14 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı örgütleyelim!
  Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!
Talabani’nin Türkiye ziyareti üzerine
ÇÜ’de şoven gericilere karşı yürüyüş...
Gazi katliamı ve direnişi anıldı...
12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....
  Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...
  Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...
  Makina kırıcılardan insan kıyıcalara...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen üyeleri Türkiye genelinde iş yavaşlatma ve iş bırakma gerçekleştirdiler...
  Gençlik hareketinden...
  Emperyalist zorbalar ile gerici güçlerin riyakarlığı…
  Birleşmiş Milletler taşeronluğa devam ediyor…
  Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!
  MİB-DER: Sınıf mücadelesinde yeni bir mevzi!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...

Kimileri burjuvaziye meydanlarda çanak tutuyor!

Bu yıl 8 Mart öncesinde gazetelerde yer alan ve altında birçok sermaye kuruluşunun imzasını taşıyan “kadınlar günü kutlama” ilanının ana vurgu noktasını “kadınlar ne ister?” sorusu oluşturdu. Bu soru daha önce de burjuvazi tarafından, 8 Mart üzerinden olmasa da çeşitli vesilelerle sorulmuştu. Bu soru her ortaya atıldığında alt metninde verilen yanıt, erkek egemen düzenin kadına biçtiği rolün bir tekrarından ibaret oldu.

Gerçekten de “kadınlar ne ister?” sorusunun rezilce yanıtlarla karşımıza çıkartıldığı birbirinden farklı onlarca örnek sayılabilir. Bir reklam filminden hatırlanacağı üzere bir otomobile sahip olmak için bedenini ortaya koyan kadınlardan, tek derdi zayıflamak olan ve bunu da genellikle erkeklere güzel görünmek için önemseyen kadınlara, bütün mutluluğunu “tek taşlara” adamış olanlardan, toplumsal eşitsizliği dolgun saçlarla dengelemeye çalışanlara kadar onlarca örnek… Kadınları tüketim cenderesi içerisine sıkıştırabilmek için üretilmiş bütün bu araçlarla metalaştırılan, aşağılanan ve özünde aldatılan hep kadınlar oldu.

Düzenin türlü yöntem ve araçlarıyla “saçı uzun aklı kısa” sözünün güncel versiyonlarının yaratılması bir yana, toplumsal işbölümünün kadının çifte sömürüsünü derinleştiren ayakları rant amacıyla derinleştirildikçe derinleştirildi. Ayşe Teyze elindeki deterjanı pazarlamak için her kapıyı çaldığında, kadınlara “çamaşır sizin işiniz” denildi. Gıda ürünleri, beyaz eşyalar hep aynı alt metinle pazarlandı. Reklam karelerinde yer alan kadınlar erkeklerden değerli bir hediye beklentisine girdiklerinde, sanki ekrandan “aile ekonomisi erkeğin sorumluluğudur” alt yazısı geçiyordu. Ve kadınlara her daim istediklerini elde etmelerinin aracı, yani tek silahları olarak bedenleri işaret edildi. Açılıp saçılacak, saçını boyayacak, kozmetik sektörüne adak adayacaktı. Dolgun saçlar, sıkışık bir otoparktaki son yerden başlayarak tek taş pırlantaya varana dek geniş kazanımlar vaat ediyordu. Bu yolla bir yandan her fırsatta kadınların toplumsal yaşamdaki ikincil konumları hatırlatılırken, diğer yandan geniş bir emekçi kadın kesiminin sınıfsal bilinci allak bullak edilmek isteniyor, televizyon ekranlarından sürekli bir biçimde ne idüğü belirsiz bir ayrıcalık söylemi tekrarlanarak geniş bir rant alanı güvenceye alınmak isteniyordu.

Sermaye açısından bu özetlenen tabloda yıllardır esasa ilişkin bir yenilik yok. Ancak 8 Mart öncesi görüldü ki sermaye düzeni yeni bir adım atmanın peşinde. Yıllar yılı devrim ve sosyalizm mücadelesi ile özdeşleşen ve işçi sınıfının bir mücadele günü olmasıyla toplumsal anlamını bulan 8 Mart, adım adım ticarileştiriliyor. Önümüzdeki dönemde gerçek anlamda iki farklı 8 Mart tablosu ile karşı karşıya olacağız. Bir yandan hediyelere boğulan kadınlar, diğer yandan mücadele alanlarını dolduran emekçiler… Gerçekten de sermaye düzeni söz konusu ilan ile “Kadınlar Günü” genellemesi üzerinden yeni bir piyasa yaratmak niyetinde olduğunu açıklamış oldu. Altında sermaye devletinin en azılı sermaye kuruluşlarının imzalarını taşıyan bu ilanla, esas itibariyle 8 Mart’ın sınıfsal özüne dönük bir ideolojik savaşın da startı verilmiş oldu.

Bir mücadele günü üzerinden bir rant alanı yaratmak!

Newroz’u Nevruz, 1 Mayıs’ı Bahar Bayramı yapan zihniyet var gücüyle çalışmaya devam ediyor. Hedefte bu kez 8 Mart var. Amerikalı tekstil işçisi kadınların sermaye düzeni ile giriştikleri dişe diş mücadelenin ürünü olan bugün, tıpkı anneler günü, sevgililer günü gibi tüketim toplumuna kurban edilmek isteniyor. 2008 8 Mart’ı öncesinde gazetelere verilen tam sayfa ilanlardan düzen partileri tarafından şehir meydanlarına asılan bez pankartlara kadar hemen her araçla ikiyüzlü kutlama mesajları yayımlandı. Önümüzdeki senelerde muhtemeldir ki bu soytarılıklara süslü vitrinler ve televizyon reklamları eklenecek… Şiar bugünden belli: “Kadınlar ne ister?” Kitle iletişim araçları aracılığı ile yürütülecek olan bu yozlaştırıcı kampanyanın ortak fonunu ise, feministler ve onlara alkış tutan sözde “sosyalistler” emin olsunlar ki, mor rengi oluşturacak. Nasıl ki 14 Şubatlar’da üzerinde kırmızı kalp figürü olan kibrit çöpü dahi değere biniyorsa, 8 Martlar’da da muhtemeldir ki içerisinde mor olan hemen her şey vitrinlere çıkartılacak.

Açık ki sermaye düzeni kendi sınıfsal çıkarlarına tümüyle uygun davranıyor. Bir yandan 8 Mart günü üzerinden bir rant alanı yaratırken, diğer yandan sınıf mücadelesi açısından taşıdığı önemden ileri gelen nedenlerle sermaye düzeni açısından ciddi bir tehdidi ifade eden bir günü etkisizleştirmenin adımını atıyor. Tarihsel olarak emekçilere ait bir gün, en lanet yol ve yöntemlerle ellerinden alınıp, altın tepsi ile burjuva kadınlara sunulmak isteniyor.

Yakın geçmiş kısaca gözden geçirildiğinde oynanan orta oyununun ne kadar açık olduğu da görülecektir. Daha birkaç yıl önce Beyazıt Meydanı’nda Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarında terör estiren sermaye düzeni, bu yıl “kadınlar barış ister”, “kadınlar şiddetin olmadığı bir toplum ister” vb. genel geçer söylemlerle meydan dayağından geçirdiği kadınların yanaklarını okşuyor. Ve diyor ki “buyurun size 8 Mart, sizleri hediyelere boğacağız!” Ne pahasına!? Elbette hamurlu ellerinize bulaşmış makine yağları ile barışık yaşamanız pahasına… Elbette size vurduğumuz çifte kölelik prangalarını ömür boyunca taşımanız pahasına… Bir mor menekşe karşılığında maruz kaldığınız şiddeti de, sosyal yıkım saldırılarını da sindirmeniz pahasına…

Bugün arada kalanlar yarın enkaz altında kalacak!

Özenle sınıfsal özünden kopartılan, erkeksizleştirilen, “mücadele günü yerine şenlik”, “kızıl yerine mor” denilerek inceden inceye altı oyulan, “emekçi” vurgusundan bir veba gibi kaçınılan 8 Martlar, şimdi burjuvazinin elinde bir metaya dönüştürülmek isteniyor. Gelinen yerdeki tablo gösteriyor ki, 8 Mart’ın bütün kadınlara hasredilmesi görevini burjuvazi üstlenmek istiyor, deyim yerindeyse bu işi birilerinin elinden almaya soyunuyor! Yeni bir rant alanı yaratmak ve sınıf mücadelesine yeni bir darbe vurabilmek için… Şaşırtıcı mı? Kesinlikle hayır! Burjuvazi kendi doğasına uygun olanı yapıyor.

Bundan daha önemli olan noktayı ise burjuvaziye bu cesareti kimin verdiği, bu alanı kimin yarattığı sorusu oluşturuyor. Bu soruya özellikle feministlerin kuyruğuna takılarak yol yürüyenlerin özeleştirel bir yanıt verebilmeleri gerekiyor. Zira startı verilmiş bu ideolojik saldırının kökleri tam da sınıfsal özü bilinçli bir biçimde karartılan 8 Mart tartışmalarında yatıyor.

Sol hareketin faşist darbe ile birlikte içine girdiği ideolojik bunalımın ve tasfiye sürecinin ürünü olan kafa karışıklığı işte bugün sınıf mücadelesinin en önemli bir gününün burjuvaziye altın bir tepsi içerisinde sunulması sonucunu yaratıyor. Tarihsel arka planını ta 1800’lerin sınıf hareketinin, Enternasyonaller’in oluşturduğu bir mücadele günü olan “Emekçi Kadınlar Günü”nü bir “kadınlar günü”ne indirgemek, basitçe bir kapsayıcılığı değil, aksine bir içini boşaltmayı, daha da kötüsü çifte sömürü altında ezilen emekçi kadınlara bir ihaneti ifade ediyor.

Bugün birçokları için ayrım noktası erkeklerin katılımına ve “emekçi” sözcüğüne hasredilen iki ayrı 8 Mart gerçeği kısa bir süre sonra nasıl keskin bir ideolojik farklılaşmayı içinde barındırdığını ortaya koyacak. Gören gözler açısından bu ayrım bugün dahi apaçık ortada. Sınıflar üstü bir cinsel algı ile örülen 8 Mart sanrısı nesnel olarak kadın-erkek bütün bir burjuvazinin ekmeğine yağ sürmekten öteye gitmemektedir. Ancak anlaşılan birileri ya bu gerçeği kavrayacak bilinçten halihazırda yoksundurlar ya da bir kez daha kitleselleşme adına ilkeler, popülizm adına emekçi kitleler bir yana bırakılmaktadır.

Burjuvazinin bu saldırılarının eninde sonunda boşa düşeceği açıktır. Newroz’u ehlileştiremedikleri, 1 Mayıs’ta meydanları boşaltamadıkları gibi, Kızıl 8 Martlar’ı mora bulamayacakları da açıktır. Kısacası işçi sınıfı, emekçiler, devrimciler ve sınıf mücadelesinde samimi güçler bu ideolojik saldırıyı püskürtmeyi başaracaklardır. Ancak bugünden morla-kızılı aynı anda taşıma sevdasında olanların söylediklerini ve yaptıklarını tekrar tekrar gözden geçirmeleri gerekiyor. Zira bu ideolojik saldırının püskürtüleceği kadar açık olan diğer bir gerçek, bugün arada kalanların yarın enkaz altında kalacağıdır!