09 Temmuz 2005
Sayı: 2005/27 (27)


  Kızıl Bayrak'tan
  G-8 Zirvesi ve “hayalet”in önlenemeyen
yükselişi!
  Telekom’da sermaye sözünü söyledi...
Söz sırası işçi ve emekçilerde!
  Kamu TİS’leri sonuçlandı... Sonucu özeleştirme belirledi
  Tayyip Erdoğan ve hükümeti GOP için
seferberliğe hız veriyor
  Eğitim-Sen 2. Olağanüstü Genel Kurulu
  2 Temmuz Sivas katliamı protestolarından
  Sermaye devleti katliamda sınır
tanımıyor...Topyekûn saldırıya karşı
mücadeleyi yükseltelim!
  Gimas grevi ateşlenmeyi bekliyor
  Sınıf hareketinden...
  Kürt hareketinde İmralı süreci ve Türkiye’de Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Dönemin aydıncıkları ve “büyük hizmetleri”
  Katliamlar sürüyor...
Hem de alenen, sokak ortasında ve
kameralar karşısında!

  Devlet partisi CHP’den hükümete “sokak” tehdidi

  Live8 G-8’e karşı mı?
Kapitalizm tarih olmadan
açlık ve sefalet tarih olabilir mi?
  G-8 zirvesi toplandı...
Emperyalist güç odakları çözümün değil
sorunların kaynağıdır
  Yeni hedeflerden biri Azerbaycan... CİA-Soros patentli karşı-devrimler
ve ABD uşakları
  Reklam dünyası ve kadın
  17’lere...
Kan kızıldı toprak!
  Bültenler / OSB-İMES
  Bültenler / Çiğli İB
  Kurtköy Canbazbayır emekçileri barikatları kurdular... Yıkım kararına
karşı direniş kararlılığı!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Live 8 G-8'e karşı mı?

Kapitalizm tarih olmadan açlık ve sefalet tarih olabilir mi?

“Açlık ve fakirlik tarih olsun!” sloganıyla ünlü müzisyenleri biraraya getiren Live 8 çerçevesinde dünyanın farklı ülkelerinde konserler verildi. Aralarında Moskova, Paris, Londra, Tokyo, Berlin gibi büyük kentlerin de bulunduğu on ayrı yerde gerçekleşen konserlere geniş yer ayıran sermaye medyası, kapitalizme dokunmayan pasif eylemlerle açlık ve yoksullukla mücadele edilebileceği yanılsamasını yaymaya çalıştı.

Yüzbinlerin canlı olarak izlediği konserleri TV ekranları ve internet üzerinden bir milyarı aşkın kişinin izlediği bildirildi. “Afrikalılar ölmesin!” şiarı ile gerçekleştirilen Live 8 etkinliklerine 26.5 milyon kişinin de cep telefonlarıyla mesaj çekerek destek verdiği açıklandı.

G-8 liderlerine çağrı amaçlı gerçekleştiği söylenen etkinliklerde sahneye çıkan kişi veya grupların çoğunun muhalif bir kimliği yoktu. Aralarında Madonna gibi emperyalist kitle kültürünün simge isimlerinin yeralması ise, o gün AIDS ve açlıktan ölen 30 bin Afrikalı çocukla alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. Londra'daki konser esnasında Microsoft patronu Bill Gates'in sahneye çıkıp konuşma yapması ise konserlerin hangi atmosferde gerçekleştiği hakkında fikir veriyor. Nitekim konserleri izleyenlerin aktarımlarında da vurgulandığı gibi, insanlar eyleme değil, müzik dinlemeye gelmişti.

Günden güne azgınlaşan emperyalist-kapitalist düzenin egemenlerinin, böylesine pasif bir eylemden etkilenip, Afrika ülkelerinin 300 milyar dolar sınırına dayanan borçlarını silmeleri veya bu ülkelere yaptıkları “yardım” miktarını iki katına çıkartmaları beklenebilir mi? Bu bir yana, konserlerin Afrikalılar'dan çok, dünyayı yağmalayan düzenin efendilerine yaraması akla daha uygun görünüyor. Zira konserleri organize edenlerin başındaki şahsiyet, Irak'ın yağmalanmasının ve 120 bini aşkın insanın katledilmesinin dolaysız suç ortağı olan Tony Blair gibi bir adamla yakın bir diyalog içindedir.

20 yıl önce Afrika'daki açlığa karşı Live Aid'i düzenleyerek bu akımı başlatan İrlandalı punkçı Bob Geldof -İrlandalı U2 grubunun solisti Bono ile- Live 8'in de fikir babasıdır.

G-8 liderlerinin İskoçya'da toplanmasından kısa süre önce, Bush'un “fino köpeği” Blair ile MTV müzik kanalına çıkan “Sir” unvanlı Bob Geldof, Blair'le son derece samimi pozlar verdi. Live 8'in fikir babası, Blair'i kastederek, “Sorun, bu adamla sıklıkla hemfikir olmam. Ama şimdi rock televizyonuna çıktık ve ben de yardakçısı gibi görünmek istemiyorum” şeklinde sözler sarfetmekten geri durmadı. Demek oluyor ki, Blair katili ile hemfikir olan “Sir” Geldof, emperyalist orduların Irak'ı yakıp yıkarak işgal etmesini, işgalcilerle işbirlikçilerinin milyonlarca Iraklı'yı işsizlik, yoksulluk ve açlığa mahkum etmesini destekliyor. Bu zihniyeti taşıyan birinin organize edeceği bir etkinlik kimin işine yarayabilir ki?

The Guardian gazetesi yazarlarından George Monbiot, Live 8'i konu alan makalesine “Egemenlerin Ozanları” başlığını uygun görmüştür. Blair-Geldof arasındaki samimiyet, Monbiot'un son derece uygun bir başlık kullandığını gösteriyor.

Monbiot'un, Geldof ile Bono'ya neden “Egemenlerin Ozanları” dediğini şu sözler iyi anlatıyor.

“Bu adamlara (Bush, Blair ve onların iki ozanına) kulak verirseniz, zengin ülkelerin Afrika'nın borç ve silah batağına sürüklenmesinde, kaynaklarını yitirmesinde, kamu hizmetlerinin çöküşünde, zenginliğin ve gücün güvenilmez liderlerin elinde toplanmasında hiçbir rolü olmadığını sanabilirsiniz. Onları dinlediğinizde, G8'in dünyanın yoksullarına yardım etmek için tasarlanmış bir proje olduğuna inanabilirsiniz...

“Bu iki rock yıldızından bugüne kadar iktidarı eleştiren tek bir laf işitmedim...”

G-8 liderleri, belli koşulların yerine getirilmesi karşılığında Afrika ülkelerine maddi yardım sağlama kararı almıştı. Bono ile Geldof bu kararı zafer olarak adlandırıp ayakta alkışlamışlardı. Oysa yardım için öne sürülen koşullar, Afrika ülkelerinin İMF ve Dünya Bankası'nın ekonomik programlarına bağımlılığının devamını sağlamaya yönelikti. Bu örnekler adı geçen “ozan”ların açlara yardımdan çok, barbarlık düzenin kanlı icraatlarının üstünü örtme misyonu üstlendiklerine işaret ediyor. Tayyip Erdoğan gibi has Amerikancılar'ın da Live 8 etkinliklerine destek vermesi bir tesadüf değildir.

Bu tür etkinlikler gerçekten açlara yardım amacıyla düzenlenebilir. Buna karşın, aç insanların avuçlarına bir parça ekmek koymakla veya onları aç bırakarak devasa servetlere konan kan emicilerden “lütfen bu açları doyurun” türünden sızlanmalarla bir yere varılabilir mi? Belki bu işi yapanların vicdanını rahatlatıp huzura ermesini sağlar. Ancak açlık felaketinin çözümü konusunda pek bir işe yaramaz. Gelinen aşamada her gün açlık, ilaçsızlık veya AIDS hastalığından dolayı 30 bini aşkın insanın ölüme mahkum edildiği bir yerde bu sınırlarda kalan çabalar, ölülere kefen dikip mezar kazmaktan öte bir anlam taşımaz. Oysa ölüler için kefenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

İşsizlik, yoksulluk, açlık, eğitimsizlik, salgın hastalık, ilaçsızlık, ölüm gibi pek çok felaket halen günümüzün en yakıcı sorunlarıdır. Bu felaketlerin bir an önce gömülmesi gerektiği ise aşikârdır. Ancak her türden felaketi yeniden ve yeniden üreten kapitalizm gömülmeden sözkonusu musibetlerden kurtulmanın mümkün olmadığı da sayısız kere kanıtlanmıştır. Dolayısıyla açlık ve ölümü gerçekten gömmek isteyenler, kapitalizmi gömmekle de meşgul olmak zorundadırlar.

------------------------------------------------------------------------------------------

Irak‘ta “demokrasi” ve gizli işkence merkezleri

Savaş kundakçılarının şefi Bush, TV kanalları tarafından canlı olarak yayınlanan ancak reatingi (sadece 23 milyon Amerikalı izlemiş) düşük kalan “ulusa sesleniş” konuşmasını, “Gelecekte tarihçiler, bugünleri, Afganistan ve Irak'ta özgürlüğün gelişmesi yolunda bir dönüm noktası olarak yazacak” sözleriyle noktaladı.

Bu sözlerin sarf edildiği günlerde İngiliz Observer gazetesi, emperyalist orduların işgali altındaki Irak'ta işkencenin son derece yaygın, sistematik ve vahşi olduğunu, pek çok Iraklı'nın bu işkenceler sonucu katledildiğini dünya kamuoyuna duyurdu. Haberi hazırlayan gazetenin Bağdat muhabiri Peter Beaumont, Ebu Garib'den yansıyanlardan çok daha korkunç işkence yöntemlerini kanıtlayacak fotoğrafların da bulunduğunu yazdı.

İşkenceler, İbrahim El Caferi başkanlığındaki kukla hükümetin İçişleri Bakanlığı'na bağlı “Hızlı Baskın Tugayı” ile “Kurt Tugayı” diye adlandırılan “özel kuvvetler” denetimindeki “gizli sorgu merkezleri”nde yapılmaktadır. Iraklı devşirmelerden seçilen ve fiilen işgalcilerin emrinde çalışan bu işkenceci katil sürüleri ABD-İngiliz emperyalistleri tarafından eğitiliyor, silahlandırılıyor ve finanse ediliyor.

Observer gazetesi, çoğu gizli olan bu işkence merkezlerinde; askıya alma, elektrik verme, cinsel taciz, boğma, vücudu ütü benzeri bir nesneyle yakma, diz kapaklarına matkapla delik açma, kol ve bacakları kırma gibi vahşi işkence yöntemlerinin rutin sorgulama biçimi olduğunu yazdı. Beaumont, işkence yapılan merkezlerden birinin, Irak İçişleri Bakanlığı binasının yedinci katında bulunduğunu da tespit etmiş.

Observer muhabiri, bu işkence merkezlerinde katledilen Müslüman Ulema Konseyi'nin direnişi destekleyen üst düzey yetkililerinden Hasan el Niami'nin cesedini gördüğünü, cesetteki işkence izlerinin uygulanan yöntemlerin anlaşılmasını sağlayacak kadar belirgin olduğunu ve bunun vahşeti açıkça ortaya serdiğini vurguluyor. İşgal orduları ile onlarla işbirliği yapan bir kısım düşkün devşirmenin sistematik işkence yaptığı, geçen aylarda İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından da belgelenmişti. İşkence ve yargısız infazların yaygınlığı, emperyalist ordularla işbirlikçilerinin, direnişçiler ile Irak halklarına karşı iğrenç bir kirli savaş yürüttüklerinin göstergeleridir.

Yıkım, işkence ve kitlesel katliamlar eşliğinde Irak'a ihraç edilen Amerikan tipi “demokrasi” gereği, İnsan Hakları Bakanlığı da kurulmuş. Ancak yakınında işkence merkezi bulunan bu bakanlığın personelinin, “işkence kurbanları için uluslararası gün” kutlamalarında, “işkenceye hayır” yazılı afişler altında kek yiyip kola içerek “görev” yaptıkları bildiriliyor.

Irak'tan yansıyanlar, günden güne barbarlaşan kapitalist/emperyalist düzenin, emekçi halklara katliam ve yıkımdan başka sunacak şeyi kalmadığını yeniden kanıtlamaktadır.