8 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa, devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!
  “Demokratik çözüm yürüyüşü” engellemelere rağmen gerçekleşti!
Sırada kıdem tazminatı hakkı var…
Tuzla tersaneler cehenneminde ölümlerin ardı arkası kesilmiyor!
Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...
Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüze saygı mitingi”…
  Binlerce Tekel işçisinden özelleştirme karşıtı mücadele kararlılığı
  TÜMTİS işçilerinden eylem...
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  Basın sansürü ve görevlerimiz
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 1
  Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm!
  Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerine konuştuk...
  Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!
Volkan Yaraşır
  160. yılında Manifesto günceldir!
  Solun Komünist Manifesto ile sınavı...
A. Deniz
  “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” Nokia işçilerinin dayanışma çadırında hayat buluyor!
  Irkçı siyonistler Lübnan hezimetini itiraf ettiler!
  Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!
M. Can Yüce
  Ankara’da ortak panel...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...

Meta üzerine kurulu bir düzen… Marks’ın deyimiyle, gölgesinden faydalanamadığı ağacı satan bir düzen… Kökleri artı-değer sömürüsü olan ve buradan beslenen bir düzen… Sömürü… Üretim sonucu yaratılan artı-değere el koymak…

Sonu getirilmeyen birkaç cümlecik, bu düzeni anlatmaya nasıl da yetiyor. Peki ya insan? “İnsan” kelimesi bu birkaç cümleciğin içinde nasıl tanımlanabilir?

Üretici varlık… Artı-değer yaratan işgücünün sahibi… Bedeni her türlü amaç için kullanılan et yığını… İşte düzeni anlatan birkaç cümleciğin içinden çıkarılabilecek “insan” tanımı.

“Bu tanımda ‘insan’ ile hep işçi ve emekçiler tarif ediliyor. Burjuvaziyi oluşturanlar da insanlar değil mi?” diye sorulabilir. Hemen belirtmek gerekir ki, onlar yalnızca biyolojik olarak incelendiklerinde “insansı tepkiler” verirler. Onun dışındaysa hak ettikleri tanım bellidir: Asalaklar takımı!

Kapitalizmde insana, sadece kullanılan bir meta değerinde pay biçilir. Sosyal bir varlık olduğu, yeryüzündeki en zeki yaratık olduğu vb. metalık sınırını aşan hiçbir şey kendine yer bulamaz bu düzende. Hele “insanlık onuru”nun esamesi bile okunmaz.

Bunu görmek için birkaç gün öncesine gitmek yeterli.

Yer İstanbul-Davutpaşa... Patlayıcı madde üreten bir imalathane... Hani şu ”merdiven altı” diye tabir edilen türden. Bir patlama, büyük bir patlama... Savaş alanına dönen sokaklar... Sonuç: Yaşamını yitiren 23 insan.

Patlamanın ardından burjuva medya son dakika haberleriyle yayınları durdurdu. Haberlere göre bu bir “iş kazası”ydı. Zaten üretimin yapıldığı imalathane de kaçaktı. Ancak bu düzeni az-çok tanıyan herkes biliyordu ki, bu bir iş kazası değil bir iş cinayetiydi. Bir toplu kıyımdı, işçi katliamıydı. İmalathane sermaye düzeninin hukuk yasalarına göre kaçak olabilirdi. Fakat kapitalizmin genel işleyiş yasalarına göre kaçak değildi. Dolayısıyla katliamın sorumlusu genel olarak sermaye düzeni, yani kapitalizm, özel olarak ise sermaye devletiydi.

Patlamada parçalananlar sadece duvarlar değildi. Aslında insanlık onuru parçalanmıştı. İnsanın insan olmasından gelen değeri parçalanmıştı. Bununla beraber kapitalizmin maskesi parçalanmış, gerçek yüzü bir kez daha ortaya çıkmıştı. Patlamanın ardından iki terimin gerçek tanımları tekrar ortaya çıktı. Kapitalizm: Kölelik düzeni! İnsan: Modern köle!

Bu gerçeği görmek için Türkiye’den çok daha gelişmiş, çok daha modern bir ülkeye gidelim... Yer bu kez İngiltere. Dünyanın en “uygar” ülkelerinden biri. Afrika’dan getirilen çocukların bu ülkede 1-5 bin sterlin arasında bir ücretle köle olarak satıldığını duydunuz mu?

Kara Kıta’da küçük yaşlarına rağmen ağır işlerde çalışan çocukların, evlerinden binlerce kilometre uzakta, güzel bir gelecek vaadiyle kandırılıp ailelerinden alındığını biliyor muydunuz? 7 yaşında okula gitmesi gerekirken ülkelerinde “köle işçi” olarak sömürülen Afrikalı çocuklar, temizlik, yemek pişirme ve çocuk bakıcılığı gibi işlerde günde 18 saat çalışmaya zorlanıyorlar. Bir çoğu fiziksel-cinsel tacize uğruyor ya da Britanya’daki Afrika kiliselerinin geleneksel “büyü” ve “şeytan kovma” ayinlerinde kurban edildikleri iddia ediliyor.

İngiltere hükümetine bağlı kurumlar sayıları birkaç yüzle ifade ederken, polis ve çocuk koruma örgütleri bu sayının binlerle ifade edilmesi gerektiğini belirtiyor.

Yine BM Çocuk ajansının resmi rakamlarına göre, Afrika ülkesi Benin’de her yıl 5 bin çocuk Nijerya’da maden ocaklarında taş kırmak için köle olarak satılıyor. Afrika’nın tamamında ise bu sayı 7 binlere ulaşıyor. Bunlar resmi rakamlar olduğuna göre, gerçek rakamlar çok daha fazla kuşkusuz.

Tüm bu bilgiler Hürriyet’in 4 Şubat tarihli nüshasında yer alıyor. Kaynak ise İngiltere’nin The Sunday Telegraph gazetesi. Haberlerde bunların birkaç “çete”nin işi olduğu söyleniyor. Hatta mağdur olarak yerel yönetimler gösteriliyor. Çünkü bu çocuklar yüzünden belediyelerden fazla para çıkıyormuş. İnsanlığın nasıl ayaklar altına alındığını bundan daha iyi ne anlatabilir ki! Bir yandan yaşamı çalınan ve köleleştirilen çocuklar, diğer yandan mağdur gösterilen belediyeler…

İşte kapitalizmin insana verdiği değer! Çocukların satılması hiçbir kapitalistin ve yardakçısının umurunda bile değil. Kaldı ki, bu işin tüccarı da alıcısı da o asalakların ta kendileri.

Tüm bunların gün yüzüne çıkardığı bir gerçek daha var: Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bu kokuşmuş burjuva düzeni tarihin çöplüğüne göndermeden insanı ve insanlığı kurtarmak mümkün değil. Şimdi önümüzde temel bir soru duruyor: Biz mi kapitalizmin karanlığında boğulacağız, yoksa biz mi kapitalizmin karanlığını boğacağız?!

“Gelecek her yerde sosyalizme aittir!”

G. Türkü

 

Bu düzen yıkılmadıkça iş cinayetleri sürecek!

Yaklaşık 20 bine yakın küçük ve orta boy atölyenin (matbaa, tekstil yıkama taşlama, çorap, pres, boya ve maytap imalatı ) bulunduğu Zeytinburnu-Davutpaşa Sanayi’nde, gerekli tedbirlerin ve denetimlerin yapılmaması sonucu meydana gelen patlama 23 kişinin ölümüne, 100’ün üzerinde kişinin yaralanmasına yolaçtı. Patlama 5 katlı bir binanın alt katındaki tekstil yıkama-taşlama atölyesindeki buhar kazanının patlaması sonucu meydana geldi. Binada bulunan maytap atölyesi de iş cinayetine davetiye çıkardı. Belediye yetkilileri de bölgede denetleme yapmayarak yaşanan katliama ortak olmuştur.

Güvencesiz ve sigortasız çalıştırmanın yaygın olduğu Davutpaşa sanayi bölgesindeki bu katliam ve benzeri yerlerdeki çalışma koşulları bizlere bir kez daha gösteriyor ki, bu iş cinayetleri yetkililerin iş sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini almaması/denetlememesi ve asalak patronların aşırı kâr hırsı sonucu meydana geliyor. Nitekim Zeytinburnu Belediyesi’nin, bu işyerini daha önceden mühürlediklerini ancak işyeri sahiplerinin mührü kırıp tekrar açtığını söylemesi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da bölgede bulunan ruhsatsız maytap atölyesiyle ilgili sorulara “Biz bilemeyiz nerede ne iş yeri var, vatandaşın ihbar etmesi lazım” diyerek sorumluğu halka yıkmaya çalışması bu tür katliamlardaki sorumluluklarını örtbas edemez.

Tekstil sektöründeki buhar kazanı patlamalarına sıkça tanık oluyoruz. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde Verdi Tül Fabrikası’nda gaz sıkışması sonucu kazan patlamış, 4 işçi yaşamını yitirmişti. 2006 Kasım ayında Büyükçekmece’de yeni kurulan bir tekstil fabrikasının buhar kazanının montajı esnasında meydana gelen patlamada da bir kişi hayatını kaybetmişti. 2002 yılında ise İstanbul Bağcılar’da bir işyerindeki buhar kazanının patlaması sonucu 7 kişi yaralanmış, bir kişi hayatını kaybetmişti.

Zeytinburnu-Davutpaşa’da yaşanan patlama, Tuzla tersanelerindeki iş cinayelerinden, maden ocaklarındaki grizu patlaması ve göçüklerden, fabrika ve atölyelerdeki yaşanan iş cinayetlerinden ayrı bir olay değildir. Bu iş cinayetleri ve toplu katliamlar, kapitalizmin doğası gereği çarkını insan kanıyla döndürme anlayışın sonucudur. Kapitalist düzenin doğası insanın insan tarafından sömürülmesi olduğuna göre, bu sistemden emekçilerin sorunlarına çözüm beklenemez. İşçi ve emekçi kanıyla asalakça varlığını sürdüren bu sistem yok olmadıkça, iş cinayetleri, kölece çalışma koşulları ve sömürü artarak devam edecektir.

İnsanca bir yaşam, ancak ve ancak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumla mümkündür. Bunun için de bugün ilerici, devrimci ve sınıf bilinçli işçi-emekçilere büyük iş düşüyor. Emek güçlerinin kapitalist düzene karşı dişe diş ortak mücadelesi bugün için acil ve kaçınılmaz bir görevdir.

Sınıf bilinçli bir işçi