8 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa, devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!
  “Demokratik çözüm yürüyüşü” engellemelere rağmen gerçekleşti!
Sırada kıdem tazminatı hakkı var…
Tuzla tersaneler cehenneminde ölümlerin ardı arkası kesilmiyor!
Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...
Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüze saygı mitingi”…
  Binlerce Tekel işçisinden özelleştirme karşıtı mücadele kararlılığı
  TÜMTİS işçilerinden eylem...
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  Basın sansürü ve görevlerimiz
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 1
  Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm!
  Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerine konuştuk...
  Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!
Volkan Yaraşır
  160. yılında Manifesto günceldir!
  Solun Komünist Manifesto ile sınavı...
A. Deniz
  “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” Nokia işçilerinin dayanışma çadırında hayat buluyor!
  Irkçı siyonistler Lübnan hezimetini itiraf ettiler!
  Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!
M. Can Yüce
  Ankara’da ortak panel...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa, devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!

Anayasada türban değişikliği, düzen içi saflaşmayı aylar sonra yeniden ön plana çıkardı. 22 Temmuz seçimlerinin ardından generaller ile arkasında saf tutanlar, AKP’nin mevzilerini büyütmesini kerhen ve elbette mağlubiyetin zorunlu sonucu olarak kabullenmişlerdi. Kürt sorunu üzerinden estirilen şoven histeri dalgası ve sınıriçi-sınırötesi yürütülen saldırıların tozu dumanı arasında, Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, YÖK Başkanlığı gibi kritik konumlar AKP tarafından rahatça ele geçirildi. Türban meselesinin gündeme damga vurduğu bugünlerde dinci parti, YÖK bileşiminde tayin edici çoğunluğu da sağladı. Ardından ilköğretim ve liselerde din odaklı eğitimin arttırılması ve İmam Hatip Liselilerin istedikleri üniversite bölümlerine girişlerinin kolaylaştırılması gelecek.

Kısacası dinci parti, tekelci sermayeden gelen uyarılara aldırış etmeden mevzilerini büyütmeyi ve sağlamlaştırmayı sürdürüyor. Bu konuda öylesine azimli ki, emperyalist merkezlerde patlak veren kriz sancıları ve sermaye sözcülerinin bu sorunla ilgilenmeye ağırlık verilmesi gerektiği telkinlerine bile pek itibar etmedi. Tıpkı 22 Temmuz’dan sonra Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, son türban çıkışında da payanda rolünü yine MHP üstlendi. Dinci-gericilikle özdeşleşmiş bir simgeyi güya AKP’nin kozu olmaktan çıkarmak gerekçesiyle Anayasa değişikliği önerdi. Yeni yılda sinyalleri verilen kapışmanın yeni dönemdeki ilk adımı böylece atılmıştı. O günden beri sermayenin din simsarı kesimleri ile “laiklik bekçisi” kesilen kesimleri arasındaki sürtüşme giderek şiddetleniyor.

Anlaşıldığı kadarıyla düzen bekçileri bu kez perde arkasında kalmayı tercih ediyorlar. Aslında bunun bir tercih olduğu şüpheli. Zira bir e-muhtıranın ardından yapılan erken seçimlerden oylarını arttırarak çıkmış, emperyalist efendilerin tam desteğini almış, ardından da ABD ile bozuk görünen ilişkileri tamir etmiş sayılan AKP karşısında böyle davranmaları bir zorunluluk gibi görünüyor. Dahası AKP, Kürt halkına ve Güney Kürdistan’a yönelik saldırıların şovenizmin etkisindeki kitlelerde kendisi payına yarattığı etkiyi de hesaba katıyor. Bu koşullarda Fetullahçı cemaatin uzantısı haline gelen emniyetin birçok ilde eşzamanlı olarak yürüttüğü ve generallerin “iyi çocuklar”ını hapse götüren operasyonlar da rastlantı sayılmamalı. Bugüne kadar hiçbir şekilde dokunulamamışların bile tutuklanması, dinci partinin rakiplerine karşı çok yönlü bir yüklenme içinde olduğunu gösteriyor.

Bu ilginç tabloya rağmen düzen bekçilerinin öne çıkmamasını geçen yıldan öğrenmelerine yorabiliriz. Hatırlanırsa onca ağır saldırıya imza atmasına rağmen AKP’nin seçimden oylarını arttırarak çıkmasında rütbeyle yürütülen muhalefetin ve e-muhtıranın önemli bir katkısı olduğu teslim edilmişti. Hatta ortaya çıkan sonuçtan generalleri sorumlu gören azımsanmayacak bir kesim vardı. Şimdi düzen cephesinde generallerin hassasiyetlerini temsil etmek sivil giyimli bekçilere, CHP ve aynı çizgideki “sivil toplum kuruluşları”na kalmış bulunuyor. Laikliğin sözde bekçiliğine soyunan bu kesimlerin yürüttükleri muhalefetin dinci gericiliğin amacına hizmet etmesi ise dikkate değer yanlardan birini oluşturuyor.

AKP’nin hedeflerine doğru görece kolay yol alması, her şeyden çok destekleriyle ilgilidir. Burada elbette işçi ve emekçilerin oy desteğinden değil, emperyalist ve yerli sermaye çevrelerinin bunu da büyütecek tarzda sundukları çok boyutlu destekten söz ediyoruz. Bu destek ise en başta işçi sınıfı ve emekçilere karşı yürütülen şiddetli saldırılar dolayısıyla veriliyor. İlk hükümet olduğu zaman böyleydi, halen de böyledir. Burada ABD’nin ayrıca, ılımlı İslam modeli olduğu için AKP’yi kolladığı söylenebilir. Yine de bu desteğin verilmesinde belirleyici olan, bir düzen partisinin emperyalist ve yerli tekellere sınırsız ve paha biçilmez hizmetlerde bulunmasıdır. Bu bakımdan dinci parti, sermaye düzeni için olduğu kadar emperyalist güçler için de olabildiğince değerli bir uşaktır.

Onun ne denli maharetli olduğu bu son süreçte bir kez daha tescilleniyor. Bir yandan öznel hedefleri çerçevesinde mevzilerini sağlamlaştırıp büyütürken, diğer yandan sermayenin ihtiyaç duyduğu saldırıları sürdürmek öyle kolay olmasa gerek. Fakat AKP tam olarak bunu yapıyor ve başarılı da oluyor. Örneğin bir yandan polis devleti zorbalığını ayyuka çıkarıp demokratik hak ve özgürlükleri kaba bir şekilde budarken, diğer yandan gerici bir simgenin kamu hizmeti alanında rahatça taşınmasını büyük bir demokratikleşme diye sunabiliyor. Bugün yaratılan sahte taraflaşma, işçi ve emekçilere yönelik gündemdeki ağır saldırıları (SSGSS, özelleştirme yağması, “istihdam paketi”, terör devletinin tahkimatı, siyasal hak ve özgürlükleri hedefleyen yasal ve fiili saldırılar vb…) gölgede bırakacak bir güç yaratabiliyor. Zaten tehlikenin büyüğü de burada yatıyor.

Halihazırda sınıf ve kitle hareketinin dinamiği durumundaki ileri kesimler, bu sahte taraflaşmanın etkisiyle düzene yedeklenebilirlerse, hem ağır saldırılar engelsizce hayata geçirilecek, hem de dinci gericiliğin mevzilerini büyütüp sağlamlaştırmasına tersi yönden katkı sağlanmış olunacaktır. AKP’nin hesabı budur. Bu açıdan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, onların ileri kesimlerinin karşı karşıya bulunduğu en önemli güncel tehlikelerden biridir.

Henüz geride kalan yıllarda ordu merkezli güçlerle arasındaki sürtüşme, dinci partinin önceki hükümet döneminde uyguladığı saldırılara rağmen mazlum ve mağdur rolü oynayabilmesini, işçi ve emekçiler nezdinde yıpranmamasını sağladı. Yeni dönemdeki oyun belki aynı şekilde seyretmeyebilir fakat son tahlilde ücretli kölelik düzeninin işine yarayacağı şüphe götürmez. Yeni dönemde bu kirli oyunu boşa çıkarmak, devrimci ve ilerici güçlerin, sınıf ve emekçi kitleleri asli sorunlarıyla ilgili hale getirme gücüne bağlıdır. Diğer türlü sermaye iktidarı içindeki taraflar arasında bocalamak, birinden birinin yedeğine düşmek işten bile değildir. Bugün AKP’nin toplumu cemaate çevirerek Ortaçağ karanlığına doğru yürüttüğünü yok saymak ne denli tehlikeliyse, başta düzen bekçileri olmak üzere laikliğin bekçiliğine soyunanların bu uğurdaki katkılarını unutmak da aynı oranda tehlikelidir. Unutulmamalıdır ki, dinci gericilik bizzat ordu eliyle büyütülmüştür. Bu hem dinci akımın önü açılıp özendirilerek, hem de yılların sosyal mücadeleleri ve uyanışı içinde oluşan sol ve ilerici birikim her fırsatta acımasızca biçilerek yapılmıştır. Dinci akımı yavaşlatmak için yapılan “postmodern darbe”nin (28 Şubat) arkasından dahi asıl darbe devrimci ilerici mücadele dinamiklerine indirilmiştir.

Öte yandan türban da dahil gündeme gelen bu tür sorunlara tam da sermaye güçlerinin istediği zeminde yaklaşmak, yani dinci partiyle rakibi durumundaki düzen kuvvetleri arasındaki mevzi çatışmalarını yalnızca bu sınırlarda tartışmak, devrimci faaliyete arpa boyu yol aldırmayacaktır. Bir başka deyimle, sınıf ve kitle hareketinin verili koşullarında türban ya da benzer başka sorunu kendi içinde ele almak, son kertede düzenin işine yarayacaktır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, bugünkü toplumsal atmosferde ya da bilinç düzeyinde işçi ve emekçi kitleler sadece “ne ordu ne AKP” denilerek kazanılamaz. Sermaye iktidarının toplamı çıkarına yapılan düzenbazlığın anlaşılması için işçi ve emekçi kitlelerin ısrarla ve yılmaksızın kendilerine yönelik saldırılara karşı mücadeleye yönlendirilmeleri, yaşananlara da bu mücadelenin aynasında bakmalarının sağlanması gerekir.

Bunun devrimci faaliyet açısından güncel karşılığı, çoktandır gündeme giren ve önümüzdeki uzun dönem boyunca da sıcaklığını koruyacak olan temel sorunlar ekseninde sürece müdahale etmektir. Bunların başında, işçi ve emekçilere yönelik iktisadi/sosyal saldırıların uyarıcılığını sonuna kadar değerlendirmek gelmektedir. Bu açıdan eylemli tepkilerin artışı-azalışı değil, saldırıların sürekliliği temel alınmalıdır. İkincisi, sınıf ve kitle hareketine sarsıcı etkilerde bulunma potansiyeli taşıyan mevzi çıkış imkanlarına sistematik müdahaledir. Bunun karşılığı örneğin çeşitli düzeylerdeki özelleştirmelere karşı tepkileri militan mücadeleye kanalize etmek olacağı gibi, yaygın örgütlenme ve hak eylemlerine başarıyla önderlik etmek de olabilir. Sürece müdahale ederken temel alacağımız diğer bir gelişme, emperyalist-kapitalizmin yaşadığı tıkanmanın sancılı bir krize dönüşerek etkilerini giderek artan şekilde hissettirmesinin yaratacağı sonuçlardır. Bunlarla birlikte işçi ve emekçilere yaşamı her açıdan dar eden faşist baskı ve devlet terörü, sahte demokrasiciliğe ve taraflaşmaya karşı dikkatlerin yöneltilmesi gereken bir diğer alandır.

Bu gündemleri bahar döneminin canlılığıyla buluşturabilecek bir faaliyet asgari bir başarıyı sağlayacaktır. Bunun başarılmasının, dolayısıyla işçi ve emekçilerin düzen içi sahte taraflaşmaların etkisinden korunmasının yolu, gündemdeki temel başlıklar etrafında sermaye düzenine karşı taraflaşmadan geçiyor.