30 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfın hareketliliğinde yoğunlaşma
ve sertleşme eğilimi
   İnkar ve imha çizgisinin izleyicileri “çözüm” gücü olamaz!
Gerici iç çatışma yeni boyutlar kazanıyor!
SSGSS, istihdam paketi, kıdem tazminatı, işgüvencesinin gaspı, sendikalar yasası…
Sermayenin saldırıları artıyor…
1 Haziran mitingi üzerine U. Taner
Tersane işçileri bu cehennemi kabul etmeyecek!
  Komünist kamu emekçilerine çağrı:
Parti’yi kamu emekçileri içinde güçlendirmek için ileri!
  İşçi ve emekçi hareketinden..
  Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi hedefiyle mücadeleye!
  ODTÜ’de boykot yayılıyor!
  Kapitalizm öldürüyor!
  Dünyadan...
  Mayıs şehitleri anmalarından...
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden mektup...
  Bir utanç belgesi: “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerici iç çatışma yeni boyutlar kazanıyor!

Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun hükümeti hedef alan açıklaması, düzen siyasetinde ciddi bir gerilime yol açtı. AKP ile “laik cenah” arasında öteden beri değişik biçimlerde süren gerici dalaşma, bildiri gerilimi ile yeni bir düzeye taşınmış oldu.

Önce konuyla ilgili gelişmeleri kısaca hatırlamakta fayda var. Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun 21 Mayıs’ta yayınladığı bildiride AKP hükümeti “Cumhuriyetin temel ilkelerini” zedelemekle, “yargı erki”ne karşı sistemli saldırılar yürütmekle, bir “yandaş yargı” yaratmaya çalışmakla suçlanıyor; Anayasa değişikliği girişimlerinden AKP’ye açılan kapatma davasına, AB ile ilişkilere kadar bir dizi konuda sert eleştiriler yöneltiliyordu.

AKP kapatma davasının açılmasından bu yana kendini zor durumlara düşürecek keskin çıkışlardan bilinçli olarak kaçınmaktaydı. “Alttan alma” siyaseti izleyen “işi tatlıya bağlamak” için uğraşan, meclis başkanı eliyle “herkese oh dedirtecek” bir ara formül bulmaya çabalayan AKP yönetimi, Yargıtay’ın bu bildirisi karşısında aynı tutumu sergilemedi. Uzlaşmacı görüntü verme çabasını bir kenara bıraktı ve aynı gün hayli sert bir açıklamayla yanıt verdi. Açıklamada Yargıtay siyaset yapmakla, “Anayasayı ihlal etmek”le, hükümeti hedef almakla suçlanıyordu. İşin niteliği bu gerilimin AKP hükümeti ile Yargıtay arasında kalmayacağını ve hızla bir cepheleşmeye yol açacağını zaten gösteriyordu. Nitekim öyle oldu, sadece bir gün sonra bu kez Danıştay Başkanlar Kurulu’da benzer bir açıklamayla Yargıtay’a destek verdi. AKP adına yapılan “Yargıtay tarafsızlığını kaybetmiştir” değerlendirmelerinin basına yansıdığı 23 Mayıs’ta ise bu kez Üniversitelerarası Kurul’dan bir açıklama geldi. Açıklamada “yargıya yapılan iç ve dış müdahaleler” eleştiriliyor, yargının saygınlığının korunması isteniyordu.

Gerilimin görünürdeki nedenleri

Birden bire gündemin temel konusu olan gerilimin nereden çıktığına baktığımızda, işin gerçek yüzünün çok da ön plana çıkartılmadığını, daha ziyade “yandaş yargı yaratma çabası”, “yargıya müdahale” “yargı bağımsızlığı” gibi eksenler üzerinden konunun tartışıldığı görülmektedir. Örneğin şu sıralar hükümetin gündeminde olan Yargı Reformu Strateji Taslağı’nın yargı kurumlarından önce AB yetkililerine sunulduğu, bunun da Yargıtay ve Danıştay gibi yargı kurumlarında rahatsızlığa yol açtığı sürekli olarak dile getirilmektedir.

AKP gericiliğinin hem arkasındaki emperyalist güçlere hem de seçimlerde elde ettiği oy desteğine güvenerek devlet aygıtında ve toplumsal yaşamın bütün alanlarında temel güç haline gelmeye çalıştığı, bunun için her türlü yol ve yöntemi kullandığı bilinen bir gerçektir. Bugüne kadar harcadığı çabalar sonucunda da mecliste çoğunluğu ve Cumhurbaşkanlığı’nı ele geçirmekle kalmamış, medyada, üniversitede, öteki devlet kurumlarında önemli bir etkinlik kazanmış bulunmaktadır. Bu yanıyla AKP’nin bir “yandaş yargı” yaratmaya çalıştığı tespiti malumun ilanından başka bir anlam taşımamaktadır.

Gene hem bildirilerde altı tekrar tekrar çizilen, hem de konuyla ilgili tartışmalarda tılsımlı bir sözcük olarak kullanılan “yargının bağımsızlığı” lafı herkesin de bildiği gibi boş bir söz kalıbından öte bir şey değildir. Herkes de bilmektedir ki, bu ülkede yargı hiçbir zaman bağımsız olmamıştır. Sadece iktidardaki sermaye sınıfına hizmet eden, onun çıkarlarını savunan, işçi ve emekçiler söz konusu olduğunda ise her türlü hak gaspının, baskı ve terörün meşrulaştırıcı gücü olmaktan öteye gidemeyen bir adalet mekanizmasının, günün moda tabiriyle “yargı erki”nin bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu doğaldır da. Çünkü kapitalist düzende, sınıflar karşısındaki duruşuyla yargı hem burjuvaziye hem de işçi sınıfına eşit uzaklıkta olamaz. O, bu düzende burjuva sınıf iktidarının egemenlik araçlarından bir tanesidir.

Yargı Reformu Strateji Taslağı’nın yargı kurumlarından önce AB yetkililerine sunulmasının Yargıtay’da ve diğer yargı kurumlarında yarattığı hoşnutsuzluk ne olursa olsun, bunun üzerinden dile getirilenler de şu anda yaşanan gerilimi açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Yaşanan düzeniçi gerici bir siyasal mücadeledir

Gerçekte Yargıtay bildirisi, dinci partiyi yani AKP’yi sıkıştırmak, kapatma davasını savuşturmaya dönük adımlar atmasını engellemek için gündeme getirilmiş siyasal bir çıkıştan başka bir şey değildir.

Bilindiği gibi uzunca bir zamandır düzen siyasetinde gerici bir çatışma yaşanmaktadır. Dinci gericiliği temsil eden AKP ile buna karşı konumlanmış bulunan “laik cenah” arasındaki çatışma şimdiye kadar çok değişik biçimler almış, bu mücadelede karşılıklı olarak pek çok farklı araç devreye sokulmuştur. Başını generallerin çektiği laikçi kanat, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce AKP’nin güçlenmesini, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere diğer devlet kurumlarında söz sahibi olmasını engellemek için kimi zaman hukuksal kılıflara sarmalanmış müdahalelerde bulunmuş, kimi zaman ise Genelkurmay imzasıyla açıklamalar, tehdit muhtıraları yayınlamıştı. Ancak bunların AKP’nin ilerlemesini durdurmaya yetmediği biliniyor. AKP bütün engellemelere rağmen adım adım ilerledi, Cumhurbaşkanlığını ele geçirdi, genel seçimlerde oy desteğini ciddi oranda artırdı ve peşinden devlet kurumlarındaki, toplumsal yaşamdaki etkinlik alanını hızla genişletmeye koyuldu.

İnisiyatifi 22 Temmuz seçimleri sonrasında kesin bir biçimde AKP’ye kaptıran laik cenahın, bu duruma fazla katlanamayacağı, bir biçimde sürece müdahale çabası içine gireceği biliniyordu. AKP’ye kapatma davası açılması tam da böyle bir politik müdahale olarak gündeme geldi. AKP’ye açılan kapatma davası hem dinci partiyi ciddi biçimde köşeye sıkıştırıyor, hem de mücadelenin giderek daha net bir biçimde hukuksal zemine kaymasına neden oluyordu. Çatışmanın görünen ekseni Genelkurmay-AKP ya da CHP-AKP gibi eksenlerden Yargı-AKP çizgisine geçti. Elbette bu yaşanan gerici çatışmanın özünü ve taraflarını değil sadece kullanılan araçların biçimini değiştiriyordu.

Dinci parti kapatma davası saldırısına önce “Ergenekon operasyonu” ve Anayasa değişikliği ile yanıt vermeye, böylece inisiyatifi elinde tutmaya çalıştı. Bir yandan da ABD ve AB gibi emperyalist odakların desteğini sağlamlaştırma çabasına girişti. Ancak süreç içerisinde hem Ergenekon operasyonu hem de Anayasa değişikliği gibi hamleler dinci partinin ayağına dolanmaya başladı. Hepsinden önemlisi de bu hamleler istenilen sonuçları vermekten uzak kaldı. Bunun anlaşılmasından itibaren dinci parti yeni bir taktik geliştirmeye çalıştı ve özellikle de “piyasaların istikrarı” bahanesinin arkasına saklanarak yumuşama, alttan alma siyaseti izlemeye yöneldi. AKP’nin kapatılmasına cepheden karşı çıkmak yerine “ne şiş yansın ne kebap” diye nitelenebilecek bir çözüm için koşulları zorlamaya başladı. Bu politika nihayet TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın ağzından “herkese oh dedirtecek bir formül arayışı” biçiminde yansıtıldı ve bunun için zemin düzleme çabasına girildi.

İşte Yargıtay’ın bildirisi tam da böyle bir süreçte yayınlandı. Bildiri laikçi düzen güçlerinin, dinci kanata karşı gene hukuksal görüntü içinde olan yeni bir saldırısıydı. Amaç ise dinci parti cephesinden Anayasa Mahkemesi’ne yapılan basıncın etkilerini en aza indirmek ya da hiç değilse dengelemek, bu sayede kapatma dışında bir karar çıkması ihtimalini ortadan kaldırmaktı. Bildiri aynı zamanda AKP’yi yeniden kendini cepheden savunmaya iten, bu sayede daha fazla açık vereceğini hesaplayan bir provakasyon özelliği de taşımaktaydı. Yargıtay bildirisinin niteliğinin tam da bu olduğu, sonrasında yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalarla açık biçimde doğrulandı.

Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur; düzen siyasetindeki dalaşma ve bunun yarattığı rejim krizi artık yeni bir düzey kazanmıştır. AKP’nin bu yeni saldırıya nasıl bir hamleyle karşılık vereceği ise şu an için kesinlik kazanmış değildir. Gene de en çok sözü edilen, AKP’nin gelecek yıl yapılacak yerel seçimi erkene alması, henüz yitirmediği oy desteği sayesinde siyasal meşruluğunu bir kez daha tazelemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararı ihtimalini bu silahla savuşturmaya çalışması ihtimalidir. Bunu gözeten kimi düzen partilerinin bu yılın sonbahar aylarında yapılacakmış gibi yerel seçimlere hazırlık çalışmalarına şimdiden başlamaları, seçimlerin erkene alınması olasılığının yabana atılmaması gerektiğini göstermektedir.

Gelişmelerin sınıf hareketi açısından anlamı

Dinci kesim ile laikçi kesim arasındaki gerici dalaşma, Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı süreçte sınıf hareketini de belli bir biçimde etkilemiştir. Sınıf hareketi sonraki süreçte bu etkiyi önemli oranda üzerinden attı ve kendi gerçek gündemine döndü. Sömürü ve hak gasplarının yoğunlaşması, buna karşı gelişen mücadele çabaları ve nihayet sınıf cephesinde yaşanan kıpırdanmalar, grevler ve diğer eylemler bunu önemli ölçüde kolaylaştırdı.

Aynı şey önümüzdeki süreç için de geçerlidir. Sınıf hareketinin çatışan düzen güçlerinden birine yedeklenmesi ihtimaline karşı en etkili panzehir mücadelenin daha da yükseltilmesidir. Sermaye açısından sömürü ve yıkım saldırılarını kesintisizce sürdürme zorunluluğu, bu saldırıları yürütecek düzen güçlerinin son dönemde, özellikle 1 Mayıs üzerinden yaşadığı yıpranma ve teşhir, mücadelenin yükseltilebilmesi için uygun bir zeminin varlığı anlamına geliyor. Sınıf hareketi cephesinden bakıldığında ise, mücadelenin ileri taşınabilmesi için daha başka olumlu faktörlerin de mevcut olduğu ortada. Hem 1 Mayıs üzerinden kazanılan moral ve motivasyon, hem de yeni bir grev ve direnişler dönemine girildiğine dair güçlü belirtiler sınıf hareketinin avantajları durumunda.

Eğer biriken olanaklar gerektiği gibi değerlendirilebilirse, erkene alınacak bir yerel seçim de dahil burjuvazinin atacağı bütün adımlar sınıf hareketinin önünü kesme konusunda etkili olmayacaktır. Tam tersine, erken seçimin önünü açacak ölçüde boyutlanacak bir rejim krizinin sınıf hareketinin işini daha da kolaylaştırması, kitlelerin politizasyonunu artırıcı işlev görmesi kuvvetle muhtemeldir. Bütün mesele sınıfa öncülük iddiası taşıyan güçlerin dönemin ihtiyaçlarına gerçekten yanıt verip veremeyecekleridir.