25 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/17

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci 1 Mayıs seferberliği!
   1 Mayıs’ta Taksim seferberliği!
Taksim’e çıkılacak, 1 Mayıs kazanılacak!
Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak!
İhaneti parçalayarak mücadeleyi yükseltelim!
Grev ve direnişlerle 1 Mayıs 2008’e!..
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  Adana Sanayi İşçileri Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
  KESK’i ve bağlı sendikaları niçin yıkmalıyız? Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Yasaklara ve tehditlere karşı devrimci sınıf kararlılığıyla
1 Mayıs'ta Taksim'e!
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu 2. Toplantısı:
  Savaş makinesi tetikçilerini de öğütüyor…
  Filistin halkı direnmekte kararlı!
  Hatice Yürekli yoldaş anısına...
  Sınıfı her yandan kuşatmak için…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yasaklara ve tehditlere karşı devrimci sınıf kararlılığıyla

1 Mayıs'ta Taksim'e!

Türkiye’de 1 Mayıslar...

 1908 Jön-Türk burjuva devrimiyle birlikte işçi örgütlerinin gelişimi hız kazanır. Cumhuriyet öncesindeki 1 Mayıs kutlamaları Osmanlı yönetiminin bu son döneminde görülür.

1 Mayıs 1909’da Üsküp’te işçilerin düzenledikleri kutlama toplantısı, kitlesel olmasa da ilk 1 Mayıs kutlaması olması bakımından anlamlıdır.

1911 yılında Selanik’te tütün, liman ve pamuk işçileri, güçlü bir 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bu günü kutlarlar.

İstanbul işçilerinin ilk 1 Mayıs kutlaması ise 1912 yılında gerçekleşir. Pangaltı’daki Belvü bahçesinde düzenlenen bir toplantıyla kutlanır 1 Mayıs. Bu kutlamaya dönemin gazetelerinde, “Osmanlı sosyalistlerinin idaresinde 1 Mayıs kutlandı” başlığı altında yer verilir. Aynı yıl Selanik işçileri de 1 Mayıs’ta büyük bir gösteri düzenlerler.

1912-1921 arasındaki yıllar, hem 1 Mayıs hem de işçi hareketleri açısından, dünya savaşının etkisiyle hareketsizlik yılları olarak yaşanır.

İşgale karşı kızıl bayraklı 1 Mayıs!

I. Dünya Savaşı’ndan sonra ise ilk kez 1921 yılında, işgal koşullarına rağmen, önceki yıllara oranla daha güçlü gösteriler düzenlenir 1 Mayıs’ta. İşgal kuvvetleri ve Osmanlı hükümeti 1 Mayıs’ı yasaklasa da Tramvay, Vapur ve Haliç Tersanesi işçileri grev ilan ederek kutlamalarını gerçekleştirdi. Şirket-i Hayriye, Seyr-i Sefain, Haliç idaresi üçlüsünde çalışan tersane işçileri 1 Mayıs 1921 günü iş bırakarak tramvay işçileriyle birlikte 1 Mayıs’ı kutladı. İştirakçı Hilmi önderliğinde Halk İştirakiyyun Fırkası’nın düzenlediği 1 Mayıs’a işçiler kızıl bayraklarla katıldı ve Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne kadar yürüdüler.

İlk düzenli kortejler halinde düzenlenen bu 1 Mayıs yürüyüşünde mavi tulumlu işçilerin boynunda kızıl atkılar bulunuyordu. Bu 1 Mayıs kutlaması tütün ve elektrik idaresinde çalışan işçiler tarafından desteklenir. 1 Mayıs 1921 İşgal altındaki İstanbul’da emperyalist işgale karşı bir eyleme de dönüştü. Aynı gün Halk İştirakiyyun Fırkası’nın Beyoğlu’ndaki binasında kutlama düzenlenir. Burada binaya kızıl bayrak asılır ve hep bir ağızdan Enternasyonal marşı okunur. Akşam geç saatlere kadar süren kutlamalarda gün boyu işçi marşları söylenir.

Aynı gün Türkiye Sosyalist Fırkası da Babıali’deki merkezinde tören yapar, akşama kadar marşlar söylenir.

1 Mayıs 1922’de de, yine emperyalist işgal koşullarında büyük şehirlerde mitingler düzenlenir. İşçiler İstanbul’da Enternasyonal’i söyleyerek yürüyüş yaparlar ve bildiriler dağıtılır. Ankara’da ise İmalatı Harbiye işçileri başta olmak üzere, diğer işçilerin de katıldığı bir toplantı düzenlenir. Tüm dünya işçilerine ve İstanbul’da bulunan işçi örgütlerine kutlama telgrafları çekilir.

4 Mart 1923’de İzmir İktisat Kongresi toplanır ve bu kongreye katılan işçi delegasyonunun önerisiyle, pek çok talebin yanısıra, 8 saatlik işgünü ve 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması da kabul edilir. Kurtuluş Savaşı yıllarında emekçi sınıfların desteğine ihtiyaç duyan Kemalist burjuvazinin, zaferini kesinleştirdikten sonra artık onlara ihtiyacı kalmamıştır. Nitekim İzmir İktisat Kongresi’nin tüm bu kararları tümüyle kağıt üzerinde kalır.

1923 yılında 1 Mayıs, birçok işçi ve aydının tutuklanması sonucunda İstanbul’da kutlanamaz. “1923 Tevkifatı” ile yoğun bir baskı ve terör uygulayan siyasi iktidar, İstanbul Milli İşçi Birliği’ni, 1 Mayıs gösterisine çağrı bildirilerinin dağıtılması gerekçesiyle kapatır. Türkiye Sosyalist İşçi ve Çiftçi Partisi üyelerinden 20 kişi tutuklanır. Bu baskı ve terör ortamına rağmen, 1 Mayıs Ankara’da mürettipler, askeri fabrika ve şimendifer işçileri tarafından kutlanır.

Bu baskı ve terör 1924 yılında da tekrarlanır. Bu nedenle İstanbul’da hiçbir kutlama yapılamaz. İşçileri “8 Saatlik İşgünü” için mücadeleye çağıran bildirileri dağıtanlar tutuklanır. Amele Teali Cemiyeti’nin Çelik Kol isimli gazetesi kapatılır. Bildiri dağıttığı ve yakasına kırmızı karanfil taktığı gerekçesiyle pek çok işçi gözaltına alınır. Ankara’da küçük çapta bir kutlama yapılır, Boşnak mahallesinde toplantı düzenleyen işçiler marşlar söylerler.

1925 1 Mayıs’ı Amele Teali Cemiyeti’nin düzenlediği bir toplantı ile kutlanır. Yayınlanan 1 Mayıs broşürü nedeniyle Amele Teali Cemiyeti önderleri tutuklanır. Şeyh Sait ayaklanmasını bahane eden Kemalist burjuvazi, Takrir-i Sükun yasasıyla zaten kısıtlı olan işçilerin hak ve özgürlüklerini tümüyle ortadan kaldırır. 27 Mayıs 1925’te hükümet özel bir kararname çıkararak, 1 Mayıs gösterilerini yasaklar. 1 Mayıs’ı resmi “bahar bayramı” olarak ilan eder.

Tüm bu baskılara karşın 1927 yılı 1 Mayıs’ında kutlamalar yapılır. İkdam Gazetesi o gün şöyle yazar: “2000’e yakın işçi işini terk etti ve Teali binasında toplanarak hep birlikte ünlü şair Nazım Hikmet’in yazıp bestelediği iş türküsünü söylediler.” Sonuç olarak Amele Teali Cemiyeti yasadışı bir kuruluş olarak kapatılır, 150 aktif üyesi ve yönetim kurulu tutuklanır.

Cumhuriyet Türkiye’sinde son olarak 1 Mayıs, 1928 yılında kutlandı ve ardından uzun bir sessizlik dönemi başladı. Kemalist burjuvazi işçi sınıfına ve örgütlerine uygulandığı baskı ve terör ile 1 Mayıs kutlamalarını engelledi. 1 Mayıs’ın, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak gerçek içeriğine ve anlamına uygun kutlamalarının yapılabilmesi için kitleler uzun yıllar harekete geçirilemedi. 1960 yılı sonrasında ise, Türk-İş’in girişimiyle, 24 Temmuz ‘İşçi Bayramı’ olarak kabul edildi. Burjuvazi ve gerici Türk-İş yönetimi bu sahte “İşçi Bayramı” ile, tüm dünya işçilerinin dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı Türkiye işçi sınıfının bilincinden hepten silmek istiyordu.

1977, unutulmaz yılın adı!

Uzun yıllar sonra 1 Mayıs, ilk olarak 1976 yılında yeniden, ama bu kez onbinlerce işçi, emekçi ve devrimcinin katılımıyla, coşkulu bir biçimde İstanbul Taksim Alanı’nda kutlandı. Türkiye işçi sınıfı yasak zincirini nihayet kırmıştı. 1976 yılındaki bu ilk kutlamada mücadele isteğini ve coşkusunu tüm görkemiyle ortaya koydu. Uzun onyıllar sonra gerçekleştirilen bu kitlesel ve coşkulu kutlamanın etkileri de çok geniş oldu. Devrimciler ve emekçiler arasında büyük bir heyecana, sermaye çevrelerinde ise aynı ölçüde büyük bir korku ve tedirginliğe yol açtı.

Sermaye çevreleri 1 Mayıs’ların mücadele günü haline getirilmesinden duydukları rahatsızlığı 1 Mayıs 1977 öncesinde her vesile ile ortaya koydular. Haftalar öncesinden, özellikle gerici ve faşist burjuva basını aracılığıyla provokatif bir hava yaratmaya çalıştılar. Dönemin DİSK’ine egemen reformist sendika bürokratları da, anti-demokratik ve tekelci tutumlarıyla, böyle bir ortamın doğmasını kolaylaştırdılar. 1 Mayıs 1977 günü Taksim’de toplanan yüzbinlerce göstericiye karşı NATO güdümlü Kontr-gerilla eliyle uygulanan faşist provokasyon sonucunda 36 emekçi ve devrimci yaşamını yitirdi. Fakat 1 Mayıslar’ın mücadele coşkusunu kırmak isteyen burjuvazi amacına ulaşamadı. Ertesi yıl (1978) Taksim 1 Mayıs Alanı’nı yine yüzbinlerce işçi doldurmuştu. Üstelik aynı yıl 1 Mayıs Türkiye’nin dört bir tarafında kitlesel gösterilere sahne oldu.

Sıkıyönetimin baskı ve yasaklarına, DİSK yönetiminin teslimiyetçi tutumuna rağmen 1 Mayıs, 1979 ve 1980 yıllarında da, Türkiye’nin birçok yerinde grevler, boykotlar, iş yavaşlatma ve yasadışı kitlesel gösterilerle militanca kutlandı. Bu görkemli kutlamalar ancak 12 Eylül faşist askeri darbesiyle bir dönem için engellenebildi.

1988’den itibaren işçiler ve devrimciler yasakları çiğneyerek sokaklara çıkmaya başladılar. Bu uğurda şehit düşenler oldu. Fakat 1 Mayıs yeniden kazanıldı. 1989 yılında genç bir işçi olan Mehmet Akif Dalcı vurularak şehit düşerken, 1990 yılında Gülay Beceren polisin açtığı ateş nedeniyle felç oldu. Yine ‘96 1 Mayıs’ında polisin devrimci kortejlere ateş açması sonucu 3 emekçi, Dursun Odabaşı, Hasan Albayrak ve Levent Yalçın şehit düştü. Fakat bu saldırılar da emekçilerin alanlara çıkmasına engel olamadı.


Dünya tarihinde 1 Mayıs!

Kapitalizmin gelişme dönemindeki yoğun baskı ve sömürü, düşük ücretler ve günde 14-18 saati bulan uzun çalışma saatleri, “8 saatlik işgünü” talebinin, dünyada işçi sınıfının en temel ekonomik istemlerinden biri olarak ortaya çıkmasına yolaçtı. İlk olarak 21 Nisan 1856 yılında Avustralya işçi sınıfı grev ve kutlamalarla bu talebi dile getirdi. Bu talep doğrultusundaki mücadeleyi bir işçi bayramı ile bütünleştirmek düşüncesini ilk ortaya atan da yine Avustralya işçi sınıfı oldu.

Örgütlü mücadelenin başlangıcına damgasını vuran bu eylemler devamlılık kazanarak, diğer ülkelerin proletaryasınca da benimsendi ve dayanışma için önemli bir etki yarattı.

1866 yılında, Amerikan işçileri Baltimore’da toplandıkları kongrelerinde, günlük çalışmanın 8 saatle sınırlandırılmasının yasaya bağlanması konusunda bir kongre kararı aldılar. Ancak işçilerin bu talebi reddedildi. “8 saatlik işgünü” artık Amerikan işçi sınıfının ortak talebi haline gelmişti ve onların örgütlü mücadelelerinin başlangıcına damgasını vuracak, kana bulanan zorlu mücadelelerle, işçi sınıfı bu hakkı zamanla burjuvaziden zorla alacaktı.

1884 yılında Şikago’da toplanan Amerika İşçi Federasyonu ve Uluslararası İşçiler Birliği, “8 saatlik işgünü”nü burjuvaziye zorla kabul ettirmek kararı aldılar. Bu karara göre iki yıl sonra, 1 Mayıs 1886’da, 8 saatlik işgünü için genel greve gidilecek, miting ve gösteriler yapılacaktı.

Amerikan burjuvazisi bu karara karşı yoğun bir saldırıya geçti. Burjuvazinin elindeki ve denetimindeki kapitalist basın tekelleri, miting öncesinde, ortalığın kan gölüne çevrileceği türünden kışkırtmalarda bulunuyorlardı. Bunlardan örneğin Chicago Tribune gazetesi, “Kenti yıkıp yakacaklar, öyle mi? Bunun önünü almak için gerekirse Şikago’nun her sokak lambası bir işçinin cesediyle süslenecektir” diye pervasızca saldırıyordu.

1 Mayıs 1886 günü, hemen tüm sanayi merkezlerinde; New York, Philadelphia, Şikago, Louiseville ve Baltimore’de 200 bini aşkın işçi genel greve gitti. Ve Şikago’da 80 binden fazla işçi yürüyüşe geçti, miting ve gösterilerde 8 saatlik işgününün vurgulandığı konuşmalar yapıldı.

Genel grevin ve bu eylemlerin daha da yaygınlaşmasından korkan burjuvazi, silahlı resmi güçlerinin yanısıra ajan-provakatörler tutarak saldırıya geçti. 3 Mayıs günü Mc Cormic fabrikasının önünde toplanan işçiler greve katılmayan diğer işçilere çağrı yaparken, bu silahsız işçilerin üzerine ateş açıldı ve bir işçi öldürüldü. İşçiler bu kanlı saldırıyı protesto etmek için toplandılar ve miting kararı aldılar.

4 Mayıs gün işçiler daha güçlü bir gösteri düzenlediler. Mitingin bitmesine yakın, sayıları birkaç yüzü bulan polis miting alanına girdi. Hemen ardından, nereden geldiği belli olmayan bir bomba polislerin bulunduğu yere düştü. Bomba atıldıktan hemen sonra miting yeri tam bir savaş alanına döndü. İşçiler kurşun yağmuruna tutuldular. 4 işçi, 7 polis öldü ve pek çok işçi de yaralandı. 8 işçi önderi sendikacı ve yüzlerce işçi tutuklandı. 1,5 yıllık göstermelik bir yargılama sonucunda işçi önderlerinden dördü; August Spies, Albert Parsons, George Engel ve Adolph Fisher idama mahkum edildiler.

11 Kasım 1887’de idam sahpasına giden August Spies; “Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı gün de gelecektir”, diyordu son sözlerinde. Gerçekten de tüm bu baskılar ve idam kararları tepkilere, uluslararası dayanışmaya ve mücadelelere yol açacaktı.

Üç yıl sonra, 1889 yılında, 14-21 Temmuz günleri arasında Paris’te toplanan II. Enternasyonal’in 1. Kongresinde, 1 Mayıs, dünya işçilerininin birlik, dayanışma ve mücadele için direniş günü olarak kabul edildi. 1 Mayıs’ın her yıl, grevler, gösteriler ve mitingelerle tüm dünyada kutlanmasına karar verildi.

Emeği sermayeye karşı mücadele günü olan 1 Mayıs, burjuvazinin yüreğine her zaman korku salmış; çeşitli ülkelerin burjuvazisini, bu mücadele gününe karşı 1886 Şikago benzeri provokatif tertiplere ve katliamlara yöneltmiştir:

Örneğin, 1906 yılı 1 Mayıs’ında Fransa’da düzenlenen mitinge, burjuvazi ajan provaktörleri ile saldırmış, miting kana bulanmıştır. 1929 yılında ise Almanya’da bir benzeri tertiplenerek polis ve provokatörler işçilere saldırmış, 33 işçi yaşamını yitirmiştir.

Bunun daha yakın tarihe ait bir örneği ise Türkiye’den biliyoruz. Emekçi hareketindeki yükselişten korkuya kapılan ve bunun 1 Mayıs kutlamaları üzerinden yansımasına tahammül edemeyen Türk burjuvazisi, 1977 yılı 1 Mayısı’nda kontr-gerilla eliyle büyük bir provokasyon ve katliama başvurdu. Gerçekleştirilen katliamda 36 işçi ve emekçi yaşamını yitirdi.



 

BDSP’nin 2007 1 Mayısı ardından yaptığı açıklama...

1 Mayıs’ta sınıfın devrimci iradesi kazandı!

Sermaye devletiyle işçi sınıfı, düzenle devrim arasında 1 ayı aşkın bir süredir devam eden irade savaşının galibi işçi sınıfıdır. Devrimciler, devrimci işçiler ve emekçiler tüm Türkiye işçi sınıfı adına ve sadece irade ve kararlılığın gücüyle Taksim’i fethetmiş bulunuyor.

Sermayenin devleti, Taksim civarına ulaşabilen işçi sayısının çok çok üstünde yığınak yaptığı silahlı güçlerine, zırhlı araçlarına, gaz bombalarına rağmen bu savaşı kaybetmiştir. Çünkü çatışma asıl olarak iki tarafın iradeleri arasında yaşanmıştır. Valinin tüm yalanlarına rağmen çatışmanın işçi sınıfı cephesinden tek silah kullanılmamış, tek kurşun sıkılmamıştır. Sermayenin devleti, silahsız kitlelerin üzerine bir kez daha silahlarıyla saldırmasına rağmen yenilmekten kurtulamamıştır.

Şimdi İstanbul valisi, bu yenilginin psikolojisiyle yalana ve demagojiye başvuruyor. İşçi sınıfına yönelik azgın saldırganlığın ve İstanbul halkına çektirilen işkencenin suçunu 1 Mayıs’a, işçi sınıfına, devrimcilere yüklemeye çalışıyor. Ama bu kez başaramayacak. Tüm suç sermaye devletinde, onun İstanbul’daki temsilci ve uygulayıcısı olan validedir. İstanbul valisi istifa etmeli, 1 Mayıs günü estirdiği terörün hesabını vermelidir.

Ancak, bu terörün devamını engellemek için bu yeterli değildir. Valinin sarıldığı ve her türlü hak arama yolunu terörle kesme aracı olan iller idaresi yasası çöpe atılmalıdır. 1 Mayıs günü uygulanan canlı yayın yasağı, bu tür faşist yasaların sadece düzen muhaliflerini değil, düzen güçlerini de hedefleyebileceğini kanıtlamıştır.

Sınırsız söz, basın, gösteri özgürlüğü için, iller idaresi yasasının iptali için, 1 Mayıs terörünün hesabını sormak için mücadeleyi yükseltelim! 1 Mayıs zaferinin gücüyle hak ve özgürlüklerimizi genişletmek için ayağa kalkalım!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)


 

1 Mayıs 2008:

Mücadele edenlerden Taksim çağrısı...

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu 19 Nisan günü Taksim Gezi Parkı’nda gerçekleştirdiği basın açıklaması ile 2008 1 Mayıs’ında Taksim’de buluşma çağrısı yaptı. SSGSS’na karşı mücadele sürüyor 1 Mayıs’ta Taksim’e! / Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu” pankartının açıldığı eylemde basın açıklamasını platform adına Nebat Bukrek okudu. Basın açıklaması; 1 Mayıs’ta Taksim’de buluşma çağrısı yapan şu sözlerle son buldu: “(...)Biz Herkese Sağlık ve Güvenli Gelecek Platformu bileşenleri olarak 2008 1 Mayıs’ına kapitalist ve emperyalist politikaların hedefi olan herkesi işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta DİSK, KESK ve TÜRK-İŞ konfederasyonlarının çağrısı doğrultusunda Taksim’deki büyük buluşmaya katılmaya davet ediyor, olanaklarımızı seferber edeceğimizi ilan ediyoruz.”

Eylem boyunca “1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanındayız!”, “Direne direne kazanacağız!”, “İşçi memur elele genel greve!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul


DTP: Taksim’deyiz!

DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, 22 Nisan günü grup toplantısında yaptığı konuşmada 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerle birlikte Taksim’de olacaklarını belirtti.

Türk toplantıda şu sözleri söyledi: “...Bakanlar Kurulu’nda 1 Mayıs’ın resmi tatil olmayacağı açıklandı, işçi emekçi karşıtı bir hükümetten zaten fazla bir beklentimiz yok. 1977 yılında işçi emekçilerimizin üzerine sıkılan kurşunlara sahne olan Taksim demokrasi, adalet, barışın alanı olmalı. Bu konuda sendikalarımızın, işçilerimizin, emekçilerimizin yanındayız. İşçilerle kol kola yürüyeceğiz”


BMİS: Cevabı Taksim’de vereceğiz!

Birleşik Metal İş Sendikası 22 Nisan tarihinde yaptığı yazılı açıklama ile AKP hükümetinin 1 Mayıs kararlarını protesto etti. Yaptığı açıklamada bugüne kadar emekten ve demokrasiden yana hiçbir adım atmamış bir iktidarın 1 Mayıs’ı tatil ilan etmesini ve Taksim’in kapılarını emekçiye açmasını beklemenin büyük saflık olacağını dile getiren Birleşik Metal İş, gereken cevabın 1 Mayıs’ta Taksim’de verileceğini söyledi.

Açıklama şu sözlerle son buldu: “İşçi sınıfının kaybedilmiş otuz yılı, hiç olmazsa öğrettiği dersler açısından büyük bir deneyim olmuştur.

Biz 1 Mayıs’ları da Taksim Meydanı’nı da “hak verilmez alınır” ilkesinden yola çıkarak söke söke elde ettik, yine alacağız.

Taksim’i her türlü gösteriye açıp da iş emekçilere gelince yan çizenlere gereken cevabı;1 MAYIS 2008’de hep birlikte vereceğiz!”


DİSK’ten açıklamalar...

1 Mayıs’ta karanfillerle Taksim Meydanı’na....

1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını ilan eden TÜRK-İŞ, KESK ve DİSK 16 Nisan tarihinde yeniden Taksim’e çağrı yaptı. TÜRK-İŞ Genel Sekreteri Mustafa Türkel, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün ve KESK Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir ile 3 konfederasyonun temsilcileri İstanbul’da gerçekleştirdikleri toplantının ardından “500 bin emekçi olarak ellerimizde karanfillerimizle, özgürlük türkümüzü söylemek üzere Taksim’i çiçek bahçesine çevireceğiz!” açıklamasında bulundu.


“Malumun ilanı” değil resmi tatil!

DİSK, 21 Nisan günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’la ilgili yasa tasarısının “malumun ilanı” türünden bir yasa tasarısı olduğunu ve bu haliyle 1 Mayıs’ın “tatilsiz bayram” olarak kalacağını duyurdu.

DİSK’in açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “...Toplumumuzun da bir mutabakat içerisinde Hükümetten beklentisi, Türkiye’nin olağanüstü dönemlerin bir mirası olarak taşıdığı çağdışı tabulardan arınarak 1 Mayıs’ın RESMİ TATİL’li İŞÇİ BAYRAMI olarak ilan edilmesidir. Bunun dışında gerçekleştirilecek bir ‘yasal düzenleme’, bizim açımızdan MALUMUN İLANI’ndan öte bir anlam taşımamaktadır ve taşımayacaktır!”


“Talep etmiyoruz, Taksim’de olacağız!”

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi Bakanlar Kurulu’nun ardından 23 Nisan günü bir açıklama yaptı. DİSK, “siyasi iktidarın emek karşıtı yüzünü bir kez daha ortaya koyduğunu” söyledi. Çelebi’nin açıklaması şu sözlerle devam etti: “1 Mayıs’ın bayram ve tatil ilan edilmemesinin “ekonomik gerekçelerle”, Taksim’de kutlanmasının ise “terörle mücadele” gibi havsalamızın almayacağı ifadelerle açıklanması, kelimenin tam anlamıyla “abesle iştigal”dir ve gülüp geçemeyeceğimiz kadar da trajediktir!”

1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi konusunda günlük ekonomik kayıpları gerekçe gösteren hükümetin açıklamalarına Çelebi yaşanan asıl kaybın nereden kaynaklandığını verilerle açıkladı. 1 Mayıs’ın 166 ülkede resmi tatil ve bayram olduğunu hatırlatan Çelebi, son olarak talep etmediklerini, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacaklarını söyledi.


 

İşçilere 1 Mayıs çağrısı...

 “İki dünya, bu büyük mücadelede karşı karşıya duruyor”

V. I. Lenin

İşçi yoldaşlar!

Bütün ülkelerin işçilerinin bilinçli bir hayat için uyanışlarını; insanın insana zulüm ve baskısına karşı mücadelede, milyonlarca emekçiyi açlık, yoksulluk ve rezillikten kurtarma mücadelesinde birlik oluşlarını kutladıkları gün, 1 Mayıs geliyor. İki dünya, bu büyük mücadelede karşı karşıya duruyor: sermaye dünyası ile emek dünyası, sömürü ve kölelik dünyası ile kardeşlik ve özgürlük dünyası.

Bir tarafta bir avuç kan emiciler var. Bunlar fabrikaları ve değirmenleri, alet ve makinaları ele geçirmişler, milyonlarca dönüm toprağı ve dağ gibi paraları kendi özel mülkleri yapmışlardır. Hükümeti ve orduyu uşakları, yığdıkları servetin sadık bekçi köpekleri yapmışlardır.

Diğer tarafta ise milyonlarca mülksüz vardır. Onların hizmetinde çalışabilmek için parababalarına yalvarmaya zorlandılar. Emekleriyle bütün serveti yarattılar; bununla birlikte, bütün hayatları boyunca bir parça ekmek için mücadele etmek, sadaka dilenir gibi çalışmak için yalvarmak, çok ağır çalışmayla güçlerini ve sağlıklarını kaybetmek ve köylerdeki ahır gibi evlerde ya da büyük kentlerdeki bodrum ve tavan aralarında açlıktan ölmek zorundadırlar.

Ama şimdi bu mülksüz emekçiler, parababalarına ve sömürücülere karşı savaş ilan etmiş bulunuyorlar. Bütün ülkelerin işçileri, ücretli kölelikten, yoksulluk ve sefaletten emeği kurtarmak için savaşıyorlar. İşçiler, ortak çalışmayla yaratılan servetin bir avuç zengin için değil, bütün çalışanlar yararına kullanılacağı bir toplum sistemi için savaşıyorlar. Toprağı ve fabrikaları, değirmenleri ve makinaları, bütün çalışanların ortak malı yapmak istiyorlar. Zengin ve yoksul olarak bölünmeyi ortadan kaldırmayı, emeğin ürünlerinin işçilere, kendilerine gitmesini ve insan türünün bütün başarılarının, çalışma biçimlerindeki bütün gelişmelerin çalışan insana baskı aracı olarak hizmet etmesini değil, ama onun kaderini düzeltmesinde aracı olmasını istiyorlar.

Emeğin sermayeye karşı büyük mücadelesi, bütün ülkelerin işçilerine sonsuz kurbanlara mal olmuştur. Kendi hakları olan daha iyi hayat ve gerçek özgürlük için oluk gibi kan akıtmışlardır. İşçilerin davası için savaşanlar, hükümetler tarafından korkunç işkencelere uğramışlardır. Ama bütün işkencelere rağmen dünya işçilerinin dayanışması büyüyor ve güçleniyor.

İşçiler, sosyalist partilerde gittikçe daha sıkı olarak birleşiyorlar, bu partilerin destekçilerinin sayısı milyonlara yükseliyor ve sürekli olarak, adım adım, kapitalist sömürücüler sınıfı üzerinde tam bir zafere doğru ilerliyorlar.

Rus proletaryası da yeni bir hayata doğru uyanıyor. O da bu büyük mücadeleye katıldı. Bu kölelik durumundan kurtuluşun olmadığı ve acı hayatında ışık zerresi göremeyen işçilerimizin baş eğen köleler olduğu günler geride kalmıştır. Sosyalizm ona kurtuluş yolunu göstermiştir ve binlerce savaşçı öncü bir yıldız gibi kızıl bayrak etrafında toplandılar. Grevler işçilere birliğin gücünü gösterdi, karşı koymasını öğretti ve sermayeye örgütlü emeğin ne kadar dehşetli bir güç olduğunu gösterdi. İşçiler, kapitalistlerin ve hükümetin kendi emeklerinden yaşayıp, geçindiklerini görmüşlerdir. İşçiler, birleşik mücadelenin ruhuyla, özgürlük ve sosyalizm özlemiyle harekete geçtiler. İşçiler, çarlık hükümetinin kötü ve karanlık bir güç olduğunu anlamışlardır. İşçilere mücadeleleri için özgürlük gerekir, ama çarlık hükümeti onların ellerini ve ayaklarını bağlamaktadır. İşçilere toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, gazete ve kitap özgürlüğü gereklidir, ama çarlık hükümeti, özgürlük için her mücadeleyi kamçıyla, hapisle, süngüyle bastırıyor. “Kahrolsun Otokrasi!” haykırışları bütün Rusya’yı kaplamış, caddelerde, işçilerin büyük yığın toplantılarında daha çok duyulur olmuştur. Geçen yaz Güney Rusya’da onbinlerce işçi daha iyi bir hayat, polis zulmünden kurtulmak için savaşmak amacıyla ayaklandı. Burjuvazi ve hükümet, büyük kentlerin bütün sanayi hayatını bir darbede durduran işçilerin dehşet verici ordusu karşısında titrediler. İşçilerin davasının birçok savaşçısı, çarlığın “iç düşmana” karşı gönderdiği askerlerin kurşunlarıyla can verdi.

Ama hiçbir güç bu “iç düşmanı” yenemez, çünkü yönetici sınıflar ve hükümet onun emeğiyle yaşıyor. İşçilerin uğradığı her yenilgi saflarına yeni savaşçılar kazandırır, daha geniş yığınları yeni bir hayata doğru uyandırır ve onları yeni mücadelelere hazırlar.

Şimdi Rusya’nın yaşadığı olaylar, işçi yığınlarının bu uyanışının daha hızlı ve daha yaygın olmasını gerektiriyor ve bizler de bütün gücümüzü ortaya koyarak proletaryanın saflarını birleştirmeli, onu daha kararlı mücadele için hazırlamalıyız. Savaş, proletaryanın en geri kısımlarını bile politik mesele ve problemlerle ilgilenmeye itiyor. Savaş, Rusya’yı yöneten otokratik düzenin mutlak çürümüşlüğünü, polisin ve saray avanesinin mutlak caniliğini gittikçe daha açık ve canlı olarak gösteriyor. Halkımız, ülkede yoksulluk ve açlıktan mahvolurken, binlerce mil uzakta olan ve yabancı insanların oturduğu topraklar için yıkıcı anlamsız bir savaşa sürüklenmektedir. Halkımız politik esaret altındayken, başka halkları köleleştirmek için savaşa sürüklenmektedir. Halkımız, ülkede politik düzenin değişmesini istiyor, ama dikkatleri dünyanın öteki ucundaki silahların gürültüsüyle saptırılmaya çalışılıyor.

Ama çarlık hükümeti, tehlikeli oyununda, ulusun servetini ve Pasifik kıyılarında ölüme yolladığı genç insanları canice boş yere harcamada çok ileri gitmiştir. Her savaş, halkın üstüne ağır bir yük getirir. Kültürlü, özgür Japonya’ya karşı zorlu savaş da Rusya üzerine korkunç bir yük getirdi. Ve bu yük, polis despotluğunun uyanan proletaryanın darbeleri altında yıkılmaya başlamış olduğu bir zamanda geldi. Savaş, hükümetin bütün zayıf noktalarını çırılçıplak ortaya seriyor, bütün sahte maskeleri düşürüyor, içteki bütün çürümüşlükleri açıklıyor; savaş, çarlık otokrasisinin mantıksızlığını herkes için açık hale getiriyor, halkın oy verme hakkının olmadığı, cahil ve yıldırılmış olduğu Rusya’nın, hala polis idaresine bağlı olan eski Rusya’nın can çekiştiğini herkese gösteriyor.

Eski Rusya ölüyor. Özgür Rusya ise onun yerini almaktadır. Çarlık otokrasisini korumuş olan karanlık güçler batıyor. Ama ancak bilinçli ve örgütlü proletarya, halka sahte olmayan gerçek bir özgürlük kazandırabilir. Ancak bilinçli ve örgütlü proletarya, halkı aldatacak, haklarını kısacak, onları burjuvazinin elinde sadece bir alet yapacak olan her türlü çabayı önleyebilir.

İşçi yoldaşlar!

Çok yakındaki belirleyici savaşa iki kat daha fazla enerjiyle hazırlanalım. Sosyal-Demokrat proletaryanın safları daha sıkılaşsın! Sosyal-Demokrat proletaryanın şiarı daha geniş alanlara yayılsın! İşçi talepleri kampanyası daha cesur olarak yürütülsün! 1 Mayıs’ın kutlanışı, davamıza binlerce yeni savaşçı kazandırsın ve bütün halkın özgürlüğü, sermayenin boyunduruğunda çalışan herkesin kurtuluşu için büyük mücadelemizde güçlerimiz artsın!


Yaşasın sekiz saatlik işgünü!

Yaşasın uluslararası devrimci Sosyal-Demokrasi!

Kahrolsun cani ve yağmacı çarlık otokrasisi!

Nisan 1904