14 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı örgütleyelim!
  Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!
Talabani’nin Türkiye ziyareti üzerine
ÇÜ’de şoven gericilere karşı yürüyüş...
Gazi katliamı ve direnişi anıldı...
12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....
  Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...
  Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...
  Makina kırıcılardan insan kıyıcalara...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen üyeleri Türkiye genelinde iş yavaşlatma ve iş bırakma gerçekleştirdiler...
  Gençlik hareketinden...
  Emperyalist zorbalar ile gerici güçlerin riyakarlığı…
  Birleşmiş Milletler taşeronluğa devam ediyor…
  Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!
  MİB-DER: Sınıf mücadelesinde yeni bir mevzi!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....

Katliamcı sermaye devletine karşı mücadeleye!

Türk sermaya devletinin tarihinin hemen her sayfasına bir katliam notu düşülebilir. Maraş’tan Çorum’a, Sivas’tan Kızıldere’ye bu hep öyledir. Özellikle Mart ayı bu katliamların ardı ardına yaşandığı, deyim yerindeyse Türk sermayesinin işçi ve emekçiler, onların temsilcileri ile ezilen halkların kanı ile beslendiği bir tarih olarak hafızalara kazınmıştır. Mart ayının ilk yarısından özellikle akıllarda yer eden iki alçak katliam ise açık ki 12 Mart’ta Gazi’de, 16 Mart’ta ortaya çıkanlardır.

Esasında gerek ezilen halkları hedef alan saldırılar, gerekse işçi ve emekçi kesimlere reva görülen sistematik devlet terörü, salt Türk sermaye devletine özgülenemez. Dünyanın dört bir yanında azılı kapitalist devletler benzer saldırıları, katliamları örgütlediler ve halen de örgütlemekteler. Farklı siyasal temellere sahip olmakla beraber İrlanda’nın Kanlı Pazarı, Amerika’da yakılarak öldürülen dokuma işçisi kadınlar, tarihin en kanlı ve soysuz imha operasyonlarından biri olan Sabra ve Şatila katliamı bir solukta sayılabilenler... Yine bunlardan biri de, yanıbaşımızda kardeş Kürt halkını hedef alan Halepçe katliamı... Bir gecede binlerin kimyasal silahlarla katledildiği bu saldırı da, ezilenlerin uluslararası ölçekte aynı sömürü ve talana maruz kaldığına, aynı baskı ve imha politikaları eşliğinde can çekişmekte olduğuna işaret eder gibi, 16 Mart tarihine denk düşüyor. Yani Beyazıt’ta 7 gencin bombalarla parçalandığı günle aynı güne, yani Gazi’de emekçilerin faşist çetelerin ve onların koruyucusu kolluk güçlerinin kurşunları ile katledildiği 12 Mart’tan dört gün sonrasına...

Sermaye düzeninin sınır ötesi saldırganlıkla kolkola girmiş bir biçimde Kürt halkına dönük imha saldırılarının dizginlerinden boşaldığı, farklı bir düzlemde hemen her gün tersanelerde iş cinayetlerinin yaşandığı şu günlerde katliam yazıları kaleme almak, ölüleri yadetmek için değil elbet, fakat en büyük silahımız olan öfkemizi ve bilincimizi diri tutabilmek için gerekiyor...

Unutmadık ki hatırlayalım!

Belki de önce buradan başlamak gerekiyor: Bizler unutmadık ki hatırlayalım. Bir gecede sessizce katledilen binleri, üzerine kurşunlar yağdırılan emekçi kitleleri, devlet eliyle bombaların hedefi haline getirilen genç devrimcileri unutmak için ya taşlaşmış bir yürek, ya da hatırlamaktan korkmak gerekir. Bu yüzden bizler hatırlamıyoruz, ancak inat ve ısrarla, sabır ve altını çize çize hatırlatıyoruz. Bugün demokrasiden dem vurarak türban pazarlayanlar, bugün işlerine geldiğinde özgürlükten dem vuranlar, bugün sosyal demokrat maskesi altında kan pazarlığına oturanlar, dün Beyazıt Meydanı’nı ve Gazi’yi kana bulayanlardı, Halepçe’de yatan cansız bedenleri alkışlayanlardı. Ve bugün de bizleri iliklerimize kadar sömüren bu asalaklar, güvencesiz çalışma koşulları altında bizleri fabrikalarda diri diri yakan, tersanelerde vinçlerin altında başımızı ezenler, daha fazla kan, daha fazla zulüm için can atıyorlar. Ne de olsa sermaye sınıfı kanla besleniyor...

Ve işte bu gerçeği bilmek ve bu gerçeğe karşı mücadele etmek, bu kan denizinin ufkunda sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın yeşermesinin kavgasını vermek, unutmamayı ve kararlılıkla, inadına hatırlatmayı gerekiyor. Hatırlayabildikten, unutmamayı öğrendikten sonra korkuya da yer yok. Zira yaşanan onlarca katliama rağmen bugün halen daha sermaye düzenine kafa tutanlar, bu düzenle kıyasıya vuruşanlar varsa, hiçbir katliam, devlet eliyle şekillenen hiçbir terör eylemi sonuç üretememiş demektir...

12 Mart Gazi, 16 Mart Beyazıt ve Halepçe...

Yıl 1977... Yer Beyazıt Meydanı... Uğursuz bir pusunun bütün işaretleri ortada... Her gün polis kaynayan meydanda in cin top oynuyor. Her gün ortalıkta caka satan sivil polislerin yerinde yeller esiyor. O yıllardaki deyimiyle birkaç tane “toplum polisi”, üniversiteyi kararlılıkla ve toplu bir biçimde terk eden ve devrimci üniversitelilerden oluşan korteje eşlik ediyor. Ve derken bomba sesleri ve yere düşen 7 genç yiğit devrimci...

Yıllar sonra olay yerindeki resmi polislerden birisi konuşacak ve katliamın nasıl bir büyük organizasyonun ürünü olduğunu anlatacak. Bombayı atanın peşinden koştuğunu ama amirlerinin kendisini durdurduğunu söyleyecek. Yıllar sonra bir fotoğraf karesinde tetikçinin 16 Mart şehitlerinin görkemli cenaze törenindeki görüntülerine rastlanacak. Ve yine bu aynı tetikçinin ablası yaşanan katliamı da lanetleyecek, kardeşini eli devrimci kanına bulaşmış bir tetikçiye dönüştüren sermaye düzenini de... Asıl büyük başlarla ise ‘90’larda tekrar karşılaşılacak. Katliamın emrini verdiği söylenen tescilli faşist, Susurluk kazasında avlanacak. Tetikçinin peşinden koşmak isteyen toplum polisine dur emrini veren emniyet amirinin izine izi Hrant Dink cinayeti sonrasında Trabzon’da rastlanacak...

Yıl 1988... Başka bir 16 Mart... Halepçe Kasabası’na bir gece yarısı, bütün kasaba uykudayken kimyasal bombalar yağdırıldı. Irak ve İran savaşının sürdüğü süreçte 5 bin kişi Saddam’ın ikili hedeflerinin kurbanı oldu. Öyle ki bir gece içerisinde Saddam hem süregelen savaş içerisinde o zamana kadar elde etmediği bir üstünlüğü elde etmişti, hem de yıllar yılı topraklarında imha tehdidi altında barındırdığı Kürtler’in 5000 kişilik bir nüfusunu bir anda katlederek tarihin görülebilecek en kanlı tehditlerinden birini savurmuş oldu. Yıllar sonra Saddam’ın sonu o zamanlarda 5000 Kürdü bir gece içerisinde kimyasal silahlarla katletmesine destek olan ABD emperyalizminin yağlı urganı ile geldi. Saddam, daha önceleri kendisini besiye çeken aynı emperyalist haydut sürüsünün elinde can verdi...

Ve yıl 1995... Yer Gazi... Açık bir devlet provokasyonuna karşı Gazi emekçilerinin başlattığı direniş, yine sermaye düzeninin sivil faşistlerle kolkola girmiş kolluk güçlerinin silahları ile karşılandı. Devlet tarafından azgınca uygulanan teröre rağmen Gazi’deki direniş günlerce devam etti. Bugün halen daha sokakları kana bulayan devlet terörüne nasıl hafızalarımıza kazınmışsa, orada ortaya konan direniş gücü de aynı oranda bilincimizdedir.

Sermaye düzeninin korkusunu kabusa çevirelim!

İçinden geçtiğimiz sürecin yeni katliamlara, yeni saldırganlıklara gebe olduğunu görmek ve hazırlığımızı buna göre yapmakla karşı karşıyayız. Sermaye düzeni gerek yasaları ile gerekse politik söylemleri ile bir süredir bunun yolunu düzlüyor. Sınır ötesinde yaşanan ve binbir şaklabanlığa rağmen üstü örtülemeyen hezimetin ardından, devletin yıllar yılı özenle çizdiği “güçlü” ve “sarsılmaz” imajı fazlasıyla yaralandı. Önümüzdeki süreçte muhtemeldir ki bu imajı yeniden güçlendirmek adına akla gelebilecek her türlü zor ve baskıyı uygulamaktan geri durmayacaklar.

Ancak bu çabalar beyhudedir. Türk sermaye devletinin iplerinin ABD’nin elinde olduğunun en dolaysız bir biçimde açığa çıktığı şu günlerde ortada çıkması muhtemel her türlü gösterisinin en fazla sabun köpüğü değeri taşıdığı açıktır.

Sermaye düzeni her ne kadar saldırılarını hızlandırmış görünse de ciddi bir kriz içerisinde debelenmekte ve bu krizin işçi sınıfının yükselecek mücadelesi ile iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale gelmesinden ölesiye korkmaktadır. Bugün işçi sınıfı mücadelesini, emekçi halkların mücadelesini dizginlemenin yolu devlet terörü olarak görülmekte, bir korku toplumu yaratılarak ezilenler hizada tutulmak istenmektedir.

Bu durumda biz devrimcilere ve emekçilere düşen sermaye düzeninin korkusunu kabusa çevirmektir! Mart ayı bunun olanaklarını fazlasıyla taşımaktadır. Katliamlarda yitirdiklerimizden güç alarak sermaye düzenine karşı mücadeleyi yükseltmek, katliamları lanetlemenin ve yeni katliamları önlemenin tek yoludur!