14 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı örgütleyelim!
  Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!
Talabani’nin Türkiye ziyareti üzerine
ÇÜ’de şoven gericilere karşı yürüyüş...
Gazi katliamı ve direnişi anıldı...
12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....
  Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...
  Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...
  Makina kırıcılardan insan kıyıcalara...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen üyeleri Türkiye genelinde iş yavaşlatma ve iş bırakma gerçekleştirdiler...
  Gençlik hareketinden...
  Emperyalist zorbalar ile gerici güçlerin riyakarlığı…
  Birleşmiş Milletler taşeronluğa devam ediyor…
  Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!
  MİB-DER: Sınıf mücadelesinde yeni bir mevzi!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!

İşkenceden arınmış bir dünya için sosyalizm!

Emperyalist-kapitalist düzen zor ve şiddete dayanarak hüküm sürüyor. Tek tek kapitalist işletmelerde olsun, devletler arası ilişkilerde olsun ya da dünya jandarmalığı yapan emperyalist güç odaklarının ezilen halkları hedef alan politikalarında olsun… Şiddet tüm bu alanlardaki işleyişin temelini oluşturur.

Kuşkusuz şiddetin hem kaba hem inceltilmiş sayısız biçimi vardır. Bu şiddet, insanlar arasındaki eşitsizlikten, yani toplumların sınıflara ayrılmış olmasından doğan çelişkilerin dolaysız sonuçlarıdır. Tem teşekküllü bir zor aygıtı olan devleti emekçilere hükmetmenin bir aracı olarak kullanan kapitalistler, bu düzendeki yaygın şiddetin esas sorumlusudur. Ve emperyalist-kapitalist sistemin en iğrenç şiddet biçimlerinden biri işkencedir.

Bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki, başka bir ifadeyle kapitalistlerin işçi ve emekçiler üzerindeki tahakküm aracı olan her devletin profesyonel işkencecileri vardır. Bunların yaygınlığı ya da etkinliği sınıflar mücadelesinin seyrine göre değişebilir ancak hiçbir kapitalist devlet bundan vazgeçemez.

Dünya jandarmalığını sürdüren emperyalist Amerikan rejimi, şiddeti küreselleştirirken, bunun ayrılmaz bir parçası olan işkenceyi de küreselleştirdi. Irak’ın başkenti Bağdat’taki Ebu Gureyb zindanının işkence merkezine dönüştürülmesi, Guantanamo Üssü’nde hiçbir kural ya da yasanın geçmediği işkence merkezinin açılması, dünyanın farklı ülkelerinde gizli işkence merkezlerinin açılması, bu merkezler arasında esir taşıyan işkencecilere tahsis edilmiş uçak filoları… Bu iğrenç organizasyonlar “milenyum çağı”nda işkencenin nasıl küreselleştirildiğini anlatıyor. “Demokrasi ve özgürlük ihraç edenler”, ölüm, yıkım ve köleleştirmenin yanısıra bir de işkenceyi ihraç ediyorlar.

Bu konuda kirli bir sicili olan ABD’nin işkenceci niteliği Irak işgalinden sonra tüm dünyanın malumu oldu. Bu ise ABD’de bazı çevrelerin sorguda işkencenin yasaklanmasını talep etmelerine yol açtı. Elbette bir şeyi yasaklamak o kötülüğün ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Örneğin işkencecileriyle ünlü Türk sermaye devletinin yasalarına göre işkence yasaktır, hatta işkence yapanlar cezalandırılır! Ama biliyoruz ki, en azılı işkenceciler her zaman devletin tepesine kadar tırmanmaktadır.

ABD’de işkencenin yasaklanmasını talep edenler bu iğrenç şiddet biçiminin yaygın bir uygulama olduğunu kabul ederken, yasağa karşı çıkanlar ise, işkencenin varlığını kabul etmekle kalmıyor, kolluk kuvvetlerinin işkenceli sorgulardan kâğıt üzerinde de olsa mahrum bırakılamayacağını savunuyor. Hatta sorguda başarı elde edebilmek için işkencenin şart olduğunu savunuyor.

İşkenceyi açıktan savunanlar arasında neo-faşist çetenin başı George Bush öne çıkıyor. CIA’nin işkenceyle sorgulama yöntemlerini yasaklayan yasa tasarısını veto eden ABD başkanı, sorgulama yöntemlerini teröre karşı savaşta en önemli araç olarak niteledi. Tasarı kabul edilseydi, 19 işkence tekniğinin uygulanması hiç değilse kağıt üzerinde yasaklanmış olacaktı. Ancak tasarıyı veto eden Bush, işkencecilerin moralini bozacak bu girişimi engellemiş oldu.

İşkenceci katilleri koruyan devlet yöneticileri, sapkın olduklarından dolayı değil, hizmet ettikleri sınıfın, yani burjuvazinin çıkarlarını korumanın her tür iğrençliği zorunlu kıldığını bildikleri için bunu yapıyorlar. Zira sömürü ve köleliğe dayalı özel mülkiyet düzeni bir azınlığa, esas adıyla söylersek asalak kapitalistlere üretim araçlarına sahip olma olanağı sağlar. Politika ise yoğunlaşmış ekonomiden başka bir şey olmadığı için bu azınlık, toplumu yönetme tekelini de elinde bulundurur. İşte sınıflı toplumlar tarihi boyunca tüm toplumların çoğunluğunu oluşturan emekçileri köleliğe razı edebilmek için zor aygıtı olarak devlet belirleyici bir rol oynamıştır. Bu ise sömürücü sınıfların işlerini gören devletlerin, en ilkelinden en modernine kadar neden işkenceci olduklarını da açıklar.

Egemen sınıflar ile devlet, devlet ile şiddet ilişkisi bize, hem işkence hem diğer iğrenç şiddet biçimlerinden kurtulmanın yolunu gösterir. İşkenceye karşı mücadele, ezen ile ezilenin olduğu her yerde güncelliğini korur. Bununla birlikte dünyayı işkenceden arındırmak için bu iğrençliği zorunlu kılan düzenle, demek oluyor ki, kapitalizmle hesaplaşmak da şarttır. Kapitalizmin tek alternatifi ise sosyalizmdir!

 

Milyarderler listesinde 35 Türk kapitalisti!

“Bağımsız servet sahibi kimseler... bu üstün ayrıcalıklarını, kendi yeteneklerinin üstün oluşuna değil, hemen tamamen ... başkalarının çalışmalarına borçludurlar. Zenginleri, toplumun emeğiyle geçinen kısmından ayıran şey, ne toprak sahibi olmalarıdır, ne de para; bu ayrılık, yalnızca emek üzerindeki kumanda güçlerinden ileri gelir.” (Kapital Cilt I-Marx)

Marx’ın dediği gibi servet birikimi “işçinin ödenmemiş emeği” ile yaratılır. Yani zenginin serveti işçi sınıfından gaspedilmiştir. Öyleyse artan servet, artan yoksulluğu ve sefaleti de beraberinde getirecektir. Dünyaya hakim sistem kapitalizmin bir dizi karmaşık iktisadi olgusuna karşın bu karşıtlık birbirini üretmek zorundadır ve odağındaki tek somut şey emektir. “Bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, aklî yozlaşmanın birikimi aynı anda olur.” (Marx)

Dünyanın en karışık coğrafyasında Türkiye burjuvazisi de bir o yana bir bu yana meylederek yolunu yürüyor. Gittikçe semiren bu asalak sınıf ciddi bir servet biriktirmeyi başarıyor. Öyle ki, dolar milyarderlerinin sayısı her geçen yıl katlanıyor.

İş ve finans dünyasının tanınmış dergisi Forbes‘e göre, 2007 yılına dolar milyarderleri olarak giren 1125 kişi arasında 35 Türk kapitalisti yer alıyor. Üstelik Türk milyarderlerinin sayısı, bir yıl içinde, 25’den 35’e çıkmış durumda. Listede Sabancı, Zorlu, Doğan gibi sermayenin kodaman ailelerinden birden fazla kişi yer alıyor. Dergide, listede zengin Türk ailelerinin giderek daha fazla oranda aile bireylerini listeye dahil ederek bu konuda başarılı olduklarını söylüyor. Listeye giren 13 yeni milyarderin isimleri ise şöyle: Ali İbrahim Ağaoğlu, Ahmet Çalık, Hanzade Doğan Boyner, Begümhan Doğan Faralyalı, Vuslat Doğan Sabancı, Sema Isıl Doğan, Arzuhan Doğan Yalçındağ, Faruk Eczacıbaşı, Mübariz Gürbanoğlu, Erman Ilıcak, Ahsen Özokur, Serra Sabancı ve Deniz Şahenk.

Forbes’un listesine göre kapitalist barbarlığın jandarması ABD, 469 milyarderle 1125 kişilik listede 1. sırada bulunuyor. ABD’yi ise bu yıl Almanya’yı geçerek 87 milyarderle 2. sıraya yerleşen Rusya izliyor. Bölgesel dağılıma göre en çok milyarder ABD’de yaşarken, listedeki 298 milyarder Avrupa’da, 211’i Asya-Pasifik bölgesinde, 84’ü Ortadoğu ve Afrika bölgesinde (Türkiye bu bölge içinde), 63’ü de (ABD hariç) Kuzey ve Güney Amerika’da...

Forbes‘un yayınladığı listeye yakından baktığımızda, geleneksel sanayi burjuvalarının yerini hızla gayrimenkul, borsa vb. spekülatif alanlara yatırım yapan burjuvaların almış olduğunu görüyoruz.

Kapitalizm için övünülecek bu tablonun arkasında ise işçi sınıfının sefaleti bulunuyor. Bugün dünyada 1.5 milyar aşkın insan açlığın pençesinde ve her yıl 1 milyondan fazla insan açlıktan ölüyor. Ölümler en çok çocukları vuruyor. Her altı çocuktan biri, anne iyi beslenememiş olduğundan yeterince gelişmemiş olarak doğuyor. Beş yaşın altında her üç çocuktan biri, beslenememe nedeniyle gelişemiyor. İşte kapitalizmin artan zenginliğinin arkasındaki bazı gerçekler...

Türkiye’ye gelince... İşçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünden güç alarak pervasızlaşan burjuvazi, açlık sınırının altında yaşamaya mecbur bırakılmış milyonların elinde avucunda ne varsa almaya devam ediyor. Kıdem tazminatının gaspı SSGSS derken, bir yandan sefalete mahkum edilen kitleler, bir yanda zenginliği elinde toplayan bir avuç asalak arasındaki uçurum gitgide açılıyor.

Marx’ın ortaya koyduğu sorunun çözümünü ise Engels şöyle özetliyor: “Ne mutlu o yoksullara ki öteki dünya onlarındır, er ya da geç bu dünya da onların olacaktır.”

S. Kurtuluş