2 Ekim 2020
Sayı: KB 2020/Özel-16

Rejimin saldırılarına karşı birleşik mücadeleye!
Kürt halkıyla eylemli dayanışmanın önemi
Azerbaycan-Ermenistan çatışması ve sosyalist çözüm
İsrail’le “gerilim” bahane, ticaret şahane
YEP’ten yansıyan iflas tablosu
“Yeni sürüm” hak gaspı
İnsanca bir yaşam için mücadeleye!
Eğitim ve sağlık hakkımızdan vazgeçmiyoruz!
Komünist Enternasyonal Kuruluş Kongresi’nde konuşma... - Mustafa Suphi
Milliyetler ve Sömürgeler Meselesi üzerine konuşma - İsmail Hakkı
ABD seçimleri ve burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğü
Kolombiya: Şiddet, katliamlar protestolar ve kazanım
Salgın hastalıkların toplumlarda yarattığı değişimler
Avrupa’da MİT’in kirli operasyonları
Teslim Demir yoldaş hep bizimle…
Wuppertal’da Teslim Demir yoldaş ve Ulucanlar anması
Ulucanlar şehitleri ve Teslim Demir etkinliklerle anıldı
İzmir'de Teslim Demir ve Ulucanlar şehitleri anması
Bahçelievler Katliamı’nın 42. yılı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Salgın hastalıkların toplumlarda yarattığı değişimler

 

Her canlının kendi yaşam döngüsünü sürdürmeye yönelik çabası olur. Mikroorganizmalar insandan önce de vardı ve bazıları, insan dahil diğer türler için ölümcül olabilmektedir. Bu patojenlerin (hastalık yapıcı organizma veya madde) bulaşması sonucu salgınların meydana gelmesi, toplumsal yaşamda önemli değişikliklere yol açabilmiştir. İnsanlık tarihi incelendiğinde salgın hastalıkların bazı dönemlerde tarihi etkileyecek düzeyde dolaylı ya da doğrudan etkilerde bulunduğu görülmektedir. Ayrıca, salgın hastalıklar ile mücadele de toplumların aynası olagelmiştir. Günümüzde yaşanan Covid-19 salgınının da hatırlattığı gibi, toplumsal düzenin işleyişi, hastalığın ortaya çıkması ve önlenmesi konusunda belirleyici konumdadır.

Tarihte bit ve pirelerden farelere, oradan da insanlara bulaşan bakteri sonucu oluşan veba salgını milyonların ölümüne sebep olurken, çoğu yerde köylü ayaklanmalarına, imparatorlukların zayıflamasına, köklü değişimlerin başlamasına da neden olmuştur. VI. yüzyılda I. Jüstinyen döneminde yaşanan hıyarcıklı veba sonrasında Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) nüfusunun yüzde 40’ı kaybedildi. Açlık ve vebanın etkisi ile işgücü, asker sayısı ve ticaret azalmış; Roma imparatorluğu zayıflamış, bir dönemin kapanma süreci başlamıştır.

İkinci veba salgını (1347-1351) için “Kara Ölüm” deniliyor ve tarihçilerin bu dönem için sundukları verilere göre, tahmini 200 milyon insanın hayatını kaybettiği söyleniyor. Bu mahiyeti ile Kara Ölüm döneminin henüz tarihte eşi benzeri görülmediği ifade ediliyor. Özellikle Batı Avrupa nüfusunun yüzde 60’ının kaybedildiği dile getiriliyor. Ancak rakamlar konusunda netlik sunulamadığını eklemek gerekir. Kara Ölüm döneminde sadece vebanın değil, başka hastalıkların da olduğu, ancak en yaygın olarak vebanın gözlendiği belirtiliyor. Aynı zamanda kıtlık, açlık ve bitmeyen savaşlar da ölümlerin nedenleri arasındadır.

Kara Ölüm salgını başlamadan önce de bir ekonomik bunalım yaşanıyordu ancak salgınla birlikte ekonomi daha da zora girmiştir. Hastalık en fazla yoksul kesimleri etkilemiş, tarım yapacak, kendilerinden vergi toplanacak, savaşa gönderilecek nüfusta önemli oranda azalma yaşanınca, toplumsal yaşamda birtakım değişimler gerçekleşmiştir. Kiliselerin konumu sorgulanmış, ileriki zamanlarda dinsel kurum ve inanışlarda yeniliklere vesile olacak ‘Reform dönemi’, salgın sürecinden de beslenmiştir. Bazı tarih yorumcuları, bu denli nüfus azalması sonrasında işgücüne verilecek ücretlerde artış yapmak yerine insan emeğine daha az ihtiyacın olacağı makineleşme sürecinin başlamasına o dönemin katkıları olduğu yönünde yorumlar yapmıştır. Salgının Rönesans, sanayi devrimi, hatta coğrafi keşiflere bile etkide bulunduğu düşünülmektedir. Vebadan kaçmak için uzun deniz yolculuklarının daha çekici geldiği ifade edilmiştir. Bahsi geçen olaylar tarihi değiştiren önemli olaylardır ve Kara Ölüm döneminin tarihe birebir değil, ancak dolaylı etkisi olduğu konusunda fikir birliği olduğunu belirtmek gerekir.

Vebanın toplumlarda böylesi ağır sonuçlara yol açmasının gerisinde elbette dayatılan yaşam koşulları ve o dönemin yetersiz tıp bilgisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kentlerin kanalizasyon sistemlerinin durumu, yetersiz beslenme, temizlik alışkanlıkları, temiz suya erişim vb. sadece o dönemler için değil, günümüzde dahi insanların karşı karşıya kaldığı sorun alanlarıdır. Kolera salgını bu açıdan öğretici bir örnek olmuştur. Dünyada bugüne kadar 7 büyük kolera salgını yaşanmıştır. İçme sularının kirlenmesi sonucu oluşan bu hastalığın ölümcül düzeye ulaştığı salgınlarda, salgının nedeni ancak üçüncü salgın döneminde anlaşılabilmiştir. O tarihten sonra içme suyunun arıtılması, kaynatılması bilgisi kabul görmüştür. Ancak halen yoksul ülkelerde bu sorun vardır ve buralarda çeşitli salgın hastalıklar her zaman bir gündem maddesidir.

Bir diğer büyük salgın, 1918-20 yılları arasında, İspanyol Gribi olarak adlandırılan H1N1 virüsünün yol açtığı griptir. Gribin İspanya ile alakası ise savaştan kaynaklı diğer ülkelerde sansür uygulaması mevcut iken, İspanya’nın bu salgının haberini yapmış olmasıdır. Salgının ismi bu nedenle “İspanyol Gribi”dir. 100 yıl önce yaşanan bu salgının insanlığa öğrettikleri, Kara Ölüm kadar konuşulmamış, birinci ve ikinci dünya savaşlarının gölgesinde kalmıştır. Ancak iki savaşta da ölenlerin toplam sayısı, salgında ölenlerin sayısı kadar değildir. İspanyol Gribi, o dönem yaklaşık 2 milyar olan dünya nüfusunun üçte birini hasta etmiş ve yaklaşık 50 milyon kişinin ölümüne sebep olmuştur. Özelikle cephelerde askerlerin savaştan daha çok salgından öldükleri belirtilmiş, salgının ülkelere yayılmasının ise evlerine dönen askerlerden kaynaklı olduğu söylenmiştir. Sadece Hindistan’da 17 milyon insan yaşamını yitirmiş, salgın her zaman olduğu gibi en çok yoksul ülkeleri etkilemiştir. Virüs özelikle 20 ila 40 yaş arası erkeklerde öldürücü olmuştur. O kadar çok erkeğin ölmesi sonrasında milyonlarca kadının çalışma hayatına atıldığı gözlenmiştir. Elbette o dönemin çetin sosyal mücadeleleri, savaşın ağır sonuçları ve Ekim Devrimi gibi olgular, kadınların bir takım tarihsel kazanımlarında esas belirleyici olmuştur. Oy hakkı da bu kazanımların içerisinde sayılmalıdır.

Bunların dışında dile getirilmesi gereken bir diğer husus bu salgının ulusal bağımsızlık mücadelelerine de konu olmasıdır. Hindistan’da 1919 yılında Mahatma Gandhi’nin yayınladığı Young India (Genç Hindistan) dergisi İngiliz sömürge yönetimini salgın yönetimi açısından da eleştirmişti. Derginin baş makalesinde, “Böylesi korkunç ve yıkıcı bir salgının yayıldığı bir dönemde hiçbir başka medeni ülkenin hükümeti Hindistan’daki hükümet kadar yetersiz kalmamıştır” ifadelerine yer verilmişti.

Günümüzde Covid-19 ile birlikte sağlık sistemlerinin yetersizliği nasıl gündeme gelmiş ise İspanyol Gribi salgını sürecinde ücretsiz, merkezi sağlık sistemlerinin olmaması ve kısıtlı tedavi yöntemleri gündemdeydi. Dünyada ilk antibiyotik 1928, ilk grip aşısı ise 1940’lı yıllarda geliştirildi. Bu bağlamda İspanyol Gribi salgını döneminde henüz yeterli tıp bilgisi mevcut değildi. Ama ölümlerin temel nedeni sadece buna indirgenemez. Yine salgının o denli ağır sonuçlara yol açmasında beslenme, yaşam koşulları ve sağlık kuruluşlarına erişim sıkıntısı belirleyiciydi. Dünyada ilk sağlık bakanlığını kurup, ücretsiz sağlık hizmeti sunan devlet ise SSCB oldu. Sosyalist devrim sonrası temel insani hak olan sağlık hakkı için alınan ilk önlemlerden ikisiydi bunlar. Salgın ile mücadelede o dönemin elverdiği imkanlar dahilinde toplum sağlığı gözetilerek politikalar oluşturuldu. Dünyanın geri kalan ülkeleri de sosyalist devrimin kazanımları olan bu örneklerin basıncı altında merkezi sağlık sistemlerini inşa ettiler. Devrimin dönüştürücü gücü sayesinde aradan geçen 100 yıllık süreçte tıp alanında önemli gelişmeler yaşandı.

Son 20-30 sene içerisinde salgın hastalıkların tekrardan yaygın olmasının gerisinde kapitalizmin tarım politikaları, doğayı büyük ölçüde tahrip etmiş olması, gıdaya yapılan müdahaleler gibi çoğu etkeni sayabiliriz. SARS, Domuz Gribi, Ebola, MERS ve son olarak Covid-19 yakın dönemin salgın hastalıklarıdır. Ulaşım teknolojilerinin gelişmiş olması da salgın hastalıkların dünya çapında yayılmasına etkide bulunmaktadır. Salgın hastalığın ortaya çıkma sebebi tek başına patojenlerin varlığı değil. Başta da belirttiğimiz gibi mikroorganizmalar insanlardan önce de varlardı. Sorun tamamen mevcut toplumsal düzen, dayatılan yaşam tarzı ve gezegende diğer türlerin yaşam alanlarına da müdahale eden sömürücü mantıktır. Bu mantığın günümüzdeki taşıyıcısı ise kapitalizmdir.

Önceki yüzyıllarda yaşanan salgın hastalıkların ortaya çıkışında da yine iktidarda bulunan sömürücü sınıfların ve onların düzenlerinin belirleyici rolü olduğunu belirtmek gerekir. İmparatorluklar çağında ve feodalizm döneminde, toplum ve egemen sınıflar arasındaki yaşam farkı korkunç düzeydeydi. Köylülerden alınan ağır vergiler, üreticilerin pis ortamlarda ve hayvanlarla birlikte yaşamaları, toplum sağlığı adına hiçbir yatırım yapılmaması, ortaçağ gericiliği, hurafecilik vb. gibi etkenler korkunç sonuçlar doğurmuştur. Hangi dönem olursa olsun sömürücü sınıfların salgın hastalıklar döneminde aldıkları tavırlar benzerlik göstermiştir.

Günümüz Türkiye’sinde sermaye sınıfının çıkarları gözetilerek yardım paketleri açıklandı, işsizlik fonu yağmalanmaya devam ediliyor. Ücretsiz izinler, kuralsız ve esnek çalışma modelleri uygulanıyor. Aynısı Kara Ölüm dönemi açısından da örneklenebilir. “1349 ve 1351 yılları arasında İngiltere krallığı tarafından çıkarılan iki kanunla (the Ordinance of Labourers ve the Statute of Labourers) köylülerin toprakta çalışırken alacakları ücretler üzerinde belli sınırlamalar getirilmiş ve emek gücü piyasasında arz talep dengesinin lehine bozulması nedeniyle değerlenmeye başlayan emeğin lordlar için bir yük oluşturmasının önüne geçilmiştir.”*

Salgın hastalıklarla mücadelenin toplumların aynası olduğunu hem tarihten görebiliyoruz hem de günümüzdeki pandemi koşulları ile deneyimliyoruz. Salgın hastalıklara karşı mücadele toplumsal düzenlerin işleyişi ile doğrudan alakalıdır. Toplum sağlığını planlamak da sosyal ve ekonomik düzenin niteliğine bağlıdır. Sovyetler deneyimi bu konuda büyük dersler içermektedir.

* Avrupa’da Kara Ölüm ve Dönem Kronikleri-Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 20, Sayı 1, 2011