22EKİM 2005 Sayı: 2005/42 (42)

  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı sermayeye düşman!
  Saldırı ve ihanet yine kolkola!
  Sosyal yıkıma karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Kuş gribi ya da Türkiye'nin ikinci Çernobil'i
  DGM'de bu kez bir rektör var!
Özel Öğretim Kurumları Yasa taslağı hazır; Eğitim hakkının gaspına karşı mücadeleye!
TMY tasarısı; Demokratik hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi yükseltelim!
  Ülkeyi pazarlamakla mükellef Başbakan
  Ekim Gençliği; 9 Kasım'da Beyazıt'tayız!
  Ümraniye İşçi Kurultayı çalışmalarından...
  Kurultay hazırlık faaliyetlerinden...
  TİP'in DİSK'inden DİSK'in nesine/Y. Akkaya
  Yerel İşçi Kurultayı çalışmasının bazı sorunları / Orta sayfa
  İzmir üye toplantısı; KESK MYK'sı günah çıkartıyor
  Savaş çetesi İran'ın etrafındaki çemberi daraltmaya çalışıyor
  Anayasa referandumu gerçekleşti; Irak'ta değişen bir şey yok!
  İngiltere'de gözaltı süresi 90 güne çıkarılıyor
  Asya depremi üzerine ; Emperyalistlerin kulakları acı çekenlerin çığlıklarına kapalıdır
  Ulus ve sınıflar ilişkisine giriş /M. C. Yüce
  Dünya Gıda Günü; Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!
  Ekstrametal'de işçi kıyımı
  İÜ geleneksel açılış şenliği; Devrimci gelenek bu yıl da bozulmadı!
  Liselilerin Sesi çıktı!
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Mamak/Eski çöplük halkı yıkıma karşı mücadele ediyor!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TİP'in DİSK'inden DİSK'in nesine?

Yüksel Akkaya

Zaman, aynı anlama gelmek üzere tarih, çok acımasız, bir o kadar da öğretici. 1961 yılında kurulmuş olan Türkiye İşçi Partisi (TİP), 1967 yılına gelindiğinde DİSK'i kurmayı da bir “görev” bilmiş, böylece yıllarca Türk-İşvari bir sendikacılığa teslim olmuş işçi sınıfını bir adım daha ileriye taşıyacak bir örgütlenmenin temellerini atmıştır. Ancak, 1967-1971 döneminde sınıf bilinci temelinde, tüm olanaksızlık ve yetersizliklere rağmen, ihmal edilmeyecek düzeyde yol kateden DİSK, 15-16 Haziran başkaldırısının ardından 12 Mart ile gelen baskıyı da göğüsleyemeyerek, kendisini kuran TİP'ten, kendisini güçlendiren, besleyen sosyalistlerden, devrimcilerden hızla uzaklaşarak “sosyal demokrasiye” yönelmiştir. 1975-1977 dönemi, yönetim düzeyinde, bu kopuşun hızlandığı bir dönem olmuş, ancak 1980 yılına gelindiğinde “sosyal demokrat” olduğu düşünülen CHP'ye yönelik tüm yaklaşımlar, CHP'nin akil insanı B. Ecevit tarafından da reddedilmiştir. Ne yazık ki DİSK yönetimi bunu anlayamayarak, CHP'lileşmekte direnmiş, 12 Eylül ile birlikte bunun ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu öğrenmiştir, ancak o günden bugüne ders çıkaracak bir aklı koruyamamıştır.

Aradan çok uzun bir zaman geçmiş olduğu için olsa gerek ki, DİSK yönetimi kendisini kuran TİP'in felsefesini, yaklaşımını unutarak, bu kez kendisi bir parti kurma yönünde adımlar atmış, ancak sınırlarını geriye çekerek, sosyalizmi savunacak bir parti yerine Avrupa Birliği'ne sıcak bakan, onun politikaları ile uyumlu bir “sosyal demokrat” parti kurmayı benimsemiş görünmektedir. Bu durum ve tutum, köprülerin altından nice sular aktığının bir göstergesi olmaktan çok, bir bilinçli belleksizliğin, yaklaşımın önemli bir tercihi olarak algılanmalıdır. Yaklaşık kırk yıllık süreçte, sosyalizmi hedefleyen bir partinin kurduğu konfederasyon, bu kez, bırakın kapitalizmi, emperyalizmi de içselleştirerek, kapitalizme içkin, emperyalizme açık bir partileşmeyi hedefleyerek, kendi geçmişine olduğu kadar, işçi sınıfının tarihine de büyük bir ihanet içine girmiş bulunmaktadır. Değişimin yönü, sola değil sağa, sosyalizme değil, kapitalizme ve daha da vahimi emperyalizme doğrudur. Bolu toplantısı böyle algılanmalıdır.

Tarih çok acımasızdır. Sınıf sendikacılığı yapması için DİSK'i kuran TİP'in yöneticilerinden Sadun Aren, bu kez Bolu'da daha sağda, AB kapitalizmine ve emperyalizmine “içkin” bir partileşme toplantısında yeralmaktadır. Bu bir talihsizlik olmaktan çok, bir büyük dönüşümün, geriye kayışın göstergesidir. Taha Akyol gibi eski bir faşistin can-ı gönülden desteklediği bu girişim, sadece T. Akyol'un bu heyecanı nedeniyle birçok kez üzerinde düşünülmeyi haketmektedir. Sermayenin sol gazetesi Radikal ne kadar sol bir gazete ise, AB merkezli DİSK'in Bolu merkezli toplantısından çıkacak olan parti de o kadar sol olacaktır. Ne var ki ne işçi sınıfı, ne de kır ve kent yoksulları bu türden bir partiyi haketmektedir.

DİSK'in Bolu toplantısı çok anlamlı olabilirdi. 1967 yılında TİP'in işçi sınıfının gereksindiği bir sendikal örgütlenmeyi gerçekleştirmesi ne kadar anlamlı ise, bugün DİSK'in de işçi sınıfının gereksindiği bir partiyi kurması o kadar anlamlı olabilirdi. Böylece, yaklaşık kırk yıl önce kurulmuş olan bir sendika “ahde vefa” göstererek hem sınıfa hem de kır ve kent yoksullarına yol gösterebilirdi. Ne var ki, DİSK kendisini kuran partiyi de, düşünceyi de yok sayarak, daha geri bir noktada, kapitalizme içkin, emperyalist olmayı da göze alan bir parti, “sosyal demokrat” parti kurmayı amaçlamış, hedeflemiş görünmektedir. Yine, ne var ki, bu çok yamalı bohçanın dikişleri çok çürük olmaya mahkumdur. Zira, davet edilen katılımcılar üzerinden yapılacak bir değerlendirme, bir tutarlılıktan çok bir tutarsızlığı göstermekte, herkese mavi boncuk dağıtmakta, bu nedenle T. Akyol'u bile umutlandırmaktadır. T. Akyol'un sevincine bakıp, ne kadar doğru, ne kadar yanlış yapıldığı konusunda bir karar verilebilir. T. Akyol çok mutlu, çünkü bu toplantıda “Marksizme bakılmadı”. T. Akyol çok umutlu, çünkü, bu toplantı ile temelleri atılacak bir sol partinin “emekçilerin refahı da ‘sermaye, yatırım, piyasa, işletme, rekabet, kâr' gibi kavramlardan geçiyor!” düşüncesini taşıyacak ona göre. Ne demeli, söyleyene değil, söyletene bak derler ya... Kuşkusuz bir de yayana bakmak gerekir: Milliyet ve Radikal neden bu “işi” bu kadar önemsediler?

Bir başka soru ise katılımcılar ile ilgili. www.sendika.org'da yeralan Sosyal-İş'in değerlendirmesi bu nedenle önemli. Ancak değerlendirmeden çok, katılımcılar açısından ilk liste ile son liste arasındaki fark önemli. Bu nedenle ilk ve son listeyi birarada değerlendirmek gerekiyor ki, sorun daha iyi anlaşılabilsin.

İlk liste: Ahmet İnsel, Ayşe Buğra, Bilsay Kuruç, Can Dündar, Derya Sazak, Erdal Şafak, Erinç Yeldan, Erol Katırcıoğlu, Fuat Keyman, İsmail Duymaz, Şule Kut, Füsun Üstel, Kuvvet Lordoğlu, Hikmet Çetinkaya, İbrahim Kaboğlu, Korkut Boratav, Meryem Koray, Nazif Ekzen, Oğuz Oyan, Oktar Türel, Oral Çalışlar, Sadun Aren, Şükran Soner, Taner Berksoy, Tuncer Bulutay, Tülin Öngen, Yakup Kepenek, Yalçın Doğan, Zafer Üskül, Zekeriya Temizel.

Son liste: Ayşe Buğra, Aydın Engin, Ayşe Ayata, Burhan Şenatalar, Bülent Tanla, Can Dündar, Derya Sazak, Erinç Yeldan, Erol Katırcıoğlu, Erol Tuncer, Ersin Salman, Faik Öztrak, Fuat Keyman, Hikmet Çetinkaya, İbrahim Kaboğlu, Meryem Koray, Dr. Necdet İpekyüz (Diyarbakır Tabip Odası eski Başk.) – (Bu açıklama listede yalnızca bu isimle ilgili olarak verildiği gibi yazılmıştır), Oral Çalışlar, Osman Arolat, Rıdvan Akar, Sadun Aren, Tarık Akan, Turgut Tarhanlı, Yalçın Doğan, Yavuz Baydar, Zekeriya Temizel.

İki liste karşılaştırıldığında listeler açısından da soldan sağa kayıldığı görülmektedir. Örneğin Tülin Öngen ve Korkut Boratav'a ikinci listede yer verilmezken daha sağdan olanlara “alan” açılmıştır. Kuşkusuz bütün bunlar tesadüfi değildir, neyin nasıl ve niçin yapılacağına ilişkin önemli ipuçları vermektedir. Bolu katılımcılarının bir kısmı için “iyi niyet” kurbanı şeklinde bir duygu beslense de büyük çoğunluğu için “kapitalist, emperyalist bir düzen içinde siyaset ve ona uyum kaygısı”nın ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. 1967 yılında sınıf eksenli bir sendika olarak kurulan DİSK'in bu toplantı ile ulaştığı bu aşama, kuşkusuz, ilgili taraflarca da anlaşılacak, T. Akyol gibi namlı bir faşistin övgülerinin ne anlama geldiği sorgulanacaktır diye bir umut taşımamız gerekiyor (mu?).

1967 yılında, TİP'in sınıf sendikacılığı için kurduğu DİSK, sınıf eksenli mücadelede yorularak, bu kez TİP mirasını da inkar eden ve onu yok sayan bir yaklaşımla kapitalizme içkin bir sosyal demokrat parti kurmaya çalışıyor. Ne demiştik? DİSK, 12 Eylül'ün turnusol kağıdıdır. Bolu toplantısındaki tutumu ile bunu bir kez daha kanıtlamıştır. Şimdi bize, sosyalistler olarak düşen, “DİSK öldü, yaşasın DİSK!” demektir... Emek Platformu ne kadar işlevsel ve yararlı ise, DİSK de artık o kadar işlevsel ve yararlıdır. Kimin için mi? Kuşkusuz sosyal demokratlar için, AB kapitalizmi ve emperyalizmine rıza gösteren sosyal demokratlar için, özelleştirmeyi gerekli ve zorunlu gören sosyal demokratlar için. Özelleştirme yanlısı Burhan Şenatalar DİSK'in önderliğinde kurulacak partinin başkanı olarak telafuz ediliyorsa, artık sözün bittiği yerdir (Sonuç bildirgesi ise ne yazık ki bu durumda çok anlamlı ve önemli olmuyor, bu nedenle üzerinde durmaya değmez. Zira, pek çok yerde söylenenlerden farklı bir şey içermiyor). Bu durumda o ünlü soruyu bir kez daha sormak gerekiyor: Ne yapmalı?