02 Nisan 2005
Sayı: 2005/13 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs’ı kazanmak için etkili, yaygın bir sınıf çalışması!
  Devrimci gruplardan ortak çağrı: “Birleşik, kitlesel, devrimci 1 Mayıs için ileri!”
  Provokasyon sermaye devletinin mayasında var!
  Burjuva şovenizminin karşısına işçi sınıfının enternasyonal kızıl bayrağıyla çıkalım!
  İncirlik bölge halklarına saldırının “merkezi üssü” oluyor
  Özelleştirme saldırısı ve birleşik mücadele
  Sağlıkta özelleştirme saldırısı hızlandı
  Şovenist histeri ve sendikalar

  KESK'e bağlı sendikaların genel kurulları; Bir kez daha ilkesiz ittifaklar

  Burjuva siyaset döngüsü, AKP ve
seçenekler
  Son gelişmeler ışığında ordu-siyaset
ilişkisi
  İstanbul Üniversitesi af aldatmacasını
boşa çıkartacak!
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/8: Emperyalist savaş ve Ortadoğu halkları
  Kırgızistan’daki darbenin ardındaki
ABD eli
 İşgal ordusuna asker toplamak için
şovenist kampanya
ABD emperyalizmi Suriyeli işbirlikçileri hazırlıyor
 İ.Ü.’nde Kızıldere
anması
 İstanbul Liseli Gençlik Platformu’ndan
(İLPG) Kızıldere anmaları
 Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda
Kızıldere anması
Bültenlerden
Newroz kutlamalarının ardından
Avrupa Birliği Sosyal Şartı ve boş beklentiler
GOP-DER açılış şenliği yapıldı
Tuzla Deri-İş Şube Başkanı Hasan
Sonkaya ile konuştuk
2. Eğitim-Sen Genel Merkez Kurultayı’nda tüzük ihlali
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Son gelişmeler ışığında ordu-siyaset ilişkisi

 A. Deniz

Bayrak olayının Genelkurmay'ın yaptığı zehir zemberek açıklamayla gündemleşmesiyle birlikte tüm düzen kurumları Genelkurmay'ın açıklaması ekseninde birleşti. Histerik bir şoven kampanya eşliğinde, Kürt sorunundaki imhacı ve inkarcı yaklaşım şaha kalktı. Merkezinde faşist MHP'nin yeraldığı bayrak gösterileri ve yürüyüşler ülke genelinde yaygın olarak düzenlendi.

Bu süreçte, Avrupa Birliği nedeniyle ordunun siyasetteki etkinliğinin azaldığı iddialarının ne denli dayanaksız olduğu, ordunun en güçlü düzen partisi konumunu koruduğu bir kez daha tüm açıklığı ile görüldü.

Mersin'deki Newroz kutlamalarında, bayrağın kontra bir el tarafından, kitle dağılırken ortaya atıldığı, sermaye medyası ve gözaltına alınan çocukların ifadesine yansımıştı. Buna rağmen Genelkurmay Başkanlığı ortamı provoke etmeye yönelik son derece sert bir açıklama yaptı, “TSK'nın vatan ve bayrak sevgisini denemeye kalkışanlara tarihin sayfalarına bakmalarını” öneren tehditler savurdu. Cumhurbaşkanı, hükümet, muhalefet ve başka pek çok etkili ve yetkili kişi ve kurumun açıklamalarıyla sorun bir “milli dava”ya dönüştürüldü. Newroz gösterilerine katılanlara, Kürtler'e ve onların haklarını savunan, ilerici, devrimci güçlere dönük bir linç kampanyası başlatıldı.

Ordu-hükümet zıtlaşmasının sınırları

Sermaye devletinin asıl yönetici gücü sermaye hükümetleri değildir. Tüm kararlar generallerin merkezinde olduğu MGK'da alınmaktadır. Sermaye hükümetlerinin görevi bu kararları eksiksiz uygulamaktan ibarettir. Generaller, güçlerini sınırlamaya yönelik müdahaleleri sert bir şekilde yanıtlamaktadır. İhtiyaç duyulduğunda gerilim politikalarını devreye sokmalarına ilişkin pek çok örnek vardır.

AKP fırsat buldukça, generallerin bu güç ve etkisini sınırlamayı hedefleyen tutumlar alıyor. Zaman zaman milletvekillerine yaptırılan açıklamalar üzerinden çıkışlar yapılıyor. Örneğin AKP Adıyaman milletvekili Hüsrev Kutlu'nun, Atatürk'ün mareşal üniformalı resmi yerine sivil giyimli bir resminin meclise asılmasını istemesi ve meclis muhafız taburundan rahatsızlık duyduğunu söylemesi bireysel bir düşünce değil. Sermaye hükümeti bu açıklamayla ordunun tepkisini ölçmek istedi. Genelkurmay da verilmek istenen mesajı anlamakta zorlanmadı ve tepkisini göstermekte gecikmedi. Genelkurmay'ın açıklaması milletvekili şahsında esas olarak AKP'yi hedef aldı. Bu oldukça sert çıkış AKP'nin ödünü koparmaya yetti. Hüsrev Kutlu disiplin kuruluna verildi ve uyarı cezası aldı.

AKP, milli görüş çizgisinden gelen şeriatçı kimliğindeki önemli bir yumuşamaya rağmen, temelde islami gericiliğin damgasını vurduğu bir partidir. Bu nedenle AKP tabanının okşanması çerçevesinde adımlar atmaya çalışıyor. Türbanlıların özel üniversitelere kayıt yaptırmasının önündeki engellerin kaldırılması yönünde bir yasal düzenleme yapılabileceğini Erdoğan gündeme getirdi. TCK görüşmeleri sırasında yapılan zina tartışmaları da bu amaca yönelikti. Böylelikle tabana, “gördüğünüz gibi taleplerinizi gündeme getirdik ama barikatı aşamadık, gücümüz yetmedi” mesajı verildi. AKP şeriatçı eğilimler içinde olan tabanını okşamaya yönelik bu türden mesajlar vermeyi sürdürüyor.

Ancak AKP'nin zevahiri kurtarmaya dönük bu manevraları bile Genelkurmay'ın statükocu duvarına çarpıp tuzla buz oluyor.

Ordu gücünü nereden alıyor?

Ordunun özel ağırlığında bir dizi etken rol oynamaktadır. Bunlardan ilki, Türkiye'nin emperyalist-kapitalist sistemin geri ve bağımlı ülkeler kategorisinde yeralmasıdır. Tüm diğer bağımlı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de ordu siyasal, iktisadi ve sosyal süreçlere damgasını vurmaktadır. Zayıf halkalar olarak tanımladığımız böyle ülkelerde çelişkiler oldukça keskindir, bağrında bir dizi patlama öğesi birikir. Böylesi ülkelerde devrim korkusunu sürekli olarak yaşayan burjuvazi, işçi ve emekçileri sindirerek yönetmeye mahkumdur. Bu nedenle ordu sürekli olarak önplandadır.

İkincisi; bölgemize ilişkin olarak merkezinde ABD'nin olduğu emperyalist hesaplardır. Türkiye emperyalist-kapitalist sistemin Sovyetler Birliği'ne en yakın ülkesi olması nedeniyle ordu önemli bir misyon yüklenmiş, buradan da büyük bir güç kazanmıştır.

12 Eylül karşı-devrimi, toplumu teslim almaya yönelik siyasal ve hukuksal bir çerçeve çizmiştir ve bu durum hala sürmektedir. Özellikle bu süreçte devletin baskı aygıtları daha da geliştirilip tahkim edilmiştir. Kürt halkına yönelik kirli savaş sürecinde bu aygıt muazzam bir güç ve etkinlik kazanmıştır. Bu aygıtın tepesinde, generallerin yanısıra siyasi polis şefleri ve MİT yöneticilerinin de yeraldığı MGK vardır ve fiili yasama organıdır. Parlamento, onun emirleriyle harekete geçen, “formaliteleri yerine getiren” göstermelik bir kurum konumundadır.

Yasaması MGK olan rejimin, yürütmesinde de MİT, kontrgerilla, ordu ve siyasi polis rol almaktadır. Yargıda ise yıllarca bu ihtiyacı DGM'ler karşıladı. DGM'ler, “ağır ceza mahkemesi” adı altında, hala kontr-gerilla hukukunu icra etmeyi sürdürüyorlar.

Bu aygıtın propaganda ve yönlendirme aracı ise medyadır. Medya 12 Eylül sonrasında tekelci holdinglerin doğrudan denetimine girdi. Ordunun merkezinde olduğu MGK'nın istemlerini harfiyen yerine getirdi. Devletle iç içe geçerek tam bir devlet kurumu haline geldi. Son bayrak provokasyonunda da, Genelkurmay'ın açıklamasına denk düşen refleksi göstermede gecikmedi.

TSK hem sermaye iktidarının bir ürünü, hem de onu yönlendiren temel aktördür. TSK'nın iç ve dış güvenlik stratejisini belirleyen sadece işbirlikçi tekelci burjuvazinin ihtiyaçları değildir. Bu ihtiyaçları da kapsayan emperyalist-kapitalist sistemin temel çıkarlarıdır. Ordunun bugünkü etkin konumunun gerisinde, başta ABD olmak üzere, emperyalizmin iktisadi-siyasi ve askeri çıkarlarını uygun davranma başarısı yatmaktadır. TSK'nın iç siyasete müdahalesi ile dış güvenlik stratejisi arasında tam bir uyum bulunmaktadır. Soros'un “en iyi ihraç malınız ordunuz” sözü tam da bu gerçeği ifade etmektedir. Nitekim, NATO'nun yeni tehdit konseptine ilk adapte olma ‘başarısını' gösteren ordu olmuştur.

Öte yandan ordu Türkiye'nin en büyük holdinglerinden biri olan OYAK'ın sahibidir. Ordunun uluslararası tekeller ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarlarıyla bu kadar kolay bütünleşmesinde bir etken de budur. OYAK, otomotiv, metal, banka ve sigorta sektörüne kadar yaygın bir şirketler ağına sahiptir. Yanısıra savunma sektöründeki faaliyet yürüten Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı'na (TSKGV) sahiptir. TSKGV ve OYAK'a bağlı şirketlerden 4-5 tanesi Türkiye'nin en kârlı 500 şirketi sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bu kapitalist kimliğiyle ordu, sınıf mücadelesinde net bir sınıfsal tutum almakta, işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlıkta sınır tanımamaktadır.

Düzen güçlerinin değişik kesimleri arasındaki it dalaşının işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine kazandıracağı hiçbir olumlu gelişme sözkonusu olamaz. Sermaye devletinin demir yumruğu olan ordunun varlık nedeni, merkezinde ABD emperyalizminin bulunduğu, emperyalist dünya sistemine ve işbirlikçi sermaye iktidarına tam bir bağlılıkla hizmet etmektir.

İşçi sınıfı ve emekçilerin sefaletin kör kuyusundaki yaşamlarının değişmesi, bu sefaletin sorumlusu olan emperyalizm ile işbirlikçi sermaye iktidarına karşı mücadeleyi yükseltmeleriyle mümkündür. Her geçen gün daha da azgınlaşan, geleceğimizi karartan saldırıları püskürtmenin başka bir yolu yoktur. Bu mücadele aynı zamanda, işçi ve emekçilerin gerçek kurtuluşu olan sosyalizmin de yolunu açacaktır.