7 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-8

Krizin faturasına ve faşist zorbalığa karşı!
Derinleşen kriz ve gerici manevralar
Kadın cinayetlerine karşı eylemli mücadeleyi büyütelim
“İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz!”
Pandemi fırsatçıları servetlerini katladı
Ebru ve Aytaç için eylemler
“Geleceğimiz için birlik olmalıyız!”
Tutsak devrimci Elif Alçınkaya’dan…
Petkim toplu iş sözleşmesi üzerine
“Mücadele etmezsek kıdem tazminatımızı kaybederiz”
Engels: Anısı ve eseri sonsuza dek yaşayacak! - A. Eren
Alman ekonomisinin “motoru” tekliyor
ABD-Çin gerilimi aynasında hegemonya mücadelesi
Siyonist rejim zor durumda!
Beyrut Limanı’nda patlama
Kontrolsüz plastik üretimi gezegeni tehdit ediyor
Zeliha yoldaş bir yıl önce aramızdan ayrıldı
Dinci-gerici iktidarın üniversite parolası “Yaptım, oldu!”
Parasız eğitim haktır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Alman ekonomisinin “motoru” tekliyor

C. Ozan

 

Korona pandemisi, Alman ekonomisini de derinden sarsmış bulunuyor. Krizden en ağır etkilenen sektörlerin başında ise havacılık, turizm vb.nin yanı sıra, otomobil sektörü geliyor. Havacılık sektörü, ağır da olsa biraz canlanma belirtisi gösteriyor. Fakat otomobil endüstrisi için aynı şeyi söylemek güç. Bu alanda gittikçe derinleşen bir kriz söz konusu ve kolayından atılacağa da benzemiyor. Sektörle ilgili açıklanan bazı güncel rakamlar bunu teyit ediyor.

Pandemi var olan krizi derinleştirdi

Bu yılın ilk yedi ayında (Ocak-Temmuz 2020) Almanya’da 1,5 milyon araç üretildi. Bu, bir önceki yılın aynı dönemine göre %40’lık bir düşüş demektir. Tüm yıl için 3,5 milyon araç üretilmesi öngörülüyor ki, bu da toplamında %25’lik bir düşüşe tekabül ediyor. Yılın ikinci yarısı için hafif bir iyileşme beklense bile, bu, var olan krizi aşmaya yetecek düzeyde değil. Otomobil Endüstrisi Birliği (VDA) Başkanı Hildegard Müller’in, “Global çapta bu ölçekte bir yıkımın şimdiye kadar bir örneği yok!” demesi, durumun ciddiyetini yeterli açıklıkta anlatıyor.

Otomobil sektöründe yaşanan kriz ne yenidir ne de Almanya ile sınırlıdır. Sektördeki kriz dünya çapındadır. VDA verilerine göre, 2020 yılı için tüm dünyada 65,9 milyon araç üretilmesi öngörülüyor. Bu rakam geçen sene 79,5 milyondu ve bu 13,6 milyonluk fark, %17’lik bir eksilmeye işaret ediyor. Bu yılın ilk altı ayında Almanya’da kullanıma açılan yeni araç sayısı (1,2 milyon), geçen yıla göre %35 geriledi, ki bu, birleşmeden bu yana (30 yıl önce) ortaya çıkan en düşük rakamdır. Bu gerileme, AB’de %43, ABD’de %23, Çin’de ise %27 civarındadır. AB’nin diğer ülkeleri olan Fransa, İspanya ve İtalya’da da yılın ilk yarısında otomobil üretimi yarı yarıya düştü.

Alman otomobil sektöründeki kriz pandemi ile başlamadı. Pandemi, var olan krizi daha da derinleştiren bir rol oynadı. 2008’de yaşanan finans krizinden bu yana sektördeki kriz her yıl gittikçe derinleşiyor. Dizel skandalı, gittikçe keskinleşen uluslararası rekabet, Brexit, üretimi ülke dışına taşıma, ekonomik durgunluğun getirdiği yoksullaşma, gittikçe güçlenen çevre hareketleri, üretim alanından kaçma vb. etkenler sektördeki krizin sebepleri olarak sayılıyor. Almanya’daki kadar olmasa da dünyada da benzer bir kriz yaşanıyor. Mesela dünyada 2017 yılında toplam 84,4 milyon araç üretilirken, bu sayı 2019 yılında 79,5 milyona düşmüş. Yani %5,8’lik bir gerileme var.

Almanya iç pazarında yerli otomobiller gittikçe daha az tercih ediliyor. Mesela 2019 yılında ülkede toplamında 3,6 milyon yeni araç kullanıma açılmış. Bu, 2018 yılına göre %5’lik bir artışa işret ediyor. Fakat kullanımdaki bu artış, yerli üretime yansımadığı gibi, her yıl gittikçe azalmış. 2017’de 5,6 milyon, 2018’de 5,1 milyon, 2019’da ise 4,7 milyon yeni araç üretilmiş.

Otomotivin ekonomide tuttuğu yer yıkımı ağırlaştırıyor

Otomotiv sektörü Alman ekonomisinde son derece önemli bir yer tutuyor. Adeta ekonominin motoru durumunda. Sektörde gittikçe derinleşen krizin yaratacağı iktisadi, sosyal ve siyasal sonuçlar, ekonomide tuttuğu bu belirleyici yer ölçüsünde önemli ve etkili olacaktır. Uzmanlara göre, sektörün eski haline gelmesi 5 ile 10 yıl sürebilir.

Nisan 2020 itibarıyla Almanya’da yaklaşık 900 bin otomotiv işçisi bulunuyor. Buna yan sanayi ve sektörle ilişkili tüm kesimler eklendiğinde işçi sayısı takriben 2 milyon kişilik bir istihdama denk düşüyor. Bu sayıya aileler vs. de dahil edildiğinde sektördeki gidişattan doğrudan etkilenen nüfus ciddi rakamları buluyor. Otomotivdeki istihdam, toplamında 44 milyon civarında olan çalışan sayısının %4’üne tekabül ediyor. Ekonomide ise, toplam yurtiçi üretimin (GSYH) yaklaşık %5’ine denk gelen bir alanı kapsıyor. Otomobil endüstrisinin ağırlıklı kısmının bulunduğu Bavyera ve Baden-Wüttemberg gibi eyaletler için önemi ise tartışmasızdır. Örneğin Bavyera’da 206.300 kişi, yani tüm çalışanların %24’ü; Baden-Wüttemberg’de ise tüm çalışanların %28’i bu alanda çalışıyor.

Üstelik bu önem sadece Almanya ile de sınırlı değil. AB çapında toplamında 13,8 milyon kişi otomotiv sektöründe çalışıyor. Bu rakam AB’deki tüm çalışan nüfusun %6’sına tekabül ediyor. Verilen bu rakamlar otomobil sanayinin Almanya için önemini tam ifade etmiyor yine de. Zira rakamlar küçük görünebilir ama kârlılık oranı oldukça yüksek bir alan. Bu bir yana, otomobilin Almanya için simgesel ve prestij bakımından da bir önemi var. Almanya deyince otomobil akla geliyor. Ne var ki bu “saltanat” gittikçe sarsılıyor ve yakın gelecekte daha ciddi darbeler alma riskiyle karşı karşıya.

Krizin faturası işçilere çıkarılıyor

Otomobil tekelleri yaşanan ağır krizin faturasını işçilere çıkarıyorlar. Saldırıların en önemli ayağını işten çıkarmalar oluşturuyor. Mercedes, BMW, Daimler, Volkswagen, Ford, Opel ve bunlara bağlı tüm yan sanayi kuruluşlarının hepsi, adeta birbirleriyle yarışırcasına on binlerce işçiyi işten çıkaracaklarını deklere ediyorlar. Basına yansıyan rakamlara göre 2030 yılına kadar 300.000’i aşkın kişinin (her dört işçiden biri) işten çıkarılmak istendiği ifade ediliyor. Bu yılın haziran ayında IG-Matall’in yaptığı bir araştırmaya göre, metal sektöründe toplam 270 işletme iflas etme, buralarda çalışan 80 bin kişi ise işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Hatta Daimler’in bile iflas etme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu haberleri basına yansıdı. Her krizde olduğu gibi bu kriz de çok sayıda iflası ve sermayenin gittikçe merkezileşmesini beraberinde getirecektir.

Gündeme getirilen saldırılar toplu işçi kıyımından ibaret değil sadece. Halihazırda otomotiv sektöründe çalışan her iki kişiden biri kısa çalışıyor. Kısa çalışma işçiler için %20-30 ücret kaybı anlamına geliyor. Kısa çalışma sistemi sürekli uzatılsa da bu sürecin sonunda çalışanların en az üçte birinin işsiz kalacağı tahmin ediliyor. Tekeller krizi tam bir fırsata çevirerek saldırıların dozunu gittikçe arttırıyorlar. Halihazırda iş güvencesinden yoksun on binlerce taşeron işçisi sorgusuz sualsiz işten atılmış bulunuyor. Fakat bunlar adeta işten atılma olarak sayılmayıp, kayıtlara bile geçmiyor. Otomotivdeki kriz ve işten atmalar, toplam işsizlik rakamlarına da yansımaya başladı. Temmuz ayı itibarıyla Almanya’da işsizlik, 57.000 kişilik yeni artışla toplamında 2,9 milyona çıktı. Bu, geçen yılın aynı dönemine göre 635.000 kişi daha fazla işsiz anlamına geliyor.

 Tekellerin asıl gözünü diktikleri kesim eski işçiler. Zira bu işçiler gerek çalışma şartları ve gerekse de ücret bakımından deyim uygunsa hala “ayrıcalıklı” bir konumdalar. Fakat bu kesim için de yolun sonu görünüyor artık. Bu işçilerin sahip oldukları en önemli avantaj olan, Türkiye’de kıdem tazminatına denk düşen “işletme emeklilik ödeneği” kaldırılmak isteniyor. Yine izin ve Noel paraları gasp edilmek isteniyor. Bunları, düşük zamlı veya sıfır toplu sözleşmeler; taşeronlaştırmanın yaygınlaştırılması; vardiyalarda, çalışma saatlerinde ve yapılan işlerde her türlü esnekleştirme; iş yoğunluğunu arttırarak az insanla çok iş yaparak sömürüyü yoğunlaştırma gibi saldırılar izliyor.

Otomobil tekellerinin saldırıları, işçilere çıkardıkları dolaysız faturalardan da ibaret değil. Bir de dolaylı soygun yolları var. Kriz bahanesiyle işçileri kısa çalıştırıp sosyal kasaları soymak yetmiyor, daha bir de her türlü şantaj ve düzenbazlıkla devletten “yardım” paketleri alarak yapıyorlar bunu. Açılan “yardım” paketleri, kapitalist tekeller ile onların devletinin birlikte emekçilerin paralarından oluşan sosyal kasaları soymasından başka bir anlama gelmiyor. Kısacası tekeller, krizi fırsata çevirerek atacaklarını atmak, her türlü dönüşümü bu vesileyle hayata geçirmek ve geride kalanları ise olabildiğince daha fazla sömürerek kârlarını garantiye almak istiyorlar.

Kazanılmış hakları korumanın ve geleceği kazanmanın yolu sınıf mücadelesinden geçiyor!

Tüm kapitalist tekeller gibi otomobil tekelleri de gittikçe derinleşen krizin faturasını, başta işçi kıyımı olmak üzere, her türlü sosyal hak gaspı yoluyla işçi sınıfı ve emekçilere çıkarmak istiyorlar. Tekellerin kârlarında ciddi bir düşüş var ve ciddi bir kriz yaşadıkları bir gerçek. Fakat işçi sınıfı kendisine dayatılan faturayı ödemeyi ret etmelidir. Çünkü bu kriz kapitalizmin krizidir. Tamamen kapitalizmin azami kâra endeksli işleyişinin ürünüdür. İşçilerin bunda hiçbir sorumluluğu yoktur. Bu bir yana, gündeme getirilen uygulamalarda neyin “zorunluluk”, neyin fırsatçılık olduğunu da tespit edebilmek mümkün değildir.

Sorunun sebebi olanlar hiçbir zaman çözüm gücü olamazlar. Sorun, en klasik deyimle, “üretimin toplumsal niteliği ile, üretim araçlarının özel mülkiyeti” arasındaki o uzlaşmaz çelişkiye dayanıyor. Yani toplumun ihtiyaçları temelinde bir üretim mi, yoksa bir avuç kapitalistin azami kârına endeksli bir üretim mi? Siyasal bir ifade ile, kapitalist barbarlık mı, yoksa sosyalizm mi ikilemiyle karşı karşıyayız. Zira sayılan sorunların hiçbirinin bu sistem sınırları içinde bir çözümü yoktur. O yüzden, “işyerlerinin korunması” gerekçesiyle otomobil sektörünün bu haliyle sürüp gitmesini savunmak da doğru değil. Çünkü çevre kirliliğinde bu sektörün önemli bir payı var. Alternatif olarak ileri sürdükleri elektrikli otomobiller de gerçek bir alternatif olmaktan uzaktır. Gerçek çözüm, modern, hızlı, yaygın, ücretsiz ve çevreci toplu taşıma sistemidir. Sosyalizmin bu gerçek alternatiflerini daha çok öne çıkarmak gerekiyor.

Almanya işçi sınıfı tarihin en ağır saldırılarından birisi ile karşı karşıya. Bu saldırıların sınıf cephesinde ne tür bir karşı koyuşla yanıtlanacağını bu aşamada kestirebilmek güç. Ancak her aşamada belirleyici olan bağımsız taban inisiyatifinin on yıllardan beri güçlü ve köklü sendika bürokrasisi tarafından dumura uğratıldığı da bir gerçek. Almanya işçi sınıfının bu cendereden çıkması kolay olmayacak. Fakat öte yandan, hala dünyanın birçok ülkesine göre “ayrıcalıklı” sayılan bu sınıfın kaybedecek şeyleri gittikçe azalıyor. Kaybedecek şeyi azaldıkça mücadeleye olan yatkınlığı da artıyor. En son Münih BMW’de işten atmalara karşı yapılan eylem, Stuttgart Bosch işçilerinin insan zinciri oluşturma eylemi, yine Stuttgart’ta ilerici sendikacılar ile devrimci güçlerin birlikte örgütledikleri miting bunun ilk işaretleri sayılmalıdır.

Almanya işçi sınıfı zengin bir mücadele geçmişine sahip ve sendikal bürokrasi saflarında bile olsa her şeye rağmen örgütlü bir sınıftır. Kendisine dayatılan ağır saldırıları çok kolayından kabul etmeyecektir. Gittikçe artan tepkiler ortaya koyacağını beklemek gerekiyor. Yerli ve göçmen sınıf devrimcilerine düşen görev ise, bu tepkilerin ortaya çıkmasına yardım etmek, güncel talepler ile kapitalizme karşı ve sosyalizm için propagandayı başarılı bir şekilde birleştirmeyi becerebilmektir.

Almanya işçi sınıfı ya örgütlenerek ve mücadele ederek bu ağır saldırıyı püskürtecek ya da tarihsel birçok kazanılmış hakkını kaybedecek ve kölece çalışmaya razı olacaktır. Zira gelinen yerde sermayenin, ara bir yolu mümkün kılacak esneme özelliği kalmamıştır.

 

 

 

 

 

Kapitalizmin ‘merkez’lerinde kriz

 

Dünya çapında ekonomik, siyasal, askeri krizlerle bunalımı farklı biçimlerde su yüzüne çıkan kapitalizm, pandemiyle birlikte özellikle ekonomi alanında derin bir krize girmiş bulunuyor. Emperyalist kuruluşlar bu krizi, 20. yüzyılın emperyalist paylaşım savaşlarının arasındaki “Büyük Buhran” yıllarıyla kıyaslıyor. Bu değerlendirmelerle birlikte kapitalist devletlerin açıkladığı, 2020 yılının Nisan-Haziran (2. çeyrek) dönemine ilişkin ekonomi verileri krizin derinliğini ortaya koyuyor.

Başlıca kapitalist devletler arasında pandemiyi sağlık sistemlerinin çöküşüyle yaşayanlar da, süreci “başarılı” götürdüğünü iddia edenler de ekonomilerinde ‘rekor’ küçülme oranları kaydediyor.

ABD, Fransa ve Almanya ekonomilerinde kriz

Bunlardan en çarpıcı olan, dünyanın en büyük ekonomisi ABD‘nin içinde bulunduğu durumdur. Pandemiyle birlikte sağlık sistemindeki çöküşü ortaya serilen, diğer yandan küresel hegemonyasını yeni savaş ve saldırganlık hamleleriyle korumaya çabalayan ABD’nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası (GSYİH) 2. çeyrekte geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 9,5 küçüldü. Bununla birlikte, ABD ekonomisinin yıllık GSYİH’si aynı çeyrekte yüzde 32,9’luk düşüş kaydetti.

Avrupa Birliği’nin önde gelen iki kapitalist devleti olan Almanya ve Fransa’nın da ABD’den çok farklı durumda olmadığı göze çarpıyor. Salgını ağır yaşayan ülkelerden biri olan Fransa ekonomisinde de büyük bir düşüş yaşıyor. Fransız İstatistik Dairesi‘nin (Insee) bugün açıkladığı verilere göre, Fransa GSYİH’si 2. çeyrekte yüzde 13,8 oranında tarihi bir küçülme gerçekleşti. Ekonomi ilk çeyrekte de tahminlerin üzerinde yüzde 5,9 oranında küçülmüştü.

Avrupa Birliği’nin en büyük ekonomisi olan Almanya da yılın ikinci çeyreğini ‘tarihi’ küçülmeyle geride bıraktı. GSYİH, bir önceki çeyreğe göre yüzde 10,1, geçen yıla kıyasla da yüzde 11,7 küçüldü. Ekonomideki bu daralmanın, verilerin toplanmaya başladığından beri kaydedilen en büyük düşüş olduğu ifade edildi.

Keskinleşen sınıf mücadeleleri, savaşlar ve devrimler

Toplumsal fonları kapitalist tekellerin kurtarılması için cömertçe harcayan sermaye devletleri, boşalan fonları yeniden doldurmak için sağlıktan eğitime, emeklilik yaşının yükseltilmesinden işçi aylıklarının ve ücretlerinin reel olarak düşürülmesine, işten atmalardan işsizlik sigartalarına, doğrudan vergilerden dolaysız vergilere işçilerin pek çok hakkını gasp etmeye yönelik çok yönlü bir saldırıya girişecektir.

Emperyalist tekellerin ve buna paralel olarak kapitalist devletlerin arasındaki artan rekabet pek çok bölgede yeni savaş dinamiklerini beslerken, silahlanma yarışı da kızışıyor. Savaş harcamalarının getireceği devasa yükler de işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam koşullarını çok daha ağırlaştıracak.

Kapitalizmin küresel çapta ağırlaşan krizinin yükünü işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkma saldırıları, emek-sermaye çatışmasını kaçınılmaz olarak daha da keskinleştirerek sınıf savaşımını harlayacak.

İşçi sınıfı ve emekçiler, bilinçli ve örgütlü bir hazırlıkla bu sınıf savaşımına katılabildikleri oranda kapitalizmin krizi sömürüsüz, savaşsız, eşit ve özgür bir dünyanın yaratılmasıyla son bulabilir. Aksi takdirde emperyalist kapitalizm tüm dünyayı daha ağır bir yıkımla karşı karşıya bırakacaktır.