“Bayrak” olayı ve devletin geleneği...
Provokasyon sermaye devletinin mayasında var!
A. Aydın
Mersin'deki Newroz kutlamalarında 12-13 yaşlarında iki çocuğun Türk bayrağını “yakmak istemesi” üzerinden yaşanan gelişmeler, “olayın kendisi de bir devlet provokasyonu mu?” sorusunu pekiştirir nitelikte.
Öncelikle, olayın faili olarak tutuklanıp içeri atılanların ikisi de çocuk yaşta. İkinci olarak; bu çocukları yakalayıp içeri tıkmakta son derece işgüzar, ivecen, telaşlı davranan devlet, çocukların eline bayrağı verip eyleme teşvik ettiği saptanan şahsı yakalamak konusunda hiç aceleci davranmadığı gibi, adeta son derece isteksiz de görünmekte.
Fakat bunlar, gene de, şüphe büyüten tutumlar olma ötesinde bir somut kanıt (henüz) oluşturmuyor. (Henüz; çünkü hatırlanırsa, ‘96 1 Mayıs gösterileri ardından, Kadıköy'de mağaza camlarının kırılması, eşyaların yağmalanması olaylarının kışkırtıcısı olarak, devrimciler, en az bir şahsın ajan-provokatör olduğunu teşhis etmişlerdi.) Yani, Mersin'de yaşananlar için de, şimdilik kaydı düşüp bir kenara yazmak gerekiyor… Ancak…
Olay sonrasında “protesto” adına düzenlenen nümayişlerin organizatörlerine, sloganlarına, biçim ve içeriğine dikkat edilirse, devletle birebir ilişkisi gayet açık biçimde görülebilir. Zaten, gösterilere ilişkin bu yönlü tespit veya soru işareti içeren eleştiriler, burjuva basında bile yerini buldu. Kimi burjuva yazarlar, bayrağın bu şekilde bir kullanımının tehlikeleri üzerine uyarılarını yapmakta gecikmediler. Elbette, bu tür köşe yazarları, genelde “devlet provokasyonu” tabirini tercih etmedikleri gibi, kullandıkları durumda dahi, buna, hükümet provokasyonu anlamı yüklemek suretiyle, sermaye düzenini ve devletini aklama yoluna gitmeyi tercih ederler. Oysa; işin, hükümetleri aşan niteliğini görmek hiç de zor olmasa gerek. Tabii ki görmek isteyen için…
Hükümetleri aşan tabirini, kuşkusuz, burjuva yazarların tam tersi bir tutumla, işbaşındaki hükümeti aklama amacıyla kullanmıyoruz. Elbette hükümetler de devletin bir organıdır. Ve elbette, devlet provokasyonlarında bu icra organı da çoğu zaman ve önemli roller yüklenmektedir. Bununla birlikte, çok da uzak olmayan tarihimizdeki kimi büyük provokasyonlarda, hükümetlerin, bırakın icracı olması, haberdar bile olamadıkları da sonradan açığa çıkarılmış/kabul edilmiş bulunmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, ‘77 1 Mayıs'ıdır. Hükümet haberdar olsaydı engeller/engelleyebilir miydi, bu ayrı soru. Ancak, Taksim alanında toplanmış yüzbinlerce işçi-emekçinin üzerine otel pencerelerinden kurşun sıkanların CİA-MİT ajanları olduğu artık biliniyor. Olayın ‘80 darbesinin hazırlanması sürecindeki en büyük provokasyon olduğu da… Pentagon'dakilerin, darbe haberini “bizim oğlanlar başardı!” sevinciyle kutlaması da, 1 Mayıs provokasyonunun arkasındaki “Türk hükümetini aşan” güçlerin kimler olduğunun açık kanıtlarını sunuyor.
Öncesi bir yana, Cumhuriyet tarihinin –bir bakıma- bu tür provokasyonlar tarihi olduğunu söylemekte hiçbir sakınca yok. Ancak; sözkonusu provokasyonların, bir komplolar-suikastler-entrikalar zincirinin parçası olarak işlev gördüğünü de bilmek gerekiyor, bir. Bir de, bu uğursuz zincirin sonradan oluşturulmadığı, Cumhuriyet'in mayasında bulunduğunu…
Cumhuriyet'in ön günlerinde yaşanan iktidar kavgalarında var bu. Çerkes Ethem -Ankara çekişmesinde örneğin. Ve Suphiler'in katlinde. Ve bu katliamda devlet bağlantısını sorgulayan Rize milletvekiline düzenlenen suikastta, ve bu suikastı gerçekleştiren Topal Osman ve çetesinin imha ve tasfiyesinde… vb., vb… Bu zincirlemenin günümüze dek eksilmeden –kimi dönemlerde ayyuka çıkarılarak- sürüp gittiği biliniyor. En büyük, dolayısıyla en fazla zihinlere kazınmış olanlardan birkaç örnekleme, provokasyonların Türk devletinin bir geleneği haline geldiğini, Türk sermaye sınıfının bir yönetme tekniği/taktiği olduğunu daha iyi gösterebilecektir. İstiklal Mahkemeleri'ni kurabilmek için “İzmir suikasti” provokasyonu, Maraş katliamını önceleyen “sinema yangını” provokasyonu, Çorum, Sivas ve yine Sivas katliamları, Gazi Mahallesi'nde güçlü bir direnişle yanıtlanan saldırı öncesi kahve taranması olayı… Bir de yıllar sonra Kontr-gerilla şefi bir orgeneralin (Sabri Yirmibeşoğlu) basına “müthiş bir operasyondu!” övüncüyle anlattığı ünlü 6-7 Eylül olayları var!..
İşçi sınıfımızı, emekçi halklarımızı, provokasyonlarla, komplolarla, suikastlerle, katliamlarla yönetmeye çalışan bir soysuz sınıf, 80 yıldır tepemize bir karabulut gibi çökmüş durumdadır. Kitleleri terörle sindirip susturma, aslında, yönetme becerisinin değil, yönetememe zaafiyetinin göstergesidir. Egemen sınıfın bu zaafı bilinçle kavrandığı zaman, emekçi halklarımızın tepesindeki karabulutları dağıtmak, ufkunu açmak ve tarihini aydınlatmak hiç de zor olmayacaktır.
|