15 Şubat 2019
Sayı: KB 2019/07

Gerici kutuplaşma toplumu zehirliyor
Neo-liberal yıkımın sorumlusu saray rejiminin kuyrukları
“Ekonominin lokomotifi” tekliyor, bedeli işçiler ödüyor!
“Arlı arlıyı, arsız arsızı savunur!”
“Sosyal demokrat” CHP
Küçükçekmece’den işçi kadınlar panel-foruma çağırıyorlar
Tekstilde TİS süreci ve görevlerimiz
Antep’te işçi eylemleri
Her şey biz işçilerin ellerinde!
9 Kasım 1918: Alman Devrimi’nin doğuşu - Ernst Thälmann
Alman Devrimi ve sosyal demokrat ihanet - William L. Shirer
ABD emperyalizmi Ortadoğu’da yeni hesaplar peşinde!
Sarı Yelekliler hareketi 3. ayını geride bırakıyor
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Kadınların özgürleşmesine dair iki ayrı tutum
Karanlığa karşı ‘geleceğiz’!
Metal Fırtına’dan öyküler
Yasak
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Metal Fırtına’dan öyküler

Metal Fırtına’nın öyküsü bilinenin aksine uzun yıllar önce başlamıştı. 1980 öncesinde, acı çeken, ezilen, sömürülen milyonların kurtuluşu için tüm samimiyeti ile mücadele eden Sinan’lar, Haydar’lar başlatmıştı bu öyküyü.

Bir zamanlar milyonların devrimci komünist partisi olmakla övünen halkçı partinin önderlik kadrolarının önemli bir bölümü sermaye düzenin 12 Eylül darbesi karşısında rezil bir tutum almıştı. Ama tarih her şeye rağmen umutsuz değildi. Sayıları bir elin beş parmağını geçmese de Sinan’lar ve Haydar’lar yürüttükleri mücadelenin hakkını vermişlerdi. 12 Eylül’ün işkence tezgâhlarından başı dik çıkanlar Metal Fırtına’nın öyküsünü 1980’lerin ortalarından bu yana yazmaya başlamışlardı.

Bu öykü Habibler, Ümitler, Haticeler, Hüseyinler, Alattinler ile çoğalmıştı.

Zeynel de yazılan devrimci sınıf öyküsünün bir parçası olmuştu, 2000’li yıllarda. Bu öykü bir kurgu değil. Bu öykü tarihe tanıklık etmiş sınıf devrimcilerinin öz deneyimlerinden süzüldü. Ne bir eksik ne bir fazla!

Pehlivan Ali sınıf devrimcisine göz kırptı: Devrimci işçiler fabrikalara!

Yıl 2005… Zeynel devrimci sınıf çalışması için işbaşı yaptığı fabrikada sınıfın devrimci öfkesine ve kendiliğinden sınırlarda da olsa sınıf bilincine tanık olduğundan beri kalbi işçi sınıfıyla, sınıf mücadelesiyle atıyordu.

Ali Usta, namı diğer Sakaryalı Pehlivan Ali, 10 yıldır fabrikada çalışıyordu. Aslen Trabzonlu olan Ali, ailesi ile birlikte Sakarya’ya taşınmış, sonrasında ise ekmek kavgası onları Söğütlüçeşme’ye getirmişti. Pehlivan işini severek yapan bir işçiydi. Aldığı maaş geçimine yetmediği için ek iş yapıyordu. Büyük vurgun yaparak insanları dolandıran bir kuyumcunun yanında çalışıyordu.

Ali fabrikaya, imalat müdürü olan adaşı sayesinde girmişti. Ailecek görüşüyorlardı. Ama kapitalist sömürünün doğal organizasyonu sonuncunda imalat müdürü, Pehlivan Ali ile arasına mesafe koymuştu. Öyle ki imalatta çalışırken Pehlivan Ali’nin tüm samimi bakışlarına ve arkadaşlık ilişkisini devam ettirme çabasına rağmen müdür Ali asla buna izin vermiyor, imalat müdürü olduğunu her fırsatta hatırlatıyordu.

8-4 vardiyasındaydılar. Pehlivan Zeynel’in ustasıydı. Cıvata ovalaması yaptıkları makinada küçük ebatlı civatalara diş açıyorlardı. Kürekle makinaya cıvata yüklüyor, raylardan vibrasyon yardımı ile geçen cıvatalara diş açıyorlardı. Her günkü gibi o gün de İmalat Müdürü Ali, adaşının yanından onun yüzüne bakmadan geçmiş ve odasına çıkmıştı.

İmalat müdürlerinin odaları bir pencereden hep imalat hattını götür. Ve imalat müdürü bu camdan sömürüyü nasıl arttırabilirim diye imalata bakardı. Aynı zamanda işçiler kafa kaldırmasın diye bir sopa olduğunu da gösterirdi.

Pehlivan Ali, adaşı yine camdan bakarken ona meydan okurcasına elindeki işleri bırakıp bir ayağını cıvata kasasının üstüne, bir elini de dizine koydu. Diğer eliyle de Zeynel’e kendi adaşının odasını gösterdi.

Bak!” dedi kendinden emin ve öfkeli bir ses tonuyla: “Bu ülkede kölelik var! Şu yukarıdaki camı görüyor musun? Oradan bakarak bize korku salmaya çalışıyorlar. Burada gün boyu kıçını yırtarak çalışsan da yukarıdan bakan o gözlüklü için hiçbir anlamın yok. Bunları memnun etmenin imkânı yok. Bunlar hep daha fazlasının peşinde. Bizi insan yerine koymuyorlar. Sürekli tepemizde baskı kuruyorlar.”

Bütün hücreleri coşkuyla dolmuştu Zeynel’in. Parçası olduğu işçi sınıfı, milliyetçi, muhafazakâr önyargılarla kuşatılmış işçi kardeşi devrimci yanını göstermişti. Zeynel için Metal Fırtına böyle başlamıştı.

İşte bu” dedi Zeynel. İşte uğruna her türlü bedelin ödenebileceği davanın cevheri buradaydı. Tüm parlaklığı ile gözlerinin önünde pırıl pırıl parlıyordu.

Zeynel devrimci sınıf ideolojisini anlamak ve kavramak için kitaplar okumuştu. Ama anlatılan hikâye ve romanlardaki devrimci işçi tipi ile fabrikalarda karşılaştığı işçi tipleri arasında çok büyük farklar vardı. İşçiler sermaye düzeninin ideolojisi ile zehirlenmişti, uzun zamandır. İşçilerdeki devrimci yanı arıyordu. Bu yanıyla işçi arkadaşlarını gözlemliyordu.

Pehlivan Ali’nin sözleri tüm soruların cevaplanmasına neden olmuştu. Artık her şey netti. Şimdi görev sabır ve inançla yakaladığı bu devrimci enerjiyi açığa çıkarmaktaydı.

İndik, çıktık, yendik, yenildik ama nerede bir işçi haykırışı nerede köleliğe karşı irili ufaklı çıkışlar olsa gelecek güzel günlerin mimarı işçi sınıfına olan inançla dolup taştık” diye düşündü Zeynel. Ve akıp gitti düşünceleri: “Diyar diyar dolaştık. Tarihsel ve öz deneyimlerimizin de gösterdiği üzere sınıf mücadelesinin devrimci enerjisinin kendiliğinden sınırları çok dar. Ve bu mücadele her defasında sermaye sınıfının kölelik zincirlerini daha fazla kalınlaştırması ile sonuçlanıyor. Burada sınıfın devrimci öncülerine önemli sorumluluklar düşüyor. Sınıfın içinde onunla birlikte bu mücadeleyi bilinçli bir zemine çekmek!”

İğneyle kuyu kazılıyor; sınıf devrimcileri fabrikalarda, işçi aydınlatma faaliyetlerinde!

Kafasında hiçbir soru işareti kalmayan Zeynel için artık fabrikalar, bacaları onlara baktıkça geleceğin güzel düşlerini kurduğu yapıtlara dönüşmüştü.

31 Temmuz günü yine yorucu bir gün olmuştu. Tavanı alçak olan fabrikada sanki yaz güneşi tepelerindeydi. Buna rağmen gün boyu kürek sallamıştı. Günün sonuna doğru terden ıslanmayan yeri kalmamıştı.

Saat 15.30 gibi yönetim katına çıkması söylendi. Yönetim katında fabrika müdürünün odasına yönlendirildi. Kapıyı çalıp içeri girdi. Fabrika müdürü bir kez bile suratına bakmadı. “Performansını beğenmedik seni işten çıkarıyoruz” dedi ve kapıyı gösterdi.

Zeynel soyunma dolaplarına giderken “acaba daha fazla nasıl çalışabilirdim” diye düşündü. “Nerede eksik yaptım” diyerek çalışmasını gözden geçirdi. Ama bir şey bulamadı. Birden yan makinada gün boyu iş yapmadan yatan Süleyman aklına geldi. Niye onu çıkarmadılar diye okkalı bir küfür salladı.

Cıvata fabrikasından talihsiz bir şekilde işten atılmıştı Zeynel. Faaliyetlerinin bir parçası olduğu İşçi Kültür Evi ihanetçi Türk Metal sendikasının temsilcisinin takıldığı yerin karşındaydı. Tabii bunu işten atıldıktan sonra öğrenebilmişti.

Ama bunu temsilcinin yanına bırakmadılar yoldaşları ile birlikte. Fabrikada temsilci Yaşar’ın ipliğini pazara çıkardılar. İşçilerin işsizlik korkusundan ses çıkarmadığı Yaşar’a ve onun patron işbirlikçisi tutumuna karşı işçileri mücadeleye çağıran bildiriler dağıttılar. İşçiler tarafından sahiplenilen bu faaliyetler sonrasında Yaşar temsilcilik görevini ve fabrikayı bırakmak zorunda kalmıştı.

Ancak Türk Metal düzeni yıkılmamış bir Yaşar gitmiş başka bir Yaşar gelmişti.

Zeynel, Pehlivan Ali’den bir kere işareti almıştı. Onun yeri artık fabrikalardı. Uzun zamandır işbaşı yapmaya çalıştığı bölgenin büyük fabrikalarından birinde en sonunda işbaşı yaptı.

Bu fabrikada da Türk Metal vardı. Bu sefer daha dikkatli olacak, hatta uzunca bir süre hiç kafasını kaldırmayacaktı.

İşçiler harıl harıl çalışıyordu. Katlanılması zor bir sömürü vardı fabrikada. Ve kalite çemberi uygulamaları ile 1,5 yıl çalıştığı fabrikada imalat yüzde 150 artmıştı. Bu artık teknolojik yenilemeden ziyade çalışma temposunun artışından olmuştu.

İlk işe girdiğinde toplu sözleşme süreciydi. O sıralar hükümet tarafından, düzen içi kapışmanın bir tarafı olan sendika başkanına yönelik de baskılar vardı.

Sendika Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda bir etkinlik yapacaktı. Sendika temsilcileri gece vardiyasından çıkan herkesi toplantıya götürdü. Kimsenin “gidemem” deme şansı yoktu. İşin sonunda işinden olmak bile vardı.

Zeynel de gece vardiyasındaydı. Gece çalışırken toplantının olacağı ve herkesin gideceği söylendi. Ustası Vedat’a “Ben gitmesem olmaz mı?” diye sordu Zeynel. Vedat ikiletmeden, “Sen daha yeni girdin işe, fazla göze batma. Gel birlikte gidelim bir şey olmaz” diye yanıtladı.

Salonun girişinde herkesin eline sendika ve Türk bayrağı tutuşturuldu. Bir de Mustafa Özbek’in yüz siluetinin olduğu maskeler verildi. Herkes maskeleri takacak diye özenle tembih ediliyordu.

Tüm salon Mustafa Özbek olmuştu. Biraz bekledikten sonra coşku ve şaşa ile Mustafa Özbek salona geldi. Konuşmasını üç başlık üzerine kurmuştu. İlkinde kendinden ve güçlü Türk Metal sendikasından bahsetti. Sonra örnekleriyle kendi sözleşmelerinin aynını imzalayan fotokopi sendikacısı diye adlandırdığı Birleşik Metal’den bahsetti.

Zeynel’in asıl ilgisini çeken, Özbek’in son konuşmasıydı. İsim vermeden söyledi söyleyeceklerini. “Fabrika önlerinde elinize beyaz kâğıtlar tutuşturacaklar onlara inanmayın ve fabrika önlerinden kovalayın onları. Onların amacı ortalığı karıştırmak, çalışma huzurumuzu bozmak” diyordu mafyanın başı.

Özbek konuşurken sınıf devrimcisi Zeynel’i bir gurur hissi sarmalamıştı. Özbek sınıf devrimcilerinin toplu sözleşmeye dönük müdahalelerinin bir parçası olan bildirilerden bahsediyordu. Anlaşılan o ki patronlar ve onun denetimindeki sendika kendi düzenleri için gerçek tehdidin farkındaydı.

Servisle geri dönerken fabrika çevrelerine astıkları afişlerin hemen sökülmesine, sökemediklerine dönük öfkeli tırmalama izlerine şimdi daha iyi anlam veriyordu.

Sınıf devrimcileri doğru yoldaydı. Metal işçisinin nabzını tutuyor, onunla birlikte nefes alıyorlardı. Bugün olmasa yarın bu öykü gerçek zeminine oturacaktı.

Zeynel Metal Fırtına’da koştururken hiçbir şeyin boşluktan doğmadığının farkındaydı. 30 yıldır yazılan öykünün devamıydı bu.

Y. Derviş