’de Avrupa Parlamentosu (AP) başkanının ardından AB Konseyi başkanı ve Avrupa Komisyonu başkanıyla da görüşmüştü. Dönüş yolunda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’nın aktardığına göre şunları söyledi:

AB üyelik sürecine yeni ve pozitif bir ivme kazandırılması hususunda kendileriyle olumlu bir görüşme yaptık. Türkiye AB göç anlaşmasının uygulanması hususunu müzakere ettik, vize konusunu da müzakere ettik. Terörle mücadelede Türkiye’ye destek olunmasını istedik. Referandum sürecinde yaşananların geride bırakılması gerekiyor. Artık yeni bir süreci başlatma temennisi Tusk (AB Konseyi Başkanı Donald Tusk) ve Juncker (Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker) tarafından da gündeme getirildi.

Birtakım çalışmalar yapmışlar. Şu anda kendilerinden bu yaptıkları çalışmaya yönelik biz 12 aylık takvim aldık. Bu takvim üzerinde dışişleri ve AB bakanlıklarımızla bir çalışma yapacağız ve adımları atacağız. Vize meselesi değil sadece, Kızılay ve AFAD’ın oralara yapacakları para yardımı hususunu da gündeme getirdik. Bu konuda da çalışmaları karşılıklı yürüteceğiz.”

Erdoğan’la ‘net ve gerçekçi’ bir görüşme yaptığını söyleyen AB temsilcisi Tajani ise, Brüksel’deki görüşmenin ardından Erdoğan’ın kendisine Türkiye’nin AB üyeliği için çaba göstermeyi taahhüt ettiğini söylemişti.

Sonuç olarak Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesinin demokratikleşmeyle de, kimi zaman bilinçli olarak alevlendirilen idam tartışmalarıyla da bir ilgisi bulunmamaktadır. Kürt sorununda barışçıl bir çözüm istiyor gibi görünen AB ülkelerinin silah tekellerinin Türkiye’ye, Kürt halkına karşı kullanılan silahların satışından ne paralar kazandığı bilinmektedir. İşçi sınıfını yıkıma götüren IMF politikalarının, özelleştirmelerin, sosyal yıkım saldırılarının arkasında da bu emperyalist merkez bulunmaktadır. 122 devrimci-komünist tutsağın katledilmesine neden olan ve hâlâ sürmekte olan işkencelerin, ölümlerin yaşandığı F tipi hapishaneler de bir AB projesidir. Dolayısıyla işçi sınıfının insanca çalışma ve yaşama koşullarına ulaşabilmesi, Kürt halkının eşitçe ve kardeşçe bir yaşam istemlerinin ve yanı sıra diğer demokratik hak ve kazanımların yolunun AB kapısından geçmediği apaçık ortadadır.

 

 

 

 

MGK toplantısında “terör” demagojisi

 

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı 31 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan başkanlığında kaçak sarayda gerçekleştirildi. Yaklaşık 4,5 saat süren toplantının ardından yapılan yazılı açıklamada, toplantıda “terörle mücadele”, “sınır güvenliği”, Suriye savaşı ve Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik gündemlerinin konuşulduğu belirtildi.

“Tüm dünyanın yararına” yalanı

Açıklamada “sınır güvenliği” konusundaki çalışmalar ve “entegre sınır fiziki güvenlik sistemi” üzerine MGK’ya bilgi sunulduğu belirtilirken, yurt dışında yaşanan IŞİD katliamlarına dair şu demagojik açıklama yapıldı: “Afganistan, Almanya, Belçika, Fransa, Irak, İngiltere, İsveç ve Pakistan’da yaşanan terör saldırılarının, Türkiye’nin terörü önlemeye yönelik iş birliği çağrılarında ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gösterdiği belirtilmiştir.” IŞİD saldırıları ile ilgili Türkiye ile stratejik işbirliği yapılmasının “tüm dünyanın yararına” olacağı da iddia edildi.

Türk sermaye devletinin cihatçı çeteleri beslediğinin üstünden atlanarak Suriye’deki savaş ile ilgili ise şunlar ifade edildi: “Türkiye’nin Suriye ihtilafına siyasi çözüm bulmak için, ülke genelindeki ateşkesi tahkim etmek ve güven artırıcı önlemler geliştirmek üzere, Rusya Federasyonu ve İran’la birlikte tesis etmeye çalıştığı ‘çatışmasızlık bölgelerinin’, insani ve siyasi açıdan bölge barışına katkı sağlayacağı değerlendirilmiştir. Fırat Kalkanı Harekâtı ile DEAŞ terör örgütünden temizlenen bölgelerin yaşanılabilir hâle gelmesiyle, yüz bini aşkın Suriyelinin yaşadıkları yerlere geri dönmesinin önemi üzerinde durulmuştur.”

AB’den “vize muafiyeti” beklentisi

MGK açıklamasında ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri (QSD) üzerinden PKK/PYD ile ilişkiler geliştirmesinin Türkiye tarafından rahatsızlıkla karşılandığına değinilmesi göze çarparken, bunun Türkiye açısından “dostluk ve müttefiklikle bağdaşmadığı” ifade edildi.

Açıklamada ayrıca AB’yle ilişkilerin “tam üyelik” hedefiyle, “vize muafiyeti, fasıllar konusunda çıkartılan engellerin kaldırılması ve sığınmacılara yapılacak yardımlarla ilgili taahhütlerin yerine getirilmesi çerçevesinde geliştirilmesinin desteklendiği” belirtildi.

 
§