24 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/04

Düzen cephesi ve metal TİS’leri
Sürecin seyrini metal işçisinin mücadele kararlılığı belirleyecek!
Ortak grev, kazanana kadar direniş!
İzmir Emek Koordinasyonu ile birleşik mücadeleye
İşçiler için önemini kaybetmeyen mücadele örgütü: Sendikalar
İŞKUR patronlara yardım kuruluşu gibi çalışıyor
Sağlık alanının ticarileşmesi ölüm getiriyor
“Yedek ödenek” saray rejiminin yağma çarkı
“Mega” rant ve soygun projesi: Kanal İstanbul
Esas olan sınıfsal kutuplaşmadır
TKİP VI. Kongresi tutanakları… Sınıf çalışması ve politik müdahalenin sorunları
Hindistan’da yüz milyonların grevi
Almanya: Zengin devlet, yoksul halk!
Kapitalizm yoksulluk ve sefalet üretiyor
Libya’yı yıkanların Berlin Zirvesi
Planlar tutmadı!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Planlar tutmadı!

 

Sahte kabadayı Muro çok yorulmuştu. Üç günden beri fabrikalarda yırtınmaktan canı çıkmış, eve gitmek istemişti. Ama en iyisi sendikaya gideyim diye düşündü. Güzelce bir duş alırım, sonra koltuğuma serilir, face de takılırım dedi içinden. Misafirhanede duşunu aldıktan sonra başkan ofisinin olduğu katın kapısını açtı. Kapıyı açar açmaz koltuğuna baktı ve ona sevgi dolu bir gülüş attı. Her şeyini ona o koltuğunu verene borçluydu.

Koltuğa olan muhtaciyet duygusundan ötürü bazen oturmaktan bile korkuyordu. Hemen aklına Pevrul başkanın ona o koltuğu oturması için verdiği geliyor, korkusuzca oturmaya devam ediyordu. Bazen koltuğa oturduğunda ikizini görüyor, keyfinden kahve üstüne kahve içiyordu. En mutlu olan anlar bu anlardı. Koltuk kardeşim oldu. Onunla bir ömür boyu mutlu mesut yaşarım düşüncesi Muro’nun ayaklarını yerden kesiyor, bulutların üzerine çıkıyordu. Koltuk yüzünden sendikadan çıkmak istemiyordu. Kırıl ile Yılmaz’ın onunla dalga geçeceğini düşünmese, koltuğunu arabasının arkasına taşıyacaktı. Pervul başkanın eline verdiği görev listesini yerine getirmek için fabrikalara gittiğinde aklı hep koltukta kalıyordu. Sendikadan çıkıp arabanın anahtarını her çevirdiğinde, acaba koltuğuma kim oturacak diye düşünmeden edemiyor, düşündükçe kuduruyordu. O koltuk için çok kişiyi harcamıştı sendikada. Fatih başkan, Boksör Sedat ve daha niceleri. Onu ölümüne korumalıyım diye kendine söz veriyordu. Kardeşimi yabancı ellere bırakmam diyordu hep içinden. Bir araya güvenlik kamerasını koltuğuna çevirmeyi düşündü. Böylece kimlerin oturduğunu izleyebilirdi. Bilgisayarın başında yaptığı pislikler aklına gelince vazgeçti, daha beter rezil olmak vardı işin ucunda.

Değerli koltuğuna oturdu. Kuş tüyü gibi hafiflediğini hissetti. Pevrul başkanına dua eder gibi yapıp, yaranma sözcüklerini mırıldandı. Sosyal medyasına yüklediği eylem fotoğrafına yapılan beğeni ve yorumları incelemeye başladı. B/S/H ve Arçelik’te yüklediği görseller iyi beğeni almıştı. Ama Hema’da bir terslik vardı. Diğer paylaşımlarda ortalama 900 beğeni varken, Hema’nınki 475 idi. Hemen temsilci Günay’ı arayıp hesap sordu. Diğer temsilcileri de aramasını, beğeni ve yorumların artırılmasını istedi. Bunları yaparken bir eliyle de koltuğunu tutuyordu. Sanki altında kayıp gidecekti. Haksız da sayılmazdı hani. Günay’a hiç güvenmiyordu. Bir defasında Melek o sendikada yokken Günay’ın koltuğuna oturduğunu söylemişti. Arkasından atıp tutuğu kulağına geliyordu. Hele ki Putzmeister örgütlenmesinde müdür Ali’ye laf taşıdığını duyunca öfkeden kudurmuştu. Hemen meyhaneden soluğu almış sabaha kadar içmişti. Evin yolunu zor bulmuştu. Bir de eşi “kırığı” Alev’in saçlarını ceketinde bulunca işler iyice karışmıştı. Eşine bir ev almadan gönlünü alamamıştı. Günay’ı her gördüğünde yaşadıkları aklına geliyor. Sana ilk fırsatta tekmeyi basacağım bakışı geliyordu.

Sosyal medyada dolaşırken MİB’e bakmadan geçmek olmazdı. Yine bahtsız bir günündeydi. Sayfayı açar açmaz karşısına kendi videosu çıkmıştı, altında şu yazıyordu: “Sahte kabadayı Muro MİB’i aramaya koyulmuş. Bu sözleşme sürecinin rahat geçeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Fabrika önlerinde, servis duraklarında daha çok nöbet tutacaksınız. MİB hiçbir yerde satışa izin vermeyecektir.”

Sahte kabadayının tüm keyfi kaçmıştı. Koltuğunu iki elle tutmaya başlamıştı. Bir anda gözlerinin önüne fabrikalarda elleri göğsünde, sessizce ve kuşku dolu sözlerle konuşmasını dinleyen işçiler geldi. 2015 Metal Fırtına’sında yaşadıkları aklına gelince şakaklarında terler akmaya başladı. Biraz daha dalsa hüngür hüngür ağlayacaktı. Hemen kendini topladı. “Yok, bu böyle gitmeyecek” dedi.

2017 sözleşme sürecinde yaptıkları göstermelik eylemlerde tanıştığı ve sonra ara ara görüştüğü TMŞ şefi Celal’i aradı. 3-4 defa ısrar etti ama telefon açılmadı. Yaşadığı duygusal çöküntüden kurtulmak için Tekirdağ İl Emniyet’e bile gitmeyi düşündü. “Sakin ol, sakin ol” diye kendini teskin etti. Belki operasyondaydı, belki toplantıdaydı.

Sendikasından, koltuğundan bir türlü ayrılamamıştı. Eşinin yoklama telefonlarını bile açmadı. Başkanlık masasının yanındaki ikili koltuğa uzandı. Başkanlık koltuğunu da yanına çekti. Koltuğa bakarken düşünceler eşliğinde uyuya kaldı. Sabah 10’da Celal’in aramasıyla uyandı. Gözlerini açar açmaz koltuğunu görünce rahatladı. “Şerefsiz, akşam niye açmadın telefonu, şimdi de ben açmıyorum” dedi. Ancak hemen aklına dünkü ruh hali geldi ve telefonu açtı. Birkaç dakika havadan sudan muhabbet ettikten sonra, “komiserim, eğer uygunsanız yalı restoranda rakı-balık yapalım mı” diye sordu. Celal bu aralar yoğundu. Yapacakları “terör” operasyonu için tüm ekip delil arıyordu. İlk önce kabul etmek istemedi. Sonra Sakal’a verdiği rakı- balık sözü aklına geldi. Onu da yanıma götürüp oradan çıkarırım diye düşünerek daveti kabul etti.

Muro şanına uygun takım elbiseyi üzerine çekti. Kareli, çizgili ve parıl parıl parlayan takım elbisesi içinde pavyondan çıkmış bir pisliği andırıyordu. Koltuk onu esir almıştı. Muro’yu öyle bir pislik kimliğe sokmuştu ki, yüzüne bakınca bir lağım faresini görmek zor değildi.

Celal ile akşam 19’da görüşecekti. Muro bir saat önceden gitti. Celal’i restoran girişinde karşılayıp, hoş geldin diyecekti. 18:45 gibi Celal sakallı biriyle arabadan indi. Muro, “Çakala bak, tüm şubeyi toplayıp getirseydin bari” dedi. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezdi. Neyse ki cebinden bir kuruş çıkmayacaktı. Sendikanın ödeneği sağ olsun her şeyi çözüyordu. Yaşasın Pevrul başkan diyen gözlerle Celal’i kapıda karşıladı.

Hemen masaya oturdular. Bir iki hoş beşin ardından usul erkan bilmeyen kütük Muro asıl amacını masaya serdi: “Çok değerli komiserim, biliyorsunuz başımızda bir bela var. Bu MİB denilen vatan, bayrak, millet düşmanlarından kurtulamadık gitti. Geçen gün sözleşme taleplerimizi fabrikalarda anlatmak için dolaşırken bir şey fark ettim. Düşmanca gözlerle beni izleyen işçilerde artış var. Ne bileyim, bir an 2015 yılını hatırladım. Hem bakın sayfalarında ne yazmışlar. Resmen fabrika önlerinde daha çok nöbet tutacaksınız diyerek, devleti ve sendikayı tehdit ediyorlar. Biz seslerini kısmak için çok çabalıyoruz. Afiş astıkları zaman bizim çocuklar hemen kazıyorlar. Ama bölücüler sürekli yapıyorlar, bazen yetişmiyoruz. Bir de şöyle bir durum var. Bizim temsilcilerin servise bindiği duraklarda işçiler bunların dağıttığı kağıtları inadına alıyorlarmış. Ben size diyeyim, ortalık karışmadan devletimizin buna bir el atması lazım diye düşünüyorum” dedi. Devamında “ben koltuksuz yaşayamam” diyecekti, sustu.

Celal pis pis sırıtarak cevap verdi: “Bu komünistler seni epey korkutmuşlar azizim. Senin gibi bir Anadolu yiğidine yakışmıyor bu haller”. Daha fazla sinir etmek için sürdürdü: “Geçen gün boksör Sedat’ın yanına gittim. Öyle ileri geri konuştu. İnanmak istedim ama şaşırtıyorsun beni”. Sakal da rakı-balığın zevki ile amirini dinliyordu. Muro tanımadığı birinin yanında Celal’in böyle konuşmasına gücenmişti. Ama olsun, böyle durumlarda sineye çekmek gerekiyordu. Muro sakin davranmaya çalışsa da hal ve hareketleri kendini ele veriyordu. Yine de bir sonuca bağlamalıydı konuşmayı. “Haklısın komiserim, biraz endişeliyim ama allah sizi inandırsın, kendim kadar vatan için de kaygılıyım. Şu işe bir el atsanız, sesleri solukları kesilir, bir daha kafalarını kaldırmazlar”. Celal sıkılmıştı, sözünü kesti. “Sen o tatlı canını sıkma, yakın zamanda alacağız onları zaten”.

Sahte kabadayı Muro o sözleri duyduktan sonra bir daha konuya girmedi. Artık çok rahatlamıştı. O değerli koltuğu aklına geldi, onunla bir ömür boyu mutlu mesut yaşayacaklardı. Bu gece kaygısız bir sarhoşluk yaşayacaktı. TMŞ polisleri ile birlikte o gece işçi aidatlarını ezmenin zevkini çıkardılar.

4 Ekim sabahı saat 10:00 gibi telefonu çaldı Muro’nun. Arayan Celal’di. “Bu da pis alıştı, her akşam rakı ısmarlayamam ki” dedi yanındakine. Telefonu açtı. “Sana bir müjdem var, müjdemi isterim Muro başkan” dedi Celal. “Biz Anadolu çocuğuyuz, müjde karşılıksız bırakılmaz bizde komiserim” diye cevapladı. “Senin vatan haini MİB’cileri yakaladık, paket ettik” deyince, Muro sevinçten en aşağılık cümlelerini bir çırpıda söyledi Celal’e. Muro çok rahatlamıştı. Artık ne afiş kazımakla uğraşacaktı ne de o kağıtları dağıtanların ve alanların peşinden koşmakla uğraşacaktı. Hele bir de bu işi yapanların içki masraflarını karşılamak yok mu, çok canını sıkıyordu. İşçi aidatları olmasaydı işleri zordu. “Söz komiserim, sana Kırklareli yolunda oğlak çevireceğim” diyerek konuşmasını bitirdi.

Zafer kazanmış komutan edasına girdi bir anda. Hemen başkanı Pevrul’u aradı. Sanki operasyonu kendisi yapmış gibi atıp tutarak anlatı da anlattı. Pevrul çok uzatmadı, “aferin, ben sonra seni ararım” diyerek telefonu kapattı. Başkanın ilgisizliğe bozuldu ama çevresindekilere, “çok yoğun çalışıyor başkan” diyerek tepkisini gizlemeye çalıştı. Nereden bilsin Pevrul’un Muro’nun biletini kesmek için Fatih’le görüştüğünü. Ne de olsa 35 başkan arasında en fazla yalakalık yapan oydu. Koltuğun hakkını verebilmek için “dilini” son derece profesyonel kullanıyordu. Büyük bir dertten kurtulduğunu düşünen Muro etrafındaki yiyici tayfaya ziyafet verecekti. Sadece bir sorunu vardı. Bu sözü verirken büyük başkandan izin almamıştı. İşçi aidatlarının ezilmesi buna bağlıydı. Olsun, bir punduna getirir, “dil” yetenekleriyle izni koparırdı.

Üç hafta sonra cumartesi akşamı tüm yiyiciler Kazal Gölü’nde toplamıştı. Dört tane mangal yanıyor, köfteler, kanatlar havada uçuşuyordu. Yiyiciler iki saattir işkembelerini dolduruyorlardı. Sanki kıtlıktan çıkmış gibiydiler. Aslında hakları vardı, Muro her zaman böyle beslemezdi yanaşmalarını. Fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek de işkembeyi doldurmak demekti. Birayı ağıza gelinceye kadar içmek demekti. Muro sahneye en son çıkan assolistler gibi 18:30’da geldi. “Afiyet olsun yiğitlerim, aman aç kalmayın, doyurun karnınızı” diyerek oturdu uzunca masaya. Kırıl koşarak bir tabağı tepeleme doldurup, yanına bir bira açıp Muro başkanın önüne koydu. Sahte kabadayı köftelerini yerken, kimler var kimler yok diyerek etrafına bakıyordu. Günay hariç tüm adamları oradaydı. Gelmemesi isabet olmuştu. Onu gördüğünde, koltuğunun altından kayması duygusunu yaşamaktan bir türlü kendini alamıyordu. Yiyicileri izlerken, Günay’ın geldiğini gördü.

O pis koltuk meraklısı duruşuyla geliyordu. Elinde bir şey vardı. Bu sefer keyfim kaçmayacak diye kendine söz verdi Muro. Günay yaklaştıkça altındaki taburenin kaydığını hissediyordu. Herkesin ilgisi çekebilmek için yüksek sesle “afiyet olsun” dedi. Aynı tonla “Muro başkan sana da afiyet olsun” dedi ve devam etti. “Başkanım, belki keyfiniz kaçacak ama haberiniz olsa iyi olur diye düşündüm. Elimdeki MİB bültenini 16:00- 24:00 vardiyasına gelen işçilere Kızılpınar’da dağıtmışlar. Bu bölücüleri paketlememişler miydi?” Muro’nun yüzü renkten renge girdi. İlk ne diyeceğini bilemedi. Şerefsiz Günay yine yapacağını yapmıştı. Biraz toparlanıp, “Yeni değildir onlar, bizim Celal paketledi onları, şimdi cezaevindeler. Sizin salaklar karıştırmıştır” dedi.

Lağım faresinin keyfi kaçmıştı. İçine kurt düşmüştü. Yarım saat takılıp çıktı oradan. Tabii yiyiciler yemeye devam ediyordu. Hemen sendikasına koltuğunun yanına gitti. Sıkıca tutarak oturdu. Kendini güvende hissettikten sonra MİB sayfasını açtı. Kızılpınar kahveler durağında çekilen bir fotoğrafın altında şöyle yazıyordu.

MİB’i susturma saldırıları boşa düştü. Bültenimizi B/S/H, Arçelik, Hema işçilerine ulaştırdık. Sözleşme sürecinde olan metal işçileri yoğun bir ilgiyle karşıladı.”

Veli Karaçam

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi

 

 

 

 

Marx’a üniversitelerden bakmak

 

Geçmişten bugüne üniversitelere baktığımızda hemen hemen bütün konularda Marx’ın adını görürüz. Tabii ki adıyla birlikte fikirlerinin bir kısmını da... İktisatta Marx’ın Kapital’i önemli bir yer tutar. Psikoloji ve sosyolojide Marx’ın irdelediği birey ve toplum gözlemlenir. Tarihte (belli ve sınırlı bir açıyla) ilkel toplumlardan kapitalist düzene kadar Marx’ın izleri takip edilir. Felsefede ise her ne kadar onun diyalektiği ile hareket edilmese de bu diyalektikten yardım alınır.

12 Eylül’ün karanlık yıllarına baktığımızda dahi Ankara Üniversitesi belgelerinde Marx’ın düşünceleri yer almaktadır. Hakları var, Marx kimi zaman burjuva ideologlarının da övdükleri, kimi zaman göklere çıkardıkları bir bilim insanı ve filozoftur. Doğumunun 200. yılında Marx, BBC’nin özel sayfalar ayırdığı, diğer medya tekellerinin de (özellikle Almanya’da) benzer yayınlara konu ettiği bir insandır. Ancak Marx’ı Marx yapan bir özelliği gizlenmek, yok sayılmak istenmiştir. O da Marx’ın kişiliğinin ve ideolojisinin devrimciliğidir.

Marksizm anlatılmak istendiğinde ise saldırgan bir yönteme başvurulur. Bu yöntem bir eleştiriden çok, çarpık ve kaba bir propagandadır esasında. ABD’nin yalan propagandaları ve soğuk savaş döneminden kalma argümanlarla, Marksizm çürütülmeye çalışılır. Hatta Marksizm incelenmez, onun yol ve yöntemi soyutlanır. Sadece tarihin çarpıtılmasıyla, Sovyetlerin çöküşü üzerinden sosyalizmin kapitalizme alternatif olamayacağı söylenir. Ancak bunlar nesnel bile sayılmayacak, salt ideolojik yaklaşımlardır. Bunun gerisinde burjuva ideologlarının Marksizm’den korkuları ve ona düşmanlıkları yatar.

Elbette Marx iktisat, sosyoloji, tarih ve felsefe dallarında önemli eserler yaratmış, insanlık tarihine derin bir iz bırakmıştır. Fakat onun eserleri kendi içinde tek tek ayrıştırılmayacak bir bütün oluştururlar. Bu bütünsel yapıtın temelinde Marksizm düşüncesi ve dünya görüşü yatar. Bu, maddi gerçeğin ve tarihsel pratiğin incelenmesine dayalı devrimci bir yöntemdir ve her adımda gerçeğin anlaşılmasına rehberlik eder. Döne döne tarihsel pratik içinde sınanır ve ondan beslenerek gelişir. Dolayısıyla Marksizm, güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir dünya görüşü ve eylem kılavuzudur.

Hakan Koç

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi

 

 

 

 

Öğrenciler zamlarla boğuşuyor

 

Bu sene yemek ödeneği hakkımıza 1 TL zam geldi. Geçen sene 8,5 TL olan hakkımız bu sene 9,5 TL. Ama bununla daha az yiyecek alabileceğiz. Çünkü yiyeceklerin geneline zam yapıldı. Sadece bu değil, genelde öğrencilere ekonomik olarak sürekli yüklendiler. Çoğu işçi-emekçi çocuğu olan öğrencilerin mecburi harcamaları, ailelerinin bütçelerini daha fazla zorluyor.

Ekonomi dibe vurmuşken, zaten milyonlarca aile geçim sıkıntısı çekiyorken, direkt olarak öğrencilere, dolaylı olarak da halkın büyük kısmına yüklenilmesi kabul edilebilir mi?

Yurt zamları...

Ulaşım zamları...

Öğrencilerin kredilerle hayata borçlu başlaması...

Yine halkın cebinden mi ödüyorsunuz sarayın elektrik faturasını?

Kocaeli‘den bir üniversite öğrencisi