24 Nisan'04
Sayı: 2004/08


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs'a doğru belirsizlikler tablosu
  DİE raporunun yeni itirafları ve gizledikleri
  İkinci DEP davası sounçlandı...
  Düzen ordusu nasıl demokratlaştı?!
  NATO: Halklara karşı bir kirli savaş örgütü!
  Ordunun asli görevi burjuva düzenin güvenliğidir!
  Devrimci tutsaklardan açıklama...
  İmzalar KESK MYK'sına ulaştırıldı...
  Liseli gençlik yanıt vermek için 1 Mayıs'ta alanları doldurmalı!
  1 Mayıs'ta alanlara!
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Uluslararası işçi sınıfı hareketi tarihinde ve Türkiye'de 1 Mayıs
  Bush-Blair çetesinden kasap Şaron'a tam destek...
  İşgalci haydut takımı "Irak batağı"ndan çıkış yolları arıyor!
  BM'de "insan hakları" ikiyüzlülüğü
  Bugün 23 Nisan, neşe dolamıyor insan!
  1 Mayıs ve Kürdistan emekçileri
  İzmir Eğitim-Sen 3 No'lu 1. Olağanüstü Genel Kurulu
  Bültenlerden...
  Bir-Kar 4. Gençlik Kampı başarıyla gerçekleştirildi...
  Ateş saçan Yürekli yoldaş mezarı başında anıldı
  "Plana hayır, önemli olan ortak eylem"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Iraklı direnişçiler işgal ordularının kuşatmasına karşı direniyor

Irak’ta işgal karşıtı direnişin iki üssü Felluce ve Necef emperyalist orduların kuşatmasına boyun eğmiyor. Her iki kent binlerce Amerikan askeri, tanklar ve zırhlı araçlar tarafından kuşatılmış durumda. Savaş uçakları ile helikopterler kuşatmayı havadan tamamlıyor. Buna rağmen her iki kentteki direnişçilerle onları sahiplenen halk, işgalcilere teslim olmayacaklarını, olası bir saldırıya karşı direnmeye hazır olduklarını ilan etmiş bulunuyorlar.

İşgal karşıtı direnişe “terörist” damgası vurmaya çalışan ABD emperyalizmi öte yandan Felluce ve Necef’teki direnişçilerle anlaşma yolu arıyor. Bu amaçla kukla yönetim mensubu kişilerin yanısıra, aşiret önde gelenleri ya da din adamlarını devreye koyuyor. Buna rağmen somut bir sonuç alabilmiş değil. Felluce’de anlaşma sağlandığına dair haberlere bakıldığında, sözü edilen anlaşmayı kentteki bazı çevrelerin yaptığı görülüyor; daha çok bölgenin insani ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili maddeler öne çıkıyor. Zira kentte kuşatmadan dolayı gıda ve ilaç yokluğu had safhada. Hastanelere gidişlerde, işgalcilerin katlettiği Iraklılar’ın gömülmesinde bile sorunlar yaşanıyor. Anlaşmada bu sorunların çözüleceğine dair maddeler yer alıyor. Anlaşmaya göre “şehirde ABD kuvvetleri ve rak güvenlik kuvvetleri ortak devriye görevi yapacak, hastanelere gidiş serbest olacak ve ölülerin defnedilmesine imkan tanınacak”. Direnişçiler ise, ne işgali meşru görüyor, ne de emperyalistlerin “ağır silahların teslim edilmesi” yönündeki taleplerini dikkate alıyor.

Tank ve zırhlı araçlar eşliğindeki 2 bin 500 kişilik bir kuvvetle Necef’i kuşatan ABD askerleri, Şiiler’in kalesi Kerbela’daysa Sadr karşıtı broşürler dağıtmaya başladılar.

Şii lider Sadr ise, ABD’yi kendisini yakalamaya ya da öldürmeye çalıştığı bir durumda ABD güçlerinin hayal edemeyeceği bir yanıtla karşılaşacağını söyledi. Lübnan’da yayınlanan Essefir gazetesine demeç veren Sadr, “işgalcilerin beni öldürme ya da yakalama tehditleri zayıflıklarının bir sonucudur” derken, okyanusları aşan ABD’nin, “Irak’ı kurtarmak yerine işgal ettiğini, altyapısını bozduğunu ve halkı arasında korku ve panik yaydığını” vurguladı. Kendisine bağlı “Mehdi Ordusu”nu hiçbir koşulda dağıtmayacağını söyleyen Sadr,“işgalcilerin Necef’e girmesine izin vermeyeceğiz” diyerek emperyalistlere meydan okudu.

İşgal orduları henüz Necef’e saldırmayı göze alamadılar. Zira böylesi bir saldırının direnişi daha da güçlendireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bunu bilen ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Irak’taki koalisyon güçlerinin Necef’e girmelerinin gerekli olmadığını söyledi. Ancak işgalci haydutların uygun koşulları buldukları anda yeni katliamlar yapacaklarına da kuşku yok. Necef’te kitlesel bir katliamı önleyen, direnişçilerin şimdiye kadar sergiledikleri kararlı tutumdur.

Direniş, ABD ordusu tarafından Iraklılar’dan oluşturulan milis gücüne bağlı birlikler arasında da yankı buldu. ABD ordusunun verdiği “Felluce’ye saldırın” emrini reddeden 200 asker, işgal güçleri tarafından “emre itaatsizlik” suçlamasıyla tutuklandı. Eski Irak askerleri ve Kürt milisleri adına açıklama yapan bir asker, “Bize kente saldırmamızı söylediler ve şaşkınlığa uğradık. Nasıl bir Iraklı başka bir Iraklı ile savaşabilir? Bu, Saddam Hüseyin’in devrinden beri hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor. Topluca reddettik” dedi. Kaçanlar arasında bulunan Kürt asıllı bir başka asker ise, “Kenti misket bombaları kullanan savaş uçaklarıyla bombalıyorlardı. Bunun bir parçası olmazdım” şeklinde konuştu. Konuyla ilgili açıklama yapmaktan kaçınan işgal güçleri ise, ordu içinde yaygın “itaatsizlik olaylarından yakınmakla yetindiler.

Son bir ay içinde Iraklı direnişçilerin sergilediği kararlı tutum daha ilk adımda işgal güçlerinin bir kısmının Irak’ı terketmesine ve kukla yönetimin çatlamasına yolaçtı. ABD komutasında oluşturulan “Irak milisi”ne bağlı askerlerin de işgalcilerin emirlerini reddetmesini sağladı. Direnişin büyüdüğü koşullarda bu çatlaklar daha da derinleşecek, savaş çetesinin açmazları büyüyecektir.



Emperyalist gericilik Küba’ya boyun eğdirmeye çalışıyor...

BM’de “insan hakları” ikiyüzlülüğü

BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 15 Nisan günü Cenevre’de yaptığı son toplantıda, yoğun diplomatik çabalar sonucu Küba’ya karşı bir karar alındı. Buna göre, bir BM insan hakları gözlemcisinin Küba’ya gönderilmesi isteniyor. 20 red oyuna karşı 21 oyla kabul edilen bu karar, emperyalist gericiliğin Küba’yı boğma çabasının somut bir göstergesi.

“Böyle bir kararı tümüyle reddediyoruz” açıklaması yapan Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez, bu karar önergesinin 24 Mart’ta ABD tarafından Honduras hükümeti aracılığıyla gündeme getirildiğinin altını çizdi. “Bir insan hakları gözlemcisi Küba yerine önce Guantanamo’ya gitsin” diyen Perez, Cenevre’deki oturumda Guantanamo’da tutuklu bulunan 600 “rehine”nin durumunun gündeme getirilmemesine dikkat çekti. Küba’da, ülkenin çıkarlarını yabancı güçlere peşkeş çekmeleri nedeniyle cezaya çarpıtılan 75 “muhalif”in suçlarını tespit edildiğini ve ‘90’lı yıllarda iki kez insan hakları gözlemcilerinin adaya geldiğini belirtti.

BM İnsan Hakları Komisyonu toplantılarında tek tek tutukluların durumundan öte Küba’da “insan hakları”nın genel durumu üzerinden tartışmalar sürdürüldü. Zira Bush, Küba’daki “insan hakları” sorununu kendi özel meselesi yaptığını açıklamıştı. Küba’da “insan hakları” sorunu yeni bir “Küba inisiyatifi”yle bağlantılı olarak gündeme getirilmiş, Küba’ya uluslararası baskı uygulanması talep edilmişti.

Son karar Afrika, Asya ülkeleri, Çin ve Rusya temsilcileri tarafından reddedilirken, Almanya ve İngiltere tarafından desteklendi.

“İnsan hakları” tek argümanları

“İnsan hakları ihlalleri” argümanıyla Küba’yı sürekli baskı altından tutmak ve tecrit etmek, yıllardır ABD emperyalizminin başvurduğu bir yöntemdir. 17 yıl önce Reagan’ın döneminde de aynı sorun gündeme getirilmişti. Zira emperyalist güçlerin Küba’ya saldırı konusu yapabilecekleri tek malzeme bu. ABD’nin Küba’yı “insan hakları ihlali” konusunda yargılama önerileri, ‘87, ‘88 ve ‘89 yıllarında Cenevre’de gündeme alındı. Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından Küba’nın kendiliğinden çözüleceği beklentisi ise ABD’nin politikasında değişikliğe yolaçtı. Konuyla ilgili olarak bölgedeki uşak hükümetleri devreye sokmayı uygun gördü.

Diğer ülkelerin hükümetleri tarafından verilen önergelerin hazırlayıcısı bizzat ABD dışişleridir. Zira ABD, onyıllardır sistematik olarak uyguladığı ve uluslararası kamuoyunda hiçbir meşruiyeti olmayan ambargoyu gerekçelendirmek için, Küba’nın “insan hakları ihlalleri” dolayısıyla yargılanması kararına büyük bir ihtiyaç duymaktadır.

Küba’ya yönelik bu kirli savaşla bu ülke 70 milyar dolar maddi zarar uğratılmıştır. ‘88, ‘94 ve ‘99 yıllarında Küba’nın daveti üzerine insan hakları gözlemcileri adayı ziyaret etmişler, fakat sundukları hiçbir rapor dikkate alınmamıştır. Bu, emperyalist müdahale politikasının gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.

‘79 yılından bu yana Latin Amerika’da 635 muhabir katledilmişken, Küba’da bu yönde tek bir olay yaşanmamıştır. Bölgede hergün binlerce çocuk açlıktan ölürken, Küba’da açlıktan ölen tek bir çocuktan sözedilemiyor. Bush Teksas valisi olduğu dönemde 152 kişinin ölümüne imza atmıştır... Bunların hiçbiri “insan hakları ihlali” değildir.

Cenevre’de hangi ülkelerin yargılanacağına büyük emperyalist güçler karar veriyorlar. Dikkate değer olan, Küba Cenevre’de Honduras hükümetinin inisiyatifiyle tartışılırken, ülkenin “First Lady”si Havana’da Küba doktorlarına, Hurrikan felaketinden sonra yaptıkları tıbbi yardımdan dolayı teşekkür ediyordu. Kübalı doktorların 4 milyon 120 bin kişiyi muayene ettikleri ve 100 bin insanın hayatını kurtardıkları gerçeği daha önce basında büyük bir yankı yaratmıştı. Diğer taraftan Honduras polisinin ‘98 yılından bu yana 2170 genci kurşunlayarak öldürdüğü biliniyor. Meksika’da yayımlanan La Jornada gazetesi haklı olarak şu soruyu soruyor: “Son yıllarda Honduras’ta 200 homoseksüel açıktan öldürüldü. Acaba sadece birisi Küba’da öldürülseydi ne olurdu?”

Fakat bu emperyalist hesaplar Küba’nın duvarlarına çarparak geri tepiyor. Emperyalist ikiyüzlülüğün üstünü örtmek artık mümkün olamıyor.