29 Kasım 2019
Sayı: KB 2019/44

“Şer üçlüsü” asgari sefalet artışına hazırlanıyor…
Yaşanılabilir bir dünya sosyalizm ile mümkündür
Ankara Katliamı’nı engellemeyenler Suriye’de IŞİD ile mücadele eder mi?
“Emek ve demokrasi güçlerine yönelik gözaltılara son!”
Erdoğan-AKP iktidarının işsizlik manipülasyonu
Kurtuluşumuz çaresizlikte değil, mücadelededir!
İşten atılan Ataşehir Belediyesi işçileri direnişte kararlı
Valfsan’da yaşananlara dair
Metal işçileri MESS’in kölelik dayatmalarına geçit vermeyecek!
4 Aralık Dünya Madenciler Günü…
TKİP VI. Kongresi tutanakları… Sendikalar ve sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin sorunları-2
Devrimin güncel çağrısı: İşçi sınıfı ekseni ve önderliği
Parti örgütlerinden 21. yıl etkinliğine mesajlar…
Almanya’da coşkulu parti ve devrim gecesi
Engels’in 200. doğum yılı…
2019 25 Kasım’ı…
“Üniversite”nin tarihi
Ankara Üniversitesi SBF’de faşist saldırılar devam ediyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2019 25 Kasım’ı…

Kadına yönelik şiddete öfke ve tepki büyüyor

 

25 Kasım’ı dünya genelinde olduğu kadar, ülkemizde de kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı bir dönemde geride bıraktık.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, ülkemizde de eylem ve etkinliklere sahne oldu. İstanbul başta olmak üzere İzmir’den Antalya’ya, Mardin’den Adana’ya pek çok şehirde ve ilçede gösteriler gerçekleşti. Geçtiğimiz yıllara nazaran yapılan eylemlerin yaygınlığında, AKP iktidarının kadınlara yönelik uyguladığı politikaların ve saldırıların ulaştığı boyut etkili oldu. Kadınların tüm kazanımları hedef tahtasına çakılmış durumda. Nafaka Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler, aile arabulucuğunun getirilmek istenmesi, kadınları şiddete karşı korumayı amaçlayan 6284 sayılı yasaya dönük saldırılar, uluslararası bir nitelik taşıyan ve Türkiye’nin de imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin yok sayılması gibi adımlar, özellikle kadınların tepkilerini sürekli kıldı. Kadın cinayetlerinde belirgin şekilde artış da bu tepki ve öfkede belirleyici yerde duruyordu. Ağustos ayında kızının gözleri önünde vahşice öldürülen Emine Bulut’un katledilmesi tetikleyici bir rol oynarken, Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” çığlığı, “Yaşamak istiyoruz” şeklinde tüm eylemlerde yankısını buldu.

Her geçen gün derinleşen ekonomik kriz ve yaşam koşullarının ağırlaşması da gerçekleşen eylemlerin temel bir gündemiydi. Öte yandan özellikle Kürt illerinde sokağa çıkan kadınlar, aynı zamanda kadın mücadelesine darbe vuran belediye yönetimlerinin kayyumlara devredilmesine karşı “devlet şiddetini” öne çıkardılar.

AKP iktidarının tek adam rejimiyle birlikte dizginsiz bir şekilde uyguladığı baskı ve terörle toplumsal muhalefeti sindirmeyi amaçlayan politikalarına rağmen sokaklara çıkan kadınlar, yasaklarla da karşılaştılar. İstanbul Taksim’de eylem yasaklanmasına rağmen, kadınların basıncı sonucu geri adım atıldı. Ancak eylemin bitiminde “devlet” şiddeti bir kez daha devreye girerek, plastik mermilerle, biber gazlarıyla saldırı gerçekleşti. Bu yasakçı politikalar Ankara’da, Antalya’da, Bursa’da ve özellikle Kürt illerinde uygulanmaya çalışıldı. Kadınların kararlılık sergilediği alanlarda ise yasakçı dayatmalar geri püskürtülebildi.

İşyerlerinde şiddete karşı “sesler”

Pek çok il ve ilçede gerçekleşen eylemlerin katılımcısı, AKP’nin kadın politikalarına karşı çıkan, toplumun ilerici kesimlerini oluşturan heterojen bir kitle olmasına rağmen, bu yıl yaygın bir şekilde sendikalar tarafından da kadın işçilere dönük eylem ve etkinlikler düzenlendi. Özellikle metal, petrokimya ve tekstil sektörlerinde örgütlü sendikalardan her biri, gerek merkezi düzlemde gerekse işyerlerinde eylem ve etkinlikler gerçekleştirdiler. Kadın işçilere dönük kitlesel toplantı ve eylemler yaptılar, mor kurdele kampanyası düzenlediler, işyerlerinde kadına yönelik şiddeti engellemeye dönük projelerin startını verdiler, eğitim toplantıları yaptılar.

Kuşkusuz bu tablo, mevcut erkek egemen anlayışın hakim olduğu bürokratik sendikal yapıların, kadın sorunu konusunda bir değişim içine girdikleri anlamına gelmiyor. Bürokratik sendikal yapılar bir yandan toplumun yakıcı bir gündemi haline gelen kadına karşı şiddet konusunda göstermelik de olsa söz söyleme gereği duydular. Keza kimi sendikaların bünyelerinde yer alan ilerici güçlerin ve kadınların basıncıyla davrandılar. Aynı zamanda imzacısı oldukları uluslararası sözleşmelerin yükümlülükleri gereğiyle de hareket ettiler. Örneğin, 2019 yılında imzalanan ILO’nun 190 sayılı (Çalışma Yaşamında) Taciz ve Şiddet Sözleşmesi söz söylemeyi zorunlu kılmaktadır.

***

25 Kasım’da gerçekleşen eylem ve etkinlikler, AKP iktidarı eliyle sermaye düzeninin on yılı aşkındır kadınlara yönelik uyguladığı düşmanca politikalarına ve kadınların her geçen gün ağırlaşan yaşam koşullarına karşı tepkinin ürünü olarak gerçekleşti. Aynı zamanda baskı ve teröre rağmen bu alanda açığa çıkan enerji ve dinamiğin sürekliliğine de işaret etti.

Kadınların hak ve özgürlük mücadelesinin simgesi günlerden biri olan 25 Kasım’da bu öfke ve tepki, kitlesel eylem ve etkinliklerle kendini açığa vurmasına rağmen, örgütlülüğe sahip olduğu anlamına gelmiyor, özellikle işçi kadınlar arasında…

Kadına yönelik şiddeti feministlerin erkek şiddetine indirgeme çabalarına rağmen, bu şiddetin ve var olan toplumsal çürüme ve yozlaşmanın gerisinde ise, sömürü ilişkileri ve sınıfsal ezilmişlik yatmaktadır. Şiddet, bir bütün olarak kadın cinsine yönelik olsa bile çok yönlü sonuçlarını ağır bir şekilde yaşayanlar işçi ve emekçi kadınlardır. İstatistikler halinde yayınlanan kadın cinayetleri örnekleri dahi, şiddetin hedefindeki kadınların sınıfsal konumlarına ayna tutmaktadır.

Dolayısıyla, 25 Kasım’da açığa çıkan öfke ve tepki, şiddetin gerçek kaynağına karşı, işçi ve emekçi kadınları örgütleme ihtiyacını bir kez daha hatırlatmış oldu.