13 Ağustos 2005
Sayı: 2005/32 (32)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye düzeni ve devleti Kürt sorunu açmazında
  Sermayenin bölgesel asgari ücret oyunu
   Direnişin kaderi Seydişehir işçisinin elinde
  Erdemir işçileri yağmacıları içeri sokmadı
  "Terörle mücadele" bahanesiyle hak ve özgürlüklere saldırıya devam
Adana'da tutuklama terörü; Baskılar bizi yıldıramaz
Eroğan-aydınlar görüşmesi...
  10 bin emekçi Mamak Kültür ve Sanat Festivali'nde buluştu.
  2. Mamak Kültür ve sanat Festivali başarıyla gerçekleşti... Cüret ettik ve bir kez daha başardık.
  Festivale gelen mesajlardan...
  Güçlü ön hazırlık, başarılı bir festival!
  Sınıf hareketinin ihtiyaçları ve kurultay çalışması (Orta sayfa)
  Tasfiyeciliği örtme ve teorileştirme aracı: Demokratik konfederalizm/2
  İran emperyalist kuşatmaya rest çekti
  Blair hükümeti faşizan yasa hazırlıklarına hız verdi
  ABD'nin gizli hapishanelerinde ortaçağ vahşeti

  Amerikalı savaş karşıtları birleşmeye hazırlanıyor

  Örsan Tekstil'de işçi kıyımı
  Kamuda toplu görüşme süreci başlıyor
  Evleri yıkılan Güzeltepe halkıyla röportaj
  Umutlarımızı bırakıyoruz direnenlere
  Bültenlerden/İMES
  Hiroşima'nın 60. yılı anısına...
  15 Ağustos Atılımı ve güncel görevlerimiz
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Umutlarımızı bırakıyoruz direnenlere!

Güneşin en tepede olduğu, kavurucu sıcakların çöktüğü zamanda sonu bilinmez bir yokuşun başındayız! Zar zor, güç bela çıkıyoruz yokuşu nefes nefese... Tepede bir bakkal, su almak için duruyoruz. Oturup soluklanıyoruz. Kısa bir serinlemeden sonra yine bir yokuş, bir tane daha...

Geliyoruz varmak istediğimiz yere... Otobüs duraklarını arıyor gözlerimiz, hani hep bahsederiz ya yıkımlardan, yıkıntılardan... Karşımızda buluyoruz bir örneğini. Betonlar yığını ve arasında sağlam kalmış birkaç ağaç... Ağaçları görmemle beynimin gerçeklik duvarına çarpışı aynı zamanda gerçekleşiyor. Gözlerimizi biraz sağ tarafa çeviriyoruz çocuklar çıkıyor karşımıza... Hani güzel günler görecek olanlar! Ellerinde tebeşir yıkımdan sonra ürettikleri yeni oyunu oynuyorlar. Aslında adına oyun dedikleri gerçekliği oynuyorlardı. Bir tanesi, şu mavi gözlü olan. Mavi gözlerinde herşeye rağmen bir ışıltı taşıyor. Sonra koşuyor arkadaşlarının yanına... Diğerleri çarpıyor gözümüze. Hepsi, o küçücük bedenleriyle polis ile karşı karşıya gelmiş günler önce. Çoğu yaşadıklarının farkında değil ama farkında oldukları bir şey var, yüreklerindeki sızı... Bazıları ise bunun dışında vücudunda da izlerini taşıyor... O arada duraklara bakıyoruz, burası son durak. 3 tane kulübe yanyana. Buralar yıkımdan sonra durak değil artık. Kurtarabildikleri eşyalarıyla duraklara yerleşmiş evleri yıkılan aileler. Yıkımdan beri orada kalıyorlar, direniyorlar...

Bir tanesine giriyoruz, sıcak karşılıyor bizi. Oturuyoruz teker teker, geliş nedenimizi anlatıyoruz seviniyorlar. Sonra yaşlı bir ana geliyor yanımıza. ‘Nasılsın ana' diyoruz. ‘Nasıl olalım evlat' diyor ve düşünüyor, ‘Beni gözaltına aldılar' diyor hüzünle karışık bir gururla. ‘Teroristlerin anası dediler bana' diyor. Sonra dönüp oğuluna bakıyor ve oğlu durumu açıklıyor. Komşularının evi yıkılırken ana komşularıyla direnmiş, sonra onu alıp götürmüşler. Hüzünlü çünkü 65 yıldan sonra oraları da gördüm diyor. Gururlu çünkü direnmiş, yaşının fazlalıklarına aldırmadan direnmiş. Sonra kızıyor direnmeyenlere, başka evlere taşınanlara.

Bir an sessizlik oluyor ve genç bir ana battaniyeyi kaldırıp giriyor içeri. Kucağında en fazla 5 yaşında oğlu var. Onun oğlu yıkımın acısını vücudunda da taşıyanlardan. Direniş sırasında atılan ses bombalarından biri gözüne gelmiş oğlunun... ‘Günlerdir buradayız su yok, tuvalet yok, yıkanamıyoruz. Birilerinin kapısını çalmak zorundayız tuvalet için' diyor. Başka birisi açıklıyor ‘Yine bize yardım eden, kapılarını açan komşularımız var. Yanımıza gelip ‘sizin yanınızdayız ama biz sizin kadar cesur değiliz' diyorlar. Onların yardımları da bu kadar' diyor. Sözünü bitiremeden başka bir ana geliyor eli belinde. Belli yaşı çok fazla ‘bana da buyrun' diyor. Ordakilerle vedalaşıyoruz öbür ananın evine(!) gidiyoruz. Durağın en son ucu... Hüzünlü ve acılı ana. Oturuyor bizi de yanına oturtuyor. Ana başlıyor anlatmaya gözlerinden taşanlara engel olamıyor ama susmuyor da ‘Ne edelim şimdi biz. 5 gündür buradayız. Biz ne yaptık devlete' Sadece evlerimize sahip çıktık diye mi böyle oldu. Yan tarafta bir site var, evler bomboş başka şehirlerden aileleri getiriyorlar ve onları yerleştiriyorlar' bize gösteriyor. ‘Biz ise burda duraklarda yaşıyoruz' diyor. Kısa bir süre dalıyor gözyaşları ile dolu gözleri. Sonra birden hiddetleniyor ‘Burdayız bize ev gösterilene kadar burdayız' diyor...

Gözlerimizi beton yığınlarına çeviriyoruz elinde bir baston 8 yılın ağırlığını kamburunda taşıyan bir nine yıkıntıların arasında. Bir şeyler arıyor ağaçların altında... Belki geçmişine bakıyor, kafasını oynayan çocuklara çeviriyor belki de geleceğiyle karşılaşıyor. Sonra umut görüyor mavi gözlü çocuğun gözlerinde... Elindeki bastona daha bir yükleniyor ve yürüyor çocuklara doğru. Onlar yıkımın çocukları, onlar geleceğimiz, onlar umudumuz...

Küçücük vücutları kocaman yürekleriyle umutlarımızı bırakıyoruz direnenlere!

Çemberlitaş Kız Lisesi'nden bir İLGP'li

------------------------------------------------------------------------------------

Mine Kırıkkanat, beyaz ve siyah Türkler...

Kim kimi rahatsız ediyor?

Mine Kırıkkanat'ın İstanbul plajları, denize donla giren kara Türkler ve rahatı kaçan beyaz Türkler üzerine yazısı Türk medyasında bir kutuplaşma yaratmış bulunuyor. Sağcı köşe yazarları haydi haydi, ama Ali Sirmen türünden kimi ‘Cumhuriyet' solcuları Kırıkkanat'ın safında yeralırken, başkaları onu faşistlikle suçlayan cephede konumlanmış bulunuyor. Bu minvalde birbirlerine atıp tutuyorlar. Onlar böyle ‘halk/vatandaş' ikileminde atışadursun, belediyeler halka plaj adabı öğretmek için çırpınadursun, halkımız bildiği-bulduğu gibi denize girmeyi sürdürüyor. Yani, it ürüyor kervan yürüyor. Dolayısıyla tartışmaya aynı kulvarda katılmanın bir anlamı yok. Bu yüzden biz de kendi cephemizden soruna yaklaşıp, ‘halkımızı rahatsız eden vatandaşlar' konusunu ele alacağız.

Mine hanımın beyaz Türkleri'nin bir süredir eski merkezi mutena semtlerini terkederek, halkımızın gecekondu bölgelerine hücum ettiği biliniyor. Beton yığını haline getirdikleri, havasını, suyunu, çevresini kirlettikleri merkezlerden kaçıp, gecekondu semtlerinin göbeğine diktikleri gökdelenlere sığınıyorlar. İçine girdiğinizde ev demeye bin şahit istese de, karşıdan bakıldığında tek katlı evler ve ağaçlarla süslü görünen halkın gecekondu semtlerinin silueti, bu çirkin beton yığınları tarafından yırtılıyor.

Gecekondu halkının tek derdi kuşkusuz burjuvaların yarattığı bu görüntü kirliliği değil. Asıl sorun yaşam alanına izinsiz giren görgüsüz burjuvalar tarafından her gün fiili tacize uğraması. Özel arabalarıyla sokak aralarında hız yapmak, yine arabalarından yüksek müzik yayınıyla ortalığı velveleye vermek, eğlence adı altında siteden tüm mahalleye sabahlara kadar müzik yayını yapmak... Hele o gecekonduların bozuk sokaklarındaki su birikintilerine hızla dalarak gelip geçeni çamura bulamak zevki var ya, işte beyaz Türkler'i bu zevkten mahrum edebilecek bir güç bulunmuyor.

Sadece bu kadar da değil. Burjuva görgüsüzlüğünün sınır tanımayacağını, emekçiler, onlar bu şekilde aralarına girdikten sonra daha iyi anlamaya başladılar. Burjuvalar, hem gelip gecekondu semtlerinin göbeğinde oturmaya hevesleniyor, hem de gecekondu halkından korunmak için binbir önlem alma ihtiyacı duyuyor. Buralara dikilen sitelerin çevresi yüksek duvarlar, dikenli teller, alarmlar, ışıklandırmalar ve bir sürü güvenlik görevlisiyle korumaya alınıyor. Bu korkularına ve tedbirlerine diyeceğimiz yok. Ne var ki, halktan korunmaya çalışanların kendileri halka zarar veriyor. Silahlı güvenlik görevlileri, köpekleri ve terbiyesiz çocuklarıyla sürekli çevredeki halka sataşıyorlar.

Emekçi çocukları özgürce gecekondu sokaklarını keşfederken, bu çocuklardan tel örgülerle korumaya alınan site çocukları, yaşadıkları modern hapishanenin stresini, çevre binalara, çevreden geçenlere yumurta vb. savaşı açarak atmaya çalışıyorlar. Güvenlik görevlileri ise çevrede oturanları, çevrede dolaşanları taciz ve tehdit ediyorlar.

Tüm bunlardan sonra sormak gerekiyor: Kim kimi rahatsız ediyor?