30 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/25

Kamu emekçileri iş, onur ve gelecek için direniyor
Hukuka ve adalete dair…
Kazanma hedefine kilitli ve kararlı eylem hattı
Nuriye ve Semih’ten mesaj
“Bir adım ileri atılarak direnişler büyütülmeli”
Kamu emekçilerinin İstanbul’daki direnişi sürüyor
“İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı ciddi mücadele verilmesi gereken bir saldırıdır”
Sınıftan haberler...
Madımak’ı tutuşturan kibrit hâlâ ellerinde!
Ateşte semah dönmeye devam edecek
Katliamcılık bu devletin mayasında var
“Bir devletin trajikomik olarak yapabileceği her şeyi yaptılar”
Sınıf mücadelesi ve meslek liseleri
Sınavlar ve gerçekler
Gericiliğin evrimle imtihanı
Suriye’de çocuklar, dünyada insanlık felç geçiriyor!
Suriye ve bölgede son dönem
ABD ile birlikte nereye kadar?
Fransa seçimleri ve sonuçları
Derby işgali 49. yılında yol gösteriyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hukuka ve adalete dair…

 

Varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun üretim yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur.” (Marx)

İnsanlık tarihinde sınıfların, özel mülkiyetin doğuşu ve devletin “icadı” ile birlikte hukuk da gelişmiştir. Tarihte ilk olarak MÖ 21. yüzyılda Sümerli Ur Nammu tarafından yazılı kuralların konulduğu belirtilmektedir. Ancak daha kapsamlı şekilde MÖ 2000 yıllarında Babil hükümdarı Hammurabi’nin adıyla anılan Hammurabi Yasaları ile ticaret, mülkiyet, aile ve ceza hukukuna ait 282 maddeden oluşan yasalar oluşturulmuştur. Hammurabi Yasaları ile Babil’de bulunan toplumsal sınıflar ve katmanlar arasındaki hukuksal ilişkiler düzenlenmiş, dönemin mülk sahibi sınıflarının (toprak sahiplerinin, rahiplerin, tüccar ve tefecilerin) köleler üzerindeki de dahil olmak üzere, mülkiyet haklarının korunması amaçlanmıştır. Böylelikle “adalet mülkün/devletin temelini” oluşturmuş, “Her üretim biçimi, kendine özgü hukuksal kurumlarını, kendi yönetim tipini” yaratarak bugünlere gelinmiştir.

Her ne kadar egemen sınıflar toplumu yönetmek adına sınıflar üstü bir devlet yapısından, hukukun üstünlüğünden bahsetseler de gerçek böyle değildir. Bu nedenle sınıflara ve sömürüye dayalı toplumsal düzenlerde, hukukun varlığı adaletin olduğu anlamına gelmemektedir.

Kuşkusuz ki ezen-ezilen mücadelesi hukuksal alanlarda da sürmüş, haklar ve özgürlükler için koruyucu hukuki önlemler de elde edilmiştir. İnsanlığın ilerici mücadelesi çerçevesinde birtakım değerler yaratılmıştır. Günümüz burjuva düzeninde de bu mücadelenin seyrine göre belirli kazanımlar olmakla birlikte, bunların hep iğreti kaldığını ve geçici olmaya mahkûm olduğunu da vurgulamak gerekir. Zira burjuva düzen hukukunda, “kanun önünde herkes eşittir” ama kanunlar eşitsizlik üzerine yazılıdır. Bu nedenle burjuva hukukun adilliğinden bahsetmek bile gereksizdir. Bu sınıflı düzende “adalet” öncelikli olan mülk sahibi sınıfların hakkıdır. Ya da tersinden ifade edilirse, “yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır, büyük sinekler ağı deler geçer” diyen Marcus Aurelius haklıdır.

Özetle, sömürünün, sınıfların, ezme-ezilme ilişkisinin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, “zalimin zulmüne karşı” adalet arayışı da başlamış, bugünlere dek sürmüştür. Bu adalet arayışı kimi zaman mahşere havale edilmiş, kimi zamansa dişe diş mücadelenin konusu olmuştur. ‘Adalet’ her zaman ezilen ve sömürülenler için ihtiyaç duyulan bir özlem olarak dile getirilmektedir. Ancak sömürüden kurtulmadan işçi ve emekçilerin adalet ihtiyacı ortadan kalkmayacaktır.

Türkiye’de tablo

Türkiye’de ise, burjuva hukukun “adalet önünde herkes eşittir” ilkesi bile çoktan rafa kaldırılmıştır. Ülke gerçekliğinde yargı ‘cüzdanları ve vicdanları arasında sıkışan’, sermaye ve devletinin önünde ‘cüppelerini ilikleyen hakimler’in elindedir. AKP iktidarı ile birlikte mevcut düzen hukukunun çivisi iyice çıkmıştır. Toplumsal yaşamın hemen hemen her alanına dair yazılı yasaların çiğnendiği görülmektedir. “Hukukun üstünlüğü” gibi burjuva düzen kavramlarının içinin ne denli boş olduğu görülmektedir. Hak ve özgürlükleri koruyucu hukuki birtakım kazanımlar, yeni hukuksal düzenlemelerle bir bir ortadan kaldırılmaktadır. İktidar olanın ve yandaşlarının elinde tuttuğu güçle hukuk işlemekte ve bu durum, bir ezme aracı olarak göstere göstere yapılmaktadır. Hukukun egemenlerin çıkarına göre şekillendiğini, güçlünün hukukunun uygulandığını gören işçi ve emekçilerinse, AKP dönemi ile birlikte “kutsal” yargıya, hukuka güveninin giderek azaldığı da bir veridir.

Bununla birlikte işçi ve emekçiler görmektedir ki, hak ve özgürlüklere dair var olan hukuki kurallar ancak toplumsal bir tepki olduğunda uygulanabilmektedir. Örneğin kadın cinayetlerinin korkunç boyutlarda artmasına rağmen halen katillerin “iyi hal indirimleri” ile ödüllendirildiği bu sistemde ancak toplumsal tepkiler örgütlenebildiğinde bunun önüne geçilebilmektedir. Ya da çevreyi koruma kanunları da ancak direnişlerle yaşama geçmektedir vb...

Esas olan mücadelenin yasalarıdır!

Sömürünün, ezilmişliğin, ayrımcılığın giderek arttığı günümüz koşullarında toplumun farklı kesimleri adalet isteminde yan yana gelebilmektedir. Zira ‘AKP hukuku’ herkese dokunmaktadır. OHAL ile birlikte var olan hukuk da rafa kaldırılmıştır. Bundan dolayı toplumun büyük çoğunluğunda adalet ihtiyacı/arayışı artmaktadır. Bu tepkinin kurulu düzeni aşma potansiyeli/ihtimali, düzenin sahiplerinin kaygılarını arttırmakta, hukuk devletine, adalete dair söylemleri sermayenin sözcülerinden de şu sıralar sıklıkla duymaktayız.

Bu nedenle, işçi ve emekçi kitlelerde öne çıkan adalet isteminin burjuva muhalefetçe istismarına izin verilmemelidir. Esas olanın mücadelenin yasaları olduğu gerçeğiyle hareket ederek hukuksuzluklara, haksızlıklara karşı gelişen adalet arayışını devrimci sınıf mücadelesi eksenine kazanmak ise günün önemli görevlerinden birisidir.

 

 

 

 

OHAL Komisyonu oyalaması

 

OHAL/KHK saldırılarıyla on binlerce kamu emekçisini ihraç eden, yüzlerce derneği kapatan AKP’nin OHAL Komisyonu oyunu önümüzdeki hafta başlıyor.

Yaklaşık bir yıl sonra çalışmalarına başlayacak komisyonun 7 üyesine 200 kişi destek sunacak.

Komisyona 110 bin dolayında başvuru yapılması beklenirken, bunların 105 bini, şu ana kadar OHAL kapsamında çıkarılan KHK’larla kamudan ihraç edilen asker, polis ve memurun itirazlarına ilişkin olacak. 5 bin dolayındaki başvurunun ise kapatılan dernek, vakıf, şirket gibi tüzel kişilikler için yapılması bekleniyor.

Başvurular valilik ve ilişiği kesen kurumlar üzerinden yapılabileceği gibi internet üzerinden de yapılabilecek.

Komisyon çalışmalarının yaklaşık 2 yıl sonra tamamlanacağı belirtiliyor.

Komisyon, mükerrer başvuruları birleştirerek, tek esas üzerinden karara bağlayacak. Yani ihraç edilen kamu emekçileri ve kapatılan derneklerin başvuruları ayrı ayrı değerlendirilmek yerine genel bir değerlendirmeyle ele alınacak. Bu da komisyon sürecinin bir oyundan ibaret olduğuna ve asıl kararların yine dinci iktidarın siyasal hesaplarına göre verileceğine işaret ediyor. Bu sözde değerlendirme sürecinin iki yıl süreceğini de göz önüne aldığımızda ihraç edilen emekçilerin ve kapatılan derneklerin bu süreçte de mağduriyetleri sürecek. Önceden başlatılmış yargı süreçleri de komisyona havale edilerek sil baştan başlayacak.

 
§