9 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/22

İşçi sınıfı yumruğunu masaya vurmalıdır!
Türkiye-AB ilişkisi; bir küs bir barışık!
Doğanın ve kentin talanı için “yenilikler” gündemde!
Direniş şehitleri anıldı
“Tarihsel bir saldırı varsa tarihsel bir direniş gerekir!”
Gülmen ve Özakça için eylemler
Sermaye devleti grev ve direnişlere yasaklarla saldırıyor
‘Kıdem tazminatı haktır, gasp edilemez!’ paneli
Kıdem tazminatı hakkımıza sahip çıkalım!
15-16 Haziran Direnişi’nin ruhuyla genel grev genel direniş!
Dünya kadın örgütlenme deneyimleri üzerine - 5
Örgütlüyüz, güçlüyüz, kazanacağız!
Lise ve üniversiteliler piknikte buluştu
Dinci gericilik eğitimi kuşatıyor!
Yeni yükseköğretim yasa tasarısıyla güvencesizleşme ve şirketleşmenin önü açılıyor
Kapitalizm korumaz süründürür, yaşatmaz öldürür
MI6, Kaddafi ve Manchester katliamı
Kapitalizm çürütür, yok eder!
Nazım Hikmet ve Ekim Devrimi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni yükseköğretim yasa tasarısıyla güvencesizleşme ve şirketleşmenin önü açılıyor

 

Sermaye devleti KHK’larla gerçekleştirdiği ihraçlarla, kendisine muhalif, ilerici akademisyenleri tasfiye etmiş, öte yandan da kamuda iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedeflemişti.

Yükseköğretimle ilgili kabul edilen bir yasa tasarısıyla, üniversitelerin şirketleşmesinin, yandaş kadrolaşmanın ve akademisyenler üzerindeki denetimin önü açılmaya çalışılıyor. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi Ve Teknoloji Komisyonu’nda 1/837 esas numarasıyla görüşülen ve kabul edilen yasa tasarısı da bu açıdan ağır ve kapsamlı saldırılar içeriyor. Meslek liselerindeki staj uygulamasının bir benzeri yükseköğretim için de zorunlu hale getiriliyor. Akademisyenlerin hakları tırpanlanırken, tamamıyla güvencesizlik dayatılıyor.

Üniversiteler tamamıyla şirketleşecek

1 Ocak 2018’de yürürlüğe girmesi planlanan sistemle, atanacak araştırma görevlilerinin esnek ve güvencesiz şekilde, 50/d ile atanması ön görülüyor. Fen ve mühendislik alanında okuyanların ise son senenin bir yarıyılını özel işletmeler, teknoparklar, “araştırma altyapıları” veya Ar-Ge merkezlerinde, asgari ücretin yüzde 35’i kadar ücret alarak çalışmaları “uygulamalı eğitim” adı altında zorunlu hale getiriliyor. Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurularak benzer adımların meslek yüksek okullarında atılması hedefleniyor. Üniversiteler bünyesinde de “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketlerinin kurulmasını ön gören tasarıyla üniversitelerin sermayeye  peşkeş çekilmesi süreci hızlandırılıyor.

Yanı sıra sermaye, eğitim müfredatının ve kontenjanların planlanmasında da söz sahibi yapılmak isteniyor. Bu amaçla bünyesinde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin de (TOBB) bulunduğu “Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu” kurulacak. Üniversitelerin “iç ve dış kalite güvencesi” için de “bağımsız dış değerlendirme kurumları” yetkilendirilecek.

“Performans ve makbullük”

Sermayeye sömürü olanaklarıyla birlikte güvencesizlik ve akademisyenlere dönük denetimler de arttırılıyor. Tasarıyla YÖK’ün ve rektörlüklerin “makbul” gördüğü öğretim üyeleri birer yıllık sözleşmelerle 75 yaşına kadar çalışacak. Araştırma görevlilerinin ise sadece %20’si, “performans” kriterlerini karşılamaları koşuluyla yardımcı doçentliğe atanabilecek. Yardımcı doçentliğe ataması yapılmayan araştırma görevlilerinin de, daha sonra kurumuna atanabilmesi için en az bir eğitim-öğretim yılı, yurtiçinde veya yurtdışında farklı bir yükseköğretim kurumunda çalışması gerekecek.

Yapılmak istenen düzenlemeye göre doktora, uzmanlık ve sanatta yeterlilik eğitimini tamamlamış akademisyenlerin istihdam edildikleri üniversitede görev yapan öğretim elemanı kadrosunun yüzde 5’ini geçmeyecek şekilde ve en fazla üç yıl süreyle “doktora sonrası araştırmacı” adıyla sözleşmeli olarak istihdam edilmesi planlanmakta. Tasarıda “doktora sonrası araştırmacı” statüsünde çalışacakların maaşlarının en fazla 3 bin 800 TL olacağı belirtilirken ücretin belirlenme yetkisinin YÖK’te olacağı yer alıyor. Ayrıca, “mevzuatta aksine hüküm bulunsa dahi” başka bir ödeme yapılmayacağı ve sözleşmeye bu yönde hüküm konulamayacağı da tasarıda bulunuyor.

 

 

 

 

Tutsak DGB’li Enise İlin’den mektup

 

Meydanlarda yaptığımız ‘direniş’ çağrısını zindanlar ardından yineleyerek sesleniyorum işçi sınıfının genç neferlerine...

Öğrenciler, kadınlar, işçi ve emekçiler referandumun şaibeli sonuçlarını protesto etmek için birçok yerde sokakları doldurdular. Ben de bu protestoların birinde yerimi almıştım. Okullarda, fabrikalarda ve sokaklarda yükselttiğimiz ‘Hayır’ katliamlara, çocuk işçiliğe, faşist diktaya, tecavüze yani sömürü düzenine karşı mücadele saflarına çağıran bir davet idi. Onlar için ise korkunun ve kaygının başlangıcıydı. Toplumu sindirmek için başvurdukları yöntemlerden birine sığınarak benimle birlikte 6 kişiyi tutukladılar. Soma’da maden işçilerini katledenler tutuksuz yargılanırken, Ensar Vakfı aklanırken bizlerin tutuklanması hukukun, yargının kimlerin çıkarları doğrultusunda işlediğinin örneklerinden yalnızca biri.

Bizi tutuklayarak gençliği korkunun sofrasına çağıranlara alkışlarla, sloganlarla bizi Şakran’a uğurlayanlar gereken cevabı vermiştir. Cezaevlerini irademizi teslim alabilecekleri, bizleri yılgınlığa düşürebilecekleri bir yer olarak görenlerin saldırıları burada da devam etti. İnsanlık onuruna bir saldırı olan çıplak aramaya maruz kaldık. 2 gün kaldığımız geçici koğuşta en temel ihtiyaç olan su dahi verilmedi. Adli koğuşlara yerleştirilmeyi kabul etmediğimizi söylediğimizde ise IŞİD’lilerin kaldığı koğuşa yerleştirilmekle tehdit edildik. Yalnızlaştırma politikalarını devreye sokarak bizleri ayrı ayrı adli koğuşlara yerleştirdiler. Yaklaşık 20 gün sonra tecriti kırmayı başarıp 3 kadın bir araya geldik.

Adli koğuşlar düzenin kirliliğini, çelişkilerini en iyi gözlemleyebileceğimiz alanlardan biri. Çocuk yaşta evlendirilmiş, tecavüze uğramış, şiddete maruz kalmış kadınlarla dolu. Toplum dışına itilmişlerin, Kürt, Roman ve yoksulların yoğunlukta bulunduğu mahallelerden buraya sürüklenmeleri şaşırtıcı değil.

Devrimci tutsakları adli koğuşlara “çürümelerini” umut ederek yerleştiriyorlar. Fakat buradaki insanları bilinçlendirmek ve yaşadıkları sorunların kaynağını anlatmak, örgütlü tepkiler vermelerini sağlamak için çaba sarf etmeye başladığımız an durum pek umut ettikleri gibi olmuyor.

Ben yabancıydım dört duvara ama onlar beni tanımıştı. Ümit ve Habip’in teslimiyete çağıranlara karşı verdikleri direnişi, Hatice yoldaşın inancını ve inadını yüreğinde taşıyan binlercesi gibi zindanlara sığamayışımdan tanımışlardı.

Faşizmin henüz ayak seslerini işittiğimiz bugünlerde, meydanlarda ve zindanlarda saflarımızı daha sıkı, yumruklarımızı daha sert ve sloganlarımızı daha gür tutarak inanç ve öfkeyle bilenmiş yüreklerimizle mücadeleyi yükselterek devrime giden yolda bir an olsun yılgınlığa düşmeden, emin adımlarla ilerlemekten geri durmayacağız!

DGB’li Enise İlin

21 Mayıs 2017


 
§