İçindekiler:

5 Haziran 2023
Sayı: KB 2023/08

2023 seçimlerinin ardından...
Erdoğan "seçildi", emperyalistler "rahat nefes aldı"
Modern köleliğin temsilcisi...
Seçimlerin ikinci perdesi
Düzenin siyaset sahnesi
Seçimler, reformizm ve hayal kırıklıkları
Edilgenlik kırılmadan, gericiliğin gücü kırılamaz!
İnsanca bir yaşam için seçimimiz mücadele!
Değişimin yolu mücadeledir!
İşçi sınıfı "oy rezervi" değildir
"Sermayenin, örgütlü işçi sınıfından korktuğunu görüyoruz"
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
İnisiyatifli ve yaratıcı yerel çalışma
Engels eylemi davalarından ikincisi görüldü
Proletaryanın ayak sesleri
Çin yönetiminden G7 kararlarına tepki
Savaş kundakçılarının G7 zirvesi
NATO'dan "Rusya'ya tehdit" tatbikatı
Esad yeniden Arap Birliği Zirvesi'nde
Lutte Ouvrière festivali başladı!
"Üretken yapay zeka" ve asalak emperyalizm
Burjuva siyaset sahnesinde akan pislik
Çocuklar için mücadeleye!
Sinanlar'ın yaktığı meşalenin izinden ileriye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

1 Haziran Dünya Çocuk Günü...

Çocuklar için mücadeleye!

 

Dünya Çocuk Günü, 1925 yılında Cenevre’de yapılan Çocukların Refahı için Dünya Konferansı’ndan sonra orta çıkmış bir gündür. 1 Haziran en yaygın tarihi olsa da her ülkede farklı tarihlerde kutlanmaktadır. Dünyanın hangi penceresinden bakarsak bakalım kapitalist sistemin çarkları arasında yetişen çocuklarımız için çok mutlu ve sorunsuz bir tablodan söz etmek ne yazık ki mümkün değil. Çocuklar her yıl kendilerine ayrılan bu özel günü istismarın, fırsat eşitsizliğinin, sömürü çarklarının ve zulmün gölgesinde karşılıyorlar.

Doğaya, kadına, üretene düşman kapitalist sistemin vahşiliğinde elbette ki çocukların daha ayrıcalıklı bir dünya olamayacağı açık bir gerçekliktir. Kapitalist sistemin çocuğu koruyup-kollamak gibi bir derdi de yoktur zaten. Doğası gereği yalnızca daha fazla kârı temel alan kapitalizmde çocuklara da bu gözle bakılır, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin her evresine bu pragmatist bakış açısı hakimdir.

2022 yılına ait veriler çocukların bu sistemde nelere layık görüldüğünün, ne gibi zorluklar çektiklerini çok çarpıcı bir şekilde özetlemektedir. Bu verilere ilişkin en çarpıcı alanlardan birisi hiç kuşkusuz çocuk emeğinin sömürüsüne ilişkin olanıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) yayımlanan son raporuna göre, dünya genelinde çocuk işçi olarak çalışan işçi sayısının 160 milyona kadar çıktığı ifade edilmektedir. Bu da her 10 çocuktan birinin çalıştığı, “daha az gelişmiş” olarak adlandırılan yoksul ülkeler de ise her 5 çocuktan birinin çalıştığı anlamına gelmektedir. Üstelik bu verileri yayınlayan kurumların tutumundan da biliyoruz ki bulundukları ülkenin eğitim sistemi aracılığı ile (Örneğin Türkiye’de Mesleki Eğitim Merkezi’dir) 12-14 yaşlarında “çıraklık” adı altında çalıştırılan çocuklar, bu verilere dahil bile değildir. Yine ILO verilere göre 160 milyon çocuk işçinin 63 milyonunu kız, 97 milyonu erkek çocukları oluşturmaktadır. Bu çocukların yaklaşık yarısı ise sağlıklarını ve gelişimlerini etkileyen tehlikeli işlerde çalışmaktadır. Bu neredeyse 79 milyon çocuk demektir. Bir gelişmişlik olarak lanse edilen yapay zeka, Endüstri 5.0 gibi tartışmaların gerisinde dahi büyük bir istismar gerçekliği yer alabiliyor. Zira gelişen teknoloji ile yapımı kolaylaşan iş alanlarında ucuz ve güvencesiz olarak çalışabilecek çocuklar için alan açılıyor. İnsanlığın gelişimi olarak sunulan tablonun gerisinde dahi kapitalist barbarlığın yeniden ve yeniden ürettiği bir çağdışılık yatıyor.

Yoksulluğun artması ile çocukların isimleri iş cinayetleri verilerinde de artık daha fazla anılır oldu. Son açıklanan TÜİK verilerine göre 7 milyonu aşkın çocuk yoksul olarak kabul ediliyor. Son 10 yılda en az 616 çocuk ise çalışırken hayatını kaybetti. Bu verinin dünya ortalaması ise bilinemiyor.

Çocuğa yönelik şiddet ve istismarda bir başka sorun alanını oluşturuyor. Dünyanın birçok ülkesinde çocuk yaşta evlilik, şiddet, cinsel istismar, yoksulluk gibi gerçeklikler söz konusuyken resmi olarak çocuklara reva görülen bu gerçekliğin verileri toplu bir biçimde yansıtılmıyor.

Türkiye’ye ilişkin veriler ise vahim bir tabloyu gözler önüne seriyor. 2022 yılının ilk 9 ayında 36 çocuk öldürülürken, 205 çocuk istismar edildi. 2021 yılında ise 34 çocuk öldürdü, 208 kız ve erkek çocuğu istismar edildi. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, 2021 yılındaki 20 bin 459 dosya ‘çocuğa karşı cinsel istismar’ suçu. TÜİK rakamlarına göre de 2021 yılında 117’si 15 yaşından küçük 7 bin 190 çocuk doğum yaptı. Tüm bu veriler ise yasal olarak saptananlardan ibaret.

Kimi çocuklar kendilerine ayrılmış olan bu ‘özel’ günlerini bir merdiven altı atölyede getir-götür işleri yaparak karşılıyor, kimileri Ortadoğu’da, Afrika’da ya da Ukrayna’da savaşın gölgesinde, kimileri yaşadığımız toprakların bir ucunda depremin ardından yaşam mücadelesi vererek, kimileri erken yaşta evlendirilme tehditti ve zorbalığı altında karşılıyor günlerini. Çocukları bu cendereden kurtarmanın bir yolu elbette ki var. Çocuklara yaşanabilir bir dünyanın mümkün olabileceğini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bin bir imkansızlıklar içinde, kısıtlı bir zamanda dosta düşmana göstermiştir.

 

 

Sahibinden satılık “vatandaşlık”

 

14 Mayıs seçimleri sonuçları, Türkiye’deki mülteci sorunu ve yabancılara vatandaşlık konularını tekrar gündeme getirdi. AKP-MHP iktidarı seçim öncesi “yerli-milli” kodlamasıyla ırkçı-gerici ve faşist söylemlerle bir kara propaganda yürüttü. Gerici politikaların ve söylemlerin etkisiyle toplum kutuplaştırıldı ve neredeyse ikiye bölündü. Seçimin ikinci tura kalmasıyla birlikte artık düzen muhalefeti de aynı politikaların bir parçası oldu.

2012’de çıkartılan yasalarla, yabancılara taşınmaz satışının önündeki engeller kaldırıldı. Böylece son on yılda Türkiye’de yaklaşık 357 bin konut satışı gerçekleşti. Tabii bu açıklanan resmi rakamlar. 2012 sonrası özellikle Ortadoğu’dan birçok kişi 250 bin dolara (şimdi 400 bin dolar!) taşınmaz alıp vatandaşlık elde etti. Bir nevi parayla Türk vatandaşlığı verilmesiyle beraber gerici-faşist rejim kendi bekası için oy devşirmenin de kanalını açtı.

Son dönemde ortaya çıkan kimi olaylar gösteriyor ki cihatçı çeteler, uyuşturucu baronları, dolandırıcılar ülkede cirit atıyor. 400 bin dolara satın aldıkları vatandaşlık zırhıyla, güvenli liman olarak gördükleri Türkiye’de serbestçe yaşayabiliyorlar. Geçtiğimiz aylarda, Sırp uyuşturucu baronunun İstanbul’da öldürülmesi, yine İstanbul’da Azeri ve Kafkas mafyalarının çatışmaları, İŞİD’in finans sorumlusunun İstanbul Fatih’te döviz bürosu işletmesi, İsveç’te kırmızı bültenle aranan uyuşturucu baronunun yakalanıp salıverilmesi gibi birçok örnek bunu gösteriyor. Türkiye’de artık hiçbir kurala-kanuna dayanmayan parayla satılan vatandaşlık sayesinde bu işi yürüten çeşitli çeteler ortaya çıkmıştır. Kırıkkale’de 30 bin TL’ye alınan arsanın sonradan fiyatı 30 milyon TL’ye çıkartılarak ve üzerine evler yapılmış gibi gösterilerek onlarca yabancıya vatandaşlık veren suç çeteleri türemiştir. Sermaye devletindeki çürüme ve yozlaşmanın vardığı boyutları gösteren başka bir gerçektir bu… Öyle ki artık dünya medyasında bu durum “suçluların gözü Türk vatandaşlığında” gibi haberlere konu olmaktadır. Gerici-faşist rejim, bu suç makinelerinden ve zehir tacirlerinden kendisine oy devşirdiği için bunlara “vatansever” derken, kendilerinden olmayan milyonları ise “hain” olarak ilan etmektedir.

* * *

Bugün dümeninde Erdoğan’ın bulunduğu Türkiye kapitalizminin giderek derinleşen iktisadi, sosyal ve siyasal krizi işçi ve emekçiler için tam bir yıkıma dönüşmüştür. Krizin tüm faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için her türlü saldırı devrededir. Yalan dayalı propagandaya azgın bir devlet terörü ve faşist zorbalık eşlik etmektedir.

Kokuşmuş sermaye iktidarı ülkeyi, dünyanın bütün pis işlerinin döndüğü ve aklandığı yer haline getirmiştir. Ülkenin bekası denen sadece Erdoğan’ın ve avenesinin bekasından başka bir şey değildir. Gerici-faşist iktidar yaşanan bunca şeye rağmen bugün hala iktidardaysa bunun en temel sebebi toplumsal muhalefetin zayıf ve örgütsüz olmasından dolayıdır. Ayrıca toplumsal muhalefet bugün düzen sınırlarını aşabilecek bir duruş ve pratikten uzaktır. Bu da onu düzen sınırlarına hapsetmektedir. Seçim öncesi bunun sayısız örneğine tanık olduk. Düzen muhalefeti AKP’ye muhalefet ederken, kapitalist düzeni koruma kaygısından dolayı gerici-faşist iktidarın her saldırısına sessiz kalmaktadır. Düzen muhalefetinden başka bir tutum alması da beklenilemez zaten. Onların temel hedefi çivisi çıkan bu kapitalist düzenin tekrar rayına oturtulmasıdır.

Sömürüye ve baskıya maruz kalan işçi ve emekçiler çözümü düzen partilerinden değil, kendi örgütlü mücadelelerinde aramalıdır. AKP’den ve bu sömürü düzenden hesap sormanın yolunun seçimler olmadığı bir kez daha görülmüştür. Bugün gerici ve ırkç söylemlerin, faşist baskı ve zorbalığın panzehri işçi ve emekçilerin kendi hakları ve çıkarları için yükseltecekleri mücadeleden geçmektedir.

N. Kaya